30 Mart 2021 Salı

AYDIN OLMAK

 


UĞUR MUMCU ( 22.08.1942-24.01.1993)




                                                    

           "Yüzeyde kalıp, çoğunluğa uymak kolaydır.” “Gerçek hep derindedir, atıldığı kuyunun dibinde çıkarılmayı bekler, durur.” “Aydın, arayan, bulan, tepki gösterendir. İtibariyle yalnızlığı göğüsleyebilen düşün insanıdır.” Yazar Soner Yalçın, 9 Aralık 2020 tarihli Sözcü Gazetesindeki Hakikat adlı köşesinde yayınlanan, “Modern Mandacılık”, başlıklı yazısında bu cümlelerle, bir aydın tanımı yapıyor. Ardından, “bugün en büyük sıkıntımız yalnızlıktan korkan aydının ölümüdür”, diyerek aydınların sağlık konusundaki korkaklığı, ürkekliğinden yakınıyor. Büyük devletlerin sağlık politikalarını körü körüne takip eden, sorgulamayan aydınları ve tıp adamlarını eleştiriyor.

         Aydın, sadece okumuş adam demek değildir, etrafını aydınlatan, topluma önderlik yapandır. Doğru bildiğini sakınmadan söyleyendir. Aydın, yaşadığı dünyaya önderlik yapan, insanlığa katkı sunan, hizmet eden, ışık saçan kişidir. Aydınlar, ürkekliği ile değil cesaretleriyle tarihe geçmişlerdir. Kurtuluş savaşı bunun örnekleriyle doludur. Dünyada da günümüze gelene kadar birçok aydın, bilim adamı zamanının tutucularına karşı mücadele ederek bilimin ilerlemesini sağlamışlardır. Yunan filozof ve bilgesi Aristoteles (M.Ö 384-M.Ö 322) bunlardan biridir. Mantık, fizik, biyoloji zooloji, astronomi, metafizik, etik, estetik, ruh, psikoloji, dilbilim, ekonomi, siyaset ve retorik olmak üzere birçok disiplinin kurucusu olmuş ve eserler vermiştir. Kendisine dine saygısızlık davası açılması üzerine Atina’yı terk ederek Eğriboz Adasına Helke’ye gitmesinden bir yıl sonra 62 yaşında hayata veda etmiştir.

        Tarihte bilim uğruna ölümü göze almış bir başka bilim adamı da Galileo Galilei’dir. İtalyan astronom, fizikçi, mühendis, filozof ve matematikçi Galileo (1564-1642), dünyanın, güneşin etrafında döndüğünü söylemesi üzerine 1633’te Engizisyon Mahkemesi tarafından yargılanarak müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Sonradan bu ceza ev hapsine çevrilmiş, gözleri kör olduğu halde, ölene dek ev hapsi cezasını çekmiştir. “2 Ana Dünya Sistemi Üzerine Diyalog”, kitabı yasaklanmıştır. Bir efsaneye göre Galileo dünyanın güneşin etrafında döndüğü teorisini yalanladıktan sonra, “ama yine de dönüyor” gibi bir cümle sarf etmiştir. 

        Bizde de kendini topluma adayan, onları aydınlatan birçok bilim insanı ve aydın olmuştur. Bunlar saymakla bitmez. Onlar aydın cesaretine sahipti. Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Türkan Saylan gibi pek çok aydınımız hayatlarını bu uğurda kaybettiler. 1935 yılında doğan tıp doktoru, akademisyen, yazar, eğitimci, aktivist Prof. Dr.Türkan Saylan bu bilim insanlarından biriydi. Cüzzamla mücadelede başarılı sonuçlar alarak hastalarını iyileştirdi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni (ÇYDD), kurarak binlerce kız öğrencinin okumasını sağladı. Son 17 yıldır meme kanseri hastası olan Saylan, 18 Mayıs 2009 tarihinde vefat etti. Vefat ettiğinde gönüllü kuruluş olarak ÇYDD’nin genel başkanlığını, TÜRKÇAĞ ve KANKEV Vakfı Başkanlığı ile Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı Başkanlığı’nı sürdürmekteydi.

