20 Eylül 2018 Perşembe

ÇETİN CEVİZ


                                            
                 
          Tüm kahve halkı, selam vererek içeri giren genç adamı çoşkuyla karşılayıp, kutladı. Ahmet, bu şekilde karşılanmaktan son derece mutlu olmuştu. Ahmet, o mahallede doğmuş, yetişmişti. Babası rahmetli olduktan sonra genç yaşında dul kalan annesi ile beraber, babasından kalan 3 katlı evlerinin 2. katında oturuyorlar, aynı zamanda alttaki bakkal dükkanını da işletiyorlardı. Askerden gelince komşularının kızı Zeynep ile nişanlanmıştı.
        
          Geçen kış hafif puslu, kasvetli bir havada dükkanı annesine bırakıp, bankaya gitti. Dükkandaki işleri için hafif bir ticari araç almak istiyordu. Onun için biraz para biriktirmişti. Bankadan o parayı çekmiş, 2. el bir araba almak için galeriye gidecekti. Tam bankadan para dolu çantayla dışarı çıkıp, biraz yürümüştü ki nereden çıktıklarını anlayamadığı maskeli 2 kişi önünü kesti.
      
         Birisi tabancayı sırtına dayarken, diğeri de çantayı elinden almaya çalışıyordu. Genç adam birden ne yapacağını şaşırdı. Sonra arkasına dönüp, var gücüyle arkasındaki adamın yüzüne bir yumruk attı. Adam hiç beklemediği bu hareket karşısında yere yuvarlandı. Düşerken tetiğe basan serseri Ahmet’i omzundan vurdu. Ahmet, yaralandığı halde elinden çantasını almaya çalışan ikinci serserinin kafasına elindeki Bond çantayla vurdu. Adam yere serildi.
        
        Gürültüye gelen mahalleliler, serserileri yakalayıp, polise ve ambulansa haber verdiler. Serseriler tutuklanırken, Ahmet hemen hastaneye kaldırıldı. Birkaç günlük tedaviden sonra taburcu oldu. Hastanede annesiyle, nişanlısı onun başından hiç ayrılmadılar. Büyük bir badire atlatmış, askerliğini komando olarak yapmanın faydasını görmüştü. Neredeyse hem parasından hem de canından oluyordu.
        
        Mahalle sakinleri Ahmet’in hırsızlarla baş etmesini ve onları alt etmesini büyük bir kahramanlık olarak görüyor, herkese Ahmet’in yaptıklarını bire beş katarak anlatıyorlardı. Ahmet’in ünü tüm şehirde duyulmuştu. Çetin cevizdi artık adı. Serseriler, hırsızlar o mahallenin kenarından bile geçemiyorlardı. Nişanlısıyla evlenme tarihi için 3 ay sonrası için anlaştılar. Düğün hazırlıkları başlamıştı. Evin üst katı onlar için hazırlanıyordu. Perdeler, koltuk takımı, yemek odası ısmarlanmış, beyaz eşyalar alınmıştı. 
       
        Düğüne 1 ay kalmıştı. Heyecanlıydılar. Ama kader ağlarını örmüştü. Serseriler tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmışlardı. Suç dosyaları epey kabarıktı. İntikam almak için yanıp tutuşuyorlardı. Bir akşam uyuşturucu aldıktan sonra sokağın başında Ahmet’i pusuya düşürdüler. Hiç acımadan bıçaklayarak katlettiler. Arkada gözü yaşlı iki kadın kalmıştı, birer ölüden farksız. Hayatın cilvesi onlara çok kötü bir oyun oynamıştı. Yeni bir hayata atılacaklarken, hayatları sönmüştü. Mahalleli Ahmet’i hiç unutmadı. Belediyeye başvurdular. Sokaklarının ismi  “Çetin Ceviz” oldu.

Son söz: Hayatı acımasız kılan, insanların acımasızlığıdır.


orhankalyoncu.blogspot.com.tr      20.09.2018




16 Eylül 2018 Pazar

HAVUZ BAŞINDA BİR SOHBET


                            
      



          

          Eylül başı olmasına rağmen sanki mevsimler değişmiş, sıcaklar tekrar bastırmıştı. Doğanın dengesi bozuldu. Temmuzda serin giden havalar Eylül’de yerini kavurucu sıcaklara bıraktı. Bereket pazar yerinin karşısında belediye parkı 
üfür üfürdü. Yıllanmış çam ağaçlarının altında nefes almak mümkün oluyor, havuzun çağlayan gibi fışkıran fıskiyesi etrafı serinletiyordu. Ben de bir çay içmek için havuz başında yer ararken, kapı komşularımız Hasan ile Hüseyin bir masada oturmuş hararetli hararetli konuşuyorlardı. Selam verdim. Masalarına davet ettiler.

