20 Ekim 2021 Çarşamba

TARİHİ EDİRNE EVLERİ

 




                                         

TARİHİ EDİRNE EVLERİ



      Ülkemizin kuzeybatısında Yunanistan ve Bulgaristan sınırında yer alan Edirne Osmanlı Devletine başkentlik yapmış, tarihi bir kentimizdir. 2018 sayımına göre Merkez nüfusu 180.327’dir. Arda, Tunca ve Meriç Nehirlerinin buluştuğu düzlükte kurulmuştur. Serhat kenti Edirne; doğası, tarihi, kültürü ve üniversitesi ile ülkemizin Batı'ya açılan penceresidir. Çağdaş kent yapısı ile bir Avrupa kentinden farksızdır.

     Altyapı eksikliği giderilmeye çalışılırken son gittiğimde Edirne 'de gözüme çarpan başka bir eksiklik daha oldu. O da Safranbolu evleri gibi tarihi değere sahip Edirne Evlerinin bakımsızlığı. Bakım ve onarım bekleyen evlerden ben iki tanesine Sabuni Mahallesinde rastladım. Hatta yıkılmak üzere olan bir tanesinin üzerinde T.C Edirne Valiliği ve ÇKV’nın şu tabelası vardı. “Tarihi Tescilli Yapı T.C Edirne Valiliği Tarihi Konakları İhya Projesi kapsamında Edirne İli Çevre Koruma Vakfı tarafından yapılmaktadır.” Tabelanın altında 2018 tarihi vardı. Anlaşılan bu tarihi eserin ihya edilmesi 2018’den beri bekliyor. 2018’den beri el atılmayan bu yapı biraz daha bekletilirse kendisinden bile eser kalmayacak. Başta Mimar Sinan’ın Osmanlı Padişahi 2. Selim için yaptığı Selimiye Camii (yapımı 1568-1575) olmak üzere yüzlerce tarihi esere ev sahipliği yapan Edirne’de Tarihi Edirne Evleri de ilgi bekliyor.

      Vikipedi’de kaynakçası Anadolu'da Ev ve İnsan/Prof. Dr. Metin SÖZEN-Prof. Dr. Cengiz ERUZUN/Emlak Bankası Yayınları olan Edirne Evleri ile bilgiler şöyle; 18. yüzyıldaki Eski Edirne’den günümüze kadar gelen Edirne Evlerinin hemen hemen tümü ahşaptı. Dış yüzey bağdadi sıva ya da ahşap kaplamadır. İki kattan fazla hemen hemen yok gibidir. Odalar büyüdükçe ve tepe pencereleri bulunan, içi oldukça özenle süslenmiş mekânlardır. Evlerin tümü bahçe içinde yer alırdı. Bahçe içindeki konumlarına göre incelendiğinde üç ana başlık altında toplamak mümkündür. Sokak üzerinde yer alanlar : İki katlı olanların üst katında sokağa bakan pencereler olmasına rağmen alt katta pencere yoktur. Tek katlı evlerde ise sokak cephesinde hiç pencere yoktur. Sokaktan uzakta ve bahçenin bir köşesinde yer alanlar : Komşu arsalara bitişik olanlarda, komşuya bakan cephede hiç pencere yoktur. Pencereler tamamen kendi bahçelerine bakarlar. Ağaçlı ve çiçekli bahçenin ortasında yer alanlar : Evin dört yönü de bahçeye baktığı için, istenen yönlere rahatlıkla pencere açma olanağı söz konusudur. Odalar en sade yaşayanlarından, çok zengin ve görkemli yaşam sürdürenlere kadar aynı ilkelerin geçerli olduğu bir düzendeydi. Odaların hepsi insan yaşamı için gerekli ihtiyaçları karşılayabilen düzeyde olmasına rağmen yine de Edirne evlerinde belli işlevlere göre ad alan odalar vardır. Oturma Odası: Günlük oda olarak bilinir. Yatak Odası: Eski dönemlerde Musandralık denilirdi. Misafir Odası: Konuklara ayrılan odaya Hoşametlik, denilirdi. Ayrıca bazı evlerde namaz odaları adı verilen namaz kılmaya ayrılmış bir mekân daha vardır.

     Tarihi yapılar insanlığın ortak mirasıdır. Onları korumak, bizden sonraki nesillere aktarmak hepimizin görevidir.

