Futbol, hemen hemen tüm dünyada sevilerek oynanan ve seyredilen bir takım oyunudur. Oyun, sahada on bir futbolcu ile oynanır ama arkasında dev bir ekip bulunur. Milyonlarca taraftar ve izleyici de stadyum ve televizyonda maçları takip eder. Futbol, başlı başına bir ekonomik faaliyettir. Seyircinin ödediği bilet parası, yayın hakları, forma satışları, reklam gelirleri ve diğer gelirlerden oluşan büyük bir ekonomik hareket söz konusudur. Ancak öyle olduğu halde ülkemizdeki birçok kulüp borç içindedir. Özellikle büyük takımların yöneticileri ve taraftarları takımlarının kısa vadede başarı elde etmelerini istedikleri için büyük transferlere yöneliyor, bu yüzden güçlerinin üzerinde borçlanıyorlar. Bunun önlenmesi, kulüplerin altyapıya daha fazla önem vermesi ile mümkündür. Ama öyle olmuyor. Bir an önce başarı elde etmek, şampiyonluğu kazanmak veya ligde ilk sıralarda yer almak; Avrupa Kupalarına katılmak ve dolasıyla gelir elde etmek için gereklidir. Ülkemizde, bu kısır döngü böyle devam eder, gider. Sonuç olarak takımı başarısız olan kulüp yöneticileri de öncelikle hakemleri suçlarlar. Genellikle kendi yanlışlarını ört bas etme ve hakemler üzerinde baskı kurma çabasıdır bu.
Ünlü bir söz vardır, “Futbol, Asla Sadece
Futbol Değildir”, diye. Bu söz İngiliz yazar Simon Kuper’in 1994 yılında
yazdığı bir kitabın adıdır. Kuşkusuz, bundan çok daha fazlasıdır. Futbol
kulüplerinin ekonomik yönünün dışında bununla birlikte sosyolojik ve ideolojik
yönleri de vardır. Takım, bir kent takımı ise kent halkı tarafından
desteklenir. Her takımın koyu taraftarları, fanatikleri bulunur. Bazen
taraftarların arasında holiganları da görürüz. Olayların, kavgaların yaşandığı
olur. İdeolojik olarak da takımın yöneticilerinin veya taraftarlarının bir
eğilimi olabilir. Stadyumlarda yapılan tezahüratlardan bunu anlayabiliyoruz. Bazı
takımların iktidarlar tarafından desteklendiği de öne sürülür. Milyonların
ilgilendiği bir spor dalına siyasetin ilgi duymaması mümkün müdür? Bir zamanlar
ülkemizde, emirle Türkiye Kupası Şampiyonu olan bir ikinci lig takımının sonradan
konan bir kuralla birinci lige çıkarıldığını, biliyoruz.
Siyasetin, futbolla ilgilenmesi kadar
ikisinin arasında benzerlikler de vardır. Mesela; kendi kalesine gol atmak
gibi. Takım çok iyi oynuyordur ama bir futbolcunun ters bir vuruşuyla top kendi
kalelerine girip, gol olabilir. Takım, bu vuruşla sahadan mağlup ayrılabilir. Futbol
sonuç oyunudur. Önemli olan kazanmaktır. Tabii hata yapmadan ya da en az hata
yaparak ve centilmence oynayarak. Siyasette de böyledir. Sözü son zamanlarda
Millet İttifakı içindeki cumhurbaşkanlığı adaylık sürecine getirmek istiyorum.
Bir oyuncu (bir siyasetçi diye anlayabilirsiniz), sahaya çıkacak kendi futbolcusuna
(adaya) güvensizlik belirtiyorsa, seyirci (halk) sahaya çıkacak o futbolcuya (o
adaya) nasıl güvenecektir? Seyirci (seçmen), “bunlar kendi adamlarına
güvenmiyorlar”, demez mi? Bu, kendi kalesine gol atmak değil midir?
orhankalyoncu.blogspot.com
tr 27.02.2023