26 Ocak 2019 Cumartesi

NAYLON POŞET


                




                                            
                 Türkiye’de marketlerde naylon poşet satışı uygulaması 1 Ocak 2019 tarihinden itibaren başladı. Yasaya göre küçük plastik poşetler 25 kuruş, büyük poşetler ise 50 kuruştan marketlerde satılacak. Plastik poşetleri ücretsiz veren satış noktalarına, kapalı satış kısmının her metrekaresi için 10 lira idari para cezası kesilecek. Yılbaşından beri plastik poşet uygulamasına tüketiciler tarafından büyük tepkiler gösterildi.
              Vatandaşlar, poşet parası vermemek için alışverişe pazar arabası, bez torba, file ile gitmeye başladılar. Şimdiye kadar para ödemedikleri poşetin paralı olması vatandaşın aklına yatmadı. Poşet başına kesilen paraların %60’ının devlete ödenmesi de bunun dolaylı bir vergi olduğunu düşündürdü. Türkiye de kişi başı poşet kullanımı 44o adet olduğuna göre 25 kuruştan hesaplarsak kişi başı 110 TL tutuyor. 80 milyon olan nüfusumuz ile çarparsak 8,8 milyar TL gibi bir rakam ortaya çıkıyor. Bu da iyi bir gelir.
                 Naylon poşet 64 yıl önce 1955 tarihinde Amerika’da, 1980'lerin ortalarında da Türkiye de kullanılmaya başlanmış. Karada 350 yılda, denizde ise 750 yılda yok oluyor. Mademki naylon atıkların doğada yok olması yıllar alıyor, o halde bunun paralı olmasından ziyade parayla geri alınması daha uygun olmaz mı? Zaten sadece marketlerde uygulanan poşet satışı pazarda, seyyar satıcılarda, fırınlarda  uygulanmıyor. Marketler de sattıkları ürünleri naylon poşetler yerine kağıt torbalara, kese kağıtlarına koyarak verebilirler.
               Naylon poşetleri parayla satmak, tek başına doğayı korumaya yetmez. Çevre ve doğayı tahrip eden pet şişeleri, atık yağları, kullanılmış pilleri, kimyasal atıkları nasıl yok edeceğiz? Nehirleri kirleten fabrikaların atıklarını, dereleri yok eden HES’leri, havayı ve çevreyi kirleten termik santralleri, kurulacak nükleer santralleri ne yapacağız?

orhankalyoncu.blogspot.com.tr    27.01.2019

              

20 Ocak 2019 Pazar

ZAFERE GİDEN HER YOL

Niccola Machiavelli (1469-1527)



                         

        İtalyan düşünür ve politikacı Niccola Machiavelli'in (Makyavel-1469-1527), "zafere giden her yol mübahtır", sözü tarihe geçmiştir. Günümüzde, kazanmak, için her yolu meşru kabul edenlere bundan dolayı “Makyavelist”, denir. Amaçlarına ulaşmak için hiçbir sınırlamayı kabul etmeyen bu kişileri her zaman, her yerde görebiliriz. Onlar için hiç bir kural söz konusu değildir. Sadece başarı ve sonuç önemlidir. Ancak çağdaş toplumlarda kurallar vardır. Bu kurallar yazılı olduğu gibi yazılı da olmayabilir. Yazılı olanları yasalardır. Yazılı olmayanlar da töre, gelenek, görenekler ve toplumsal vicdandır. 
      Toplum vicdanı her şeyi kabul etmez. Başarının hakka, hukuka, kurallara, yasalara uygun olması istenir. Eğer bunlar olmadan bir kimse başarı kazanmışsa bu toplum tarafından reddedilir. Toplum bu hileli başarıyı hazmedemez. Adam zengin olmak için her şeyi mübah görebilir, yasaların arkasından dolanarak, her şeyi kılıfına uydurup, hileli iflası yutturabilir. Varlıklı olarak yaşamını sürdürebilir. Ancak toplumun vicdanından, hatta kendi vicdanından nasıl kurtulur? İnsanların yüzüne nasıl bakar? Zengin olmak kadar, onun meşru olması da o kadar önemlidir. Yalnızca ticarette mi görülür bu tip hareketler? Siyasette de, yöneticilikte de görülür. Koyduğu hedefe en kısa yoldan ulaşmak için her yolu deneyip, herkesi, her şeyi kendine basamak yapanlar eninde sonunda tökezlenir, foyası ortaya çıkar. Kendilerinden sonraki kuşaklar bile onlardan bahseder. Sonuç olarak, başarıya ulaşmak için kullanılan yolların yasal, ahlaki, meşru ve toplum vicdanında kabul edilebilir olması gerekir.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr     20.01.2019