 

Orhankalyoncu.blogspot.com.tr         22.10.2021

 

 

 

 

 

 

 

 


15 Ekim 2021 Cuma

PARLAMENTER SİSTEM

 




Gazi Mustafa Kemal Atatürk





                                       

      15 Ekim 2021 itibarıyla Türk lirası, Dolar- Euro karşısında güneş görmüş kar gibi eridi. Bu durumun hayat pahalılığının artmasına, alım gücümüzün düşmesine neden olacağını söylemek, kehanet sayılmaz. İğneden ipliğe gelecek zamlar herkesi olumsuz etkileyecektir. 22 Haziran 2018 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmeden önce Dolar 4,70, Euro 5,50 TL idi. Üç buçuk yılda döviz yüzde yüze yakın arttı? Bu durum muhalefetin ileri sürdüğü gibi yönetim sistemi ile ilgili olabilir mi?

      Muhalefet partileri, ekonomik konuların yanında "erken seçim" ve “İyileştirilmiş Parlamenter Sistem” konularını da gündemde tutmaya devam ediyorlar. 5 yıl için seçilen cumhurbaşkanı ve milletvekillerinin görev sürelerinin dolmasına daha 18 aylık bir süre olmasına rağmen ülkemizde bir seçim atmosferi hakim oldu. Şimdiden vaatler havada uçuşmakta, partiler kendi aralarında temaslar yapmakta, halk arasında dolaşmaktadırlar. Muhalefet partilerinin en büyük seçim vaadi, sistem değişikliği üzerinedir. “İyileştirilmiş, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”, sözlerini Millet İttifakını oluşturan muhalefet partilerinden çok duyuyoruz.

         16 Nisan 2017’de yapılan referandum ile yürürlüğe giren anayasa değişikliğiyle Türkiye’nin yönetim şekli esaslı bir şekilde değişime uğradı. 24 Haziran 2018 seçimlerinden sonra ülkemiz, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yönetiliyor. Cumhurbaşkanı Hükümet Sisteminde, cumhurbaşkanı aynı zamanda parti genel başkanıdır. Bakanların ve cumhurbaşkanı yardımcılarının hepsi dışarıdan atanır ve onların sorumluluğu sadece cumhurbaşkanına karşıdır. İstediği takdirde cumhurbaşkanı onları görevden alabilir. Eğer milletvekillerinden biri bakan olursa milletvekilliğinden istifa etmesi gerekir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde bakanlar için güvenoyu ve gensoru verilemeyecektir. Bütçeyi cumhurbaşkanı hazırlayacak, millet meclisinde kabul edilmediği takdirde yeniden değerleme oranında arttırılarak geçerli olacaktır. Cumhurbaşkanı kararnameler çıkarabilecek, yüksek yargı ve devletin üst yönetim kadrolarını atayabilecektir. Parlamenter Sistemde ise cumhurbaşkanı devleti temsil eder, tarafsızdır, sembolik yetkilere sahiptir. Hükümet, halkın seçtiği milletvekillerinin oluşturduğu meclisin içinden çıkmaktadır. Çoğunluğu kazanan veya en fazla milletvekili çıkaran siyasi partinin genel başkanı başbakan olarak atanır ve hükümeti kurar. Bakanlarını genel olarak milletvekillerinden seçer. Meclis, yasa yapmanın yanı sıra, güvenoyu, gensoru yoluyla da hükümet üzerinde denetim görevini yapar. Hükümetin hazırladığı bütçeyi oylarıyla onaylar veya reddeder. Diğer denetim görevini de bağımsız ve tarafsız yargı yapar. Yürütme, yasama ve yargı böylece bir dengeye kavuşur.

        Önümüzdeki genel seçimler, mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Parlamenter Sistem arasındaki halkın tercihini gösterecek. Seçim sonuçları, bu konuda referandum niteliğinde olacak. Mevcut sistemin, karar ve icraat sürecini hızlandırdığını öne süren Cumhur İttifakını oluşturan Ak Parti, MHP, BBP, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden yana tavır alırken, bu kadar yetkinin bir kişiye verilemeyeceğini savunan Millet İttifakını oluşturan CHP, İyi Parti, DP, SP ile yeni kurulan Deva, Gelecek, Memleket ve Değişim partileri, Parlamenter Sistemden yana ağırlıklarını koymaktadırlar.

       İktidara talip olan Millet İttifakını oluşturan siyasi partiler, seçim öncesi “İyileştirilmiş, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”, derken bunun tanımını, eski sistemden ne farkı olacağını da açıklamaları gerekir. Örneğin; siyasi partiler yasası ve seçim yasaları değişerek, daha demokratik hale gelecek mi? Seçim barajı düşecek veya kaldırılacak mı? Siyasi partilerde lider ve ekibinin kayıtsız egemenliği devam edecek mi? Milletvekili, belediye başkanı, belediye ve il genel meclisi adaylarını parti üyeleri mi seçecek, yoksa bu adaylar yine genel merkez tarafından mı atanacak? Kısacası, parti içi demokrasi olacak mı?


orhankalyoncu.blogspot.com.tr                           15.10.2021

       

          

 

 


