30 Haziran 2017 Cuma

ADALET YÜRÜYÜŞÜ

    
                                      Adalet Tanrıçası Themis

           

           Tarihe damga vuran davaların başında Antik Yunan Filozofu Sokrates (M.Ö 469- M.Ö 399) ile ilgili mahkeme kararı gelir. Sokrates, şehrin tanrılarına inanmamak,onların yerine başka tanrılar koymak, böylece gençliği zehirlemekle suçlanır ve haksız bir kararla ölüme mahkum edilir. Adaletin terazisinde yanlış tartılan bir diğer dava da Dreyfus Olayıdır. 1894 yılında Yüzbaşı Alfred Dreyfus casuslukla itham edilerek Fransa’da yargılanıp mahkum edilir, yıllar sonra 1906’da yeni deliller ortaya çıkınca, beraat eder.
         
          Haksız yere verilen mahkumiyetler yıllar sonra bile vicdanları kanatır, 12 Eylül 1980 askeri döneminde verilen kararların acıları 4o yıl sonra bile halen tazedir. Yakın tarihlerde tanık olduğumuz Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk, Kozmik Oda ve bunun gibi davaların da, kurgulanmış davalar olduğu anlaşıldı. Mağdur edilen yüzlerce kişi tazminat davalarını kazanmalarına karşın bu onların mağduriyetlerini karşılayabilir mi? Ölen, intihar eden, insanları geri getirebilir mi? 
         
          Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Anayasaya göre, yargı, bağımsız ve tarafsızdır. Her yurttaşın adil yargılanma hakkı vardır. Mahkeme salonlarında yazan “Adalet mülkün temelidir", sözündeki “mülk” devlet demektir. Adalet olmazsa, devletin temeli, demokrasi ve özgürlükler olmaz.

        Adalet isteyen tüm yurttaşların sözcüsü olarak Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara-İstanbul arasındaki 420 km yolu yürüyerek, "Adalet Yürüyüşü'nü", gerçekleştiriyor. Hak, hukuk, adalet istiyor. Bu sıcakta yollara düşenler, yalnızca kendileri için değil, tüm yurttaşlar için adalet arıyorlar. Her dört seçmenden birinin oyunu almış, iktidar alternatifi olan ana muhalefet partisi adaletsizlikten şikayet ediyorsa, iktidara düşen görev bu sorunu çözmektir.




Orhan Kalyoncu 
29.06.2017 

14 Haziran 2017 Çarşamba

KİM ÜZEBİLİR SENİ SENDEN BAŞKA

        





                 Yazmayı istediğim konuların başında her zaman içinde yaşadığımız çevrenin, toplumun sorunları ve insanın yaşama dair bakışı gelir. Bu yazımda da siyasetin dışında biraz soluklanmak için Alman filozofu F. W Nietzsche’nin (1844-1890) yaşamla ilgili "Kim Üzebilir Seni, Senden Başka", adlı şiirini paylaşıyorum.
             
              Sular yükselince balıklar karıncaları yer.
              Sular çekilince de karıncalar balıkları yer.
              Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir!
              Çünkü kimin kimi yiyeceğine “suyun akışı” karar verir.
                       
                       Gidene “kal” demeyeceksin.
                       Gidene “kal” demek zavallılara,
                       Kalana “git” demek terbiyesizlere,
                       Dönmeyene “dön” demek acizlere,
                       Hak edene “git” demek asillere yakışır.
                       Kimseye hak ettiğinden fazla değer verme,
                       Yoksa değersiz olan hep sen olursun!
         
             Düşün! Kim üzebilir seni senden başka?
             Kim doldurabilir içindeki boşluğu, sen istemezsen?
             Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
             Kim yıkar, yıpratır seni sen izin vermezsen?
             Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
             Her şey sende başlar, sende biter!
             Yeter ki yürekli ol, tükenme; tüketme!
             Tükettirme içindeki yaşama sevgisini.
             Hep hatırla! Çaresizseniz; çare sizsiniz!
   
