11 Eylül 2019 Çarşamba

HÜR DOĞDUM, HÜR YAŞARIM

            
                                                           
              
                                      
           
               Eylül, bana ayların en hüzünlüsü gibi gelir. Yazın bitmesi, ağaçların yapraklarını dökmesi, havaların soğuması yüzündendir, belki. Yıllar önce, Alpay'ın "Eylül'de Gel" şarkısı dillerden düşmezdi. Neden “Eylül'de gel”, diyor? Okulların açıldığı, sevgililerin kavuşacağı ay olduğu için miydi acaba? Hüzünler olduğu gibi sevinçli haberler de alırız sonbaharın bu  ilk ayında, Uzunköprü Hür Gazetenin kuruluş haberini aldığımız gibi. 26 Eylül 2008 tarihinde de  Hür Gazete doğmuş.
           
             Gazetenin sahibi Selim Bekar, gazeteye yazı yazmayı önerdiği zaman hemen kabul ettim. Yazı yazmak, benim öğrencilik dönemimden kalan bir  göz ağrımdı. Yerel bir gazetenin amatör dünyası içinde, arada sırada önemli gördüğüm konular hakkında görüşlerimi yazıyorum. İnternet kanalıyla dünyanın her tarafından takip edilip, geniş bir okuyucu kitlesine ulaşıyor. Hür Gazete bu yıl 12. yaşına giriyor. Bu sürede önemli işler yapmıştır. Ergene Nehri'nin kirliliğini ve Eski Köy'deki tarlaları kaplayan kumları gündeme taşıması bunların başta gelenlerindendir. Uzunköprü ve çevresinin sorunlarını dile getirmek yerel bir gazetenin kısıtlı olanakları içerisinde küçümsenmeyecek bir olaydır. Hür Gazete de içinde bulunduğu toplum yaşamına katkıda bulunmaya devam ediyor. 
          
.          Demokrasilerde yasama, yürütme, yargıdan sonra 4. kuvvet sayılan görsel ve yazılı basın, doğası gereği muhaliftir. İyiyi güzeli ararken güçlünün hoşuna gitmese de daha güzeli bulmak için eleştirecek, yanlışları gösterecektir. Basın mensubu olan gazetecilere düşen görev güçlünün yanında değil, haklının yanında, bireyin değil, halkın yanında durmaktır. Hür Gazete, halkın doğru haber alma hakkını, Atatürk ilkelerini ve Türk milletinin menfaatini her zaman savunmaya devam edecektir. Hür Gazete’ye uzun, başarılı yıllar dilerim.

 


orhankalyoncu.blogspot.com.tr                 23.09.2019

                          
                                                       
              

10 Eylül 2019 Salı

BEYAZ SARAY

Beyaz Saray-Uzunköprü

            
        Ne zaman belediye Uzunköprü’de bir proje gerçekleştirmek istese, aklıma daha önce yapılanlar gelir. “Acaba yine paramız boşa mı gidecek”, diye kaygı duyarım. Aşağıdaki örneklere bakarsak, böyle düşünmekte haksız mıyım? 1960-70’li yıllarda çocukluğumuzun ve lise çağlarımızın en güzel günlerini geçirdiğimiz bir parkımız vardı. Uzunköprü’nün iki parkından biri olan Yukarı Park, Hükümet Binasının karşısında, herkesin ulaşabileceği merkezi bir yerdeydi. Gündüz vakti bile özellikle akşam üstleri dolar taşardı. Aileler, çocuklarıyla parka gelir, bir insanın kolaylıkla kucaklayamayacağı asırlık ağaçların altında Cazgırın meşhur limonatasını içer, dövme dondurmasını yerdi
      1980 öncesi, parkın Anabacı Caddesi tarafına, içinde bilardo masası olan bir kahvehane yapıldı. 1989 yerel seçimlerine az bir zaman kala o bina yıktırıldı. Onun yerine belediye tarafından şimdi günümüze kadar gelen Beyaz Saray adlı bina inşa edildi. Bu yapının üst katında kafeterya ve betonarme çay bahçesi, zemin katında dükkanlar, yerin altına inilerek yapılan bodrum katında ise düğün salonu yer aldı. Düğün salonu gibi kalabalıkların bulunacağı mekanların tehlike anında kolay tahliye edilebilmesi için çıkış kapılarının düz ayak olması gerektiği halde merdiven yapıldı. Son olarak da parkın üst tarafı, bir kısım ağaçlar kesilerek açık oto park haline getirildi. Ne yazık ki, güzelim parkımız bir daha eski haline bir türlü kavuşamadı.
      Belediyemizin yaptığı bir başka bina da katlı otopark. 1990’ların sonunda Beyaz Sarayın karşısına yapıldı. Yakın dönemde Avrupa Fonlarından yaralanılarak yenilendi. Ancak katlı otoparkın üst katlarına çıkmak için epey manevra yapmak gerektiğinden, bedava olduğu halde çoğu kişi orayı tercih etmiyor. Üçüncü bina; Uzunköprü’nün son zamanlarda gündemde olan Kapalı Pazar Yeri Binası. Cumhuriyetimizin 75. Yılı münasebetiyle yaptırıldığı için tam adı 75.Yıl Pazar Yeri Binası'dır. Ancak Cumhuriyet’in yapılarına hiç benzemiyor. Yapıldığı andan itibaren oradan şikayetler hiç bitmedi. Kapalı alanda faaliyet gösteren pazarcılar, “dışarıda yağmur yağıyor, içeride dinmiyor, çoğumuz romatizma olduk”, diyorlar. Kısa zamanda eskiyen bu binanın yerine şimdi yenisi yapılması planlanıyor.
      Dördüncü bina, Uzunköprü'nün merkezdeki en yüksek binası olan Belediye Hizmet Binası.1990'lı yılların sonunda Atalar Caddesi ile Anabacı Caddesinin kesiştiği noktada, eski tekel binasının yerine yapılan 7 katlı bu bina, buradaki trafik ve insan yoğunluğunu arttırdı. Sonradan gelen başkanlar, bu belediye binasını başka şekilde değerlendirip, belediyeyi yeni yapılan AKM'ye taşımayı düşündüler. Hatta bir kısım bölümü oraya naklettiler. Yıktırılan Cumhuriyet Mahallesindeki eski otobüs terminali ile eski Atatürk Kültür Merkezini de bu listeye eklersek hepimizin parasıyla bütçesi oluşturulan belediyemizin parasının böyle projelere harcanarak heba olmasından üzüntü duymamak mümkün mü? 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr        09.09.2019
            



5 Eylül 2019 Perşembe

BALIK TUTACAĞIZ











            Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 56. Maddesi; "herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir", der. Anayasamızın 56. Maddesinde belirtildiği gibi herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı vardır. Burada, hem devlete hem de vatandaşa bazı görevler düşmektedir. Vatandaşa düşen görev çevreyi kirletmemek, devlete düşen görevde kirletilmesini önlemek ve kirletildiyse bunu yok etmektir. Yerel ölçekte Uzunköprü’ye bakarsak, temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşadığımız söylenebilir mi? Ne yazık ki bu soruya “evet”, diye yanıt veremeyiz.

            İlk olarak 90’lı yılların başından beri ilçemizde artık kangren olmuş bir Ergene Nehri ve havzası kirliliği vardır. Ergene Nehri su yerine Çorlu ve civarındaki fabrikaların zehirli atığını taşımaktadır. Bu durumun sonucunda hem tarım ürünleri hem de insanlar dahil olmak üzere tüm canlılar olumsuz etkilenmektedir. Sıcak havada buharlaşan Ergene Nehrinin bu kirli suyu yağmur damlalarıyla üzerimize ve tarlalara yağmaktadır. İkinci bir çevre kirliliği de tehlike sınırlarında olan hava kirliliğidir. İki yıl önce komşu ilçemiz Keşan'a ait olan hava kirlilik rekoru, oraya doğal gazın gelmesiyle Uzunköprü’ye geçti. Özellikle kışın kalorifer ve soba bacalarından çıkan duman,bir tabaka şeklinde kenti sarmakta, soluk alıp vermeyi zorlaştırmaktadır. Üçüncü çevre kirliliği de, ilçenin ortasından geçen Kırkkavak Deresinin etrafının bilhassa Mescit Mahallesindeki kısmının, çöp ve hayvan pislikleriyle doldurulmasıdır. 
          
