6 Ekim 2018 Cumartesi

KÖYLÜ MEMLEKETİN EFENDİSİDİR


                           
       


        "Bu geziler sırasında, köylülerde gördüğü sağlamlığı da takdir etmeye başlamıştı. Bir gün danslı çay saatinde, Sofya’da şık bir gazinoda oturmuş, orkestrayı dinliyordu. O sırada köylü kılığında bir Bulgar girip, yanındaki masaya oturdu. Garsonu üst üste çağırdı; garson önce onu önemsemedi, sonra da ona servis yapmayı reddetti. Arkadan da gazinonun sahibi, köylüye çıkıp gitmesini söyledi. Köylü, “beni buradan nasıl atmaya cesaret edersiniz”, diye kalkmayı reddetti. “Bulgaristan’ı benim çalışmam yaşatıyor. Bulgaristan'ı benim tüfeğim koruyor.” Bunun üzerine polis çağırdılar. O da köylüden yana çıktı. Köylüye çay ve pasta getirmek zorunda kaldılar, o da bunların parasını tıkır tıkır ödedi. Mustafa Kemal sonra, bu olayı arkadaşlarına anlatırken, “İşte ben Türk köylüsünün de böyle olmasını istiyorum,” dedi. “Köylü memleketin efendisi durumuna gelmedikçe, Türkiye’de gerçek bir ilerlemeden söz edilemez.” Kafasında, ilerideki Kemalist slogan böyle filizlenmişti: köylü memleketin efendisidir.” Yukarıdaki satırlar İngiliz gazeteci ve yazar Lord Kinross’un ( 1904-1976 ) ATATÜRK Bir Milletin Yeniden Doğuşu adlı kitabına aittir. Yazar bu kitabını hazırlamak üzere Türkiye’de uzun bir süre kalmış, bu önemli incelemeyi beş yılda tamamlamıştır.  Bu olay, Mustafa kemal’in Sofya’da ateşemiliter olduğu dönemde (20 Kasım 1913- 20 Ocak 1915) geçmektedir. 
     
           Aşağı yukarı yüz dört yıl önce yaşanmış bir olay Atatürk’ün üzerinde büyük bir etki yaratmıştı. Türkiye’nin temellerini atarken tarıma, hayvancılığa ve bunlarla uğraşan köylüye büyük önem vermesi, “Köylü memleketin efendisi durumuna gelmedikçe, Türkiye’de gerçek bir ilerlemeden söz edilemez”, fikrine sahip olması boşuna değildi. Üretim için Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1925’te kabul edilen bir kanunla topraksız köylüye bir milyon dönümden fazla toprak dağıtıldı. Atatürk 1925 yılından itibaren kendisine ait çiftliklerde geleneksel tarım anlayışını kökten değiştiren uygulamalar gerçekleştirdi. Ankara’da Gazi Orman Çiftliği, Silifke’de Tekir, Yalova’da Baltacı, Tarsus’ta Piloğlu, Dörtyol’da Karabasamak çiftlikleri ile Ankara’da kurulan bira fabrikasını 1937’de devlete bağışladı. Yine çeşitli illerde hububat, pamuk, patates, mısır, ipek böceği, yonca, sıcak iklimler bitkileri ıslah istasyonları ve tarım makineleri ile ilaçlarının tanıtımı için Zirai Kombinalar İdaresi kuruldu.  Tarımsal eğitim için 1927’de Ankara’da ve çeşitli illerde veterinerlik okulları, 1930’da orta ziraat okulları ve Ankara’da Ankara Yüksek Ziraat Okulu açıldı.

            1925’te o yıllarda dünyadaki gelişmelere paralel olarak hayvancılıkta da çok önemli adımlar atıldı. Islah edilmek üzere Macaristan’dan Simental ırkı sığır getirilerek ıslah çalışmaları başlatıldı. Sonraki yıllar Atatürk’ün büyük bir ileri görüşlülükle başlattığı bu çalışmalar devam ettirilmediği için Türkiye bugün milyarlarca döviz ödeyerek hayvan ithal etmek zorunda kaldı. Türkiye olarak yalnız hayvan değil buğdaydan mercimeğe, fasulyeden pirince kadar her çeşit tarım ürününü ithal ediyor ve milyarlarca döviz ödüyor. Üretici toplam milli hasıladan hak ettiği desteği alamadığı için yapılan gümrük anlaşmalarıyla yabancı ülkelerin çiftçisi karşısında korunmasız kalmaya devam ediyor. Bundan dolayı da  köyler boşalıyor, ekilemeyen tarlalar satılıyor, genç nüfus çiftçiliği bırakıp, çalışmak üzere sanayi bölgelerine gidiyor. Trakya'da Çorlu, Çerkezköy, Kapaklı gibi çok yoğun göç alan sanayi şehirlerinde, başta çarpık yapılaşma olmak üzere çeşitli sosyal sorunlar baş gösteriyor.
       
         Ülkemizdeki tarım ve hayvancılığın yeniden canlandırılması için öncelikle uygulanan tarım ve hayvancılık politikalarının değiştirilerek “yerli ve milli” politikalara geçilerek, gerçek üretici desteklenmelidir. Bu destek mal satıldıktan sonra ürünün kg başına prim vermekle değil, girdileri ucuzlatmak ile olmalıdır. Çünkü zaten çok az olan ürün destek primleri daha üreticinin cebine girmeden banka borçlarına ve faizlerine gitmektedir. Girdiler olarak, mazot, tohum, gübre, zirai ilaç, elektrik, su fiyatları ucuzlatılırsa, ürünün maliyeti aşağı çekilmiş, üretici borç ve faiz yükünden önemli oranda kurtulmuş olur. Böylece üretim artar. Hem üretici hem de uygun fiyatla ürün alan tüketici kazançlı olur, ülkemiz de döviz ödemekten kurtulur.


orhankalyoncu.blogspot.com.tr        06.10.2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder