JOSEPHE FOUCHE (1759-1820)
Fransız İhtilali, dünya ve insanlık tarihi açısından çok önemli
bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte, Yeniçağ bitmiş, Yakınçağ başlamıştır. 14 Temmuz 1789
tarihinde isyancıların Bastil Hapishanesini basmasıyla başlayan Fransız
İhtilali,1791 yılına gelindiğinde yeni bir boyut kazanmış, bir kurucu meclis
toplanarak “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni” yayınlamıştır. Ardından da
ulusal egemenliğe dayanan bir anayasa hazırlayarak monarşinin yetkilerini
sınırlandırmış, insan hakları, eşitlik, adalet, milliyetçilik, özgürlük, laiklik, demokrasi, gibi kavramlar sosyal yaşamda kullanılmaya başlanmıştır.
Milliyetçilik akımının ortaya çıkmasıyla birlikte, ulus devletler ortaya
çıkmış, Fransa’da krallık rejimi yıkılarak cumhuriyet rejimi kurulmuştur.
Fransa’da
bu tarihi olaylar olurken, kahramanımız Josephe Fouché (1759-1820), bu döneme damgasını vuran politikacılardan biri olmuştur. Ünlü
Avusturyalı yazar Stefan Zweig (1881-1942) 1929’da yazdığı “Bir Politikacının
Portresi”, adlı kitabında Fouché’nin (Fuşe okunur) hayatını anlatır. 200 yıl sonra bugün bile ders alınacak bir hayattır bu. Papaz okullarında yetişen, 10 yıl kadar din
okullarında öğretmenlik yapan Fouché, Nantes'taki Jakoben kulübü üyesi olarak
1792'de milletvekili seçilmiş, başlangıçta devrimcilerle birlikte hareket ederek
kralcılara karşı mücadelede ön saflarda yer almıştır.1799’da Napolyon Bonapart (1769-1821) iş
başına gelince, bu kez onunla birlikte hareket etmiş, Napolyon'un
iktidardan düşmesinden sonra tekrar kralcılara yanaşarak Kral 18.
Louis’nin tahta geçmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak buna rağmen sürgünden kurtulamamış, rüşvet zengini olarak 1820 yılında sürgünde ölmüştür.
Fransa’da büyük Fransız İhtilalinin başlangıcından (1793), Napolyon Bonapart döneminin sonuna kadarki (1815) yılların kudretli siyasetçisi Joseph Fouché hakkında Napolyon, “yaşamım boyunca tanıdığım en kusursuz aşağılık dönek”, demiştir. Kitabın yazarı Stefan Zweig, Fouché için “ihanet edecek kimseyi bulamayınca, kendi kendine ihanet eder”,der ve ilave eder, “iktidardaki insanı en çok yıpratan, arzu ve isteklerinin aralıksız yerine gelmesidir.” “Sürüp giden bolluk ve zenginlik, gevşeme getirir ve sürüp giden alkışlar kişiyi körletir.” Kitabın tanıtımında da şu ifadeleri görürüz; "Zweig bu yapıtıyla, kendilerini bütünüyle siyasete adayanların, sonunda geleneksel ahlak ve insan değerlerinden ne denli uzaklaştıklarının, erdem kavramından nasıl yoksun kaldıklarının somut bir belgesini sunar." İnsanlık; başarı için her şeyi mübah gören, siyaseti zenginleşme aracı olarak kullanan, dönek ve her devrin adamı bu tip politikacıları tarihin karanlık sayfalarına kayıt etmiştir.
Son söz: “Bir ulus ne kadar okuma-yazma, öğrenme, araştırma eğiliminde ise, o kadar sağlam ve demokrat yapıda olur.” Uğur Mumcu
orhankalyoncu.blogspot.com.tr
17.12.2020
Bizde koltuğundan hiç kalkmayan, milletvekilliğini meslek olarak görenlere okutsak, bir faydası olur mu?
YanıtlaSilPolitika yapma şekli pek değişmemiş. 200 yıl önce Avrupa'nın merkezinde Fransa'dan örnekler. Düellonun bile kuralı var ancak siyasetin kuralı yok. Kim kime nasıl baskın gelirse. Çıkar hesaplarını da unutmamak gerek. Nerede o ilkeli siyasetçiler. Çoğu 12 Eylül 1980'de kaldı.
YanıtlaSil