            Planlı, yeşil alanı, oksijeni bol sağlıklı yaşanabilir kentler yaratarak insanları mutlu kılmak, hem merkezi idarenin hem de yerel idarelerin işidir. Kırkkavak Deresi ve etrafının temizlenmesi ve ayrıca düzenlenmesi belediyenin asli görevidir. Eskişehir’deki Porsuk Çayı örneği gibi bir proje ile burası kente bir dinlenme alanı olarak kazandırılabilir. Temiz havayı sağlayacak doğal gaz için de, her fırsatta yetkililer, "bu baharda gelecek", diyor. Ama o bahar bir türlü gelmiyor. En önemli sorunumuz olan Ergene Nehrinin temizlenmesi ise iktidarın hazırladığı projenin bitmesine bağlı. Temizlendiğinde hep beraber balık tutacağız.
    

orhankalyoncu.blogspot.com.tr   21.09.2019
 









3 Eylül 2019 Salı

YAP-BOZ


                               
                                                   
                Zamanın birinde bir kasabada bir belediye başkanı,”artık bu kasabanın doğru dürüst şehirler arası bir otobüs terminaline ihtiyacı var”, diyerek yeni bir terminal yaptırmıştı. Bir süre kullanıldıktan sonra bir başka başkan şehirden uzak diye onu atıl bırakmış ve sonra ne olmuştu? Kaçınılmaz sonuç; yıktırıldı.
                Bizde adet böyledir.
                Biri yapar, biri bozar.
               
               Zamanın birinde bir kasabada bir belediye başkanı Tarihi Köprü’den kasabaya girişte Atatürk Heykelinin önüne suları şırıl şırıl akan süs havuzları yaptırmıştı. Sıcak havalarda bir serinlik verir, etrafındaki çiçekler renk cümbüşüyle insanın içini açardı. Bir başka başkan da onu yerle bir etti.
               Biz de adet böyledir.
               Bir yapar, biri bozar.
                  
               Zamanın birinde bir kasabada bir belediye başkanı insanların düğünlerini, toplantılarını, konserlerini, kongrelerini yapabilecekleri bir kültür merkezi yaptırmıştı. Uzun bir süre ihtiyaca cevap verdikten sonra bir başka başkan bu binayı sağlamlaştıralım diye düşünerek bir proje hazırlatıp, ihaleye çıktı. Gel gelelim o kadar masraf yaptıktan sonra binanın onarılamayacak kadar çürük olduğu anlaşıldı ve yıktırıldı.
              Bizde adet böyledir.
              Biri yapar, biri bozar.
                
              Zamanın birinde bir kasabada bir belediye başkanı şehrin en güzel parklarından birini tekrar düzenletip, hizmete açmıştı. Ancak bir başka başkan o parktaki yıllanmış ağaçları da kestirerek orasını açık otopark yaptı.
              Bizde adet böyledir.
              Biri yapar, biri bozar.
               
              Zamanın birinde bir kasabada bir belediye başkanı Kırkkavak Deresinin kenarındaki yeşil alanı imara açmış, bir başka başkan imar durumunu 5 kata çıkarmış, aynı başkan derenin diğer taraflarının imar durumunu 4 kattan 3’e indirmişti.
              Bizde adet böyledir.
              Biri yapar, biri bozar.
            
              Zamanın birinde bir kasabada bir belediye başkanı daha önceki belediye başkanlarının karar aldıkları çevre yolundaki 65 dönümlük yeşil alanı (Fuar Sahası) imara açtı. Sonra gelen başkanlar da imar durumlarını arttırdı.
            Bizde adet böyledir.
            Biri yapar, biri bozar.
            
            Zamanın birinde bir kasabada bir belediye başkanı daha önceki belediye başkanlarının almış olduğu Muradiye Cami'nin etrafının açılması kararını kaldırdı. Böylece Atalarımızın yaptığı 575 yıllık camimizin azametli yapısı yerine çirkin yapıları görmek zorunda bırakıldık.
            Bizde adet böyledir.
            Biri yapar, biri bozar.
            Uzunköprü'nün kaderi bu.

         



orhankalyoncu.blogspot.com.tr        02.09.2019



1 Ağustos 2019 Perşembe

KAR HELVASI



                                 

              Her şey birbirine karıştı.
“Demokrasi”, dedik.
“Siz demokrasiden anlamazsınız”, dediler.
“Saygı”, dedik. “Sevgi”, dedik.
“Güç bizde, ne istersek yaparız”, dediler.
“Emek”, dedik. “Liyakat”,dedik.
“Benim adamım iyidir”, dediler.
“Güle güle, hayırlısı olsun”, dedik.
“Sağ olun bile demediler.
             
            Nasrettin Hoca’ya sormuşlar;
“Hoca, sen bu kadar okumuş adamsın, senin de bir icadın var mı?”
“Var, tabii ki”, demiş hoca. “Kar helvasını ben icat ettim.”
“O nedir”, diye sormuş yanındakiler.
“Kış gelince yağan karı bir tasa koyun, üzerine şeker, şurup, pekmez dökün. Sonra              afiyetle yiyin. İşte bunu ben buldum.”
   Yapanlar memnun kalmaz, hocaya şikayete giderler.
“Yahu, hoca”, demiş ahali. “Bu nasıl icattır? Pekmezimiz boşa gitti, beğenmedik                 icadını.”
    Ahalinin şikayetine hak veren hoca;
“Yaptım ama ben de beğenmedim."

