6 Ekim 2020 Salı

MAĞRUR OLMA

 

Şeyh Edebali (1206-1326)




                                                

 

        İnsanların karakteristik özellikleri farklıdır. Kimi kibirli, kimi alçakgönüllüdür. Tabii ki herkesin davranışları kendisini ilgilendirir. Ancak halkın kendi kendini yönetmesi demek olan demokratik yönetimlerde halk, kendine yönetici olarak seçtiği kişilerin, kendisine tepeden bakmamasını ister. Her zaman halkın içinde halkın dertlerini dinlemesini ister. Mustafa Kemal Atatürk 15 yıllık cumhurbaşkanlığı döneminde her zaman halkın içindeydi. Bülent Ecevit, boşuna Halkçı Ecevit olmamıştı. 10. Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer de eşiyle beraber gittiği hastanede normal vatandaş gibi sırada beklemişti. Makamına bisikletle giden yabancı devlet adamlarının da olduğunu biliyoruz. Yani tevazu sahibiydiler. Tevazu; alçakgönüllülük anlamına gelen Arapça bir sözcüktür. Bazen “fazla tevazu gösterme, sahi zannederler”, denilse de alçakgönüllülük bir erdemdir.

       Osmanlı devletinde de “mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var”, denirdi. Yavuz Sultan Selim’in halife olmasından sonra başlayan ve ondan sonra gelen bütün şehzadelerin tahta çıkış, cülus törenlerinde, bayram günlerinde ve Cuma namazlarında paşalar hep bir ağızdan böyle bağırırdı. Böylece padişahın da ölümlü olduğu hatırlatılarak kibirden uzak tutulması amaçlanırdı. Şeyh Edebali’nin Osmanlı Devletinin kurucusu ve damadı Osman Gazi'ye öğütlerinin yer aldığı aşağıdaki vasiyeti asırlardır dilden dile söylenir.

Ey oğul! artık Bey’sin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana.
Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana.
Acizlik bize, hoş görmek sana. Anlaşmazlıklar bize, adalet sana.
Haksızlık bize, bağışlamak sana... Ey oğul, sabretmesini bil,
vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma; insanı yaşat ki devlet yaşasın.

Ey oğul! işin ağır, işin çetin, gücün kula bağlı.
Allah yardımcın olsun... Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın!
Ama; bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını yener.
Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın! 
Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi değildir. Bütün bilinmeyenler, feth edilmeyenler, görünmeyenler, ancak sen faziletli ve ahlaklı olursan gün ışığına çıkacaktır.

Ey oğul! Ananı, atanı say! Bereket büyüklerle beraberdir. İnancını kaybedersen, yeşilken çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördüğünü görme! Bildiğini bilme! Sevildiğin yere sık gidip gelme! Ey oğul! Üç kişiye acı: Cahil arasındaki alime, zenginken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene. Ey oğul! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklıysan mücadeleden korkma!

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr       07.10.2020

 

 

2 Ekim 2020 Cuma

MUHARREM İNCENİN MEMLEKET HAREKETİ

 

                                     

                    

         Büyüklerimiz, boşuna, “nerede hareket,  orada bereket”, dememişler. Hareket etmek, boş oturmaktan her zaman iyidir. 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP adayı olan sayın Muharrem İnce, Sivas Kongresine gönderme yaparak 4 Eylül 2020 Cuma günü Sivas’ta “Memleket Hareketini”, başlattı. Bu adı koymasının nedeni “memleket için harekete geçiyorum”, demek olsa gerek. Memleket için bir şeyler yapmaya çalışmanın hiçbir kötü yanı olmadığı gibi siyaset yapmakta herkesin anayasal hakkıdır. Ancak burada ufak bir ayrıntı var. Bir siyasi parti içinde başka bir hareket başlatmak parti disiplinine ne kadar uyar? Şöyle de sorabiliriz; CHP genel merkezi bu harekete ne kadar tahammül edebilir?