14 Ocak 2019 Pazartesi

ATATÜRK/BİR MİLLETİN YENİDEN DOĞUŞU


                                           

                            
                        
          

         Günümüzdeki olayları gerçekçi  değerlendirebilmek için yakın tarihimizi çok iyi bilmemiz gerekir. 20 yüzyılın başında Osmanlı Devleti bir çok olayı ve savaşı birden yaşadı.1908'de 2. Meşrutiyetin ilanı, 1911-12 yılları Balkan Harbi, 1914-1918'de 1.Dünya Savaşı, 1919-1922 yılları Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması, 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanı. Tüm bu süreçlerin sonucunda modern Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. Arkasından Atatürk Devrimleri  geldi. Bugün özgür ve bağımsız bir vatanda yaşıyorsak, bunu büyük Önder Atatürk ve arkadaşlarına borçluyuz. Savaş meydanlarında büyük zaferler kazanmış olmasına rağmen Atatürk 1923 Şubat ayında şöyle demiştir; “Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Ulusun yaşamı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça savaş bir cinayettir."
      
       İngiliz gazeteci ve yazar Lord Kinross'un (1904-1976) Atatürk/Bir Milletin Yeniden Doğuşu adlı kitabı yakın tarihimiz için iyi bir kaynaktır. Yabancı bir yazarın objektif bir bakış açısıyla 5 yılda hazırladığı, Atatürk ile Kurtuluş Savaşının öncesini ve sonrasını anlatan bu kitapta; yazar, Büyük Taarruz öncesi yaşanan bir tarihi olayı şöyle anlatır; “Gazinin Başkomutanlık yetkileri, mebusların mırıldanmaları arasında, üçer aylık iki dönem için yenilenmişti. Mayıs ayında Meclis, onun hasta ve yatakta olmasından yararlanarak, üçüncü bir uzatmayı reddetti. Böylece ordu başsız kalmış oluyordu.”
      
       Gazi Mustafa Kemal hasta yatağından kalkarak askeri kıyafetlerini giydi ve Mecliste şu konuşmayı yaptı. “ O mutlu gün gelince bütün milletle birlikte, en büyük mutluluklara erişmekle şeref duyacağız. Benim başlıca ikinci bir mutluluğum olacaktır ki o da, kutsal davamıza başladığımız gün bulunduğum yere geri dönebilme olanağıdır. Milletin koynunda serbest bir fert olmak kadar, dünyada bahtiyarlık var mıdır? Gerçekleri iyi kavrayan, yürek ve vicdanında manevi ve kutsal hazlardan başka zevk taşımayan insan için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamların hiçbir değeri yoktur”. Gazinin Mecliste yaptığı bu konuşmadan sonra başkomutanlık yetkileri milli amaca ulaşıncaya kadar uzatıldı.
              
       Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra sıra barış anlaşmasına gelmişti. Gazi Mustafa Kemal Lozan'da toplanacak Barış Konferansına gitmek üzere İsmet Paşa başkanlığında bir heyeti görevlendirdi. Bazen ara verilse de uzun süren görüşmeler sonucu Türkiye’nin tapusu olan Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalandı. Mustafa Kemal ve arkadaşları yokluklardan yılmadılar, devrin emperyalist güçlerine karşı zafer kazanarak boyun eğdirdiler. Cumhuriyetin ilanından sonra da 15 yılda birçok devrimleri başararak çağdaş bir ülke yarattılar. Atatürk bütün maddi ve manevi mirasını ülkesine armağan etti. Bir yurttaş olarak bize düşen görev; bireysel çıkarlara göre vaziyet almak değil, ülkemize sahip çıkarak, hizmet etmektir.

   


Orhankalyoncu.blogspot.com.tr                         14.01.2019