16 Ocak 2021 Cumartesi

İKİ ŞEY

 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılçdaroğlu



           CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinden seçilmiş belediye başkanlarına şöyle seslenmiş; “bir belediye başkanından beklediğimiz iki şey var: Bir, seçildiğin andan itibaren vatandaşlar arasında hiçbir ayrım yapmayacaksın. İki, harcadığın her kuruşun hesabını belde halkına vereceksin.” İktidara giden yolun yerel yönetimlerin başarısından geçtiğini bilen ana muhalefet partisinin genel başkanı Kılıçdaroğlu, halkın da hassasiyetlerini dikkate alarak partili belediye başkanlarından beklentilerini dile getirmiş. Demokratik ülkelerde idareciler, Kılıçdaroğlu’nun belirttiği eşit davranma ve hesap verebilirlik ilkeleriyle beraber hakka, hukuka, adalete, liyakata da uygun hareket ederler. Buna, ülkemizde de hem genel, hem yerel yöneticilerin uymasını beklemek her vatandaşın hakkıdır. 

       Türkiye gelişmekte olan bir ülkedir. İsrafa tahammülü yoktur. Her yurttaşımızın, aşa, işe, ekmeğe sahip olması, parasız sağlık ve eğitim hizmetlerine ulaşabilmesi için her kuruşunu yerli yerinde harcamalıdır. Zengin ülkelerde bile makam odası, makam arabaları hesapsız değildir. Orada evinde çalıştırdığı hizmetlinin sigortasını devlete ödettiği, marketten aldığı çikolatanın parasını devletin verdiği kredi kartından ödediği için istifa eden yöneticiler var. Öte yanda ikram faslı, aldığı ve verdiği hediyeler belirli bir sınırı geçemez. Devletin, milletin parasını çar çur edip, zarara yol açan yöneticiler, bundan şahsen sorumlu olmalıdır.

       Her gün savurganlık, yolsuzluk, haksızlık haberlerini televizyonlarda görüyor, gazetelerde okuyoruz. Bir belediye başkanının eşi, belediyenin logosu ile kendisini “onursal başkan” ilan ederek, kartvizit bastırmış. Başka bir ilin, bir ilçesinde başkan, kardeşini imar dairesi başkanı yapmış. Bu örnekler, genel ve yerelde sür git devam eder. Anayasamızda yazdığı gibi tüm vatandaşlar eşittir. Kanun önünde eşit olduğu gibi hizmetler yönünden de eşittir. İşe adam alırken de eşittir. Yöneticilerin harcadıkları para milletin parasıdır. Milletten toplanan vergilerdir. O yüzden harcanan her kuruşun hesabı halka verilmelidir.


 

 

orhankalyoncu.blogpot.com.tr           16.01.2021

 

           

   

 

               


11 Ocak 2021 Pazartesi

SİYASETTE KALİTE

 


                       
                                                    Uzunköprü-Karabürçek köyü


                           

                                     

             

           Siyasette kalite asla tesadüf değildir. Siyaset; eğitim, kültür, bilgi, birikim, deneyim kısacası liyakat ister. Ciddi bir iştir. İnsan yönetme, devlet yönetme sanatıdır. Yakın tarihlerdeki Dünya Savaşlarında liderlerin hırsları, çapsızlığı ve basiretsizliği yüzünden milyonlarca insanın öldüğünü unutmadık. Amerika’da gerçekleşen son olayların ise sadece Amerika’yı değil, dünyayı da etkileyebilecek türden olduğunu, bunun da bir liderin kendini bilmez tutumundan kaynaklandığını gördük. ABD’nin Cumhuriyetçi Başkanı Donald Trump'ın 4 yıllık başkanlık performansı onu, Amerika’nın en kalitesiz başkanları arasına koymaya yetti. 6 Ocak 2020 tarihi, Amerika için tarihi öneme sahip bir dönüm noktasıdır. 200 yıl sonra bir ilk yaşanmış, Kongre Binası baskına uğrayarak işgal edilmiştir. Kimilerine göre bu bir ayaklanmadır. Her şey Donald Trump’ın 6 Ocak’ta Washington DC’de yaptığı “Amerika’yı Kurtar”, adlı mitingde taraftarlarını seçilmiş başkan Joe Biden’in tesçil oturumu için toplanacak üyelerin bulunduğu Kongre Binası’na yürümeye çağırmasıyla başlamış, bir süre sonra da olaylar çığırından çıkmıştır.

