30 Ocak 2021 Cumartesi

KÜÇÜK ESNAF

 





  

 

 



              Küçük esnaf deyince en başta bakkal, manav, berber, terzi gibi işlerle uğraşanlar aklımıza gelir. Bu esnaflarımız, günümüzde her türlü olumsuz şartlara direnerek ayakta kalmaya çalışıyorlar. Sayıları, şimdi azalmış olsa da, eskiden her mahallede birkaç bakkal dükkanı bulunurdu. O muhitte oturan her ailenin neredeyse kendi bakkalı vardı. Bizim sokakta oturanlar genelde Mavi Köşe Bakkalından alışveriş ederlerdi. Bazen veresiye alışveriş edenler olur, ailenin küçük oğlu, “babam selam söyledi, deftere yazar mısın”, derdi. Aybaşı gelince hesap görülürdü. Kredi kartları henüz icat olmamıştı ama bakkal amcanın açtığı kredi her zaman vardı Son yıllarda, birbiri ardına açılan büyük sermayeli zincir marketler, mallarını büyük çapta toptan aldıkları için fiyatlarını ucuz tutabiliyorlar. Her biri aynı zamanda birer bakkal, manav, kasap, balıkçı, ayakkabıcı, züccaciyeci. Ekmekten, televizyona kadar her şeyi satıyorlar. Küçük esnaf, bir yandan bu dev mağazalarla rekabet etmeye çalışırken, öte yandan vergi, Bağ-Kur primi, dükkan kiraları dışında enflasyon ile de mücadele ediyor. Sattıkları mallarını, aynı fiyat ile yerine koyamıyorlar ve zamanla sermayeleri eriyor.

          Bunlar yetmezmiş gibi bir de, ülkemizdeki Corona (Covit-19) salgını, on aydır herkesi etkilediği gibi küçük esnafı da derinden etkiliyor. Geçen gün bir gazetede şöyle bir manşet vardı, “esnaf kan ağlıyor, iflaslar kapıda." Esnaf dediğimiz kişi zaten sermayeden çok emekle iş yapan kimsedir. Bakkal, kahveci, berber, kuaför, lokantacı ve bunun gibi günlük çalışan insanlardır. Çalışmazlarsa, dükkanlarının giderlerini ödeyemeyecekleri gibi kendileri de evlerine ekmek götüremezler. Orta direği temsil eden ve kendi kendinin işvereni olan hatta yanında insan çalıştıran bu kesimin ayakta kalması için desteğe ihtiyaçları vardır. Pandemi sürecinde merkezi iktidarın yanı sıra yerel yönetimler de, dar gelirli vatandaşların ve esnafın yanında durmaya çalışıyorlar. Bazı belediyeler, kiracısı olan esnafa kira almayarak destek oluyor, nakdi ve ayni yardım yapıyorlar. Ancak küçük esnafların bu şartlarda devlet desteği olmadan ayakta kalmaları mümkün olmayacaktır. Yapılan yardımlar ya hepsine ulaşmıyor ya da yetersiz kalıyor. Sonunda esnaf eriyor ve dükkanlarını kapatmak zorunda kalıyorlar.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr     30  .01.2021


22 Ocak 2021 Cuma

BU MEMLEKET BİZİM



              



  



    

     Nazım Hikmet'in şiirinde dile getirdiği gibi; “Dörtnala gelip Uzak Asya'dan / Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.”  Muharrem İnce'de "Memleket Partisi", adıyla bir siyasi parti kurarak kendine yeni bir rota çiziyor. Yalova’nın Elmalık köyünde 4 Mayıs 1964’te dünyaya gelen İnce, fizik öğretmeni olarak liselerde ve dershanelerde görev yaptıktan sonra 2002 seçimlerinde CHP’sinden Yalova milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi. CHP'sinde bir çok görevler üstlendi.
Partisinin Yalova il başkanlığını,16 yıl milletvekilliğini, 
İki dönem grup başkanvekilliğini yaptı. 
24 Haziran 2018 seçimlerinde, partisi tarafından cumhurbaşkanı adayı gösterildi.
Yüzde 30,6 oranında oy aldı.
2014 yılında toplanan CHP 18. Olağanüstü kurultay ve 2018'de yapılan
36. Olağan Kurultay’da Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı genel başkan adayı oldu. 
Genel başkanlık yarışını kaybetti. 2015 ve 2018 yıllarında olağanüstü kurultaylar için
imza toplama girişimleri olduysa da, bunlar da sonuçsuz kaldı. 