                  
         İnsan yaşamı gençlikte hep uzun gibi gelir ama yaş kemale erdiğinde, “göz açıp, kapayıncaya kadar”, olduğunu anlarsınız. İşte o zaman, bazı şeylerin telafisi  için geç olabilir. Yaşamak eylemi sadece dünyada yer almak, "iyi yaşadım", demek midir? Yaşamın hakkını vereceksiniz ama gelecek nesillere borcunuz yok mu? Bence dünyaya gözünü açan her insanın, insan yaşamına bir katkısının olması gerekir. İnsanlığın gelişimi de böyle olmuştur. İnsanın yaşam gayelerinden bir tanesi de bulunduğu dünyaya, yaşadığı topluma, çevresine yararlı olmaktır. Gençliğin, zenginliğin ve makamların gelip, geçici olduğunu unutmayalım. 
                      
                      
orhankalyoncu.blogspot.com.tr                      14.06.2017


   


     
                     



DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ VE SİYASET

   





           Demokrasi; siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerinin elinde bulunduğu toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimidir. Ülkemizdeki siyasi tablo bu tanıma ne kadar uyuyor? Halk, siyasi partilerde oy kullanmanın dışında, karar verme ve aday belirlemede ne kadar söz sahibidir? Bu sorulara ne yazık ki olumlu yanıt veremiyoruz. 

         Anayasa ve  siyasi partiler yasasına göre, her yurttaşın istediği partiye üye olma, siyasi faaliyette bulunma ve bir yerlere aday olma hakkı olmasına rağmen bu, genel merkezlerin izin verdiği sınırlar içinde mümkündür. Genel başkan ve genel merkez her şeye yetkilidir. Siyasi partilerin genel başkan ve yönetimlerini de kendileri istemediği takdirde, kongrelerde değiştirmek zordur. Türk siyasi tarihinde bunun istisnası 1972 yılında CHP genel başkanı İsmet İnönü’nün adaylıktan çekilerek Bülent Ecevit'in genel başkan seçildiği kurultaydır. CHP’de seçim yoluyla gerçekleşen bir genel başkan değişimi de 30 Eylül 2000 tarihinde olmuştur. 1999 genel seçimlerinde CHP’sinin seçim barajı altında kaldığı için istifa eden Deniz Baykal 15 ay sonra yapılan 11.olağanüstü kurultayda  Altan Öymen’den koltuğunu geri almıştır. Bunların dışında genel başkanlar koltuklarını her zaman korumayı bilmişlerdir.
        
        CHP’sinde genel başkanı ve 60 üyeli Parti Meclisini kurultay seçer. MYK üyelerini ise 14. Olağanüstü Tüzük ve Program kurultayında kabul edilen tüzüğe göre genel başkan belirler. Genel başkan ve MYK üyeleri genel merkezi oluşturur. Parti tüzüğüne göre, parti politikaları ve adaylıklar hakkında her türlü yetki kendilerindedir. Daha önce ön seçimle delege tarafından belirlenen milletvekillikleri, belediye başkanlıkları, belediye ve il genel meclis üyelikleri, 2004 yılından sonra o zamanki genel başkanın,” kavgalı eve kız vermezler”, diyerek son vermesiyle artık genel merkezce belirlenir oldu.                
       
       Genel Merkezi güçlü kılan bu yapısının yanı sıra bir diğer unsur da kurultay delegelerinin belirlenme biçimidir. Siyasi partiler yasasına göre kurultay delegeleri bir ilden çıkan milletvekili sayısının iki katı olarak tespit edilmiştir. Edirne’nin 3 milletvekili olduğu için kurultay delegesi sayısı 6’dır. CHP, Edirne’de %57 oy almakta ve 2 milletvekili çıkarmakta ama sadece %1,6 oy alıp hiç milletvekili çıkaramadığı Diyarbakır’da 22 kurultay delegesi vardır. Bunun gibi illerden kurultay delegesi sayısı 300 kadardır, doğal delegeleri de eklersek Genel Merkezin 1250 delegeden oluşan kurultayda 626 oyluk yarışta 400 oy önde olduğunu görürüz. Bu şartlarda, CHP, genel başkanını değiştirmek mümkün olabilir mi?