          Hiç kuşkusuz ki Amerika’da kökleşmiş demokrasi kuralları içinde bu sorun çözülecek ancak bir takım izler de bırakacaktır. Yeni başkanın 20 Ocak 2021’de görevi teslim almasından sonra büyük olasılıkla Donald Trump’a mahkeme yolu gözükecek, bağımsız yargı tarafından verilecek bir cezayla karşı karşıya kalabilecektir. Bu durum, çapı düşük bir politikacının hırsı ve hazımsızlığı sonucunda içine düştüğü hazin bir sondur.

         Amerika’dan ülkemize dönersek biz de de siyaset dünyasında çoğu zaman sert rüzgarlar eser. Çok partili sisteme geçtiğimiz 1946’dan beri geçen 84 yılda kimler geldi, kimler geçti. Ancak siyasette gergin hava bir türlü bitmedi. Son yıllarda da gerginlik artarak devam etti. Her şeyin bir kuralı, üslubu olmalıdır. Siyasetteki kaba dilin üstten aşağı kadar siyaseti, hatta sade yurttaşları bile olumsuz etkilememesi mümkün değildir. Siyasete kalite kazandırmak için ilk önce siyasetin dilini değiştirmek, saygılı bir üslubu hakim kılmak gerekir. Siyaset aslına bakıldığında insan kazanma, gönül kazanma işidir. Şimdi ise bu ters anlaşılıyor. “Ne kadar insan kırarsam, o kadar güçlü olurum”, zannediliyor. Ama o taktikle fazla yol alınabileceğini sanmıyorum. O şekilde kazansanız bile onlar Pirus Zaferi olur.             

           24 Ocak 1993’te karlı bir Ankara sabahında arabasına konan bir bomba sonucu 51 yaşında hayatını kaybeden cesur gazeteci ve yazar Uğur Mumcu 28 yıl önce siyaset dünyamız için şöyle diyordu; “Türkiye’de bilgisizliğin en geçerli olduğu yer, hiç şüphesiz siyaset hayatıdır. Eğer bilgisizliğin diploması verilseydi, siyasi partilerimiz okul olurdu.” Uğur Mumcu’nun bu konuda söylediklerini bugün de geçerli sayabiliriz. Bilgi sahibi olmayan bir toplumun ilerleyecek bir yolu olabilir mi? Yine onun söylemiyle, “bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz.”  Demokrasi kurallar rejimidir. Bu kuralların en başında yasama, yargı ve yürütme erkleri arasındaki ayrılık gelir, Bu kurala uyulduğunda, seçimlerdeki halkın iradesine saygı gösterildiğinde ve iktidar ile muhalefet birbirine tahammül edebildiğinde, ülkemizdeki siyaset hayatının kalitesi de yükselecektir.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr       08.01.2021

 

 

 



2 Ocak 2021 Cumartesi

2021 YILINI KARŞILARKEN

 







             Ülkemizde, Pandemi tedbirleri gereği bu yıl yılbaşı eğlenceleri toplu olarak yapılamadı. Belki yasakları dinlemeyen, gözden uzak yerlerde bir araya gelenler olmuştur ama halkımız, genelde yılbaşını evinde TV başında geçirdi. İnsanoğlu sosyal bir varlık olarak yaşamını anlamlandırmaya, ondan tat almaya çalışır. Bunun için de özel günlerde topluca yemekler, balolar, konserler tertiplemeye ihtiyaç duyar. Bu yıla kadar dünyanın birçok ülkesinde milyonlarca kişi yılbaşını meydanlarda bu şekilde karşıladı. Ancak bu yıl, salgın yüzünden etkinlikler kısıtlandı ve çoğu ülkelerde insanlar, ister istemez 31 Aralık 2020’yi, 01 Ocak 2021’e bağlayan geceyi evlerinde geçirdiler.