       Muharrem İnce, cumhurbaşkanı adaylık sürecinde çok iyi mücadele etti. Muhalefeti canlandırdı. Yaptığı mitingleri alanlar almadı. Tümü canlı ve hareketliydi. Heyecan ve umut yarattı. Seçimin, en azından 2. tura kalacağı, o zaman şansların eşit olacağı düşünülüyordu. Ancak öyle olmayınca bir hayal kırıklığı meydana geldi. Seçim sonuçlarının açıklandığı gece CHP genel merkezinden ve adaydan tatmin edici açıklamalar da gelmeyince kendisine oy veren seçmen huzursuz oldu. Üstüne üstlük daha itiraz süreci varken “Adam kazandı” demesi bardağı taşırdı. Onu el üstünde tutan seçmen tam tersine döndü. İşin özü; kriz iyi yönetilemedi. Ardından CHP içinde olağanüstü seçimli kurultay yapılması için kurultay delegeleri arasında  bir imza kampanyası açıldı. Halbuki Muharrem İncenin “ben bir daha genel başkanın karşısına aday olarak çıkmam”, demesinin üzerinden çok fazla bir zaman geçmemişti. Genel merkez de toplanan imzaların bir kısmını geçersiz sayarak genel kurulu toplamadı.

       Asında Muharrem İnce haklı olarak “cumhurbaşkanı adayı, o siyasi partinin genel başkanı olmalı”, diyordu. Bu doğruydu. Çünkü artık Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine göre tüm yetkiler cumhurbaşkanında toplanıyordu. Parlamenter sisteme dönmenin yolu da yine cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmaktan geçiyordu. Kaldı ki parlamenter sistemde de Süleyman Demirel, Turgut Özal gibi siyasi parti genel başkanlarının cumhurbaşkanlığına geçme örnekleri vardı. CHP genel başkanı aday olmayınca doğal olarak aday adayları ortaya çıkacaktır. Sonuç olarak Muharrem İnce de tekrar “ben de varım”, diyor. Muharrem İnce, bundan başka diyor ki; “bu bir muhalefet hareketi değildir. Parti içi muhalefet hareketi hiç değildir. Bu hareketin nereye evrileceğine, partileşip, partileşmeyeceğine halk karar verecektir.” Sonra da ilave ediyor, “Cumhuriyet Halk Partisinin adayına bakacağım, içime sinerse destekleyeceğim, içime sinmezse aday olacağım.” Muharrem İncenin sözleri, kendi içinde çelişki taşıyor gibi görünse de, bu hareket, Genel Merkezin 2. Ekmelettin vakası olasılığını önlemeye yönelik gibi. Ancak partileşme olasılığını da göz ardı etmemek gerekir.

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr        02.10.2020

                   

                 

 

      

                   

 

 

                      

1 Ekim 2020 Perşembe

DAVA ADAMI



 
Prof. Dr. Türkan Saylan (1935-2009)

                                          

        Dava adamı; inandığı değerler için kendini adayan kişiye denir. Bir idealin peşinden gittiği için idealist de diyebiliriz. Günümüzde nesli tükenmek üzeredir. Ancak yine de rastlamak mümkün böyle yüce gönüllü insanlara. Ülkemizde ormanları, yeşili koruyan Tema Vakfının kurucusu Hayrettin Karaca böyle biridir. Kendini cüzzam hastalığı ile mücadeleye adayan, Atatürk İlke ve Devrimlerine bağlı, çağdaş bir nesil yetiştirmek için Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğini (ÇYDD) kuran Türkan Saylan böyle bir kişidir. Afrika’da yoksul insanlara yardım etmeye çalışanlar, sokak hayvanlarını korumaya çalışanlar, ülkesini seven, yurdunu savunan, vatanını koruyan, milletinin refahının yükselmesi için çalışanlar, ülkesini, Atatürk’ün gösterdiği muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak için çalışanlar böyledir.