  


(orhankalyoncu.blogspot.com.tr)

Orhan Kalyoncu
14.06.2017   

7 Haziran 2017 Çarşamba

SİYASİ PARTİLERDE DEMOKRASİ

                                  
   







             Demokrasi; evrensel hukuk, laiklik, insan hak ve özgürlükleriyle taçlandırılırsa, günümüzde en ideal yönetim şeklidir. Siyasi partiler de, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Ülkenin demokratik yönetilmesi için onlara ihtiyacımız vardır. Ülkemizi yöneten 2007’deki anayasa değişikliği sonrası cumhurbaşkanını, milletvekillerini, belediye başkanlarını, belediye ve il genel meclis üyelerini halk seçmektedir. Onlar, halkı temsil ederler.
   
            Bizi yönetenleri gerçekte halk olarak biz mi seçiyoruz? Bu konuyu biraz irdelemek lazım. Siyasi partiler, siyasi partiler yasasına göre kurulur ve idare edilirler. Partilerin tüzükleri de buna uygun olmalıdır. Tüzükleri, partilerin genel kurulları yapar ve genel başkanlar dahil her üyenin buna uyması gerekir. Ülkemizdeki siyasi partilerin işleyişlerine genel olarak baktığımızda, genel başkan ve genel merkez hakimiyeti göze çarpar. Parti tüzüğüne göre adaylıkları belirlemek, genel merkezin yetkisindedir. Bizim oy vererek seçtiğimiz adayları, daha öncesinde genel merkez belirler ve seçmen yukarıdan gönderilen adayı seçmek durumunda kalır. Bu halkın benimsemediği bir aday da olabilir. Halkın, bu sistemde kendi adayını belirleyemez. En küçük beldeden en büyük şehre kadar bu böyledir.
     
        Geçtiğimiz aylarda, bir siyasi partinin delegelerinin büyük bir çoğunlukla olağanüstü kongre talepleri olduğu halde bunun gerçekleşmediğini gördük. Diğer partilere göre nispeten demokratik kanalları açık gözüken Türkiyenin kurucu partisi, ana muhalefet partisi CHP’sinde parti içi demokrasi ne kadar vardır? CHP’si ülkemizde demokrasiyi hayata geçiren 94 yıllık bir partidir. Kurumsal kimliği, gelenekleri ve oturmuş bir demokrasi anlayışı olması gerekir. Ancak, ülkemizin geçirdiği sancılı dönemler ister istemez partinin yönetim anlayışını da etkilemiştir. Erdal İnönü liderliğindeki Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), şimdiki CHP'den daha demokratik idi. 1989 yerel seçimlerinde Türkiye’de %29 oy alarak üç büyük şehir de dahil olmak üzere bir çok belediye başkanlıklarını kazanmış ve birinci parti olmuştu. O zaman tüm bu yerlerde yargıç nezaretinde delegelerle ön seçim yapılmıştı. Şimdi, adaylıklar genel merkezden atama şeklinde oluyor. Milletvekilleri seçimlerinde ise bazı seçimlerde kısmen ön seçim yapıldığını görüyoruz.
       
       Hal böyle olurken aday olmak isteyenler genel merkeze ( genel başkan da diyebiliriz) haklı olduğuna inandığı her hangi bir konuda karşı çıkabilir mi? Adaylar, seçildikten sonra da kimi dinlerler? Seçmeni mi? Yoksa onu oraya atayan iradeyi mi? İşte bu sistemin değiştirilmesi gereken noktası burasıdır. Sistemin demokratikleşmesi için de CHP'sinde öncelikle üye kayıtlarının düzgün tutulması sağlanmalı ondan sonra da delege yerine nitelikli üyelerle her yerde ön seçim yapılmalı ve kongrelerde çarşaf liste uygulanmalıdır.



06/06/2017 
Orhan Kalyoncu

(orhankalyoncu.blogspot.com.tr)