           Bizde de demokrasi kar helvasına benzedi. Ne niyetine yersen o. 
Eş, dost, arkadaş, yoldaş kayrılmayacak dendi. Ama dendiği gibi kaldı. 
Temiz siyaset vaat edildi. “Evet bizde de var ama seninki daha çok” denilerek umutları daha doğmadan yok edildi. Demokrasinin evrensel ölçütlerinin yerine gelmesini bekledik ama onun yerine ortak aklın işletilmediği, saydamlığın, hesap verilebilirliğin olmadığı, sadece sandığa indirgenmiş, bizim icadımız olan demokrasi karşımıza çıktı. “Madem bizi seçtiniz, artık ne dersek o”, anlayışı hakim oldu.





orhankalyoncu.blogspot.com,tr                01.08.2019

7 Temmuz 2019 Pazar

BENİM GÜZEL AMA BAHTSIZ KASABAM



UZUNKÖPRÜ





                               

                          

            Kışın son derece kirli havasıyla, zehir akan Ergene Nehriyle, yaz kış açıkta beklenen otobüs terminaliyle, dışarıda yağmur dinse de, içeride akmaya devam eden pazar binasıyla, trafik keşmekeşiyle, olmayan açık ve kapalı otoparkları, yeşil alanları, parklarıyla, çökmek üzere olan Tarihi Köprüsüyle benim güzel ama bahtsız kasabamın şansı ne zaman dönecek, yaşanılır bir kent haline gelecek? Tarımın, hayvancılığın can çekiştiği, fabrikaların kapandığı, esnafın neredeyse müşteri geldiğinde sevinçten havalara uçtuğu, emeklinin, sabit gelirlinin aybaşını zor getirdiği günlerin ülkemizde olduğu gibi kasabamız da da değişmesini özlemle bekliyoruz.
         
              Böyle bir ortamda 31 Mart 2019’da yerel seçimleri yaptık. Aşağı yukarı bu tarihten günümüze kadar 100 gün geçti. Her seçim bir tercih ve umuttur. Eskiye değil yeniye rağbet edildi. Uzunköprü’de bunlardan biriydi. Zamanın etkin ve ekonomik kullanmanın en iyi yolu, bir yere gelmeden önce neyin, nasıl ve ne zaman yapılacağının planlanmasından geçer. Tabii,”önümüzde daha 57 ay var, acele etmeye gerek yok”, diye düşünebilirsiniz. Ancak bundan önce de yıllar geçti. Yapılanların yanında yapılamayanlar da çok.  Zamanın durduğu, mevsimlerin değiştiği ama kendisinin değişmediği benim güzel ama bahtsız kasabamda artık bir şeyler değişmeli. En azından bu umut yaratılmalıdır. İnsanlar heyecanlanmalı, bir şeyler olacağı inancı doğmalı, yetişmiş gençlerin göç etmesi durdurulmalıdır. Bu da güven uyandırmakla olur. Bir yöneticinin güvenilir olduğu algısı nasıl oluşur. Çok basit. Özün, sözün bir olursa, olaylara iyi niyetle yaklaşırsan, ortak aklı devreye koyarsan, insanların kukla olmasını beklemezsen “güven” denen sihirli sözcük senin için oluşur.
          
               Yöneticilik, hakkıyla yapılmak istenirse kolay değildir, zor iştir. Hele toplumsal sorumluluk aldıysanız, kamunun parasını harcıyorsanız keyfi hareket edemezsiniz. Bir yandan yasalara karşı sorumlu olursunuz ama en az onun kadar toplumun vicdanına karşı da hesap vermek zorunda kalırsınız. Eğer toplum vicdanı sizi aklamaz ise görevi bıraktıktan sonraki yaşamınız çekilmez olur. Halkın arasında rahat gezemezsiniz. Gezerken sorgulayan gözlerle karşılaşırsınız. Vatandaş, kendi yöneticilerini her gün yargılar, tartıya çıkarır. Hatta bu konular kasabanın sözlü tarihini oluşturur, yıllarca kahvede, evde, çarşıda her yerde konuşulur.
·   “Telefon ettim, telefonuma çıkmadı”,
·   “Makamına gittim, içerideyken bana yok dedirtti”,
·   “Çocuğuma iş istedim, söz verdi ama yapmadı, kendi akrabalarına, tanıdıklarına iş    verdi”
·   “Mahallemizin bir işi için şeref sözü verdi ama yapmadı." Yöneticilik zor iştir zor.      İğneli koltuktur o koltuk, hele güzel ama bahtsız kasabamda.