        Siyasi partilerde çalışanlar böyle midir? Siyasi partilerin üyeleri dava adamı olabilir mi? Tabii ki olabilir. Biat ve itaat etmek yerine tüzük ve programlarında yazılan ilke ve amaçlarına uygun hareket edebiliyorlarsa niye olmasın? Zaten siyasi partiler de ülkesine hizmet için kurulmazlar mı? Partilerin amacı bizatihi kendilerine hizmet değildir, topluma hizmettir. Burada önemli olan üyelerin davalarına sahip çıkıp, partilerine dolayısıyla topluma hizmet etmeleri için onlara demokratik kanalların açık olmasıdır.  Hak, hukuk, adalet, eşitlik ilkelerinin sözde kalmayıp, hayata geçirilmesidir. Yoksa parti üyeleri dava adamı olmaz, sadece partici olurlar. Onun için; dava adamlığı ısmarlama sağdan soldan adam toplamakla olmaz. 

        Dava adamı idealisttir. Davasını çıkar için satmaz. Kendini hiç kimseden üstün görmediği gibi küçükte görmez. Maddi çıkar, koltuk peşinde koşmaz. Kişilerin peşinden değil, ilkelerinin peşinden gider. Kimseyi aldatmaz, yalan söylemez. Herkese eşit davranır. Toplumun malına kendisininkinden bile daha fazla sahip çıkar. Eğer sorumlu bir mevkide ise topluma her kuruşun hesabını verir. Dava adamı nankörlük yapmaz. Ona cennet gibi bir vatan bırakan Mustafa Kemal Atatürk ve Arkadaşlarının yaptıklarına, ilkelerine ve devrimlerine sahip çıkar. Onların sayesinde padişahın kulu değil, özgür ve bağımsız bir ülkenin vatandaşı olduğunu unutmaz. Kendini dava adamı olarak görenler bugünden yarına tavır değiştirmezler. Koltuk için taviz vermezler. Bugünü değil, geleceği, gelecek nesilleri düşünürler.


orhankalyoncu.blogspot.com.tr     01.10.2020

             

26 Eylül 2020 Cumartesi

CUMHURİYET HALK PARTİSİ İKTİDAR OLMAK İSTİYOR MU

 

Uzunköprü Hür Gazete

                               

          Kökleri Kuva-i Milliye'ye dayanan, Cumhuriyetimizle yaşıt ve günümüzde her dört seçmenden birinin oyunu alan Cumhuriyet Halk Partisi, 1950 yılından beri yapılan genel seçimlerden bir türlü tek başına iktidar olarak çıkamamış, mütemadiyen ana muhalefet partisi olarak kalmıştır. Muhalefette kalmak elbette küçümsenemez. Demokrasilerde, muhalefet de önemli görevler yapar. İktidar her yerde muhalefet ise yalnızca demokrasi ile yönetilen ülkelerde vardır. Ancak 1950’den beri geçen 70 yılda 3-4 defa koalisyon ortaklığı dışında tek başına iktidar olamamanın sorgulanması gerekmez mi? “Türkiye zaten çoğunlukla sağ (muhafazakar) görüşlü bir seçmen yapısına sahiptir”, diyerek statükoyu kabul etmek kolaycı bir yaklaşım olmaz mı?

       Bir ülkede iktidardakilerin de kendilerini yenilemeleri ve halkın isteklerine uygun hareket etmeleri için nöbet değişikliğine ihtiyacı vardır. Bu yüzden muhalefetin, sadece iktidarın yanlışlarını söylemesi, ikaz etmesi dışında tutarlı olması, güven vermesi ve her zaman alternatif olabileceğini göstermesi gerekir. Son yerel seçimlerde kurulan ittifaklarla birçok büyük belediyede başkanlık seçimlerini kazanmasına rağmen genel kanı, CHP’sinin muhalefet etme biçiminin yetersiz olduğu yönündedir. 3 Kasım 2002 genel seçimleri, demokrasi tarihimiz için bir dönüm noktasıdır. O seçimlerde yüksek seçim barajı nedeniyle meclise sadece iki parti girmiş, AKP %34 oy oranıyla mecliste % 65’lik bir çoğunluk elde etmişti. İkinci bir dönüm noktası da 16 Nisan 2017 Referandumuyla anayasanın değiştirilerek Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş yapılmasıydı. Bu sisteme göre 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan seçimleri de AKP kazanarak iktidarını sürdürmüş, CHP’de yine ana muhalefet görevinde kalmıştır.

