Referandum
kelimesi genelde plebisit kelimesi
ile birlikte anılır. Referandum, Latince “referre” (geri getirmek) kökünden gelir. Kısaca
halkın, siyasal ve toplumsal bir konuda görüşünün alınması için yapılan halk
oylamasıdır. Son yıllarda, daha önce de ülkemizde anayasa değişiklikleriyle ilgili 2007 ve 2010
yıllarında referanduma başvurulmuştu. 16 Nisan 2017 pazar günü yapılacak referandumu diğerlerinden ayıran en önemli fark, "evet" çıktığı takdirde, ülkemizin yönetim şeklinin değişecek olmasıdır. Her şeye bir kişinin karar vermesi, sadece
bizi değil, bundan sonraki kuşaklarımızı da etkileyecektir.
Bu anayasa değişikliğinin,
içte ve dışta ülke olarak zor bir dönemden geçerken, gündeme getirilmesi gerekli midir? Osmanlı İmparatorluğunun küllerinden doğan
Türkiye Cumhuriyeti uygulamaya çalıştığı 94 yıllık parlamenter sistemden ne
zarar görmüştür? Eğer bu sistemin eksikleri varsa da giderilir, en başta seçim yasaları ve siyasi partiler yasalarını demokratik hale
getirerek bu işe başlanabilirdi. Hangi demokratik ülkede %10 seçim
barajı vardır ve tüm milletvekili ve yerel
yönetici adaylarını genel başkan ve genel merkez seçer?
Bu referandumun acil bir gereksinmeden
doğmadığını belirtirken bunun ülkemize maddi ve manevi olarak getireceği
külfetleri de unutmamak gerekir. En başta harcanan seçim masrafları, bekletilen
ekonomik, siyasi tedbirler ve en önemlisi vatandaşlar arasındaki oluşan
(oluşturulan) kutuplaşmadır. Bu ayrışmanın bizi bir ülke, bir vatan yapan ortak
paydamıza zarar verdiğini hepimiz görmekteyiz. Bizi bir arada tutan
Cumhuriyetimizin kurucu değerleri, Atatürk İlke ve Devrimleridir.
Çağdaş ülkelerin yönetim şekillerine
baktığımız zaman, büyük bir çoğunluğunun demokratik parlamenter rejimle
yönetildiğini görürüz. Bu rejimin en büyük özelliği güçler ayrılığıdır. Yani
yasama (meclis), yürütme (hükümet), yargı erklerinin ayrı olması ve
birbirlerini denetlemesidir. Buna,“checks and balances” denir.
Türkçesi de “denetim ve denge” demektir. Bu yüzden hata yapma olasılığı tek
kişiye dayalı rejimlere göre daha azdır. Yine demokratik parlamenter rejimlerde
iktidardan çok muhalefete bakılır demokrasinin kalitesi için. Çünkü muhalefet
özgürce eleştiri hakkını kullanabiliyorsa ve iktidara alternatif olacağını
gösterebiliyorsa orada demokrasi işliyor demektir.
“Evet” ya da “hayır” derken, “demokratik parlamenter rejim mi?”
yoksa tüm gücü kendinde toplayan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi mi?” sorularına yanıt arayacağız. Eğer
egemenliğimizi siyasi partilerdeki veya bağımsız seçtiğimiz milletvekilleri
vasıtasıyla kullanmak istiyorsak tercihimiz kuşkusuz “hayır” olacaktır. Çünkü
demokrasilerde mili irade diye tanımlanan egemenlik hakkı tek bir kişiye, bir
zümreye devredilemez. Siyasi partiler
demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Türk Tipi Başkanlık ya da
Cumhurbaşkanlığı sisteminde siyasi partiler asıl unsur değil yan unsur
olacaktır. Çünkü bakanlar ve cumhurbaşkanlığı yardımcıları dışarıdan atanacak, milletvekillerinden
de atanırsa, istifa etmek zorunda kalacaklardır. Böylece halk ile ilişkileri
kopacaktır. Halk onlara ulaşamayacak ve dolayısıyla hesap soramayacaktır. Şimdi, mevcut sistemde köyden, kentten yeteneği ve azmi olan her hangi bir yurttaşımız
milletvekili de, bakan da olabilmektedir. Onlara, oylarımızla
hesap sorabilmekteyiz. Ancak getirilmek istenen sistemde, her şey seçilen
cumhurbaşkanının yetkisindedir. Atanan kişilere neyi sorabilirsin?
11.03.2017
Orhan Kalyoncu