Türkiye, Osmanlı
dönemindeki 2. Meşrutiyetin (1908) ilanından sonra çıktığı demokrasi
yolculuğunda çok badireler atlattı. Ne yazık ki demokrasinin tam olarak
oturduğunu söyleyemeyiz. Demokrasiyi içselleştiremedik. Kurallara, önce
kuralları koyanların uyması gerektiğini, yüz yıldan fazla zaman geçmesine
rağmen bir türlü öğrenemedik. Yine de demokrasi yolculuğu zorluklara rağmen
devam etmek zorundadır. Çünkü laiklik, demokrasi, hukuk, kişi hak ve
özgürlükleri insana en yakışan ilkelerdir.
Yine demokrasinin temel ilkelerinin
başında; hesap verilebilirlik, katılım, herkese söz hakkı, denetim ve oy
güvenliği gelir. Bunların şeklen değil, özde olması gerekir. Bundan dolayı
gelecek nesiller için, ülkede yaşayan tüm insanların demokrasiye olan inancı
kaybolmadan bu demokrasi yolculuğuna katkıda bulunmasını, özgürlükleri talep
etmesini önermekteyim.
Şimdi ise demokrasi yolculuğumuz, 16 Nisan
2017’de anayasa değişiklik referandumu ile yeni bir sınavla karşı
karşıyadır. Vereceğimiz “evet” ya da
“hayır” oyları demokrasimizin kalitesini ortaya koyacaktır. Ülkemizin kurucusu
büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği muasır devletler seviyesine
gelmeyi hedefliyorsak, onlar gibi demokrasinin evrensel kurallarını hayata geçirmemiz gerekir. Bunların en başında fikir ve
ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri hakkı, basın, medya ve sosyal medya
özgürlüğü gelir. Laiklik ve hukuk devleti ilkelerini de tam olarak hayata geçirmemiz
gerekir.
Bu referandum basit bir oylama
değildir. Vereceğimiz karar yıllar boyu ülkemizi ve gelecek nesillerin kaderini
etkileyecektir. Bu bir parti meselesi değil, bir memleket meselesidir. Düşünün
ki seçilen bir cumhurbaşkanı aynı zaman da bir siyasi partinin de genel başkanı
olacaktır. Tarafsız olması gereken ve böyle yemin eden bir cumhurbaşkanı nasıl
tarafsızlığını koruyacaktır? Bir siyasetçi, önce partisini ve gelecek seçimleri
düşünmeyecek midir? Onun için bu durumda tüm toplumu kucaklaması mümkün olamayacaktır.
Cumhurbaşkanı
aynı tarihte beraber yapılacak seçimlerde kendi milletvekili listelerini
hazırlayacak, seçimlere öyle girecektir. Böylece yürütme (bakanlar kurulu) ve
milletvekilleri (yasama) cumhurbaşkanının seçtiği kişiler olacaktır. Yüksek
yargıyı atama inisiyatifi de büyük çapta kendisine aittir. Cumhurbaşkanı
yalnızca bu yetkilere sahip olmakla kalmıyor, bunların yanı sıra kanun hükmünde
kararname çıkarma, olağanüstü hal ilan etme, idari yapıları yeniden
yapılandırma, bütçe hazırlama, savaş ilan etme, bürokrasiyi ve rektörleri tayin
etme, gerekli gördüğünde meclisi feshetme ve kendisi ile beraber seçime
götürmeye de yetkili kılınıyor. Tüm bu yetkilerin kullanımında sorumsuz olacak,
yalnızca seçimlerde halka hesap verecektir. Eğer bir suç işlerse de üçte iki
çoğunlukla (daha önce ataması kendisi
tarafından yapılan) yüce divan da yargılanabilecektir.
Denetim ve denge unsurlarının olmadığı
rejimlerde tek adamlığa kaymanın çok kolay olduğunu tarih bize göstermiştir. O
nedenle cumhuriyete, demokrasiye, özgürlüğe, hukuk devletine, laikliğe, Atatürk
ilke ve devrimlerine, demokratik parlamenter rejime “evet” demek için referandumda, “hayır”
dememiz gerekir.
31.03.2017
Orhan Kalyoncu