      2002’den beri geçen 18 yılda CHP’sinin genel başkanı olarak 2010 yılına kadar Deniz Baykal’ı, o günden bugüne kadar geçen on yıl da da Kemal Kılıçdaroğlu’nu görmekteyiz. Bir siyasi partinin seçim kazanmasında kuşkusuz liderlerin önemli fonksiyonu vardır. Diğer partilerden biraz farklı olarak CHP bir lider partisi değildir. Yetişmiş kadroları ve değişik görüşlere tahammül geleneği vardır. Ancak genel başkanın parti üzerindeki ağırlığı da tartışılamaz. CHP’de kurultaydan sonra en yetkili organ olan Parti Meclisinden (PM), Merkez Yürütme Kurulunu (MYK) genel başkan atamaktadır. Parti meclisinde de çoğunluk genel başkanın listesinden oluşur. Belediye başkanları ve (2011 ve 2015 Haziran genel seçimleri hariç) milletvekilleri atanarak halkın önüne aday olarak getirilmektedir. Bu yüzden genel başkan parti politikalarında bir numaralı belirleyicidir. Dolayısıyla da sorumludur. İktidara giden yolun stratejisini genel başkan ile onun atadığı kadrolar tayin edecektir.

      İşte sorun buradadır. Bu strateji kazanmaya yetecek midir? Eski Donanma Komutanı Emekli Oramiral Nusret Güner, CHP’sinin muhalefet etme politikasını 28 Haziran 2020’de bir tweet atarak şöyle eleştirmiş, “Ana Muhalefet Partisi; bizim bir şey yapmamıza gerek yok; (Ülkenin düştüğü ekonomik zorlukları işaret ederek), zaten iktidar gidiyor demiş. Muhalefet bu zihniyette olursa, iktidar önümüzdeki seçimi de rahat kazanır; muhalefet, zorlukların üstesinden nasıl geleceğini anlatmalıdır." İktidarın kendiliğinden düşmesini ya da Z Kuşağının harekete geçmesini bekleyerek iktidar olunacağını düşünmek siyaset bilimiyle bağdaşmaz. İktidara yürümek için parti içi demokrasiden, halkı ikna etmekten, böylece umut ve heyecan yaratmaktan başka yol yoktur. CHP'de Ecevit'in 1973, 1977 genel seçimlerindeki ve SHP'de Erdal İnönü'nün 1989 yerel seçimlerindeki başarıları bunun sonucu idi. Sadece lider ve kadrosunun çabası yetmez. Ortak akıl ve tabandan destek almak gerekir. Son söz, 24. Dönem İstanbul Milletvekili Umut Oran'dan, "CHP’yi güçlendirmeden, tek başına en az %30 bandına oturtacak adımları atmadan, kurumsal değişimi tamamlamadan, parti içi demokrasiyi tesis etmeden ve partinin öz evlatlarına, öz ideolojisine, öz değerlerine sahip çıkmadan girişilecek ‘Genişletilmiş Millet İttifakı’ varsayılan etkiyi yapmayacaktır.” 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr     25.09.2020

 

 

 

 

 



Formun Üstü



 

 

 

Formun Altı

 

29 Haziran 2020 Pazartesi

BİR SERVİS MACERASI






                                                         

        Coronavirus (Covit 19) salgını yüzünden evden çıkmamaya çalışıyorum. Geçen gün Meydandaki parkın yanından geçerken meslektaşlarım emekli öğretmenler Ahmet ile Mehmet beyin hararetli bir konuşmaya tutulduklarını gördüm. Yanlarına gittim. “Hocam, gel bir çay içelim”, dediler. Sosyal mesafeye dikkat ederek oturdum. Biraz sonra karton bardaklarda çaylar geldi. Çaylarımızı içerken Mehmet bey, kaldığı yerden anlatmaya devam etti.