        25-26 Temmuz 2020 tarihinde yapılan CHP 37. Olağan Kurultayından sonra Muharrem İnce’nin parti içindeki huzursuzluğu verdiği demeçlerle ortaya çıktı. Yayılan parti kurma iddialarını 11 Ağustos 2020 günü yalanladı. Şimdilik parti kurma niyeti olmadığını söyledi.Sivas Kongresinin yıl dönümünde 4 Eylül 2020’de Sivas’ta “Bin Günde Memleket Hareketi”, adında siyasi bir hareket başlattı. 25 Eylül 2020 tarihinde yaptığı açıklamada cumhurbaşkanlığına aday olup,  olmayacağına CHP’sinin adayına bakarak karar vereceğini söyledi. İnce, 8 Aralık 2020 tarihinde, Memleket Hareketinin partileşeceğini,partinin adının Memleket Partisi olacağını, 1 Mart 2021’de kuruluş dilekçesini vereceklerini açıklıyordu. CHP yönetiminin tavrı, İnce için bir ihraç kararı vermek yerine, İnce’nin kendisinin istifa etmesinin beklenmesi yönünde idi. Muharrem İnce hareketi yeni bir evreye dönmek üzere. Siyasi tercihler, kişinin siyasi geleceğini etkilemesinin yanısıra ülkenin geleceğini de etkiler. Bunun örnekleri daha önce görüldü. Siyaset ayrıca çok çelişkiyi de kaldırmaz.

       İnce’nin, CHP’sinin cumhurbaşkanı adayı olduktan sonra “bir daha, genel başkanın karşısına aday olarak çıkmam”, demesinin üzerinden çok zaman geçmeden, seçimlerden hemen sonra taraftarlarınca, olağanüstü kurultay için imza toplanması, seçimden önce 50 bin avukatı YSK’nın önüne yığarım dedikten sonra seçim akşamı ortadan kaybolması, sabahı ve itiraz sürecini beklemeden “adam kazandı”, demesi, yakın geçmişte ona destek verenleri hayal kırıklığına uğratmıştı. Siyasette, “dün, dündür, bugün bugündür”, diye bir siyasi felsefe olsa da, bazı konular tarihe mal edilir ve unutulmaz.

      Siyasetçilerin geçmişten ders alarak bugünü ve geleceği planlamaları gerekmez mi? Bundan 32 yıl önce 1989 yerel seçimlerinde SHP, Türkiye’de başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere birçok büyükşehir belediyesini kazanarak %29’a yakın oy oranıyla birinci parti olmuştu. Genel başkan Erdal İnönü ile genel sekreter Deniz Baykal arasında bir anlaşmazlık çıktı. Ardı ardına yapılan 3 kurultaydan da Erdal İnönü az farkla seçimleri kazanınca, Deniz Baykal 1992’de CHP’sini açtı. 1994’te İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlıkları kaybedildi. Sonradan SHP ve CHP birleşmesine rağmen oylar giderek azaldı ve 1999 seçimlerinde parti baraj altında kaldı.

 Son söz: “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar; hiç ibret
 alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”  Mehmet Akif Ersoy

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr     22.01.2021

16 Ocak 2021 Cumartesi

İKİ ŞEY

 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılçdaroğlu



           CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinden seçilmiş belediye başkanlarına şöyle seslenmiş; “bir belediye başkanından beklediğimiz iki şey var: Bir, seçildiğin andan itibaren vatandaşlar arasında hiçbir ayrım yapmayacaksın. İki, harcadığın her kuruşun hesabını belde halkına vereceksin.” İktidara giden yolun yerel yönetimlerin başarısından geçtiğini bilen ana muhalefet partisinin genel başkanı Kılıçdaroğlu, halkın da hassasiyetlerini dikkate alarak partili belediye başkanlarından beklentilerini dile getirmiş. Demokratik ülkelerde idareciler, Kılıçdaroğlu’nun belirttiği eşit davranma ve hesap verebilirlik ilkeleriyle beraber hakka, hukuka, adalete, liyakata da uygun hareket ederler. Buna, ülkemizde de hem genel, hem yerel yöneticilerin uymasını beklemek her vatandaşın hakkıdır. 