        Örnek aydınlardan bahsederken, yazılarıyla bir çok olaya ışık tutan Uğur Mumcu’yu anmadan geçemeyiz. 22 Ağustos 1942’de Kırşehir’de doğan araştırmacı gazeteci ve yazar Uğur Mumcu 1965’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra aynı üniversitede 1969-72 arasında asistan olarak çalıştı. 1962’de Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan “Türk Sosyalizmi”, makalesiyle Yunus Nadi Ödülünü kazandı. Yeni Ortam ve1975’ten sonra Cumhuriyette yazmaya devam etti. 1991’de İlhan Selçuk ile birlikte gazeteden ayrıldı, 1 Şubat-3 Mayıs 1992 arası Milliyette yazdı. Yönetim değişikliği ardından 7 Mayıs 1992’de Cumhuriyete döndü. 24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirdi.

        Zordur aydın olmak, yürek ister. Meşakkatlidir. Aydın, mum gibi etrafını aydınlatırken, kendi erir.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr                            30.03.2021

 

                                 


20 Mart 2021 Cumartesi

ŞANSSIZ MEMLEKETİM

 


            

UZUNKÖPRÜ/ERGENE NEHRİ VE OVASI

                                               

      

       Serhat kenti Uzunköprü, 1960-70 ve 80’li yıllarda Çorlu, Lüleburgaz, Keşan ilçeleri ile birlikte Trakya’nın 4 büyük ilçesinden biriydi. Ekonomik yönden de birincisi sayılabilirdi. İlçenin vergi rekortmenleri, Türkiye’de ilk 500’e giren sanayi kuruluşları vardı. Ancak bu çok geride kaldı. Şanssız memleketim Uzunköprü, günümüzde artık o ilçelerle yarışamıyor. Tarıma dayalı olan ekonomisinin çarkları eskisi gibi dönmüyor. Köyleri ile birlikte ilçenin nüfusu eskiden 100 bini geçerken bu yıl, 60 bine, merkez nüfusu 40 binin altına indi. Gençler sanayi bölgelerine gidiyor, köyler boşalıyor. Köylerde tarım yapacak genç nüfus kalmadı.

       Küçük bir ülkeyi doyuracak kadar tarım ürünü yetiştirecek potansiyeli olan Uzunköprü’nün en bereketli topraklarına sahip Ergene Ovası 30 yıldır çevre felaketine maruz bırakılıyor. Çorlu ve Çerkezköy’deki sanayi tesislerinin, kirli sularını, yeterli arıtmaya tabi tutmadan Ergene Nehri’ne vermesi yüzünden Ergene Nehri ve ovası artık can çekişiyor. İlçenin tarımını etkileyen birinci neden bu olmakla birlikte ülke tarımının içinde bulunduğu genel sorunlar da çiftçilerimizi derinden etkiliyor. Bunların başında; tarım ürünlerinin para yapmaması, girdilerin pahalı olması, teşviklerin geç ve yetersiz verilmesi, kredi faizlerinin yüksek olması geliyor. Hayvancılık ve sütçülük de izlenen ithalat politikaları nedeniyle para kazanamaz durumdadır. Stratejik bir sektör olan tarım bu bölgenin ve ilçemizin bel direğiydi. Sadece tarım ve hayvancılıkla uğraşan çiftçiler değil, ilçe halkı da bundan ciddi bir şekilde etkilendi. Bu duruma, işçi istihdam eden birkaç fabrikanın kapanması, yüksek okul öğrenci kontenjanının azalması ve kömür maden ocaklarının kapasitesinin düşmesi de eklenince Uzunköprü’nün ekonomisi iyice zayıfladı.

      Bir de; son bir yıldır, Coronavirus (Covit 19) salgını nedeniyle alınan önlemlerin uygulanması esnafları vurdu. İş yapamayan veya dükkanları kapalı olan esnafa, hükümet bazı yardımlar yaptı ise de bunlar derde deva olmadı. Bu dönemde bazı yerel yönetimler, devreye girerek halka yardımcı olmaya çalıştılar. Ankara Büyükşehir Belediyesi, çiçekçilere, berberlere, taksicilere, tableti olmayan öğrencilere yardım etti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, askıda fatura, öğrenci bursu, ücretsiz süt gibi sosyal yardımlarda bulundu. Bilecik Belediyesi 100 yıl sonra çiftçiye 700 dut fidanını ücretsiz vererek ipekböcekçiliğini canlandırdı. Adana’nın Seyhan Belediyesi, kent atıklarından organik gübre üretti, kendi ihtiyacını karşıladığı gibi halka da ücretsiz gübre verdi. Boya üretim tesisi kurarak plastik, astar ve yağlı boya imal etti. Hem kendi ihtiyacını karşıladı hem de okullara ücretsiz boya verdi.