        “Geçen gün anne ve babamı dolaşmaya arabamla köye gitmiştim. Bizimkileri ziyaret ettikten sonra akşama doğru eve dönerken yağmur başladı. Arabanın camları açıktı. Kapamak istedim ama bir türlü şoför mahallinin camı kapanmıyordu. Açık camla biraz ıslanarak eve kadar gelebildim. Arabamı 22 yıldır kullanıyorum. Bakımını ve tamirini zamanında yaptırdığım için şimdiye kadar ciddi bir sorun çıkarmadı. Bu işlerden anlayan bir arkadaşım da, katiyen arabanı değiştirme, gittiği yere kadar gitsin. Yeni modelleri o kadar sağlam değil, dedi. Zaten bu hayat pahalılığında bir de ona para ayıramam. Ertesi gün yakın bir ilçenin sanayi sitesinde tanıdığım bir oto kilitçisi ve elektrikçisi vardı. Onu aradım. Hemen gel, dedi. Gider gitmez usta arabanın kablolarını kontrol etti. Sonra bana dönerek, kablolar kopuk. Bu camın çalışması için sol ön kapının arasından geçen kabloların değişmesi ya da tamir edilmesi gerekir. Onlar yapılınca cam çalışacak, dedi. Hakikaten 2-3 kablo kopuktu.  Aşağı yukarı cam açıkken 50 km yol yapmıştım. O halde tekrar dönmek istemedim. Hava kapalıydı. Her an yağmur da yağabilirdi. Usta bana kabloların tamir işini oto elektrikçilerinin yapabileceğini, o ustalara gitmem gerektiğini söyledi. Bir kağıda iki usta ismi ve dükkan adresini yazdı.  Önce Necdet ustaya gittim ama işi olduğunu, yapamayacağını söyledi. Sırada ikinci usta vardı. Yılmaz ustaya gittim.  O da, ben yapamam ama aşağıda Yalçın usta var, selamımı söyle, yapsın, dedi. Bir alt bloktaki ustayı buldum. Yılmaz ustanın selamını söyledim. Durumu anlattım. Arabaya bakmadan ben yapamam, iki blok ötede Hasan usta var, ona git, dedi. Hasan usta 30 yaşlarında orta boylu, tıknaz bir ustaydı. Bir arabayla uğraşıyordu. Ayakta bekleyen birkaç müşteri de vardı. Ona da durumu anlattım.  Yaptığı işe çok önem veren biri tavrıyla, görmüyor musun, meşgulüm, yapamam, dedi. Ama hiç olmazsa bir görün, ne yapacağımı söyleyin, deyince, usta istemeden işini bırakıp arabaya bakmaya gitti. Bir taraftan da, sanki senin paran, para da bu müşterilerin ki para değil, diye söylendi. Artık ümidimi kesmiştim. Bu sanayi sitesinde benim işimi yapacak bir tane usta yoktu. Hepsi çok meşguldü. İyi ki uzaktan gelen bir yolcu değildim. Geri dönmek için arabama bindim. Yağmur atıştırmaya başlamıştı, hızlanmadan kasabaya varmalıydım. Yağmur tam ilçenin girişinde beni yakaladı ama fazla ıslanmadan her zamanki servise geldim. Elektrikçisinin başka bir işi varken beni öne aldı ve bir saat uğraşarak kabloları tamir etti. Arabanın sol camı artık çalışıyordu. İşin sonunda cüzi bir ücret aldı. Boşuna taş yerinde ağırdır, dememişler. Bu bana ders oldu. Bir daha başka yerde usta aramam.” 


