12 Kasım 2016 Cumartesi

FESTİVAL


        




          Üzerinde uzun zamandır düşünülen Uzunköprü festivalinin ilki, hazırlık süresi çok kısa olmasına rağmen 29-30 Eylül ve 1 Ekim 2016 tarihlerinde yapıldı. Uzunköprü’deki bu hareketlenmeden dışarıdan gelenlerle beraber yerli esnafımız da yararlandı. Uzunköprü halkı da 3 gün boyunca, gece ve gündüz konser alanını, alışveriş sergilerini ve lunapark alanını doldurarak memnuniyetini belli etti. Harcanan paraya ve emeğe değdi.
        
      Bu planlamalar yapılırken eksikliği ortaya çıkan bir konunun da halledilmesi gerekir.  O da Uzunköprü Kültür, Sanat ve Tarım Festival’i için uygun bir festival alanımızın yapılmasıdır. Böyle bir alan şimdi ortada yok. Ancak zamanında çevre yolunda eski Borsa Binası ile Shell benzin istasyonu arasında kalan yaklaşık 65 dönümlük arazi, fuar Sahası ve yeşil alan olarak ayrılmıştı. Uzunköprü’ye hizmet eden zamanın yöneticileri, bu alanın İzmir’deki Fuar Alanı ve Bursa’daki Kültür Parkı gibi değerlendirmeyi düşünmüşlerdi. İlçe merkezinde yer alan bu arazide yürüme yolları, bisiklet parkuru, spor alanları, sosyal tesisler, park ve fuar sahası yapılacaktı. Uzunköprü halkı da ailesiyle beraber yaz sıcağında vakit geçirebileceği bir parka ve aynı zamanda festival alanına sahip olacaktı
       
       Ne yazık ki, her güzel şey gibi bu da halkın yararına değerlendirilemedi. 1989 yılından sonra iş başına gelen belediye meclisi ve bir kısım siyasiler, o yeşil alanı imara açarak bu fırsatı Uzunköprü’de yaşayan insanlar için kullanmadılar. Onun için Uzunköprü, şimdi festival alanı arıyor. Uzunköprülülerin vakit geçirip, hava alabilecekleri büyük meydanlar, park ve bahçe gibi ortak alanlara ihtiyacı var. Festival alanı tespit edilirken, kent merkezinden uzak olmamasına ve aynı zamanda park olarak kullanılmasına da dikkat edilmelidir. Bu konuda Tarihi Köprü, Mazhar Müfit Kansu Parkı,Tarihi Kilise ve Eski Askerlik Şubesi Binası ile Kırkkavak Deresi civarı değerlendirilebilir. İlçe merkezine ve tarihi dokuya yakın olması avantaj olacaktır. 
        


Orhan Kalyoncu 
21.10.2016

       

25 Eylül 2016 Pazar

PRO-TOKOL






       Protokol, “resmi törenlerde devlet ileri gelenlerinin uyacakları kural ve sıra “ demektir. Protokol deyip geçmemek gerekir. Bazen ülkemizde ciddi sorunlara bile yol açabilir  Resmi tören, davet ya da bir toplantıyı protokolün uygulamasını yanlış bularak terk eden çok kişi olmuştur. O yüzden önemli bir konudur.

      Daha ziyade protokol, devleti idare eden kişilerin bulunduğu resmi törenlerde uygulanırken, zamanla bu uygulama toplumun her kesimini kapsar hale gelmiştir. Kooperatifler, dernekler, sivil toplum örgütleri hatta halkla iç içe olması gereken siyasi partilerde de sıkı bir hiyerarşiye bağlı protokol kurallarının uygulandığına tanık oluruz. Bir parti toplantısında hemen bir protokol masası kuruluverir. Özendiğimiz Avrupa’da devlet adamları ve siyasetçiler halkla iç içe olurken, bizde halkı temsil ettiğini ileri süren seçilmişler; kongrelerde, siyasi toplantılarda, kahve konuşmalarında, yürüyüşlerde hatta düğünlerde bile hemen ayrılırlar. Önde oturmak, önde yürümek onların hakkıdır.
   
     Bir siyasi partide, bir partili siyasi bir konuşma yaparken önce orada bulunan makam ve ünvan sahibi partilileri selamlayarak söze başlar. Sıra en son herhangi bir sıfatı olmayan üyeye gelir. Gelişmiş ülkelerde başlangıçta söylenen hitap biçimi ise sadece, “baylar ve bayanlar”dır. Çağdaş toplumlarda halkla, hitap edilen toplulukla araya duvar örülmez. Ancak halkımız, üyelerimiz o kadar örselenmiştir ki bunun ayırdına bile varamaz. Varsa da üzerinde durmaz. Artık iyice içimize sinmiş bu protokol davranışları. Eğer öyle olmasaydı demokrasinin eşitlik üzerine inşa edildiğini hatırlar ve sonsuza kadar unutmazdık. 

                     

25.09.2016 



1 Temmuz 2016 Cuma

TEMİZ ÇEVRE, SAĞLIKLI İNSAN

     
      Uzunköprü sokakları

          

           Trakya özelinde Uzunköprü, ne yazık ki son 30 yıldır çevre kirliliği açısından birçok şanssızlıklar yaşamıştır. Bunun ilki, 26 Nisan 1986’da Ukrayna’daki Çernobil Nükleer Santral faciasıdır. O yıllardan sonra kanser vakaları hızla artmıştır. İkincisi de, artık kronik hale gelen Ergene Nehri ve Ovası’nın kirliliğidir. 1992 yılında Çorlu ve Çerkezköy’de başlayan hızlı ve çarpık sanayileşmeden kaynaklanan Ergene kirliliği günümüzde de devam etmektedir. Bunların yanı sıra Uzunköprü’de yaşayan insanların kanser illetiyle baş başa kalmasına sebep olan 3. bir etken de kalitesiz kömürün yarattığı hava kirliliğidir.
      
        Yukarıda saydığımız olumsuzlukların yok edilmesi ve temiz havaya kavuşmamız için atılacak ilk adımın doğal gazın getirilmesi olacaktır. Bunun için bu konuyu  desteklemiş ve ekonomik ve sosyal faydalarını da daha önce Hür Gazete’de yazmıştım. Yaklaşık 20 ay önce halkın ön abonelik başvurusunda bulunması için kaymakamlık ve belediye yetkilileri mahalleleri ziyaret ederek ortak çalışma yapmışlar, abonelik sayısı indirilmiş olmasına rağmen yeterli sayı dolmadığı için Uzunköprü Belediyesi kalan sayıyı taahhüt etmişti. Halkın bir kısmı 335 lirayı yatırmış büyük bir çoğunlukta, “kapıma gelsin ondan sonra abone olacağım”, demişti. Ancak ondan sonra bu konuda bildiğimiz kadarıyla hiçbir gelişme olmadı. Olay öylece dondu kaldı. Ya da gelişme olduysa da halka bir açıklama yapılmadı.
         
         Aradan geçen zaman içinde hava kirliliği açısından aynı kaderi paylaştığımız komşu kentimiz Keşan mesafe kaydetmiş ve 15 Haziran 2016 günü Keşan Doğal Gaz Dağıtım şebekesi temelini törenle atmıştır. Şimdi sıra Uzunköprü de. Temiz bir çevrede yaşamak her vatandaşın en doğal ve anayasal hakkıysa, bunu sağlamak da, yerel ve genel yöneticilerimizin görevidir. Bir an önce siyasilerin inisiyatif alarak, görevlerini yapmalarını bekliyoruz.

 
16.06.2016




7 Mayıs 2016 Cumartesi

DEMOKRASİNİN OLMAZSA OLMAZI

     





           Demokrasinin olmazsa olmazlarından biri ve en önemli ayağı laikliktir. Laiklik, devletin vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde inançlara göre ayrım yapmaması ve ayrıca, herhangi bir inancın, özellikle de bir toplumda egemen olan inancın, aynı toplumda azınlıkların benimsediği inançlara baskı yapmasını önlemesi demektir. Kısaca laiklik, din ve devlet işlerinin bir birinden ayrılması, tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir.   
        Türkiye’de uzun zamandır olaylar ardı ardına sıralanıyor ve gündemi işgal ediyor. Artık neredeyse olayları takip edemez olduk. Bursa’da Ulu Cami önünde patlayan canlı bomba, TBMM başkanının laikliğin anayasadan kaldırılması konusundaki demeci, dokunulmazlıklar, yeni anayasa hazırlıkları, Güneydoğu’daki olaylar, her gün artan şehitlerimiz, Suriye'deki savaş, Kilis’e roketlerin atılması, İstiklal Caddesi, Ankara'da 3 defa, Sultanahmet, Suruç, Diyarbakır, Ceylanpınar’daki patlayan canlı bombalar, Rus uçağının düşürülmesi, Ege denizinde yer alan bize ait 17 adet küçük ada ve 150 adet kayalıkların Yunan devletince işgali gibi olaylar bizi sade bir yurttaş olarak fazlasıyla üzdü. Kaldı ki bunlar son aylarda gerçekleşti. Bu olayların bir tanesi başka ülkelerde olsa kıyamet kopardı. Bizde neredeyse rutin hale geldi.
       Gençliğinde Milli Türk Talebe Birliğinde başkanlık yapmış olan Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanı yeteri kadar gündemimiz dolu değilmiş gibi, bir gündem maddesi daha yarattı. Yeni anayasa dindar olmalı ve laiklik yer almamalı imiş. Anayasaya bağlılık yemini etmiş bir TBMM başkanı nasıl anayasanın değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez olan laiklik ilkesinin kaldırılmasını isteyebilir?  Ana muhalefet partisi buna ne diyor? CHP lideri, 2010 yılında laikliğin tehlikede olmadığını söylemişti. Türkiye’de bugün ikinci büyük parti olarak ana muhalefeti temsil eden CHP’si Atatürk’e, cumhuriyete, demokrasiye, özgürlüğe, laikliğe ve sosyal hukuk devletine sahip çıkmak zorundadır. Seçimle gelen iktidarlar 4 yıl için ülkeyi yasalar ve sadakatle bağlı kalacaklarına dair yemin ettikleri anayasaya göre idare etmek üzere yetki almışlardır. Parlamenter rejimi değiştirecek bir anayasayı tek başlarına yeniden yazma hakları  yoktur. Bunu iktidara hatırlatacak olan halktır, siyasi partilerdir. Özellikle her 4 seçmenin birisinden oy almış ana muhalefet partisi olmuş Cumhuriyet Halk Partisidir.
         Salı günkü gruptaki genel başkanın konuşmaları, laf yarıştırma ve kendi seçmenine mesaj vermekten öte bir anlam taşımıyor. Asıl mesele toplumsal muhalefeti örgütlemek ve buna öncülük etmektir. Ülke olarak içinde bulunduğumuz çıkmazlardan kurtulmanın belirgin çözümlerinin ortaya konduğu yeni bir anlayışa, lider ve kadroya gereksinimi vardır.    


30.04.2016                                       

13 Mart 2016 Pazar

BİLDİĞİM TEK ŞEY

                                               
        


            Yunan Felsefesinin kurucularından Sokrates’in (M.Ö 469-399 Atina) ünlü sözüdür, “bildiğim bir şey var, o da hiçbir şey bilmediğimdir”. Bu söz alçak gönüllüğü ifade eder. Herkes her şeyi bilemez. Her şeyi bildiklerini sananlar, en çok yanılanlar, değil midir? Bildiklerini, tek doğru zanneden, kafalarında kalıplaşmış fikirler olan, kesin yargı sahibi kişiler dogmatik düşünürler. Başka türlü düşünenleri de ihanetle suçlarlar. Halbuki her şey gördüğün, bildiğin kadardır. Ondan ötesini bilenlere, konunun uzmanlarına bırakacaksın. Her konuda, özellikle yöneticilikte bilenlere danışacaksın..
     
             Sokrates, “cahil insan kendinin bile düşmanı iken, başkasına dost olması nasıl beklenir", sözünü asırlar önce boşuna söylememiş, cahil insandan kimseye yarar gelmeyeceğini güzelce anlatmış. Cahil insan, bilmeyen değil, bilmediğini bilmeyen insandır. Cahillik sadece tahsille de aşılmaz, bilgiyle birikimle, okumayla, kültürle, erdemle aşılır. Sokrates, o kişiler için de şöyle diyor; “kimseye bir şey öğretemem sadece onların düşünmelerini sağlayabilirim." 

           



11.03.2016
    

17 Şubat 2016 Çarşamba

SİYASETİN OKULU







              1988 yılında, Uzunköprü'de Sosyal Demokrat Halkçı Parti'ye (SHP) kayıt olduğumda bir parti büyüğü bana şöyle demişti; "siyasetin okulu yoktur, siyaset yaşayarak öğrenilir." Aradan 28 yıl geçti. Bu süre zarfında bu sözün doğruluğunu yaşayarak öğrendim. "Siyaseti, tam olarak öğrendiniz mi", derseniz. Öğrendiğimi söyleyemem. Çünkü bu süreç yaşam boyu sürer. Ancak siyasette verilen sözlerin tutulmadığını, takım (hizip) oyunu oynandığını, samimiyetin olmadığını ve her zaman iki kere ikinin dört etmediğini öğrendim. 

               Başka neler öğrendim?
   
              "Siyaset bir maratondur." Siyaset yapmak isterseniz kendinizi hayat boyu sürecek uzun soluklu bir yarışa hazırlamalısınız. Kısa zamanda geçici başarılar kazanabilirsiniz ama bu, siyasette kalıcı olmanıza yetmez. Kalıcı olmanız için gerçekten halka samimi yaklaşmanız ve yalansız, dolansız hizmet etmeniz gerekir. 

             "Siyasette her zaman hatalar yapılır." Bunlar bireyseldir ve faturasını herkes kendi öder. Ancak yönetimlerde görevliyseniz hatanızın bedelini halk öder. 

             "Siyaset ekiple yapılır."  Aynı düşünce etrafında birleşen insanlar bir araya gelip, bir ekip, bir kadro kurup, hedeflerine ulaşmaya çalışabilirler. Ancak bu kadrolaşma,(çamurdan olsun, benden olsun, anlayışıyla) hizip halini alırsa, bu durum, parti içinde ayrışmaya yol açar ve partiye zarar verir.
       
             "Düşmanlık üzerine siyaset yapılmaz." Siyasette bugün düşman olan, yarın dost olabilir. Onun için çıkarken kapıyı sert kapamamak lazım. Siyaset düşman üreterek yapılmaz. 
 
            "Seçilenlere saygı gösterilmeli."  Seçilen yöneticiler, seçildikten sonra tüm üyelerin hatta vatandaşların yöneticileridir. Saygı görmeyi hak ederler. Buna karşılık yöneticiler de halka tepeden bakmayıp, herkese kucak açmalıdırlar.        
            
            "Siyaset toplum için yapılmalıdır."  Ancak öyle yapılıyor mu?. Okuduğumuz, gördüğümüz kadarıyla bireysel çıkarlar ön planda. 1980’den sonra izlenen politikalar sonucu artık her şey parayla, lüks yaşamla ölçülür oldu. Onun için idealist siyasetçiler bir avuç kalırken, siyaset-çıkar ilişkisi kuran siyasetçilerin sayısı arttı.
             
            "Siyasette de kurallar vardır." Bu kuralları siyasi partiler yasası, partinin tüzük ve yönetmelikleri belirler. Genel başkanlar, MYK ve Parti Meclisleri partinin sahibi değil, geçici olarak yöneticileridir. Partilerin gerçek sahipleri üyelerdir, halktır. Onun için yönetimdekiler kurallara aykırı hareket edip, kendilerine yönelik avantajlar sağlayamazlar. Eğer keyfi davranılırsa, partiye oy ve gönül veren insanların karşısında inandırıcı olunamaz. Parti de halka değil, bir kısım siyasetçiye hizmet eder duruma düşer.
        
             Sonuç olarak siyaset; yediğimiz ekmekte, içtiğimiz suda, soluduğumuz havada, eğitimde, sağlıkta, savaşta, barışta, her yerde var. Toplumun huzur ve refahı ile çocuklarımızın geleceği için siyasette tüm yurttaşlarımıza görev düşmektedir. O da vatanımıza, bayrağımıza, cumhuriyetimize, Atatürk ve onun devrimlerine, demokratik, laik, sosyal hukuk devletine sahip çıkmaktır.

          



Hür Gazete 11.02.2016

6 Şubat 2016 Cumartesi

CHP 35. OLAĞAN KURULTAY’ININ ARDINDAN

               




         Cumhuriyet Halk Partisi, 35.Olağan Kurultayını 16-17 Ocak 2016 pazar günü gerçekleştirdi. Birinci günde, tek aday olan sayın Kemal Kılıçdaroğlu, kullanılan 990 oyun tamamını alarak tekrar genel başkan oldu. İkinci gün, il örgütlerinin istemesiyle çarşaf liste yöntemiyle Parti Meclisi seçimi yapıldı. 462 adayın olduğu Parti Meclisi seçimlerinde 60 üye seçilecekti. Bunun 8’ini Bilim Yönetim ve Kültür Platformu oluşturacaktı. Yine bu listelerde tüzüğe göre %33 cinsiyet kotası (kadın kotası olarak bilinir),%10’da gençlik kotası uygulanacaktı. Blok liste (kemik liste diye de adlandırılır) yerine çarşaf liste uygulandığı için genel merkezin desteklediği anahtar listenin dışından 28 kişi Parti Meclisine girdi.
        
          Bu genel bilgilerden sonra gelelim kurultayın Edirne yönüne. Çünkü kurultay bitti ancak Edirne’deki yankıları bitmedi. Edirne’de eleştiriler, 3 kurultay delegesinin oy kullanmadan geri dönmesi ve genel başkanın anahtar listesinde yer alan milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun gerektiği kadar desteklenmemiş olmasına idi. Bu eleştirilerde haklılık payı yok değil. Kurultay delegeleri açısından da, il başkanı tarafından da siyasi bir hatadır. Siyasi hatalar da siyaseten ödenir.

          Ankara’ya kulis için 3 gün önce gidilirken ve yapılan toplantılarda iki vekilden birisinin mutlaka Parti Meclisi’ne girmesinden bahsedilirken, şimdi ne oldu da üye bazında yapılan milletvekili önseçiminde birinci olan milletvekili desteklenmemiştir? İl başkanı ve ilçe başkanı artık seçildikten sonra sadece kendilerini seçenlerin değil tüm üyelerin il ve ilçe başkanlarıdır. Dolayısıyla görevlerinin başında, parti içinde üyeler arasında birliği, eşitliği sağlamak ve adil bir yönetim göstermek gelir. Kurultay delegelerinin görevlerini sağlıklı ve tam yapmasından da il başkanı sorumludur.

              Ayrıca, tartışmayı genişleterek eski kurultayları, gündeme taşıyarak, savunma yapmak partiye fayda getirmez. Ancak CHP Edirne tarihine not düşmek için CHP Uzunköprü eski ilçe başkanı (2007) ve 2008’de yapılan 32. Olağan Kurultayda, kurultay delegesi olarak görev yapan bir parti üyesi olarak ortaya atılan bir iddiaya açıklık getirmek istiyorum. Deniyor ki; "o kurultayda, kurultay delegeleri o zamanki bir milletvekilimizin Parti Meclisi’ne girmesini önledi." İddia bu. Doğrusu ise şöyle;

             O dönemde sayın Deniz Baykal’ın parti içindeki gücü tartışılmazdı. CHP 32. Olağan Kurultayında genel başkan Deniz Baykal'ın karşısına genel başkan aday adayı olarak Haluk Koç çıkmıştı. Edirne il yönetimi ve kurultay delegeleri olarak tek adamlığa karşı çıkmak ve parti içinde demokrasiyi sağlamak için Haluk Koç’a destek vermeyi kararlaştırmıştık. O zaman aday olmak için toplam kurultay delegesi sayısının %20’si olan 253 delegenin imzasını almak gerekiyordu. Sayı 168’de kaldı ve Divan’da açık imza vermemize rağmen imza sayısı yetmediğinden sayın Koç aday olamadı. Tek aday olarak rakipsiz kalan Deniz Baykal genel başkan seçildi. Onun hazırladığı Parti Meclis listesi blok liste olarak oylanarak kabul edildi. O Kurultayda Haluk Koç'a açık destek veren Edirne delegasyonunu Deniz Baykal’ın dinlemesi söz konusu değildi. Listeler tek olduğu halde, yine de saatlerce kuyrukta bekleyip oy verme görevimizi eksiksiz yerine getirdik.




Hür Gazete 26.01.2016