28 Ocak 2020 Salı

HAVADAN SUDAN



                                     
                                   
           

       Sabah erkenden kahvaltıdan önce yürüyüşe çıkmıştım. Bozuk yollarda yürümeye çabalarken, kapı komşumuz Hüseyin ile karşılaştım. Çiftçilikle uğraşan Hüseyin ilkokuldan sonra okumamıştı ama çok okumuşa taş çıkartırdı. Kafası iyi çalışır, olayları yerli yerine oturtur, boşa konuşmazdı. Aslen kasabaya yakın bir köydendi. Zaten işlediği tarlaları da, iş zamanı kaldıkları evde, oradaydı.

“ Ocam, günaydın.  Ayrola spor mu yapıyon?”
“ Evet, Hüseyin yolda düşmemeye çalışarak yürüyüş yapıyorum. Her gün 45 dakika yürüyüş yapmak, iyiymiş.”
“ Aman ocam dikkat edin. Geçendeki gibi düşmeyesiniz.
 “ Merak etme Hüseyin daha dikkatli yürüyorum. Geçenlerde düştüğümde                    kaldırımın bozuk olması kadar spor ayakkabıya yapışan kumlar da sanki paten                  gibi beni kaydırdı. Nasıl yeni seçilen köyünüzün muhtarından memnun                            musunuz?”

 “ Ah, ocam. Gelen gideni aratır, derler ya, aynen üüle oldu. İç bi şey yapmaz. Sade       kaavede pişpirik oynar, durur. Yollar bozuk, çöplerden, köpeklerden geçilmez.                 Sanki o mııtar olmamış, bana mısın demez. Vaasa yoksa valiyle, kaymakamla                   fotograf çektirsin. Face’mi nedir, orda paylaşsın, çok iş yaparmış gibi. Bi de                     köyün dünya kadar geliri sıfırlanmış, onun için köyün arazilerini satışa çıkarmış.         Eski mııtarı arıyoz”.
 “ Eh, Hüseyin, gelen gideni aratır.  Bu gibi deyimler defalarca denenerek yılların           imbiğinden geçmiştir. Her şeyi dört sözcükle özetleyiverir. Bu söz, halk arasında            yöneticiler için de söylenir. Gelenin, gideni aratmaması için gidenin yanlışlarını              yapmamaktır, onlardan ders çıkartmaktır asıl olan.
  “Evet, ocam.
        
 “Toplumu idare etmek iddiasıyla yola çıkanlar, yasalara uymak kadar toplum              vicdanına da uygun davranmak zorundadır.  Bir makama gelen bir yönetici çeşitli            konularda harcama yaparken yasalara uygun hareket ediyor olabilir ama bir de                bunun toplum vicdanında kabul görmesi gerekir. Onun için yöneticiler, her                      bireyin hakkı olan kamunun kaynağını toplumun öncelik taşıyan gerçek                            ihtiyaçlarına harcamak zorundadır. Uygar toplumlarda saydamlık ve hesap                        verilebilirlik ilkeleri vazgeçilmezdir. Orada kör kuruşun bile hesabı sorulur.”
 “ Ee ocam duuru sülersin. Adi bana müsaade, tarlaya gitcem. İi günler.”
 “ İyi günler, Hüseyin.”




             orhankalyoncu.blogspot.com.tr                 29.01.2020

                   
                


25 Ocak 2020 Cumartesi

ANA GİBİ YAR OLMAZ








                                                
                         
     "Ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz", atasözünü asıl deyişinden farklı olarak anne-babanın kıymetini ifade etmek  için, "ana gibi yar, baba gibi diyar olmaz", şeklinde  kullanırız. Gerçekten de anne ve babanın kıymetini hiçbir şeyle ölçemeyiz. Kuran-ı Kerim’e bakıldığında birçok ayette Allah'a imandan sonra ana-babaya iyilik etmek emredilmektedir. Anne, 9 ay karnında taşıdığı, her şeyden koruduğu çocuğu için canını bile feda etmekten çekinmez. Babalar da, çocukları için yemez yedirir, giymez giydirir. Çocukları için koruyucu ve kollayıcıdır. Durum genelde böyledir. Ancak günümüzde şahit olduğumuz bazı olaylarda anne-baba, çocuk ilişkisinin şiddet sarmalında adeta çığırından çıktığını görüyoruz. Eskiden, “Anne babaya el kalkmaz”, “büyüğe kalkan el kurur”, denirdi. Şimdi hayretle, gözlerimiz şaşkınlıkla açılmış vaziyette, çocukları tarafından katledilen anne- babaların haberlerini okuyoruz.
       
       İnternette yayınlanan bir videoda,18 yaşındaki bir genç, yaşlı annesini yerden yere savurarak, elindeki bıçakla onu bıçaklamaya çalışıyor. Çaresiz kadın bir şey yapamıyor, boş çuval gibi savrulduğu duvar dibinde oturuyor. Biz seyrediyoruz. Basın ve sosyal medyada, köpeğine vurdu diye babasını av tüfeğiyle öldüren bir gencin, Mersin Erdemli’de anne-babasını av tüfeğiyle öldüren 35 yaşındaki bir başka gencin haberlerini okuyoruz. Donmuş vaziyette ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. 21 Mart 2019’da Mersin’in Toroslar ilçesinde, 33 yaşındaki bir gencin anne-babasını bıçaklayarak öldürdüğünü, 21 Eylül 2019’da İstanbul Arnavutköy’de 24 yaşındaki bir gencin, beraber oturduğu üvey babası-annesini, kardeşini ve ağabeyini bıçakla öldürdüğünü, 2 Ekim 2019 tarihinde İzmir’de bir gencin içine siyanür koyduğu şerbeti anne- babasına içirerek onları katlettiğini medyadan öğreniyoruz.

        Bunun adını koyamıyoruz. Toplumu saran bir cinnet hali mi? Sadece dehşetle izliyoruz. İnsanları kötü etkileyen bu ve buna benzer olayların altında yatan toplumsal problemler nelerdir? Sağlıklı bir toplum hayatı için; devletin, bir an önce böyle toplum değerlerini alt-üst eden cinayetlerin artmasının sosyo-ekonomik, psikolojik nedenlerini araştırması ve çözüm yollarını hayata geçirmesi gerekir.


            orhankalyoncu.blogspot.com.tr              25.01.2020

21 Ocak 2020 Salı

BİZ BU KENTE İHANET ETTİK

Tarihi Uzunköprü


                                                       
           
Biz bu kente ihanet ettik. 576 yıl önce Anadolu’dan Avrupa’ya köprü olması için Osmanlı padişahı 2. Murat tarafından kurulan UZUNKÖPRÜ'ye ihanet ettik.
Havasını kirleterek ihanet ettik.
Ona can ve bir zamanlar adını veren Ergene nehrini kirleterek ihanet ettik.
576 yıldır zamana meydan okuyarak ayakta kalan tarihi taş köprümüzü yıkılmaya terk ettiğimiz için ihanet ettik
Tarihi taş köprümüzün bir kısım gözlerini yok ederek ihanet ettik.
Edirne belediye binasının benzeri tarihi belediye binamızı yıkarak ihanet ettik.
Tarihi sokak çeşmelerini yok ederek ihanet ettik.
Yıllanmış ağaçların gölgesinde oturduğumuz iki parkımızı betona gömerek ihanet ettik.
Sokaklarımızda sıralanan binaları testere dişi gibi iki ileri bir geri yaptırarak ihanet ettik.
Dar cadde ve sokaklarda evlerin güneş almasını önleyerek ihanet ettik.
Tehlikeli olabileceğini düşünmeden yerin altına düğün salonu yaparak ihanet ettik.
Kale gibi belediye binasını ve yüksek binaları şehrin merkezine dikip, rüzgarların, isli-dumanlı havayı dağıtmasını önleyerek ihanet ettik.
Tarihi Muradiye Caminin etrafını gelişigüzel bina ve barakalarla çevreleyerek ihanet ettik.
Çocuklarımızın oyun oynayacağı oyun alanları, halkın vakit geçireceği kent meydanları, parklar yapmayarak ihanet ettik.
Trafik keşmekeşini önlemeyerek ihanet ettik.
Otopark yapmayarak ihanet ettik.
Yolların, kaldırımların çukur ve engebeli durumuna seyirci kalarak ihanet ettik.
İş ve aş imkanları için gençlere ufuk açmayarak ihanet ettik.
Bu şehirde yetişen ancak doğduğu yerde yaşama, hizmet etme olanağı yaratamadığımız gençlerimiz ve yaşanabilir bir Uzunköprü bırakamadığımız gelecek nesillerimiz, başta sorumlular olmak üzere bizi affetsin.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr     21.01.2020

                 

                                                                       

16 Ocak 2020 Perşembe

UZUNKÖPRÜNÜN OTOBÜS GARAJI

Uzunköprü Otobüs Terminali

                                                 
                                 
             Uzunköprü'nün, 1984 yılına kadar Tarihi Köprü'nün yanı başında birkaç binadan oluşan küçük bir otobüs garajı vardı. Uzun yıllar hizmet vermişti. 1984 yılında yapılan yerel seçimlerde Uzunköprü belediye başkanlığına gelen Anavatan Partili (ANAP) belediye başkanı, ilk önce yeni bir otobüs terminali yapılması kararı aldı. Eski tanımıyla “otobüs garajı” artık ihtiyaca cevap vermiyor ve şehir içinde kalıyordu. Belediye başkanının görev süresi bitmeden yeni otobüs terminali Cumhuriyet Mahallesindeki yeni yerine taşınmıştı. 1989-1994 yıllarında Doğru Yol Partisi (DYP) belediye başkanlığı döneminde otobüs terminali faaliyetine devam etti. 1994-2004 Demokratik Sol Parti (DSP) belediye başkanlığı döneminde terminal binası esaslı bir tadilat gördü. 2004 yılında Demokrat Parti’den (DP) seçilen belediye başkanı terminalin şehirden uzak olmasını öne sürerek, eski yerine bir cep terminali açılmasına izin verdi. Ancak geçici olan cep terminali zamanla esas terminalin yerine geçti.
                
         2009-2019 yıllarında bu kez Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) belediye başkanı göreve geldi. O da Cumhuriyet Mahallesindeki atıl kalan ve zamanla bakımsızlıktan çökmeye başlayan terminal binasının yıkılmasına karar verdi. Artık terminalimiz kalmamıştı. Sadece ilk terminalin yerindeki cep terminali vardı. Orası da çok yetersizdi. Hem yolcular, hem de çalışanlar yaz-kış zor şartlar altındaydı. Geçici terminal neredeyse 15 yıldır böyleydi. Belediye bu kez yeni otobüs terminali için Uzunköprü’de uygun yer aramaya başladı. Kavak mahalle çıkışında yeni çevre yoluna ve köprüye yakın bir yer bulundu. Bu arada yeni seçimler oldu. 31 Mart 2019 yerel seçimler sonucu işbaşında yine CHP’li belediye başkanı vardı. Ancak yer sahiplerine, açılan mahkeme sonucu tespit edilen bedel ödenemeyince, bulunan yerin kamulaştırması yapılamadı. Takas önerileri de kabul edilmeyince bu kez yeni başkan ve yönetimi, başka seçenekler aramaya başladı. Geçtiğimiz günlerde de imar komisyonundan ve belediye meclisinden geçen kararla yeni terminal yerinin, Atatürk Mahallesinde, Esentepe mevkii olduğunu öğrendik.

         Uzunköprü'den ulaşılması zor olan bir yer tespit edilmiş. Bir süre sonra tekrar terminal yeri aranmaması için bir ulaşım planlaması yapılarak terminalin şehir içine bağlantısı için yeni bir yol açılmalı ya da mevcut yollar standartlara uygun olarak genişletilmelidir. Bununla birlikte terminalin çevre yoluna çıkışı (kavşak) alt ve üst köprülerle olmalıdır.  Böyle olursa Uzunköprü’nün 15 yıldır çözümlenmemiş bir sorunu çözülmüş olur.


orhankalyoncu.blogspot.com.tr        15.01.2020
                    


9 Ocak 2020 Perşembe

KİBİR ABİDESİ

Beylikdüzü-İstanbul

                                      
                
            “Kibir, başkalarını kullanmak için en iyi araçtır. Dinlerde-kadim öğretilerde kibir günahtır. Bu günahın insanın kalbinden geldiği, bencilliği, hırsın, kıskançlığın büyümesi ve eksik sevgi neticesinde ortaya çıktığı bilinir. Kibir sahibi, kendisini olduğundan büyük görür. Aşırılık halidir. Kibirli insana bir şey öğretilemez; çünkü o, çok bildiğine inanır. Bilmediğini bilmez”.
             
           Yukarıda yazılanlar, 17.12.2019 tarihli Sözcü Gazetesindeki Soner Yalçın’ın Hakikat Köşesinde yazdığı Şeytanın Avukatları adlı yazısından alınmıştır.  Soner Yalçın, bu köşe yazısında Amerikalı yazar Andrew Neiderman’ın romanından “Şeytanın Avukatı”  adıyla sinema filmi yapılan eserinden ve filmden bahsetmektedir.  Yazarımız bu filmden yola çıkarak büyük ilaç firmalarının Kara Kutu Yüzleşme Vakti adlı kitabına ve kendisine yaptıkları karalama kampanyasına cevap vermektedir. Soner Yalçın Kara kutu Yüzleşme Vakti adlı kitabında dev ilaç firmalarının yaptıkları ilaç sömürüsünü anlatmakta, o firmaları savunanlar için de şeytanın avukatları demektedir.
          
         “ Öyle ya, şeytan sayesinde güç kazanmışlardır, kaale alınmaya başlamışlardır ve sınıf atlamışlardır. Artık kibir sahibidirler; istediğiniz kadar hakikati göstermeye çalışın aradıkları gerçek filan değildir. Şeytanın avukatı olmuşlardır. Gıdayı, ilacı bozarak cehennemi dünya yapmışlardır”, diye yazısını sürdürür. Yazarın anlattıkları yalnızca ilaç dünyasını mı tanımlar? Hayatın her alanında bu gibi davranışlara rastlayabiliriz. Etrafımıza baktığımızda kendini dünyanın merkezine koyan, herkesi kendisinin etrafında dönen uydu sanan kibir abidesi siyaset insanları yok mudur? Pek çok. Bu tavrı özgüven diye tanımlayanlar da olabilir, ama bu tavır özgüvenden çok küçük dünyaları ben yarattım tavrıdır. Bu kibirli tavır aslında kendisine hazırladıkları tuzaktır. Çünkü toplum böyle davrananları elinin tersiyle iter.
           
           Kibirli insanlar, başkalarının kendilerine hayranlık duymasını isterler. Tevazu ve alçakgönüllülükten nasibini almadıkları için daima haklıdırlar. Bu nedenle kendi görüşlerini başkalarına dayatmak için mevkilerini veya otoritelerini kullanırlar. Sürekli olarak başkalarının onlar hakkında ne düşündüklerini bilme ihtiyaçlarını hissederler. Bunun için de bu bireylerin sosyal medyaya verdikleri önem oldukça dikkat çekicidir. Yukarıdaki satırlar da birçok okuyucumuza tanıdık gelmiştir. Çünkü etrafımızda böyle insanlar her gün artmakta tevazu sahibi insanlar azalmaktadır. Bunun nedeni yetişme tarzı mı, eğitim mi, karakter mi yoksa yazarımızın dediği gibi sevgi eksikliği mi?
           


orhankalyoncu.blogspot.com.tr    09.01.2020
            

5 Ocak 2020 Pazar

NE LÜZUMU VAR?


                                                  
                 

          Geçenlerde bizim partinin ilçe kongresi oldu. Bizimkiler ,”hocam, sen tecrübelisin, seni divanda görmek istiyoruz”, dediler. “Yapmayın, etmeyin. Ben 2-3 saat boyunca orada oturmaktan sıkılırım. Hem ben geleni gideni karşılayayım, delegelerle konuşur, belki onları bizim tarafa oy vermeye ikna ederim”, dedim. Ama dinletemedim. Diyeceksiniz ki sizin taraf neresi? Benim tarafım muhalefet tarafı. Ben oldum olası iktidarı hiç sevemedim. Muhalefeti tutmak her zaman bana daha demokratik geldi. İktidarı tutan zaten yeteri kadar vardı. Öyle ya,  bal oradaydı. Genel politikada da, parti içinde de muhalefet etmek zahmetlidir, zor iştir. Zorluklarla savaşırsın. İktidar yandaşları işleri bozulacağı korkusuyla muhaliflere soğuk dururlar. Halbuki muhalefet olacak ki iktidar olsun. Muhalefet olmazsa demokrasi olmaz. Kuşlar bile uçmak için iki kanada ihtiyaç duyarlar. Demokrasilerde de iktidarla muhalefet böyledir.
                  
          Neyse, kongre başladı. Kongredeki delegeler verilen önergeye uygun olarak yakın illerden birinin milletvekilini divan başkanı, beni 2. başkan, 3 delegeyi de divan katibi görevlerine seçtiler. Başkan adayları ve taraftarları adeta nefeslerini tutmuş kongrenin gidişatını takip ediyor, herhangi bir aksilik yaşanmasını istemiyorlardı. Her şey usulüne göre giderken sıra konuşmalara geldi. Sadece iki delege konuşmak için ismini yazdırdı. Ben de konuşmak isteyenlerin başına kendi ismimi yazdım. Delege değildim ama eski ilçe başkanı olduğum için kongrenin onur üyesiydim ve konuşma hakkım vardı. Bunu yasaklayan herhangi bir yasa, tüzük ya da yönetmelik yoktu.

            Ancak divan başkanı, “yok”, dedi. “Konuşamazsın”.
“Niye başkan, niye konuşmayayım?”
“Siz, divanda olduğunuz için tarafsız olmanız gerekir, konuşursanız tarafsızlığınız bozulur. Olmaz.”
“Başkan, siz divan başkanı olarak 15 dakika konuştunuz tarafsızlığınız bozulmadı. Ben 5 dakika konuşursam mı tarafsızlığım bozulur. Hem ne biliyorsunuz taraflı konuşacağımı?”
“Olmaz, konuşamazsınız”.
“Ben 2 yıldır kongrede konuşmayı bekliyorum. Burada konuşamazsam, nerede konuşacağım?”
“Olmaz.”
“ O zaman divandan çekiliyorum. İstifa ediyorum. Konuşma hakkımı kullanacağım. ”
“Olmaz, çekilemezsiniz."

           Bu konuşmalar aramızda sürerken divan başkanı diğer 3 katip üyeye dönerek, “arkadaşlar, Orhan bey konuşmak istiyor. Ne dersiniz?”
Bayan katip üye, “olmaz, olmaz. Nerede görülmüş divan üyesinin konuşması?”
Diğer iki katip üye, “ne lüzum var, hocam? Konuşursan ne olacak? Konuşmayıver.”
Oylama sonucu konuşma hakkım kullandırılmayınca vekile, “Ankara’ya geleceğim, orada konuşacağım”, dedim.
O da, “gel, misafirim ol. Başımın üstünde yerin var”.
Şimdi Ankara’ya gideceğim günleri iple çekiyorum.

           Ne mi Konuşacaktım? Konuşma hakkı verilseydi, aşağıdaki metni okuyacaktım.

           DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

       Ülkemizi 17 yıldır yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi, artık yorgunluk alametleri göstermekte, iç ve dış politika konularında yeni çözüm yolları bulamamaktadır. Ülkemiz, ekonomide hayat pahalılığı, enflasyon, döviz artışları, işsizlik ve iflaslar gibi dev sorunlarla karşı karşıyayken, dış politikada da, başta Suriye konusu olmak üzere Amerika ve Avrupa Birliği ile olan ilişkilerde istikrarlı ve olumlu bir tablo sergileyememiştir. Bu tabloyu değiştireceği söylenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden de AKP, beklediği itici gücü bulamamıştır.

          DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

       Ülkemizin bu durumunda; kökleri Kuvva-i Milliye’ye dayanan, Cumhuriyeti kuran ve ülkemize çok partili sistemi getirerek demokrasiye çok önemli katkılar sunan Cumhuriyet Halk Partisi, 31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimlerde özellikle büyük şehirlerden aldığı destek ile günümüzde de halkın umudu olmuştur. Başta genel başkanımız, milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız olmak üzere bu umudu boşa çıkarmaya kimsenin hakkı yoktur. İktidara giden yol parti içinde demokratik kanalların açılmasından geçer. Gruplaşmaları önlemek, birlik ve beraberlik içinde çalışmalarda tüm üyelerin katılımını sağlamak için ön seçimlerin uygulanması şarttır. Tüm üyelerin; yöneticilerden eşit, adil, hakkaniyetli, saydam, hesap verebilir bir yönetim anlayışını görmek istemesi en tabii hakkıdır. 

            DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

         İki yıldır yönetimde olan CHP Uzunköprü İlçe Yönetimi ne yazık ki 2 yılın sonunda izledikleri yönetim biçimiyle geçen kongrede kendilerine gösterilen güveni boşa çıkarmışlar, değişim ve demokrasi diye yola çıkmışlarsa da, tam aksini yapmışlar ve bir grup gibi davranarak kucaklayıcı olamamışlardır. Yerel seçimler öncesi bir kısım aday adayları, STK başkanları, Kadın ve Gençlik Kolu başkanları dilekçe vererek belediye ve il genel meclisi üyelikleri için sandık konulmasını istemişler ama CHP ilçe yönetimi oy sandığını üyelerin önüne getirmemiş, il genel meclis üyeliği için Edirne'nin 4 ilçesi eğilim yoklaması yaparken Uzunköprü ilçe yönetimi, o ilçeler kadar demokratik olamamıştır. Bu nedenle 15 kadar meclis üyesi aday adayı istifa ederek adaylıktan çekilmiştir. Bu durum sonucunda hem üyelerin seçme, hem de aday adaylarının seçilme hakkı elinden alınmıştır. Seçim öncesi parti binasında ilçe başkanının çağrısı üzerine yapılan “Eski İlçe Başkanları” toplantısında eski bir ilçe başkanı olarak, İlçe Danışma Kurulunun toplanmasını, seçim komitelerinin kurulmasını önermiştim. Bunlar da yapılmadı. Belediye ve il genel meclis üye listeleri dar bir grupta hazırlanıp yönetime getirilerek kabul edildi. Geçen 9 ayda gerek belediyede, gerekse yönetimde işlerin yolunda gitmemesinin nedeni, seçim sürecindeki izlenen bu yanlış yol ve yönetim anlayışıdır. Eskiden yapılan yanlışları aynen tekrar etmişlerdir.

            DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

      Partiye, ilkelerine sahip çıkmak, iktidar olması için çalışmak suçsa, ben suçluyum.

         Demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla ülkemde yerleşmesini istemek suçsa, ben suçluyum.

     30 yılı aşkındır karda kışta partimin her mitingine, toplantısına, seçim çalışmasına katılmaya çalışmak suçsa, ben suçluyum.

         Öğrencilerime bilgilerimi aktarırken; insanı sevmeyi, ilkeli olmayı, önce toplum demeyi öğretmeye çalışmak suçsa, ben suçluyum.

         Ancak unutulmasın ki; biz ideallerimizden, Atatürk’ün yolundan, cumhuriyet ve demokrasi sevdamızdan ölsek bile vazgeçmeyiz.

            DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

  Size sağlıklı, mutlu günler diliyorum. Hepinize sevgi saygılar sunuyorum.                                

           Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti. Yaşasın Cumhuriyet Halk Partisi.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr      5 Ocak 2019