         Bunu farklı geçirmek isteyenler de oldu, kuşkusuz. Onlardan biri de Galatasaray sağbeki Omar Elabdellaoui idi. Evinde yılbaşı kutlaması sırasında havai fişek patlaması nedeniyle yaralandı. Patlamada elinden ve yüzünden yaralanan Norveçli futbolcu hastaneye kaldırıldı. Yalnız Omar mı bu patlayıcılarla oynayanlar? Belediyeler de bu havai fişek gösterilerini çok sevdiler. Bayramlarda, festivallerde, kutlamalarda hemen havai fişek patlatıyorlar. Bu yılbaşı da boş geçmedi. Binlerce liranın harcanması, hava kirliliği yaratması bir yana uyuyanların, hastaların ya da bebeklerin durumları  hiç düşünülmedi. Halbuki hiçbir kişi ya da kurumun başkalarını rahatsız etme hakkı olmaması gerekirdi. Yılbaşı akşamında dikkat çekici bir uyarı da Edirne’den geldi. Orada yaşayan doğa dostu bir arkadaşımız, “şu an havai fişekler patlıyor. Kuşlar kaçacak yer arıyor”, diye sosyal medyadan sesleniyordu.

         Bir kısım yurttaşların da kalabalık vaziyette, küçücük balkonlarda meşale yakarak yılbaşını karşıladıklarını, ellerindeki meşaleleri tehlike yaratıp, yaratmadıklarını umursamadan sallayıp durduklarını hayretle televizyonlarda izledik. Yine yılbaşı akşamı, ateşli silahlarla ateş eden ve bundan acayip zevk alan kendini bilmezler de yok değildi. Zaten zevk için rastgele mermi sıkanları anlamakta mümkün değil. Yıllardır, asker uğurlamalarında, düğünlerde, şampiyonluk zaferlerinde ve yılbaşı kutlamalarında ateş eden bu magandaların kurşunuyla, evlerinin balkonunda, penceresinde bulunmaktan başka günahı olmayan insanların ya da düğünlerde damat, gelin ve davetlilerin canlarını hiç yoktan kaybettiklerini gördük. İçişleri Bakanlığının açıklamasına göre 2014-2019 yılları arasında 188 bin 425 ateşli silah kullanılmış ve bunların rastgele ateşlenmesi sonucu 104 kişi hayatını kaybetmiş. Artık bunlara dur demek gerekmez mi? Gelişmiş ülkelerde böyle zevk olur mu? Yeni yılda ateşli silahlar, meşaleler ve havai fişekler acilen sıkı disiplin altına alınmalıdır.

 


orhankalyoncu.blogspot.com.tr          01.01.2021


26 Aralık 2020 Cumartesi

2020 YILINA VEDA EDERKEN

 

                                                2021 yılınız kutlu olsun.                                             

                                     

          Yıllar gelip, geçiyor. Son aylarda ise günler, neredeyse tespih taneleri gibi birbirinin aynı. Geçen yılın başlarında dünyayı, iki ay sonra da Türkiye’yi saran ve sarsan Coronavırus (Covit-19) salgını şimdiye dek alışılagelmiş her şeyi değiştirdi. En başta, insanlar birbirinden kaçar hale geldi. 2020’nin Türkiye’sinde kırk yıllık komşularımız ve arkadaşlarımız ile karşıdan selamlaşıyor, alışverişlerimizi internetten yapıyor, yemekleri paket servis olarak sipariş ediyoruz. Okullar kapalı, öğrenciler eğitimlerini uzaktan görüyorlar. Miting, gösteri, kutlama ve bayramlar iptal ediliyor. Hastaneler dolu. Tatil günleri ve akşamları evdeyiz. Kahveler kapalı. 18 yaş altı ve 65 yaş üstü yurttaşlarımız ise sanki korunmaya muhtaç insanlar gibi dışarı çıkmaları günde 3 saat ile sınırlandırılıyor.

         2020 yılına girerken insanların beklentileri büyüktü. Barış içinde bir dünya ve daha yaşanılır, müreffeh bir Türkiye diliyorduk.  Öyle mi oldu? Ne yazık ki öyle olmadı. Salgın ile birlikte her şey ters yüz oldu. Ülkemizde, kapatılan işyerlerini, kapanan fabrikaları, işten çıkarılan işçileri, iş bulamayan gençleri, boşta kalan esnafları gördük. Kısmen devlet desteği yapılsa da, yeterli olmadı. Bir de üstelik hayat pahalılığı, enflasyon, döviz fiyatları, faizler her geçen gün arttı. Bir yandan ekonomik sıkıntılar, bir yandan salgın insanları umutsuzluğa sevk etti.