"Nasılsınız? Ne var, ne yok?"
"iilik be abim. Nabalım?"
"Çiftçilik nasıl gidiyor? Verim nasıl? Fiyatlar yeterli mi?"
"Yok be abim. Fiyatlar yeterli olur mu? Verim az. Girdiler paalı. Mazot, gübre, tuum, ilaç fiyatları çok arttı. İşçilik ve icar versek epten zarar."
"Zarar etseniz, çiftçiliği yapar mısınız?"
"Abim, babadan 60-70 dönüm tarla kaldı. Traktörü ve ekipmanı aldık Ecevit zamanında. Şimdi tamir bile yaptıramıyoz. Yaş da ilerledi. Bu saatten sonra başka iş tutamayız. Mecbur bi süre daa bu işi yapçaaz."
"Sonra?"
"Çocukları everdik. Onlar Çerkez’de çalışır. İlerde tarlaları satar, onların yanına gideriz."
"Tarlaları büyük şirketler topluyormuş. Doğru mu?"
" Duuru. Atta yerli şirketlerin yanı sıra yabancı firmalar da alıyo."
"Sadece çiftçinin değil, tüm dar ve sabit gelirlilerin hatta esnafın, tüccarın, sanayicinin bile işi zor."
"Abim, dün markete uuradım. Allah seni inandırsın bi kilo domata ile bi kilo biber aldım. Tam 12 lira tuttu. N’olcak büle?"
"Enflasyon canavarı gene hortladı."
"Abim ya, bu dolar ile avro neden artar? Bulgar parası Leva mı ne? O bilem 3,5 lirayı geçmiş."
"Borcun çoksa, gelirin azsa döviz fiyatları da artar, faizler de yükselir. Ekonomi de her şey birbirine bağlıdır."
"Yandık anam!"
"Bunu önlemenin yolu her şeyden önce üretim ekonomisine geçmek, devlet ve  millet olarak savurganlığa son vermektir. Bunu yapmazsak bu günleri de ararız."
"Yapma be abi. Ömrümüzde ii gün göremeyecek miyiz?"
"Onu bilmem. Hadi bana müsaade. Hoşça kalın."
"İi günler."


orhankalyoncu.blogspot.com.tr     16.09.2018



-

 


8 Eylül 2018 Cumartesi

YERLİ ÜRETİM VE EKONOMİK TÜKETİM


                                
    





          “Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı”, diyerek 1960’larda ilkokulda “Yerli Malı Haftası” kutlardık. O gün okula gelirken evde yapılan yiyecekler ile meyve getirir, onları arkadaşlarımızla paylaşırdık. Öğretmenlerimiz de bize yerli malı kullanmanın ve tutumlu olmanın yararlarını anlatırdı.1946 yılından beri kutlanan bu haftanın adı 1983’ten sonra “Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası” olarak değiştirilmiş ve 12-18 Aralık tarihleri arasında tüm okullarda kutlanmaya devam etmiştir. Bu haftanın hedefi, yerli tüketimin bilinçli olarak arttırılmasıdır. Bu haftada tutumlu olmanın, yatırım yapmanın ve yerli malı kullanmanın önemi vurgulanır.
     
           Acaba yıllardır kutlanan bu haftanın amacı gerçekleşti mi? Yoksa kağıt üzerinde mi kaldı. 1983’te iş başına gelen Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi iktidarı, devlet ve özel sektörün beraber çalıştığı, gerektiğinde rekabet ettiği karma ekonomiden vazgeçti. Devletin olmadığı liberal ekonomiyi tam anlamıyla hızla uygulamaya ve devletin mallarını, işletmelerini, fabrikalarını kamuya yük oluyor diyerek özelleştirme adı altında satmaya başladı. Günümüzde de devam eden bu satışların sonucunda, artık kağıt üreten Seka, pamuk üreticisine destek veren Sümerbank ortadan kalktı. Tütün üreticisinin bağlı olduğu Tekel, Pancar üreticisinin can damarı şeker fabrikaları, çimento fabrikaları, Petkim, Tüpraş, limanlar ve Telekom özel şirketlerin oldu. Yerli üretime destek veren bu tesisler özelleşince, üretici artık üretemez oldu.
      
             Son yıllarda gıda ve beslenmenin önemi arttı. Tarım ve hayvancılık, hızla artan dünya nüfusu ve iklim değişikliğinden ötürü gelişmiş ülkelerin öncelik verdiği stratejik bir sektör haline geldi. Türkiye, tarım ürünlerinde kendi kendine yeterli yedi dünya ülkesinden biri olmakla övündüğü halde canlı hayvan, karkas et, pirinç, saman, tohum, gübre, mercimek, fasulye gibi akla gelen her türlü ürünü ithal etmektedir. Büyük dünya şirketleri, domatesin, salatanın, karpuzun, kavunun, buğdayın, ayçiçeğinin tohumunu da bize satmaktadır. Bu nedenlerle yerli üretim ve üretici zor durumdadır. Devletin buna karşı çıkarak yerli üretimi ve üreticiyi desteklemesi gerekir. Devlet destek verirse dövizimiz yurt dışına gitmediği gibi köylerimiz de boşalmaz ve yerinde istihdam artar. 

         Devlet bazı kritik sektörlerde piyasa da yönlendirici olmalıdır. Sanayileşmiş ülkelerin bile müdahil olduğu bankacılık, sigorta, savaş sanayi, limanlar, iletişim, yer altı ve yer üstü madenleri gibi sektörler stratejik öneme sahiptir. Tarım ve hayvancılık da buna dahildir. Dövizin aşırı yükselmesinin en başta gelen nedeni, dövize olan ihtiyacımızdır. Bu da her şeyi ithal etmemizden ve tasarruf etmememizden ileri gelmektedir. Ülke olarak onları azaltmamız, tasarrufa gitmemiz gerekir.  Lükse alışan bir toplum olarak bunu yapabilir miyiz? Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında bir tayın ve bir tas üzüm hoşafı ile savaşan atalarımız, vatan için canlarını verdiler ise biz de lüks ve gereksiz masraflardan kaçınabiliriz. İ




orhankalyoncu.blogspot.com.tr     08.09.2018