orhankalyoncu.blogspot.com.tr    07.07.2019


          
       


16 Haziran 2019 Pazar

KALDIRIM



                                               

   

                                              
              20 gündür sol kolum alçıdaydı. İşte o gün gelmişti. Alçıyı alacaklar, elim kolum tekrar özgürlüğüne kavuşacaktı. Sabah erkenden evden çıkıp, hastanedeki randevuma yetişebilmek için hızlı adımlarla yürürken, birden önümdeki adamın kaydığını gördüm. Adam neredeyse yere kapaklanıyordu. Son anda dengesini sağlayarak ayağa kalktı. Kaldırımın kenarına ufak bir rampa gibi düz bir beton dökmüşler. Sebep oydu. Az önce düşecek adama dikkatlice baktım. Bu bizim kapı komşumuz Hüseyin İdi.
             
              “Hüseyin, merhaba. Geçmiş olsun, az daha düşecektin.”
             “Saaol ocam, ucuz kurtuldum. Sizin kolunuza n’oldu?”
             “Çok ciddi bir şey yok. Bileğimde bir çatlak var. Aynen senin olduğun gibi ben de kaldırımın kenarındaki o rampadan kayarak düştüm. Alçıya aldılar. Bugün çıkaracaklar.”
            “Aman, dikkat edin ocam! Yollar, kaldırımlar delik deşik. Er yer kazılmış, toz duman içinde. Önce su, şimdi de elektrik kabloları için kazılıyor.”
            “Evet, tabii bu işlerin yapılması gerekir. Ama gerekli tedbirlerin alınması şartıyla. Yoksa işte böyle kazalara neden olur.”
            “Duuru ocam. Geçende Asan’da arabayla çukurdan kaçarken başka bir arabaya arkadan bindirmiş. Dünya masarif çıktı.”
            “Çaresiz biraz daha dişimizi sıkacağız. Suyun karşısında ki şehirlerin bu devirde böyle dertleri kalmamış.  Büyük bir köy gibi olduk.”
            “Köy dediniz de ocam. Köylerde bile böle olmaz. Her yer köpek dolmuş. Geçen gün gündüz vakti kaldırımda uzanmış uyuyan bir köpeğin üstüne basmışım, nerdeyse aastanelik olcaktım. Birden saldırdı. Zor kurtuldum.”
            “Ya, hiç sorma Hüseyin geçen akşam, kolumdan dolayı kahveye de çıkamadığım için hanımla balkonda oturup, kahvemizi içelim dedik. Öyle dedik ama Kilisenin karşı köşesinde köpeklerin toplanıp, hep birlikte havlamasından, her geçen arabanın arkasından havlayarak koşturmasından iki laf edemedik.  Bu sıcak havada içeri girmek zorunda kaldık.”
           - “Urum Maallesi büülemiydi eskiden ocam. Şimdi viranelik oldu. Evler dökülüyo. Köpeklerden geçilmiyo.”
            - “Doğru söylüyorsun, Hüseyin. Bu mahalle farklı kültürlerin bir arada yaşadığı tarihi geçmişi olan bir mahalledir. Bir zamanlar bu mahallede 3 büyük dinin mabedi vardı. 1444’te kasabanın kuruluşu ile birlikte tamamlanmış halen ayakta olan Muradiye Camii, Yahudiler için şimdi yıkılmış bir havra ve 1875’de yapılmış şu anda sanat ve sergi evi olarak kullanılan Rum Ortodoks Kilisesi. 1922’de Uzunköprü’nün kurtuluşunda Kaymakamlık Binası daha sonra da uzun bir süre askerlik şubesi olarak kullanılan şimdilerde restore edilmiş bir tarihi binamız daha var. Bu mahallede Samanyemez Çeşmesi gibi bazı tarihi çeşmeler ise yok edildi. Ne yazık ki tarihi eserlerimize gerektiği kadar değer vermiyoruz.”
           - “ Ocam,aalimize şükredelim gene de. Etrafımızda er türlü melanet bulutları dolaşıyo. Allah bizi korusun.”
           -“Haklısın, Hüseyin. Hadi iyi günler. Hoşça kal.”
            -“İi günler, ocam.”





orhankalyoncu.blogspot.com.tr      16.06.2019