"Bu geziler sırasında, köylülerde gördüğü sağlamlığı da takdir etmeye
başlamıştı. Bir gün danslı çay saatinde, Sofya’da şık bir gazinoda oturmuş,
orkestrayı dinliyordu. O sırada köylü kılığında bir Bulgar girip, yanındaki
masaya oturdu. Garsonu üst üste çağırdı; garson önce onu önemsemedi, sonra da
ona servis yapmayı reddetti. Arkadan da gazinonun sahibi, köylüye çıkıp
gitmesini söyledi. Köylü, “beni buradan nasıl atmaya cesaret edersiniz”, diye
kalkmayı reddetti. “Bulgaristan’ı benim çalışmam yaşatıyor. Bulgaristan'ı benim
tüfeğim koruyor.” Bunun üzerine polis çağırdılar. O da köylüden yana çıktı.
Köylüye çay ve pasta getirmek zorunda kaldılar, o da bunların parasını tıkır
tıkır ödedi. Mustafa Kemal sonra, bu olayı arkadaşlarına anlatırken, “İşte ben Türk
köylüsünün de böyle olmasını istiyorum,” dedi. “Köylü memleketin efendisi
durumuna gelmedikçe, Türkiye’de gerçek bir ilerlemeden söz edilemez.”
Kafasında, ilerideki Kemalist slogan böyle filizlenmişti: köylü memleketin
efendisidir.” Yukarıdaki satırlar İngiliz gazeteci ve
yazar Lord Kinross’un ( 1904-1976 ) ATATÜRK Bir Milletin Yeniden Doğuşu adlı
kitabına aittir. Yazar bu kitabını hazırlamak üzere Türkiye’de uzun bir süre
kalmış, bu önemli incelemeyi beş yılda tamamlamıştır. Bu olay, Mustafa kemal’in Sofya’da
ateşemiliter olduğu dönemde (20 Kasım 1913- 20 Ocak 1915) geçmektedir.
Aşağı yukarı yüz dört yıl önce yaşanmış bir
olay Atatürk’ün üzerinde büyük bir etki yaratmıştı. Türkiye’nin temellerini
atarken tarıma, hayvancılığa ve bunlarla uğraşan köylüye büyük önem vermesi,
“Köylü memleketin efendisi durumuna gelmedikçe, Türkiye’de gerçek bir
ilerlemeden söz edilemez”, fikrine sahip olması boşuna değildi. Üretim için Türkiye Cumhuriyeti
kurulduktan sonra 1925’te kabul edilen bir kanunla topraksız köylüye bir milyon
dönümden fazla toprak dağıtıldı. Atatürk 1925 yılından itibaren kendisine
ait çiftliklerde geleneksel tarım anlayışını kökten değiştiren uygulamalar
gerçekleştirdi. Ankara’da Gazi Orman Çiftliği, Silifke’de Tekir, Yalova’da
Baltacı, Tarsus’ta Piloğlu, Dörtyol’da Karabasamak çiftlikleri ile Ankara’da
kurulan bira fabrikasını 1937’de devlete bağışladı. Yine çeşitli illerde
hububat, pamuk, patates, mısır, ipek böceği, yonca, sıcak iklimler bitkileri
ıslah istasyonları ve tarım makineleri ile ilaçlarının tanıtımı için Zirai
Kombinalar İdaresi kuruldu. Tarımsal
eğitim için 1927’de Ankara’da ve çeşitli illerde veterinerlik okulları, 1930’da
orta ziraat okulları ve Ankara’da Ankara Yüksek Ziraat Okulu açıldı.
1925’te o yıllarda dünyadaki gelişmelere paralel olarak hayvancılıkta da çok
önemli adımlar atıldı. Islah edilmek üzere Macaristan’dan Simental ırkı sığır
getirilerek ıslah çalışmaları başlatıldı. Sonraki yıllar Atatürk’ün büyük
bir ileri görüşlülükle başlattığı bu çalışmalar devam ettirilmediği için
Türkiye bugün milyarlarca döviz ödeyerek hayvan ithal etmek zorunda kaldı. Türkiye olarak yalnız hayvan değil
buğdaydan mercimeğe, fasulyeden pirince kadar her çeşit tarım ürününü ithal
ediyor ve milyarlarca döviz ödüyor. Üretici toplam milli hasıladan hak
ettiği desteği alamadığı için yapılan gümrük anlaşmalarıyla yabancı ülkelerin çiftçisi karşısında korunmasız kalmaya devam
ediyor. Bundan dolayı da köyler
boşalıyor, ekilemeyen tarlalar satılıyor, genç nüfus çiftçiliği bırakıp, çalışmak üzere sanayi
bölgelerine gidiyor. Trakya'da Çorlu, Çerkezköy, Kapaklı
gibi çok yoğun göç alan sanayi şehirlerinde, başta çarpık yapılaşma olmak üzere çeşitli sosyal sorunlar baş gösteriyor.
Ülkemizdeki tarım ve hayvancılığın
yeniden canlandırılması için öncelikle uygulanan tarım ve hayvancılık
politikalarının değiştirilerek “yerli ve milli” politikalara geçilerek, gerçek
üretici desteklenmelidir. Bu destek mal satıldıktan sonra ürünün kg başına prim
vermekle değil, girdileri ucuzlatmak ile olmalıdır. Çünkü zaten çok az olan ürün
destek primleri daha üreticinin cebine girmeden banka borçlarına ve faizlerine
gitmektedir. Girdiler olarak, mazot, tohum, gübre, zirai ilaç, elektrik, su fiyatları ucuzlatılırsa, ürünün maliyeti aşağı çekilmiş, üretici borç ve faiz
yükünden önemli oranda kurtulmuş olur. Böylece üretim artar. Hem üretici hem de
uygun fiyatla ürün alan tüketici kazançlı olur, ülkemiz de döviz ödemekten
kurtulur.
orhankalyoncu.blogspot.com.tr 06.10.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder