Genç, 24 yaşında aslan gibiydi. Hukuk fakültesini bitirmiş, avukatlık stajını yapıyordu. 5 günlük tatil için ailesinin yazlığına gelmişti. Arkadaşı telefon etti.
-"Arkadaşım ne haber? Bu akşam çıkar mıyız?"
-'Tabii,olur. Yemekten sonra çıkarız."
Gece yarısı arkadaşlarıyla eğlenmiş,evlerine dönüyorlardı. Birden yolunu tanımadıkları 3 kişi arabayla kestiler. Nedensiz ve acımasız bir şekilde delikanlının üzerine çullandılar içlerinden birisi içtiği bira şişesini kafasında kırdı ve kanlar içinde yere çöken delikanlıyı bırakıp, son sürat arabalarına binip kaçtılar. Delikanlıyı, ambülansla hemen en yakın hastaneye kaldırdılar, kafasına 6 dikiş atıldı. Ölüm tehlikesi atlatmıştı. Suçlular, ifadesi alındıktan sonra yargılanmak üzere serbest bırakıldılar.
Gece yarısı arkadaşlarıyla eğlenmiş,evlerine dönüyorlardı. Birden yolunu tanımadıkları 3 kişi arabayla kestiler. Nedensiz ve acımasız bir şekilde delikanlının üzerine çullandılar içlerinden birisi içtiği bira şişesini kafasında kırdı ve kanlar içinde yere çöken delikanlıyı bırakıp, son sürat arabalarına binip kaçtılar. Delikanlıyı, ambülansla hemen en yakın hastaneye kaldırdılar, kafasına 6 dikiş atıldı. Ölüm tehlikesi atlatmıştı. Suçlular, ifadesi alındıktan sonra yargılanmak üzere serbest bırakıldılar.
Kadın evliydi,2 çocuğu vardı. Kocası işsizdi. Başlangıçta severek evlenmişti. Ancak çocuklar olduktan sonra kocası işsiz kalmıştı. Her gece içip içip eve geliyordu, Karısını dövüp, camı çerçeveyi yere indiriyordu. Kadının artık dayanacak gücü kalmamıştı. Boşanmak istiyordu. Ailesinin yanına gitti. Dava açtı. Ancak kocası rahat bırakmıyordu. Sonunda bir iş de bulmuştu. Çocukları da okula gitmeye başlamıştı. Ama bir gün boşanmak istediği kocası karşısına çıktı.
-"Benden ayrılamazsın. Ya benimsin ya da kara toprağın", deyip 22 bıçak salladı ardından boğazını keserek kaçtı. Adamı yakaladılar. Müebbet hapisle yargılanmaya başlandı. Çocuklar yetiştirme yurduna verilmiş ve bir aile dağılmıştı.
Gençler yeni evliydiler, çocukları olmuştu. Özlemle bekledikleri bebeklerini sevinçle kucaklarına aldılar. Erkek, bebeğin adını "Furkan" koymak istiyordu ama kayınvalidesi karşı çıkıyor,"Yusuf" konsun diyordu. Sonunda kayınvalide ve baldız dediklerine karşı çıkan damadı tavayla dövdüler. Mutlu bir evlilik böylece çatırdamaya başlamıştı.
Genç, teknik liseyi bitirmiş, üniversiteye girememişti. Zaten maddi durumları da iyi değildi. Torna atölyesinde çalışmaya başlamıştı. Askerlik çağı da gelmişti. 20 yaşına basmıştı. Bir an önce askerlik görevini yapıp, hayatını kurmak istiyordu. Ve askere gitti. Jandarma komando olmuştu. Isparta'da acemiliğini yaptıktan sonra dağıtımı Doğu'ya çıkmıştı. Sınır karakollarından birindeydi. Bir gün ailesinin kapısı çalındı. Daha bıyıkları terlememiş gencimiz, hayatının baharında teröristler tarafından pusuya düşürülüp şehit olmuştu. Bir can daha ömrünün baharında toprağa düşmüştü. Bu ne ilkti ne de son olacaktı. Herkes bu kör teröre lanet okuyup, bitmesini isteyecekti, çaresiz olarak.