 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr       29.06.2020

                        

                     

                          

                



24 Haziran 2020 Çarşamba

KUŞAK ÇATIŞMASI


        
                                    

          Kuşak çatışması; yaşlılarla gençler arasında asırlardır devam eden ve bundan sonra da devam edecek bir anlayış farkıdır. Gençler, büyüklerini geri kafalılıkla, hoşgörüsüz olmakla, büyükler ise gençleri tecrübesiz ve saygısız olmakla itham eder. Baba oğul arasındaki çelişkiler yıllar geçince dede ve torun arasında da devam edebilir. Değişen çevre ve yeni şartlar karşısında gençlerin daha esnek ve aktif olduğu, buna göre davranış geliştirdiği, yaşlıların bu konuda biraz daha yavaş gelişme gösterdiği bilinen bir gerçektir. Bunun sonucunda, kuşaklar arasında karşılıklı olarak birbirlerinin davranışlarını anlamama ve eleştiri başlar. Bazı araştırmacılar, doğum tarihlerine göre karakteristik ve davranış özelliklerini dikkate alarak kuşakları bölümlere ayırmış.

          Baby-boomer: 1946- 1964 yılları arasında doğanlar, baby boomer kuşağını oluşturuyor. Bugün 56-74 yaşlarını kapsayan bu nesil aslına bakarsanız en şanssız nesillerden biri, çünkü onlar, hem anne ve babalarına hem de çocuklarına baktılar, şimdi de torunlarına bakıyorlar. X Kuşağı: 1965 ile 1979 yılları arasında doğanlar X kuşağını oluşturuyorlar. İş hayatında hiyerarşik düzene bağlı olan, çalıştığı yerin çıkarlarını kendi çıkarlarının önünde tutan nesildir. Toplumsal sorunları önemserler, var olan şartlara uyum sağlarlar. Y Kuşağı: 1980 ile 2000 yılları arasında doğanlar Y kuşağının oluşturuyorlar. Her şeyi sorgulayan ve teknoloji ile iç içe büyüyen, arkadaşlıklarını sanal ortamda yürütebilen, kendilerine güvenen, isteklerini açıkça ifade eden kuşaktır. Üst ast ilişkisi şeklinde değil de daha demokrat yönetilmeyi seviyorlar. Z kuşağı: 2000 yılından itibaren doğanları ifade ediyor. Bu kuşaklar, çok kolay memnun olmaz, tüketimi seven nesildir. İş hayatında robotlaşmaya, yapay zekaya doğru yol alındığı için farklı bir iş ortamında olacaklardır. Çözüm üretmeye konsantre, değişikliklere açık ve saygılı, çalışma alanlarında iş saatleri konusunda esnek olunmasını isterler.

          Büyüklerimizden sık sık “bizim zamanımızda …”, diye başlayan cümleler duyarız. Devran değiştiğinde biz aynı cümleleri kurmaya başlarız. Bu böyle devam eder. Aslında kuşak çatışması toplumun ilerlemesi için itici bir güçtür. Düşünün her şey eskisi gibi olsa, durağan bir toplumdan ileri gidemeyiz. Gençlerin hayal dünyası, araştırma tutkuları, icat etme heyecanları olmasa yenilikler ve gelişmeler de olmazdı. Alışılagelenin dışında hareket eden gençler, her zaman ilerlemelerin lokomotifi olmuşlardır. Önemli olan kuşak çatışmasını toplumun faydasına kullanmaktır.


Son söz: Yaşlılar saygıyı, gençler hoşgörüyü hak eder.