27 Eylül 2021 Pazartesi

NİNNİLERLE UYUTAN DİZİLER

 

                                                    

Beyaz Fener



 

        2020 yılının ilk aylarında başlayan Coronavırus (Covid 19) salgını, 2021 yılında da değişik varyantlarla etkisini sürdürüyor. Aşının uygulanması ile beraber ölümler azaldı ise de vaka ve vefat sayıları tamamen sona ermedi. 26 Eylül 2021 tarihi itibarıyla ülkemizde günlük vaka sayısı 25,861, vefat sayısı 228 olmuştur. Aşının yaygınlaşması tek çare olarak gözüküyor. Pandemi, sadece ölümcül bir salgın olarak kalmadı, bununla beraber ekonomik ve sosyal yönden de toplumları derinden etkileyip, yaşam tarzını değiştirdi. Pandemi döneminde evlere kapandık. Sosyal hayatımız iyice kısıtlandı. Ev kadınları, emekliler, işini kaybedenler, uzaktan eğitim nedeniyle okullara gidemeyen öğrenciler evde uzun süre geçirmek zorunda kaldılar. Kitap okuma alışkanlığı ülkemizde yaygın olmadığından, internet ve TV halkın tek seçeneği oldu.

       Bu süreçte, İster, istemez zorunlu televizyon seyircileri kervanına ben de katıldım. Televizyon kanalları arasında dolaşırken bir diziye rastladım. Adı, Yasak Elma imiş. Pür makyajlı kadınlar, lüks konutlarda entrika üstüne entrika çeviriyorlar. Onu beğenmedim. Diğer kanala bakalım. O da ne? Zengin bir çevrede, mesleği müteahhitlik olan Sadakatsiz bir adam, başarılı bir doktor olan eşini genç bir kızla aldatıyor. Çocukları arada kalıyor. Birbirlerine oynadıkları, çevirdikleri filmleri izliyoruz. Yok, onu da beğenmedim, Başka bir kanalda, başka bir dizi bizi bekliyor. Masumlar Apartmanı. Kardeşler bir dairede, kiracıları apartmanın başka bir dairesinde oturuyor. Ev sahibi delikanlı, kiracı kız ile gizlice evleniyor. Ev sahibi delikanlı ve kız kardeşleri biraz çatlak. Hikaye öyle fantastik rüyalar eşliğinde sürüyor. Arka Sokaklarda bir polisiye dizisine bakalım. O da ne pıtrak gibi insan ölüyor. Zaten hastalık kasıp, kavuruyor. Bir de dizi icabı da olsa bu kadar kan görmeye dayanamayız. Başka bir kanala bakalım. Yine başarılı iş adamları, şık hanımlar, lüks konutlar, lüks araçlar Barajda başlayan maceralarına villalarında devam ediyorlar. Neyse akşamı geçirdik. Gündüz programlarında belki içimiz açılır. Ama nerede? Kayıp, ihanet, cinayet, katili bulma programlarından geçilmiyor. Moral verici bir program yok. Survivor, yemek, gelin-kaynana kavgaları, moda programları da sabun köpüğü gibi uçup, gidiyor. Aklımızda sadece kavgalar kalıyor. 

        Eskiden siyah beyaz bir aşk hikayesi gibiydi televizyon dizileri. Perihan Abla, mahallenin ablasıydı. Mahallenin Muhtarlarını özlemle beklerdik. Halkın içinden Kapıcı Cafer, Cemil-Sevim çifti vardı, Bizimkilerde. Akasya Durağı, Seksenler, Kurtuluş dizileri daha yakın zamanlardaydı. Müzik programları olurdu, Bir Başka Gece, Kantolar, Solistler Geçidi gibi. Şimdi müzik yok oldu. “Olacak O Kadar Televizyonu” vardı, Levent-Oya Kırca’nın. Ali Kırca’nın sunduğu, Siyaset Meydanı tartışma programlarının liste başıydı. Siyasi parti liderlerinin yuvarlak masa etrafındaki tartışmaları sabaha kadar izlenirdi. 

       Televizyon için yabancıların kullandıkları bir söz vardır, “Aptal Kutusu”. Doğru mu, değil mi? Onu dizileri izleyenlere bırakalım. Yine de televizyon programlarının bizi uyutmasına izin vermeden, beynimizin uyuşmaması için kitap okumaya ne dersiniz?