Genç bir kadın feryat ediyordu Van'da. Büyük bir deprem olmuştu, 7,2 şiddetindeydi. Can kaybının da büyük olmasından korkuluyordu. Genç kadın, deprem bölgesini ziyaret eden başbakanın karşısında feryat ediyordu.
-"5 katlı apartman çöktü, içinde sevdiklerim var, hiç kimse ilgilenmiyor",diyordu.
Görevliler, "hayır,efendim ilgileniyoruz" diyorlardı. Ancak kadın ısrarlıydı, "Ben şimdi oradan geliyorum, bana vinç getirin, kaldıralım dediler. Ben vinci nereden bulayım", diyordu. Sonunda görevliler kadınla ilgilenmeye söz verdiler. Bir can pazarıydı yaşanan. Geceler soğuktu. Yaralılar yıkılan hastane bahçesinde, sedyeler üzerinde tedavi edilmeye çalışılıyordu.
Ülkemiz,bu acılar içinde uzun yıllar geçirdi. Artık bunlara son vermek gerekmez mi? Deprem Dede'nin sözleri hala her depremde kulaklarımızda çınlamıyor mu? "İnsanları deprem değil, binalar öldürür", demiyor muydu?
Vatandaşlarımızın kaderci anlayışa teslim olmayıp, gelişmiş modern ülkelerdeki gibi bilimsel gerçeklerle ve insana değer veren yasal önlemlerle bu acılara son verilmesini istemesi, çok şey istemek midir? Unutulmasın ki; yaşamak hakkı" insanın yaratılıştan gelen en kutsal, en doğal hakkıdır. Bunu gözetmekte devletin en öncelikli görevidir.
Geçen hafta yaşanan olaylar bana yukarıdaki yazımı hatırlattı. Arşivden çıkarıp okuyucularımıza tekrar anımsatmak istedim. 24 Ekim 2011 tarihinde Uzunköprü Hür Gazete'de yayınlanan bu yazımın üzerinden yaklaşık 8 yıl geçmiş. Ne değişmiş? Her gün görsel ve basılı yayın organlarından bu haberlerin benzerlerini okuyoruz. Hiç bir etkili önlemin alınmadığını da görüyoruz. Bu böyle devam edebilir mi? Çağdaş, gelişmiş ülkelerde bu olayların çok azını duyuyoruz. Kadın cinayetleri neredeyse rekor düzeyde. Önlemlerin başında eğitim gelir kuşkusuz. Ekonomik, sosyal ve hukuksal tedbirler bunu takip eder. Bunları da bizi idare eden iktidardan bekliyoruz.
En son İstanbul'da olanlar bizi derinden yaraladı ve üzdü. "Ateş düştüğü yeri yakar", diye bir atasözümüz var. Uzunköprü de yaşayan çok yakından tanıdığımız, herkes tarafından sevilen bir aileye ateş değil, kor düştü. Gencecik 26 yaşında evlatlarını bir gaspçının saldırması sonucu kaybettiler. Geçen hafta yine 23 yaşında İTÜ mezunu genç bir mühendisin katledildiğini basından öğrendik. Bu eli kanlı katilleri önlemek, onlara en ağır cezaları vermek devletin görevidir. Artık kınamaktan fazla bir şeyler yapmak gerekir. 15 milyonu aşkın nüfusuyla ve dışarıdan aldığı göçle yaşanmaz bir hale gelen en büyük şehrimizde alarm zilleri çalmaktadır. Yetişmiş, pırıl pırıl gençlerimizi bir hiç uğruna kaybetmek istemiyoruz. Anne-babanın bin bir emekle, özenle yetiştirdiği, tam ülkesine ve topluma hizmet edeceği, kendisine bir gelecek kuracağı zamanda bir gencin katledilmesi ve bunun önlenememesi toplumun intihar etmesinden farksızdır.
orhankalyoncu.blogspot.com.tr 08.09.2019