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr      23.06.2020

 

21 Haziran 2020 Pazar

KEŞAN UZUNKÖPRÜ DOĞAL GAZ HATTI


 

                                 

           2020 yılının Haziran ayının sıcak günlerini yaşıyoruz. Ama 3-4 ay sonra serin ve soğuk havalar gelecek. Trakya'nın kışı sert ve soğuk geçer. Anlaşılan o ki; önümüzdeki yıl da Uzunköprülüler, yine kömürle ısınmaya ve hastalıklara davetiye çıkaran Türkiye'nin en kirli havasını solumaya devam edecek. Çünkü doğal gaz konusunda bir çalışma göremiyoruz. Her konuda Uzunköprüyü geride bırakan komşu ilçemiz Keşan, doğal gazın konforunu 3 yıldır yaşıyor. Gazdaş Trakya Bölge Müdürü Tamer Akaslan, Keşan’da 300 km doğal gaz hattı tesis edilerek 62 bin nüfuslu ilçede 26 bin potansiyel aboneye oldukça kısa bir sürede doğal gaz arzına başladıklarını kaydederek şunları söylemiş; “doğal gaz gibi hava kirliliğini azaltan önemli bir yakıt sayesinde Keşanlılar temiz bir havaya kavuşmuş olacak.” 28 Nisan 2017 tarihli ulusal ve Trakya'daki bazı yerel medyada da şu haberi gördük. “Türkiye'nin en kirli havasına sahip Keşan’da doğal gaz ateşi yakma töreni düzenlendi.” 

         Bu haberden Keşanlılar adına sevinç duydum. 1980-83 yılları arasında öğretmen olarak görev yaptığım Keşan'ı ve Keşanlıları yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Siyasi görüş ayrımı gözetmeden her zaman Keşan için birlik, beraberlik ve dayanışma içinde hareket etmeyi bilirler. Nitekim doğal gaz konusunda Uzunköprü ile birlikte yola çıktıkları halde Uzunköprüyü geride bıraktılar. 3 yıldır doğal gaz kullanıyorlar. Uzunköprü ise bu konuda belirsiz bir süreç içerisinde bulunuyor. 2018 yılının başlarıydı. Uzunköprü’nün yerel gazetelerinde, “Bu Bahar Uzunköprü’ye Doğal gaz Gelecek”, diye bir haber görünce doğrusu ümitlenmiştik. Tamam dedik. Artık gelir. Ancak ne gelen oldu, ne giden. Bahar geçti, yaz geçti, sonbahar geldi. Bunun üzerine 13 Kasım 2018 tarihinde Uzunköprü Hür Gazete’de, “ Doğal Gaz Hangi Bahara Kaldı” başlıklı bir köşe yazısı yazdım. Yetkililerin 2018 yılının Ekim ayında şehir içi boru hatlarının döşeneceği ve doğal gazın yanmaya başlayacağı müjdesini vermelerine rağmen bir yurttaş olarak ne olduğunu ve neden sonuç alınamadığını soruyordum. Yanıt yoktu. 

           Tüm yetkililer bu konuda sık sık müjde vermeye devam ediyor. Çeşitli tarihlerde verilen müjdelere rağmen bu konuda bir arpa boyu yol kat edilmedi. Kurtbey köyünde kalan doğal gaz boru hattı bir türlü ilerleyip, Uzunköprü’ye ulaşamadı. En son olarak tankerle getirilen doğal gazın bir mahalledeki bazı evlere verilmeye başlandığını biliyoruz. Uzunköprü’ye doğal gaz gelme hikayesi neredeyse yılan hikayesine döndü. Bu planlamalar nasıl oluyor? Neden yarıda kalıyor? Uzunköprü’nün tüm yolları delik deşik. Önce su boruları döşendi. Şimdi de şehir içi doğal gaz borularının döşenmesini bekliyoruz. Bunun milli ekonomiye ne kadar zarar verdiği hesaplanıyor mu? Bir taraftan almadığımız doğal gazın parası dışarıya ödeniyor, bir taraftan hava kirliliği ve sağlık problemleri. Uzunköprülüler, yetkililerin artık müjde vermekten vazgeçmelerini, bunun yerine icraat yapmalarını bekliyor.

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr     20.06.2020