      Belki böyle yüzlerce belediye vardır. Bu örnekler çoğaltılabilir. Üreten, planlayan, halkla beraber, halk için çalışan bu belediyeler birçok proje geliştirerek ellerini taşın altına koydular. Genel ekonomik zorlukların ve salgın hastalığın ülkemizi etkilediği bu zor zamanda, yerel yönetimlerin, güçsüz vatandaşa, işini kaybeden işçiye, beli bükülen esnafa, yardım elini uzatması, sosyal devlet anlayışının bir gereğidir. Ve görevidir.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr                    19.03.2021

 



12 Mart 2021 Cuma

AZ GİTTİK UZ GİTTİK

 

UZUNKÖPRÜ


    


    Uzunköprü’nün tarihi, 595 yıl önce Osmanlı Padişahı 2. Murat’ın, Avrupa fetihlerine çıkarken, kışın taşmasıyla doğal engel olan Ergene Nehri'nin üzerine taştan bir köprü yapılmasını, emretmesiyle başlar. 1426-1443 yılları arasında Başmimar Muslihiddin ile Mimar Mehmet birlikte köprüyü inşa ederler. Köprü’nün yanına bugünkü Uzunköprü’nün temeli olan Ergene Şehri kurulur. O zamandan, bugüne 600 yıla yakın  bir süre geçti. 21. yüzyılda Uzunköprü'de ne kadar yol alınmış? Alttaki sözcüklere bir göz atarak bu soruya birlikte yanıt bulmaya çalışalım. Bir yabancı için bu sözcükler bir şey ifade etmese de ,Uzunköprülüler için çok şey ifade eder. Ergene-Çakmak-Eskiköy-Doğalgaz-Huzurevi-HükümetBinası-Hastane-Muradiye Cami-Tarihi Çeşmeler-Tarihi Uzun Köprü-Pancar Şirketi-Otopark-Meydan-Terminal-Pazaryeri- Kırkkavak Deresi

Ergene Nehri: Ergene Nehri ve ovasının kirliliği artık kronikleşti. “Balık tutacağız”, sözü verilmesine rağmen henüz bunu göremedik. Uzunköprü ve havalisi bu kirliliğin acısını 30 yıldır çekmeye devam ediyor. Uygulanacak proje ne zaman sonuç verecek? Bekliyoruz. 

Çakmak Barajı;  2007 yılında yapımı başlanan önce 2011, sonra da 2015 de bitmesi öngörülen baraj 14 yılda kaplumbağa hızıyla ilerlemekte, 2020 yılının Eylül ayında barajın kazı dolgusu ve tüm gövde inşaatı dahil her türlü işlemi tamamlanmış olup, suyu tarlalara dağıtacak sulama sisteminin sadece % 10’luk kısmı tamamlanabilmiştir. 

Eskiköy Sınır Kapısı: Eskiköy, Uzunköprü’ye 7 km uzaklıkta, Meriç Nehri boyunda bir sınır köyümüzdür. Uzunköprü’nün 20 km batısında da, Yunanistan’ın Dimetoka kasabası vardır. Uzun yıllardır, Uzunköprü Ticaret ve Sanayi Odasının öncülüğünde Uzunköprülüler, buraya bir sınır kapısı açılmasını istiyorlar. Şimdi, Temmuz 2020’de CHP Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun, “iki ülke halkının da istediği, Selanik ve Uzunköprü Ticaret Odalarının da anlaştığı, Gümrük Bakanlığının onay verdiği Eskiköy sınır kapısının açılması yönünde bir çalışmanız var mı”, diye ilgili bakana yönelttiği sorunun yanıtı bekleniyor.                                                                                   

Doğalgaz:  Doğal gazın gelmesi için Uzunköprü ve komşu ilçemiz Keşan birlikte müracaat etmesine rağmen Keşan 4 yıldır doğal gazın rahatlığını yaşarken Uzunköprülüler, kirli havayla yaşamaya devam ediyorlar. Doğalgaz boruları bir türlü 20 km uzaklıktaki Kurtbey’den Uzunköprü’ye getirilemedi. Sadece bir mahallemizde tankerle doğal gaz verilmeye çalışılıyor.                                                                    

Huzurevi: Uzunköprü merkezden yaklaşık 5 km uzaklıkta 50 dönüm arazisi olan eski yüksek okul binası çürümeye yüz tutarken, oraya bir huzurevi yapılması kararı verildi. Şimdi onun uygulanması bekleniyor.                  

 Hükümet Binası; Adliye ve kaymakamlığın olduğu miadı dolan Hükümet Binasının yıktırılıp, yerine yenisinin yapılmasını bekliyoruz.

Hastane; Keşan Devlet Hastanesinin hizmete girmesinden 2 yıl sonra, Uzunköprü’nün ihtiyacı olan hastanenin ihalesinin yapıldığı ve inşaatına başlandığı haberlerini aldık.                                                                                                           

Muradiye Cami: Uzun süredir beklenen restorasyon çalışmalarının başladığını biliyoruz. Caminin tuvaletleri, yerin altına alınarak etrafı açılır ve planlı bir çevre düzenlemesi yapılırsa 577 yıllık tarihi Caminin güzelliği ortaya çıkacaktır.   

Tarihi Çeşmeler: 12 adet tarihi çeşmenin ayağa kaldırılması, yok edilenlerin yerlerine konması Uzunköprü’de yaşayanların özlemidir.  

Tarihi Uzun Köprü: 2014 yılından beri onarım görmesi beklenen tarihi taş köprümüzün nihayet onarım ihalesi yapıldı. Bir an önce köprünün onarımı aslına uygun olarak başlanarak gözleri temizlenmeli ve çevre düzenlemesi yapılmalıdır.

 Pancar Şirketi Binaları: 19 Mayıs Caddesi üzerinde, hastanenin hemen yanında

Pancar Şirketine ait harabeye dönmüş binalar ve bahçe mevcut. Hukuki durumu nedir? Bilmiyorum. Ancak orası bir park olarak değerlendirilebilir.

 

Otopark: Uzunköprü’nün otopark ihtiyacı gün geçtikçe artıyor, neredeyse acil duruma geliyor. Yakında araçlardan dolayı yollardan ve caddelerden geçmek mümkün olmayacak. Cadde ve sokaklar otopark değildir. Belediye, inşaatlardan daire başına bir ücret alıyor, o yüzden yeni yapılan binalar otopark yapmıyorlar. Keşan'daki gibi büyük bir kapalı otopark yapılmalıdır.                           

 

Meydan: Uzunköprü’nün büyük bir kent meydanına ihtiyacı var. Bu proje pazaryeri ve festival alanı ile birlikte değerlendirilecektir, sanırım.


Terminal: Yeri tespit edilen terminalin yapılmasını bekliyoruz.


Pazaryeri; Uzunköprülüler, pazar yerinin de bir an önce projesinin hazırlanıp, hayata geçirilmesini bekliyor.


Kırkkavak Deresi: Kırkavak deresinin boydan boya temizlenip, etrafının çevre düzenlemesi yapılmalıdır.

Yukarıda belirtilen 16 hizmeti, son durumlarına göre 4 kategoriye ayırabiliriz. 1-Başlanmış ama henüz bitirilememiş olanlar: Ergene Projesi, Çakmak Barajı İletim Kanalları, Doğal gaz boruları. 2-Yapılmaya yeni başlananlar/başlayacak olanlar: Şehir Hastanesi, Tarihi Köprü, Muradiye Cami, Terminal. 3-Tasarı olanlar: Huzurevi, Hükümet Binası, Tarihi Çeşmeler. Meydan. 4-Hiç başlamamış olanlar: Otopark, Eskiköy Sınır Kapısı, Kırkkavak Deresi.

                                                                                                





orhankalyoncu.blogspot.com.tr                    12.03.2021

 

      

 

      

 

 

        


                     

                                           

                                                              




                                                       

5 Mart 2021 Cuma

GÜZEL TÜRKÇEMİZ

 





                       

         Ana dil, bir kişinin ailesinden öğrendiği ve konuştuğu ilk dil demektir. İlk dil, kişinin sosyolojik kimliğinin oluşmasında önemli rol oynar. Ülkemizde, yerel olarak konuşulan Kürtçe, Pomakça, Lazca, Çerkesçe gibi bazı diller varsa da Türkiye'nin resmi dili Türkçedir. Her ülke kendi diline özen gösterir. Ülke olarak bizim de ana dilimize önem vermemiz, onu yozlaştırmaktan kaçınmamız ve başka dillerin baskısından korumamız gerekir. 1976’da öğrenciyken gittiğim Fransa’nın başkenti Paris’te, sokak levhalarının sadece Fransızca olduğunu,  bildikleri halde İngilizce konuşmaktan kaçındıklarını fark etmiştim. Bu konuda, fark ettiğim ve dikkat çekmek istediğim başka birkaç nokta daha var.

         Birincisi, güzel Türkçe'mizin başka dillerin kuşatması altında olduğu, ikincisi, örnek olması gereken TV sunucularının, dizi oyuncularının bozuk Türkçe ile konuşmaları ve son olarak okullarda Türkçeye eskisi kadar önem verilmemesidir. Öztürkçe karşılıkları varken iştigal (uğraş), iptidai (ilkel) gibi Arapça, alayiş (gösteriş), bedbin (kötümser) gibi Farsça, aktüel (güncel), absürt (saçma) gibi Fransızca, update (güncelleme), brifing (bilgilendirme) gibi İngilizce kökenli sözcükleri neden kullanıyoruz? Dizilerde, “ay kal geldi”, “Oha falan oldum yani!” “iyi günleriniz olsun”, gibi bozuk Türkçeyi duyan gençlerimiz, ana dilinin duruluğu ve sadeliğinden uzaklaşmıyorlar mı? Okullarda, eskiden Türkçe ve Edebiyat derslerinin içinde Kompozisyon dersleri vardı. İyi yazmayı ve konuşmayı öğretir, öykü, roman okunması teşvik edilir, münazara, yani sözlü tartışmalar hatta yarışmaları yapılırdı.

          Ulusların dilleri arasında etkileşim olsa da, her ulus, kendi dilini yabancıların etkisinden korumaya çalışır. Asıl konuşulması ve genç nesle öğretilmesi gereken Standart Türkçedir. Konuşma ve yazıda gramer yapısı ve kelime hazinesi bakımından genellikle İstanbul ağzına göre biçimlenmiş olan ortak Türkçeye “Standart Türkçe”, denir. Bu Türkçe, toplumda ve özellikle sunucu, spiker, devlet adamları, siyasetçiler, öğretmenler gibi topluma rol model olan kişilerde egemen olmalıdır. Uzun yıllar Amerika’da Yale Üniversitesinde akademisyen olarak çalışan kimya mühendisi, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu (1935- 2015), Türkiye'de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok toplumda bir Türkçe bilinci oluşturmaya adadı. Eğitim dilinin Türkçe olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savundu. Yabancı kökenli sözcüklere Türkçe karşılık bulmaya çalıştı. Bu boşuna bir çaba değildi. Türkçe yabancı dillerin istilası altındaydı.

         Mustafa Kemal Atatürk, bu tehlikeyi yıllar önce görmüş, Türkçenin, Arapça ve Farsça kökenli sözcük ve dilbilgisi kurallarından arındırılıp Türkiye Cumhuriyetinin ortak ulusal dili olarak yazı ve konuşma dili haline getirilmesini amaçlayarak 12 Temmuz 1932’de Türk Dilini Tetkik Cemiyetini (Türk Dil Kurumu) kurmuştu. 1982’de kapatılana kadar Türk Dil Kurumu (TDK), Dil Devrimini sürdürmüş, 1928’deki Harf Devrimi ile birlikte Türkçenin 20. yüzyılda geçirdiği büyük yapısal değişikliğin iki temel taşından biri olmuştur. TDK yerine 1983’te Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu kurulmuştur. Atatürk 1930'da bir konuşmasında şöyle demiştir; "millî his ve dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin inkişafında (gelişmesinde) başlıca müessirdir (etkendir). Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla (bilinçle) işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

 

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr             05.03.2021