       Türkiye gelişmekte olan bir ülkedir. İsrafa tahammülü yoktur. Her yurttaşımızın, aşa, işe, ekmeğe sahip olması, parasız sağlık ve eğitim hizmetlerine ulaşabilmesi için her kuruşunu yerli yerinde harcamalıdır. Zengin ülkelerde bile makam odası, makam arabaları hesapsız değildir. Orada evinde çalıştırdığı hizmetlinin sigortasını devlete ödettiği, marketten aldığı çikolatanın parasını devletin verdiği kredi kartından ödediği için istifa eden yöneticiler var. Öte yanda ikram faslı, aldığı ve verdiği hediyeler belirli bir sınırı geçemez. Devletin, milletin parasını çar çur edip, zarara yol açan yöneticiler, bundan şahsen sorumlu olmalıdır.

       Her gün savurganlık, yolsuzluk, haksızlık haberlerini televizyonlarda görüyor, gazetelerde okuyoruz. Bir belediye başkanının eşi, belediyenin logosu ile kendisini “onursal başkan” ilan ederek, kartvizit bastırmış. Başka bir ilin, bir ilçesinde başkan, kardeşini imar dairesi başkanı yapmış. Bu örnekler, genel ve yerelde sür git devam eder. Anayasamızda yazdığı gibi tüm vatandaşlar eşittir. Kanun önünde eşit olduğu gibi hizmetler yönünden de eşittir. İşe adam alırken de eşittir. Yöneticilerin harcadıkları para milletin parasıdır. Milletten toplanan vergilerdir. O yüzden harcanan her kuruşun hesabı halka verilmelidir.


 

 

orhankalyoncu.blogpot.com.tr           16.01.2021

 

           

   

 

               


11 Ocak 2021 Pazartesi

SİYASETTE KALİTE

 


                       
                                                    Uzunköprü-Karabürçek köyü


                           

                                     

             

           Siyasette kalite asla tesadüf değildir. Siyaset; eğitim, kültür, bilgi, birikim, deneyim kısacası liyakat ister. Ciddi bir iştir. İnsan yönetme, devlet yönetme sanatıdır. Yakın tarihlerdeki Dünya Savaşlarında liderlerin hırsları, çapsızlığı ve basiretsizliği yüzünden milyonlarca insanın öldüğünü unutmadık. Amerika’da gerçekleşen son olayların ise sadece Amerika’yı değil, dünyayı da etkileyebilecek türden olduğunu, bunun da bir liderin kendini bilmez tutumundan kaynaklandığını gördük. ABD’nin Cumhuriyetçi Başkanı Donald Trump'ın 4 yıllık başkanlık performansı onu, Amerika’nın en kalitesiz başkanları arasına koymaya yetti. 6 Ocak 2020 tarihi, Amerika için tarihi öneme sahip bir dönüm noktasıdır. 200 yıl sonra bir ilk yaşanmış, Kongre Binası baskına uğrayarak işgal edilmiştir. Kimilerine göre bu bir ayaklanmadır. Her şey Donald Trump’ın 6 Ocak’ta Washington DC’de yaptığı “Amerika’yı Kurtar”, adlı mitingde taraftarlarını seçilmiş başkan Joe Biden’in tesçil oturumu için toplanacak üyelerin bulunduğu Kongre Binası’na yürümeye çağırmasıyla başlamış, bir süre sonra da olaylar çığırından çıkmıştır.

          Hiç kuşkusuz ki Amerika’da kökleşmiş demokrasi kuralları içinde bu sorun çözülecek ancak bir takım izler de bırakacaktır. Yeni başkanın 20 Ocak 2021’de görevi teslim almasından sonra büyük olasılıkla Donald Trump’a mahkeme yolu gözükecek, bağımsız yargı tarafından verilecek bir cezayla karşı karşıya kalabilecektir. Bu durum, çapı düşük bir politikacının hırsı ve hazımsızlığı sonucunda içine düştüğü hazin bir sondur.

         Amerika’dan ülkemize dönersek biz de de siyaset dünyasında çoğu zaman sert rüzgarlar eser. Çok partili sisteme geçtiğimiz 1946’dan beri geçen 84 yılda kimler geldi, kimler geçti. Ancak siyasette gergin hava bir türlü bitmedi. Son yıllarda da gerginlik artarak devam etti. Her şeyin bir kuralı, üslubu olmalıdır. Siyasetteki kaba dilin üstten aşağı kadar siyaseti, hatta sade yurttaşları bile olumsuz etkilememesi mümkün değildir. Siyasete kalite kazandırmak için ilk önce siyasetin dilini değiştirmek, saygılı bir üslubu hakim kılmak gerekir. Siyaset aslına bakıldığında insan kazanma, gönül kazanma işidir. Şimdi ise bu ters anlaşılıyor. “Ne kadar insan kırarsam, o kadar güçlü olurum”, zannediliyor. Ama o taktikle fazla yol alınabileceğini sanmıyorum. O şekilde kazansanız bile onlar Pirus Zaferi olur.             

           24 Ocak 1993’te karlı bir Ankara sabahında arabasına konan bir bomba sonucu 51 yaşında hayatını kaybeden cesur gazeteci ve yazar Uğur Mumcu 28 yıl önce siyaset dünyamız için şöyle diyordu; “Türkiye’de bilgisizliğin en geçerli olduğu yer, hiç şüphesiz siyaset hayatıdır. Eğer bilgisizliğin diploması verilseydi, siyasi partilerimiz okul olurdu.” Uğur Mumcu’nun bu konuda söylediklerini bugün de geçerli sayabiliriz. Bilgi sahibi olmayan bir toplumun ilerleyecek bir yolu olabilir mi? Yine onun söylemiyle, “bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz.”  Demokrasi kurallar rejimidir. Bu kuralların en başında yasama, yargı ve yürütme erkleri arasındaki ayrılık gelir, Bu kurala uyulduğunda, seçimlerdeki halkın iradesine saygı gösterildiğinde ve iktidar ile muhalefet birbirine tahammül edebildiğinde, ülkemizdeki siyaset hayatının kalitesi de yükselecektir.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr       08.01.2021

 

 

 



2 Ocak 2021 Cumartesi

2021 YILINI KARŞILARKEN

 







             Ülkemizde, Pandemi tedbirleri gereği bu yıl yılbaşı eğlenceleri toplu olarak yapılamadı. Belki yasakları dinlemeyen, gözden uzak yerlerde bir araya gelenler olmuştur ama halkımız, genelde yılbaşını evinde TV başında geçirdi. İnsanoğlu sosyal bir varlık olarak yaşamını anlamlandırmaya, ondan tat almaya çalışır. Bunun için de özel günlerde topluca yemekler, balolar, konserler tertiplemeye ihtiyaç duyar. Bu yıla kadar dünyanın birçok ülkesinde milyonlarca kişi yılbaşını meydanlarda bu şekilde karşıladı. Ancak bu yıl, salgın yüzünden etkinlikler kısıtlandı ve çoğu ülkelerde insanlar, ister istemez 31 Aralık 2020’yi, 01 Ocak 2021’e bağlayan geceyi evlerinde geçirdiler.

         Bunu farklı geçirmek isteyenler de oldu, kuşkusuz. Onlardan biri de Galatasaray sağbeki Omar Elabdellaoui idi. Evinde yılbaşı kutlaması sırasında havai fişek patlaması nedeniyle yaralandı. Patlamada elinden ve yüzünden yaralanan Norveçli futbolcu hastaneye kaldırıldı. Yalnız Omar mı bu patlayıcılarla oynayanlar? Belediyeler de bu havai fişek gösterilerini çok sevdiler. Bayramlarda, festivallerde, kutlamalarda hemen havai fişek patlatıyorlar. Bu yılbaşı da boş geçmedi. Binlerce liranın harcanması, hava kirliliği yaratması bir yana uyuyanların, hastaların ya da bebeklerin durumları  hiç düşünülmedi. Halbuki hiçbir kişi ya da kurumun başkalarını rahatsız etme hakkı olmaması gerekirdi. Yılbaşı akşamında dikkat çekici bir uyarı da Edirne’den geldi. Orada yaşayan doğa dostu bir arkadaşımız, “şu an havai fişekler patlıyor. Kuşlar kaçacak yer arıyor”, diye sosyal medyadan sesleniyordu.

         Bir kısım yurttaşların da kalabalık vaziyette, küçücük balkonlarda meşale yakarak yılbaşını karşıladıklarını, ellerindeki meşaleleri tehlike yaratıp, yaratmadıklarını umursamadan sallayıp durduklarını hayretle televizyonlarda izledik. Yine yılbaşı akşamı, ateşli silahlarla ateş eden ve bundan acayip zevk alan kendini bilmezler de yok değildi. Zaten zevk için rastgele mermi sıkanları anlamakta mümkün değil. Yıllardır, asker uğurlamalarında, düğünlerde, şampiyonluk zaferlerinde ve yılbaşı kutlamalarında ateş eden bu magandaların kurşunuyla, evlerinin balkonunda, penceresinde bulunmaktan başka günahı olmayan insanların ya da düğünlerde damat, gelin ve davetlilerin canlarını hiç yoktan kaybettiklerini gördük. İçişleri Bakanlığının açıklamasına göre 2014-2019 yılları arasında 188 bin 425 ateşli silah kullanılmış ve bunların rastgele ateşlenmesi sonucu 104 kişi hayatını kaybetmiş. Artık bunlara dur demek gerekmez mi? Gelişmiş ülkelerde böyle zevk olur mu? Yeni yılda ateşli silahlar, meşaleler ve havai fişekler acilen sıkı disiplin altına alınmalıdır.

 


orhankalyoncu.blogspot.com.tr          01.01.2021


26 Aralık 2020 Cumartesi

2020 YILINA VEDA EDERKEN

 

                                                2021 yılınız kutlu olsun.                                             

                                     

          Yıllar gelip, geçiyor. Son aylarda ise günler, neredeyse tespih taneleri gibi birbirinin aynı. Geçen yılın başlarında dünyayı, iki ay sonra da Türkiye’yi saran ve sarsan Coronavırus (Covit-19) salgını şimdiye dek alışılagelmiş her şeyi değiştirdi. En başta, insanlar birbirinden kaçar hale geldi. 2020’nin Türkiye’sinde kırk yıllık komşularımız ve arkadaşlarımız ile karşıdan selamlaşıyor, alışverişlerimizi internetten yapıyor, yemekleri paket servis olarak sipariş ediyoruz. Okullar kapalı, öğrenciler eğitimlerini uzaktan görüyorlar. Miting, gösteri, kutlama ve bayramlar iptal ediliyor. Hastaneler dolu. Tatil günleri ve akşamları evdeyiz. Kahveler kapalı. 18 yaş altı ve 65 yaş üstü yurttaşlarımız ise sanki korunmaya muhtaç insanlar gibi dışarı çıkmaları günde 3 saat ile sınırlandırılıyor.

         2020 yılına girerken insanların beklentileri büyüktü. Barış içinde bir dünya ve daha yaşanılır, müreffeh bir Türkiye diliyorduk.  Öyle mi oldu? Ne yazık ki öyle olmadı. Salgın ile birlikte her şey ters yüz oldu. Ülkemizde, kapatılan işyerlerini, kapanan fabrikaları, işten çıkarılan işçileri, iş bulamayan gençleri, boşta kalan esnafları gördük. Kısmen devlet desteği yapılsa da, yeterli olmadı. Bir de üstelik hayat pahalılığı, enflasyon, döviz fiyatları, faizler her geçen gün arttı. Bir yandan ekonomik sıkıntılar, bir yandan salgın insanları umutsuzluğa sevk etti.

          2021’de bu sıkıntıların bitmesini istemeyen yoktur. Ancak ülkemizdeki sıkıntıların hemen biteceğini söylemekte gerçekçi olmaz. Bir süre böyle gitse de sonunda bir çıkış yolu bulunmalı, siyaset çözüm üretmelidir. Burada görev yöneticilere yani siyaset adamlarına düşüyor. Özellikle devletin her yurttaşa elini uzatmak, eşit şartlar sunmak gibi görevleri vardır. Sosyal adalet, eşitlik bunun için önemlidir. Anayasamızın 2. maddesinde şöyle yazar; devletimiz, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Anayasa Mahkemesinin bir kararında da; “sosyal hukuk devleti, güçsüzleri, güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir”, der. Zaten toplumsal barış ve huzur için insanların karnı tok, sırtı pek olmalıdır.

           Cumhuriyet ve demokrasi bunun için insanlığın bulduğu en iyi yönetim biçimidir. Devlet, hükümeti de içine alan dev bir organizasyondur. Görevi millete hizmet etmektir. Bizim devlet yapımızda ayrıcalıklı bir zümre yoktur. Tüm yurttaşlarımız kanun önünde eşittir. Onun için herkese eşit hizmet verilmesi gerekir. Sosyal devlet, aynı zamanda hukuk devletidir. Adaletli bir düzeni kurmak sosyal devletin temel görevidir. Türk Milleti asırlardır her zorluğu yenerek ayakta kalmış, varlığını devam ettirmiş necip bir millettir. Bu zorlukları da aşacak ve Ata’mızın dediği gibi, “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

         2021 yılına girerken aşının bir an önce tatbik edilip, insanlığı sağlığa, dirliğe kavuşturmasını dilerim. Tüm yurttaşlarımıza mutlu yıllar.

 


orhankalyoncu.blogspot.com.tr          25.12.2020

 

 

               



17 Aralık 2020 Perşembe

BİR POLİTİKACININ PORTRESİ

 


                              


                                       JOSEPHE FOUCHE (1759-1820)


 

                                                    

             Fransız İhtilali, dünya ve insanlık tarihi açısından çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte, Yeniçağ bitmiş, Yakınçağ başlamıştır. 14 Temmuz 1789 tarihinde isyancıların Bastil Hapishanesini basmasıyla başlayan Fransız İhtilali,1791 yılına gelindiğinde yeni bir boyut kazanmış, bir kurucu meclis toplanarak “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni” yayınlamıştır. Ardından da ulusal egemenliğe dayanan bir anayasa hazırlayarak monarşinin yetkilerini sınırlandırmış, insan hakları, eşitlik, adalet, milliyetçilik, özgürlük, laiklik, demokrasi, gibi kavramlar sosyal yaşamda kullanılmaya başlanmıştır. Milliyetçilik akımının ortaya çıkmasıyla birlikte, ulus devletler ortaya çıkmış, Fransa’da krallık rejimi yıkılarak cumhuriyet rejimi kurulmuştur.  

           Fransa’da bu tarihi olaylar olurken, kahramanımız Josephe Fouché (1759-1820), bu döneme damgasını vuran politikacılardan biri olmuştur. Ünlü Avusturyalı yazar Stefan Zweig (1881-1942) 1929’da yazdığı “Bir Politikacının Portresi”, adlı kitabında Fouché’nin (Fuşe okunur) hayatını anlatır. 200 yıl sonra bugün bile ders alınacak bir hayattır bu. Papaz okullarında yetişen, 10 yıl kadar din okullarında öğretmenlik yapan Fouché, Nantes'taki Jakoben kulübü üyesi olarak 1792'de milletvekili seçilmiş, başlangıçta devrimcilerle birlikte hareket ederek kralcılara karşı mücadelede ön saflarda yer almıştır.1799’da Napolyon Bonapart (1769-1821) iş başına gelince, bu kez onunla birlikte hareket etmiş, Napolyon'un iktidardan düşmesinden sonra tekrar kralcılara yanaşarak Kral 18. Louis’nin tahta geçmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak buna rağmen sürgünden kurtulamamış, rüşvet zengini olarak 1820 yılında sürgünde ölmüştür.

          Fransa’da büyük Fransız İhtilalinin başlangıcından (1793), Napolyon Bonapart döneminin sonuna kadarki (1815) yılların kudretli siyasetçisi Joseph Fouché hakkında Napolyon, “yaşamım boyunca tanıdığım en kusursuz aşağılık dönek”, demiştir. Kitabın yazarı Stefan Zweig, Fouché için “ihanet edecek kimseyi bulamayınca, kendi kendine ihanet eder”,der ve ilave eder, “iktidardaki insanı en çok yıpratan, arzu ve isteklerinin aralıksız yerine gelmesidir.” “Sürüp giden bolluk ve zenginlik, gevşeme getirir ve sürüp giden alkışlar kişiyi körletir.” Kitabın tanıtımında da şu ifadeleri görürüz; "Zweig bu yapıtıyla, kendilerini bütünüyle siyasete adayanların, sonunda geleneksel ahlak ve insan değerlerinden ne denli uzaklaştıklarının, erdem kavramından nasıl yoksun kaldıklarının somut bir belgesini sunar." İnsanlık; başarı için her şeyi mübah gören, siyaseti zenginleşme aracı olarak kullanan, dönek ve her devrin adamı bu tip politikacıları tarihin karanlık sayfalarına kayıt etmiştir.

           Son söz: “Bir ulus ne kadar okuma-yazma, öğrenme, araştırma eğiliminde ise, o kadar sağlam ve demokrat yapıda olur.” Uğur Mumcu

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr              17.12.2020