29 Ekim 2019 Salı

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?




                                        

Bülent Ecevit (1925-2006)


                                     


                                        
                                    


           Adam olmak”, deyişi erdem sahibi olmayı, dürüst olmayı içerir. Yalnız başına da kalsan doğru bildiğini herkese karşı savunmayı, dik durabilmeyi gerektirir. Kısaca adam olmak, insan olmaktır.
    
  •     Boş sözlerle vakit geçirmediğimiz de,
  •         Kazanmak için her şeyi mübah görmediğimiz de,
  •         Herkesi aptal, kendimizi akıllı sanmadığımız da,
  •         Çıkarımız için insanları kullanmadığımız da,
  •         Karşısındakinin gözlerinin içine bakarak yalan söylemediğimiz de,
  •         Kibirli bir şekilde “küçük dağları ben yarattım”, diye hava basmadığımız da,
  •         Adil, demokrat ve saygılı olduğumuz da,
  •       Kendi fikrimiz kadar başkasının fikrine değer verdiğimiz de, adam olduk n              demektir.
           
            Bu konuda Bülent Ecevit’in çevirisiyle İngiliz şair Rudyard Kipling’in (1865-1936) “Adam Olmak şiirine bir bakalım.

Çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse,
Sen aklı başında kalabilirsen eğer;
Herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır,
Hem kendine güvenebilirsen eğer;
Bekleyebilirsen usanmadan,
Yalanla karşılık vermezsen yalana kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana,
Düşlere kapılmadan düş kurabilir,
Yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer;
Ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir
İkisine de vermeyebilirsen değer;                                           
Söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz
Kandırabilir diye safları dert edinmezsen
Ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz
Koyulabilirsen işe yeniden
Döküp ortaya varını yoğunu
Bir yazı-turada yitirsen bile,
Yitirdiklerini dolamaksızın dile
Baştan tutabilirsen yolunu
Yüreğine sinirine dayan diyecek
Direncinden başka şeyin kalmasa da
Herkesin bırakıp gittiği noktada
Sen dayanabilirsen tek,
Herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen
Unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
Dost da, düşman da incitemezse seni,
Ne küçümser, ne de büyültürsen çevreni
Her saatin her dakkasına,
Emeğini katarsan hakçasına
Her şeyiyle dünya önüne serilir,
Üstelik oğlum adam oldun demektir.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr



          
                     




23 Ekim 2019 Çarşamba

MİLLİ SİYASET

                         
               



             Ata’mızın 92 yıl önce yazdığı Nutuk, ülkemiz için her zaman iyi bir rehber olmuştur. Mehmet Akif Ersoy da, “tarihi “tekerrür”, diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi", demiş. Her alanda olduğu gibi dış politikada da geçmişten alınacak derslerin olduğu muhakkaktır. Atatürk, Nutuk’ta geçmişi anlatarak, geleceği tanımlamıştır. 22 Nisan 1920 günü Mustafa Kemal, yakın çalışma arkadaşlarına 23 Nisan 1920 Cuma günü Büyük Millet Meclisinin açılarak çalışmalara başlayacağını bildirir. Açılışta Milli Siyaset ile ilgili konuşmasında şöyle der;
             
          " Efendiler. Dış siyasetin en çok ilgili bulunduğu ve dayandığı temel, devletin iç teşkilatıdır. Dış siyasetin iç teşkilatla uyarlı olması gerekir. Batı’da ve doğu’da başka başka karaktere, kültüre ve ülküye sahip birbirinden farklı unsurları tek sınır içinde toplayan bir devletin iç teşkilatı elbette temelsiz ve çürük olur. O halde, dış siyaseti de köklü ve sağlam olamaz. Böyle bir devletin iç teşkilatı özellikle Milli olmaktan uzak olduğu gibi, siyasi ilkesi de Milli olamaz. Buna göre Osmanlı Devletinin siyaseti Milli değil, belirsiz, bulanık ve kararsızdı.
            
            Çeşitli milletleri, ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu çeşitli unsurlardan oluşan kitleleri eşit haklar ve şartlar altında bulundurarak bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasi görüştür. Fakat aldatıcıdır. Hatta hiçbir sınır tanımayarak, dünyadaki bütün Türkleri bile bir devlet halinde birleştirmek varılması imkansız bir hedeftir. Bu yüz yılların ve yüz yıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylarla meydana koyduğu bir gerçektir. Panislamizm ve Panturanizm siyasetinin başarıya ulaştığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte tesadüf edilememektedir.”
           
            “Bizim kendisinde açıklık ve uygulama imkanı gördüğümüz siyasi ilke, Milli siyasettir. Dünyanın bugünkü şartları, yüzyılların dimağlarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir. Milletimizin, güçlü, mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle Milli bir siyaset izlemesi, bu siyasetin iç teşkilatımıza tam olarak uyması ve ona dayanması gerekir. Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim anlam ve öz şudur; Milli sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak… Genellikle milleti uzun emeller peşinde de yorarak zarara sokmamak… Medeni dünyadan, medeni, insani ve karşılıklı dostluk beklemektir.”
           
           Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Mustafa kemal Atatürk, ülkesini kurtaran bir kahraman olduğu gibi bir asır önce devletin dış siyasette nasıl bir yol izlemesi gerektiğini izah ederek uzak görüşlü büyük bir devlet adamı olduğunu da göstermiştir.







orhankalyoncu.blogspot.com.tr     25.10.2019




15 Ekim 2019 Salı

SEN ADAM OLAMAZSIN




                                 




                 


             Kıssadan hisse çıkarılması için anlatılan kısa öyküler vardır. Bu öyküler hayatın içinden yaşanmış örnekler veya kurgu olabilirdi. Ama sonuç olarak bir ders verirdi. İşte onlardan biri: Vaktiyle şehirden uzakta bir köyde, fakir bir adamın haylaz ve yaramaz bir oğlu varmış. Adam, çocuğunun her yaramazlığı sonunda “oğlum, sen adam olamazsın”, dermiş. Babasının bu sözü oğlunun çok zoruna gidermiş ve üzülürmüş. Aralarında çıkan bir tartışmadan sonra oğlan almış başını büyük kente gitmiş. Çok çalışıp, çabalamış imtihanları kazanarak parasız yatılı okumaya hak kazanmış. Ardından üniversiteyi burslu okuyarak bitirmiş. Sonunda kendi köyünün bağlı olduğu kente vali olmuş. 

            Koltuğa oturur oturmaz jandarmalara emir vermiş, “gidin, filan köyde şu isimde biri var, çabuk onu huzuruma getirin”. Jandarmalar gidip, söylenen ihtiyarı bulmuşlar. “Seni vali huzuruna çağırıyor”, diyerek adamı apar topar, yayan şehre kadar yürütmüşler. Kapıda bir süre beklettikten sonra valinin karşısına çıkarmışlar. Koltuğuna iyice yaslanan vali sormuş; “Ben kimim? Beni tanıdın mı?” İyice yorgun düşen yaşlı adam büyük bir korku içinde oğlunu tanıyamamış. “Siz vali efendimizsiniz”, demiş. Vali, intikamının almış olmanın gururu içinde,
“Ben senin oğlunum”, demiş. “Hani bana iki sözünün birinde sen adam olamazsın dediğin oğlunum. Bak işte adam oldum, hatta vali bile oldum.” Adamcağız meseleyi hemen anlamış; “Oğlum, beni ayağına bunun için mi çağırdın? Ben sana vali olamazsın demedim. Adam olamazsın dedim. Vali olmuşsun ama adam olamamışsın."
         
          Büyük adam olduğunu düşünüp, anne babasına ya da büyüklerine böyle davrananlar yok mudur? Öyle, kendisini dev aynasında gören, “ben neymişim”, diyen o kadar çok kişi var ki. Etrafınıza bakarsanız siz de görürsünüz. “Yükseldikçe başını eğeceksin”, diyen büyüklerimiz, başka dünyanın insanları mıydı?





orhankalyoncu.blogspot.com.tr                     15.10.2019