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr                 26.09.2021

     

26 Ağustos 2021 Perşembe

ERİKLİNİN GÖZYAŞLARI



 

                              

ERİKLİ SAHİLİ

       

        Ülkemizin hemen hemen her köşesi tabiatın çeşitli güzelliklerine sahiptir. Saros Körfezi de bunlardan biridir. Bu güzellikleri korumak, gelecek nesillere bırakmak her yurtseverin görevi olması gerekirken ne yazık ki el birliğiyle rant uğruna hoyratça tahrip ediyoruz. Bölgemizin Keşan ilçesinin mücavir sahası içinde yer alan Erikli Sahili ve civarı da bundan nasibini alıyor. Erikli köyü tepelerinden başlayarak pıtrak gibi çoğalan deniz manzaralı evlerin alt yapıları bir soru işareti olarak karşımızda duruyor. Saroz Körfezini etkileyecek Sazlıdere’deki doğalgaz limanı inşaatı itirazlara rağmen devam ediyor. Kumsalların kiralanması da anayasal bir hak olarak halkın sahillerden yararlanma hakkına açıkça aykırılık teşkil ediyor.

       Bunlarla beraber Saros Körfezinin gelişmiş merkezlerinden biri olan Erikli Sahilinin de birçok sorunu var. Bunların başında su, kanalizasyon, arıtma ve yol gibi alt yapı hizmetleri gelir. Bu sahile 30 yıldır Erikli Sahili sakinlerinin kurmuş olduğu kooperatif eliyle hizmet geldi. Ancak o zamanki nüfusa göre planlanan hizmetler artan nüfus ve ev sayısıyla beraber yetersiz kalmaya başlayınca, daha kaliteli hizmet gelmesi ümidiyle üyeler, genel kurul kararıyla 2019’da kooperatifi tüm mal varlığıyla belediyeye devretti. Amaçlanan, Erikli Sahilinin her türlü gelirini alan Keşan Belediyesinin buraya artık üvey evlat değil, öz evlat gibi davranması idi. 

      Öyle mi oldu? Pek değil. Belediye, ilk önce iş başına gelir gelmez daha önceden kooperatifin getirmiş olduğu suya yüzde yüz zam yaptı. Üyelerin beklemediği bir durumdu. Bu nedenle Erikli Sahili sakinlerinin bir kısmının belediyeye karşı bir güven kaybı oldu. Yapılacak bir şey yoktu. Yetki belediyede idi. 2020 yaz sezonuna su getirilecekti. Pandemi öne sürülerek o da olmadı. Halbuki temiz su, başta pandemi ve diğer salgın hastalıkları önlemek için acilen getirilmeliydi. Arıtma tesisleri de çevresine pis koku yaymaya ve yeteri kadar arıtılmadan denize bırakılan su nedeniyle denizi kirletmeye devam etti. Yol çalışması olarak da bir kaç asfalt yamanmasının ötesine geçilmedi. Geçen sezon gelmeyen su, bu sezonun başına da yetişmedi. 19-20 Temmuz 2021 gibi su verilmeye başlandı. Bu kez de eski şebekeye tazyikli su verilince birçok yerde su boruları patladı. Neredeyse petrol fışkırır gibi bazen günlerce sular boşa aktı. Sanki Eriklinin gözyaşlarıydı. Yetersiz sayıdaki elemanlar da ne yapacaklarını, nereye yetişeceklerini şaşırdılar. Bu durum daha önceden öngörülmeli ve planlanmalı idi. Böylece hem vatandaş mağdur olmaz, hem de sular boşuna akmazdı.

     Bir de, gelen hizmetin bedeline bakalım; su bağlantı bedeli olarak eski su abonelerinden peşin 6.625 TL, yeni abonelerden 9.125 TL isteniyor. Vadeli ödersen 2.307 TL gibi bir faiz işletiliyor. Bu hesaplama, hizmet odaklı değil, tamamen kar odaklı bir hesaplama. Katılım bedeli, yapılan masrafın bir kısmını halktan almayı gerektirir. Bu sistem ise bütün parayı vatandaştan çıkarmayı hedefliyor. Bunun için Belediye, söz konusu parayı katılım bedeli olarak değil, su bağlantı bedeli olarak aldığını ileri sürüyor. Sonraki yıllarda yapılacak konutların abonelikleri ve su bedelleri de kar hanesine yazılacak. Yaparsa gönüllerin belediyesi yapar. Ne diyelim!

 

orhankalyoncu.blogspot.com tr       26.08.2021

       

 

        

9 Ağustos 2021 Pazartesi

UZUNKÖPRÜ’DE PARKLAR


 

                                       

UZUNKÖPRÜ Atatürk Parkı

          

          Uzunköprü yeşil alan, meydan ve parklar konusunda oldum olası zengin sayılmaz. Yeni yerleşim merkezi olan Cumhuriyet Mahallesinde son aylarda yeni parklar açılmasına rağmen merkez mahallelerde oturan yurttaşlarımız bu imkandan mahrum kaldılar. Halbuki Uzunköprü’de yarım asır önce merkezde gerçek iki park vardı. Hükümet Konağı karşısındaki park ve Cumhuriyet Meydanının yanındaki park. Halk arasında yukarı park ve aşağı park diye geçerdi. Halkın asıl rağbet ettiği yukarı parktı. Yaz aylarında her zaman dolar taşardı. Yer bulamayanlar da, günümüzde betonlaşan, aşağı parka giderlerdi. Televizyon, bilgisayarın yaygın olmadığı, deniz kenarlarının henüz çok rağbet görmediği, otomobil sahibi olmanın bir hayal sayıldığı dönemlerde rengarenk çiçeklere ve asırlık ağaçlara sahip parklarımız halkın tek nefes alabildiği yerlerdi. Her zaman bakımlı idiler.

         Günümüzde de parklar revaçta olmaya devam ediyorlar. İnsanlar açık havada, toprakla, yeşilin buluştuğu mekanlarda oturup, dinlenmeye dostları ve ailesiyle sohbet etmeye ihtiyaç duyarlar.  Aynı zamanda parklar, çiçeği, ağacı ve yeşiliyle görsel olarak da göze hitap ederler. Kısacası parklar bir kentin olmazsa olmazıdır. Bu yerlerin kentin merkezinde her an ulaşabilecek yerde olması da önemlidir. Evde sıkılan bir anne çocuğunu alıp, hemen hava almaya çıkabilmeli, iki yaşlı amca çok yürümeden gelip orada sohbet edebilmeli, gençler vakit geçirebilmeli, bir kişi dışarıdan gelen konuğunu orada ağırlayabilmelidir. Uzunköprü’de böyle bir konumda olan Atatürk Parkının yeniden düzenlenerek halkın hizmetine açılması Uzunköprülüler için bir kazanımdır. Kentin tam merkezinde olan bu parkımızın önce bir kısmı betonlaştırılarak düğün salonu ve dükkanlar yapılmış, daha sonra da bir kısmı otoparka çevrilmişti. Uzun yıllardır bakımsız kalan bu parkımızın tekrar halkın hizmetine girmesini bir Uzunköprülü olarak memnuniyetle karşılıyorum.

       Uzunköprü Belediyesi tarafından işletmesi yapılan Atatürk Parkı, kuşkusuz çok önemli bir ihtiyacı karşılıyor. Yeni olduğu için bazı eksiklerin olması da normaldir. Yüksek ağaçlara konan kuşların, ön tarafı kuş pislikleriyle batırdığı görülüyor. İlk önce mikrop saçan kuş pislikleri için acilen önlem alınması gerekir. Onlar için o ağaçların etrafına bez ya da branda türü şeyler gerilebilir. Üst taraftaki masaların örtüsüz olması da şık durmuyor. Garson olarak görevlendirilen belediye personeli de mesleki olarak göreve yabancı duruyorlar. Yapmak kadar işletmenin de önemli olduğunu unutmayalım.

        Özellikle yazın sıcak günlerinde insanların gidebileceği parklar, meydanlar yeşil alanlar Uzunköprü içinde çoğaltılmalıdır. Küçücük Telli Çeşme Meydanında bile pandemiden önce banklarda yer bulunmuyordu. Kent merkezinde daha fazla yeşil alana ve parka ihtiyaç olduğu açık. Bu konuda Kırkkavak Deresi bulunmaz bir fırsat gibi duruyor.  I9 Mayıs Caddesinin üzerinde bulunan Pancar Şirketinin yeri de değerlendirilebilir. Düşünülen Festival Alanı projesi ile birlikte Cep Terminali, Pazaryeri ve Mazhar Müfit Kansu Parkı tekrar düzenlenebilir, şehirle bütünleşebilir. Sonuç olarak Uzunköprü parklarıyla, yeşil alanlarıyla yaşanabilir ve örnek bir kent olmalıdır.

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr      09.08.2021

 

       



20 Nisan 2021 Salı

DÜNYA LİDERİ ATATÜRK

 

Dünya Lideri ATATÜRK

                                 

                           

 

             Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO, 1981 yılını Atatürk’ün 100. doğum yılı münasebetiyle, dünyada, “ Atatürk Yılı” olarak kutlanmasına karar vermişti. Kararın gerekçesinde şöyle yazılıydı; “Atatürk, uluslararası anlayış, iş birliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi, olağanüstü reformlar gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk lider, insan haklarına saygılı dünya barışının öncüsü, bütün hayatı boyunca insanlar arasında renk, din ve ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı, Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu.”        

            Atatürk, kendisine verilen bu payeye ve dünyaca gösterilen ilgiye nasıl yanıt verirdi? İttihatçıların Lideri Cemal Paşa ile aralarında geçen bir konuşmada şöyle diyordu: “Büyüklük odur ki; hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, ülke için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin karşında bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen buna dayanacaksın. Önüne sonsuz engeller yığacaklardır. Kendini büyük değil, küçük, zayıf ve araçsız bir hiç gibi düşünerek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanmış olarak bu engelleri aşacaksın. Ondan sonra da sana büyüksün, derlerse, bunu diyenlere de güleceksin.”

          Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu değil, aynı zamanda 20. asrın en büyük lideri ve devlet adamıydı. Atatürk, 57 yıllık kısa yaşamında birçok askeri zaferler kazanmış, devrimler yaparak yokluklardan kısa zamanda modern bir ülke yaratmıştır. Atatürk, 101 yıl önce 23 Nisan 1920’de Türk Milletinin sinesinden doğan Türkiye Büyük Millet Meclisini toplayarak,  Türk Milletinin kurtuluşuna ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna giden yolu açmıştır.  Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu Türkiye Büyük Millet Meclisinin duvarlarına silinmez harflerle yazdırmış, Türk Milletinin, ilelebet bağımsız ve özgür yaşamasını hedeflemiştir. Devrimler, bunun için yapılmış, saltanat ve hilafet bunun için kaldırılmıştır.

          Ölümünden 82 yıl sonra bile Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşleri, hedefleri ve ilkelerinin geçerliliğini koruması, onun çağının çok ilerisinde olduğunu, yüzyılın Dünya Lideri olduğunu gösterir. Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan her Türk yurttaşının Atatürk ve arkadaşlarına şükran borcu vardır.

          Son söz: “Ey Türk Gençliği; Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir”  Gazi Mustafa Kemal Atatürk

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr           20.04.2021

 

 


13 Nisan 2021 Salı

HER YER KIRMIZI

 




                                                      


                                    

          Ülkemizde her gün gündem değişiyor. Ancak bir gündem maddesi var ki, uzun zamandır değişmiyor. Bir yılı aşkındır dünyayı ve ülkemizi derinden sarsan, her geçen gün etrafımızdaki çemberi daraltan Coronavirus (Covid-19) salgınından bahsediyorum. Bu konudaki bilim adamlarının uyarılarını ve alınması gereken önlemleri ne yazık ki yeterli ciddiyette uygulayamadık. Sonuç olarak artık salgının neredeyse uğramadığı hane kalmadı. T.C Sağlık Bakanlığı’nın 13 Nisan 2021 tarihli Covid-19 tablosuna göre ülkemizdeki günlük vaka sayısı 59,187, vefat sayısı 273’tür. Toplam vaka sayısı 3,962,760, vefat sayısı ise 34,962’dir. Türkiye haritası yüksek riski gösteren kırmızı renge boyandı. Nüfusa göre vaka sayısı açısından Avrupa’da birinci, dünyada da ilk sıralardayız. Bu durum iç açıcı bir tablo değil. Uzun süredir dükkanları kapalı esnafı, işsiz kalan emekçileri, okula gidemeyen öğrencileri, çok yoğun çalışan hekim ve sağlık çalışanlarını düşünürsek, bu tablonun bu şekilde sürdürülemeyeceği çok açıktır.

      Her şeyin başı sağlıktır. Ekonomik kayıpları telafi etmek mümkün ama insan kaybı ne olacak? Hastanelerde, boş yatak bulunmuyor. Başta İstanbul olmak üzere pek çok yerde vaka sayıları katlanarak arttı. Bazı sağlık otoritelerinin söylediği gibi tam kapanmaya bir türlü gidilmedi. Geçen yıldan beri peyderpey kademeli olarak bazı önlemler alındıysa da bunların çok etkili olamadığı, bazen de kurallara riayet edilmediği görüldü. Kalabalık cenazeler, parti kongreleri, açılışlar ve ziyaretler sosyal izolasyonu bozunca geriye sadece maske, mesafe, temizlik kaldı. Bu da salgının yayılmasını önlemeye yetmedi. Böylece salgın adeta pik yaptı.

    13 Nisan 2021 Salı akşamı, daha önce uygulanan kısıtlamalara ilaveten bazı tedbirler açıklandı. Tam kapanma içermeyen bu önlemlerin etkisinin ne kadar olacağını iki hafta sonunda göreceğiz. Öte yandan bilim adamlarımızdan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necmettin Ünal 9 Nisan 2021 tarihli Sözcü Hafta Sonu gazetesinde salgının yayılmasının durdurulması için alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:

1-Tüm ülkede 3-4 haftalık tam kapanma uygulaması başlamalı.

2-Kapanma sonrası kısıtlamalar belirlenmeli, yeterli aşılama oranları sağlanıncaya kadar bu kısıtlamalar sürmeli. Kısıtlamalar küçük adımlı ve sürece yayarak gevşetilmeli.

3-Bu süreçte tüm veriler günlük ve tamamen şeffaf olarak paylaşılmalı.

4-Uygulamalardan zarar gören tüm sektörler ekonomik olarak desteklenmeli.

5-Aşı çeşitliliği ve gerekli aşı dozu sayısı, en kısa zamanda temin edilmeli ve hemen uygulanmalı.

6-Çift doz aşı yapılan ve bunun üzerinden 3-4 hafta geçenlerin, yani bağışıklığı oluşanların aktiviteleri bir aşı kimliği ibrazı şartı ile kademeli olarak arttırılmalı.

7-Ülkemize yurt dışından girişlerde aşı kimliği istenmeli. Bunun olmadığı şartlarda PCR ve karantina zorunlu hale getirilmeli.

    

Son söz: Kurallara, önce kuralları koyanların uyması gerekir.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr              13.04.2021

                            

 

      


6 Nisan 2021 Salı

İNSAN SEVGİSİ

 



   

 

                              

MEVLANA (1207-1273)

                              

 

                1238 ve 1320 yılları arasında Anadolu’da yaşamış, Türkçe şiirin öncüsü tasavvuf ve halk şairi Yunus Emre, insan sevgisinden bahsettiği bir şiirinde şöyle diyor;

                  Ben gelmedim dava için,

                  Benim işim sevi için

                  Dostun evi gönüllerdir,

                  Gönüller yapmaya geldim                   

Son yıllarda yaşanan salgın hastalıkla beraber, göz açıp, kapayıncaya kadar geçen sürede sevdiklerimizin yaşamdan koptuklarını, ömürlerinin baharındaki insanların, sevdiklerine veda edemeden, dünyayı terk ettiklerini gördük. İnsanlar, bu durumu gördükten sonra bile, niye birbirlerini halen ezmeye, yok etmeye çalışırlar?

            1207-1273 yılları arasında günümüzdeki Afganistan veya Tacikistan’da doğmuş, Anadolu’da yaşamış Müslüman şair, alim, ilahiyatçı ve mutasavvıf Muhammed Celaleddin-i Rum-i kısa adıyla Mevlana’da şiirlerinde insan sevgisini öne çıkarmıştır.

                 Yüzde ısrar etme, doksan da olur,

                 İnsan dediğinde, noksan da olur,

                 Sakın büyüklenme, elde neler var?

                 Bir ben varım deme, yoksan da olur.

                 Hatasız kul arayan, dosttan da olur.

Büyüklenmenin, insanı insandan soğutan en önemli menfi özellik olduğunu bundan daha iyi vurgulayan ve 750 yıl önce yazılmış başka bir şiir var mıdır? Statülerin geçici olduğunu 8 asır sonra halen öğrenemeyen, yönetici sıfatı alanlar, kendilerini başkalarından üstün sayarlarsa, bu kibir olmaz mı? Mevlana’nın dediği gibi “bir ben varım deme, yoksan da olur.”

           Mevlana, başka bir şirinde de şöyle diyor;

             Her şey vaktini bekler,

             Ne gül vaktinden önce açar,

             Ne güneş vaktinden önce doğar,

             Bekle, senin olan sana gelecektir.

           İnsan sevgisini içeren ve insanlar arasında eşitliği dile getiren Mevlana’ya atfedilen meşhur  “Gel, gel, ne olursan ol yine gel”, şiirinden de bahsetmeden geçemeyiz. Bu şiirin Mevlana’ya ait olmadığı Ebu Said-i Ebu’l-Hayr’a ait olduğu iddia edilir. İçerik olarak Mevlana'nın felsefesine denk düştüğü ve döneminin en önemli şairi olduğu için ona isnat edildiği düşünülür.

 Gel, gel, ne olursan ol yine gel,

 İster kafir, ister mecusi, İster puta tapan ol yine gel,

 Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
 

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...

Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz,                    

                                                                                                                                      Şu tertemiz tarlaya sevgiden başka bir tohum ekmeyiz biz...
 

Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?

Mademki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...

Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!

Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.

         Mevlana, “her şeye canını sıkma ey gönül, ne bu dertler kalıcı, ne de bu ömür”, derken Türk mutasavvıf ve sosyolog Erzurumlu İbrahim Hakkı’da (1703-1780) şöyle demiş; “Mevlâ, görelim neyler, neylerse güzel eyler.”

 

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr          06.04.2021

 

        

 

 

 

 

                 

            

 

        

       

 

 

30 Mart 2021 Salı

AYDIN OLMAK

 


UĞUR MUMCU ( 22.08.1942-24.01.1993)




                                                    

           "Yüzeyde kalıp, çoğunluğa uymak kolaydır.” “Gerçek hep derindedir, atıldığı kuyunun dibinde çıkarılmayı bekler, durur.” “Aydın, arayan, bulan, tepki gösterendir. İtibariyle yalnızlığı göğüsleyebilen düşün insanıdır.” Yazar Soner Yalçın, 9 Aralık 2020 tarihli Sözcü Gazetesindeki Hakikat adlı köşesinde yayınlanan, “Modern Mandacılık”, başlıklı yazısında bu cümlelerle, bir aydın tanımı yapıyor. Ardından, “bugün en büyük sıkıntımız yalnızlıktan korkan aydının ölümüdür”, diyerek aydınların sağlık konusundaki korkaklığı, ürkekliğinden yakınıyor. Büyük devletlerin sağlık politikalarını körü körüne takip eden, sorgulamayan aydınları ve tıp adamlarını eleştiriyor.

         Aydın, sadece okumuş adam demek değildir, etrafını aydınlatan, topluma önderlik yapandır. Doğru bildiğini sakınmadan söyleyendir. Aydın, yaşadığı dünyaya önderlik yapan, insanlığa katkı sunan, hizmet eden, ışık saçan kişidir. Aydınlar, ürkekliği ile değil cesaretleriyle tarihe geçmişlerdir. Kurtuluş savaşı bunun örnekleriyle doludur. Dünyada da günümüze gelene kadar birçok aydın, bilim adamı zamanının tutucularına karşı mücadele ederek bilimin ilerlemesini sağlamışlardır. Yunan filozof ve bilgesi Aristoteles (M.Ö 384-M.Ö 322) bunlardan biridir. Mantık, fizik, biyoloji zooloji, astronomi, metafizik, etik, estetik, ruh, psikoloji, dilbilim, ekonomi, siyaset ve retorik olmak üzere birçok disiplinin kurucusu olmuş ve eserler vermiştir. Kendisine dine saygısızlık davası açılması üzerine Atina’yı terk ederek Eğriboz Adasına Helke’ye gitmesinden bir yıl sonra 62 yaşında hayata veda etmiştir.

        Tarihte bilim uğruna ölümü göze almış bir başka bilim adamı da Galileo Galilei’dir. İtalyan astronom, fizikçi, mühendis, filozof ve matematikçi Galileo (1564-1642), dünyanın, güneşin etrafında döndüğünü söylemesi üzerine 1633’te Engizisyon Mahkemesi tarafından yargılanarak müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Sonradan bu ceza ev hapsine çevrilmiş, gözleri kör olduğu halde, ölene dek ev hapsi cezasını çekmiştir. “2 Ana Dünya Sistemi Üzerine Diyalog”, kitabı yasaklanmıştır. Bir efsaneye göre Galileo dünyanın güneşin etrafında döndüğü teorisini yalanladıktan sonra, “ama yine de dönüyor” gibi bir cümle sarf etmiştir. 

        Bizde de kendini topluma adayan, onları aydınlatan birçok bilim insanı ve aydın olmuştur. Bunlar saymakla bitmez. Onlar aydın cesaretine sahipti. Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Türkan Saylan gibi pek çok aydınımız hayatlarını bu uğurda kaybettiler. 1935 yılında doğan tıp doktoru, akademisyen, yazar, eğitimci, aktivist Prof. Dr.Türkan Saylan bu bilim insanlarından biriydi. Cüzzamla mücadelede başarılı sonuçlar alarak hastalarını iyileştirdi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni (ÇYDD), kurarak binlerce kız öğrencinin okumasını sağladı. Son 17 yıldır meme kanseri hastası olan Saylan, 18 Mayıs 2009 tarihinde vefat etti. Vefat ettiğinde gönüllü kuruluş olarak ÇYDD’nin genel başkanlığını, TÜRKÇAĞ ve KANKEV Vakfı Başkanlığı ile Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı Başkanlığı’nı sürdürmekteydi.

        Örnek aydınlardan bahsederken, yazılarıyla bir çok olaya ışık tutan Uğur Mumcu’yu anmadan geçemeyiz. 22 Ağustos 1942’de Kırşehir’de doğan araştırmacı gazeteci ve yazar Uğur Mumcu 1965’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra aynı üniversitede 1969-72 arasında asistan olarak çalıştı. 1962’de Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan “Türk Sosyalizmi”, makalesiyle Yunus Nadi Ödülünü kazandı. Yeni Ortam ve1975’ten sonra Cumhuriyette yazmaya devam etti. 1991’de İlhan Selçuk ile birlikte gazeteden ayrıldı, 1 Şubat-3 Mayıs 1992 arası Milliyette yazdı. Yönetim değişikliği ardından 7 Mayıs 1992’de Cumhuriyete döndü. 24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirdi.

        Zordur aydın olmak, yürek ister. Meşakkatlidir. Aydın, mum gibi etrafını aydınlatırken, kendi erir.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr                            30.03.2021