          2021’de bu sıkıntıların bitmesini istemeyen yoktur. Ancak ülkemizdeki sıkıntıların hemen biteceğini söylemekte gerçekçi olmaz. Bir süre böyle gitse de sonunda bir çıkış yolu bulunmalı, siyaset çözüm üretmelidir. Burada görev yöneticilere yani siyaset adamlarına düşüyor. Özellikle devletin her yurttaşa elini uzatmak, eşit şartlar sunmak gibi görevleri vardır. Sosyal adalet, eşitlik bunun için önemlidir. Anayasamızın 2. maddesinde şöyle yazar; devletimiz, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Anayasa Mahkemesinin bir kararında da; “sosyal hukuk devleti, güçsüzleri, güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir”, der. Zaten toplumsal barış ve huzur için insanların karnı tok, sırtı pek olmalıdır.

           Cumhuriyet ve demokrasi bunun için insanlığın bulduğu en iyi yönetim biçimidir. Devlet, hükümeti de içine alan dev bir organizasyondur. Görevi millete hizmet etmektir. Bizim devlet yapımızda ayrıcalıklı bir zümre yoktur. Tüm yurttaşlarımız kanun önünde eşittir. Onun için herkese eşit hizmet verilmesi gerekir. Sosyal devlet, aynı zamanda hukuk devletidir. Adaletli bir düzeni kurmak sosyal devletin temel görevidir. Türk Milleti asırlardır her zorluğu yenerek ayakta kalmış, varlığını devam ettirmiş necip bir millettir. Bu zorlukları da aşacak ve Ata’mızın dediği gibi, “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

         2021 yılına girerken aşının bir an önce tatbik edilip, insanlığı sağlığa, dirliğe kavuşturmasını dilerim. Tüm yurttaşlarımıza mutlu yıllar.

 


orhankalyoncu.blogspot.com.tr          25.12.2020

 

 

               



17 Aralık 2020 Perşembe

BİR POLİTİKACININ PORTRESİ

 


                              


                                       JOSEPHE FOUCHE (1759-1820)


 

                                                    

             Fransız İhtilali, dünya ve insanlık tarihi açısından çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte, Yeniçağ bitmiş, Yakınçağ başlamıştır. 14 Temmuz 1789 tarihinde isyancıların Bastil Hapishanesini basmasıyla başlayan Fransız İhtilali,1791 yılına gelindiğinde yeni bir boyut kazanmış, bir kurucu meclis toplanarak “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni” yayınlamıştır. Ardından da ulusal egemenliğe dayanan bir anayasa hazırlayarak monarşinin yetkilerini sınırlandırmış, insan hakları, eşitlik, adalet, milliyetçilik, özgürlük, laiklik, demokrasi, gibi kavramlar sosyal yaşamda kullanılmaya başlanmıştır. Milliyetçilik akımının ortaya çıkmasıyla birlikte, ulus devletler ortaya çıkmış, Fransa’da krallık rejimi yıkılarak cumhuriyet rejimi kurulmuştur.  

           Fransa’da bu tarihi olaylar olurken, kahramanımız Josephe Fouché (1759-1820), bu döneme damgasını vuran politikacılardan biri olmuştur. Ünlü Avusturyalı yazar Stefan Zweig (1881-1942) 1929’da yazdığı “Bir Politikacının Portresi”, adlı kitabında Fouché’nin (Fuşe okunur) hayatını anlatır. 200 yıl sonra bugün bile ders alınacak bir hayattır bu. Papaz okullarında yetişen, 10 yıl kadar din okullarında öğretmenlik yapan Fouché, Nantes'taki Jakoben kulübü üyesi olarak 1792'de milletvekili seçilmiş, başlangıçta devrimcilerle birlikte hareket ederek kralcılara karşı mücadelede ön saflarda yer almıştır.1799’da Napolyon Bonapart (1769-1821) iş başına gelince, bu kez onunla birlikte hareket etmiş, Napolyon'un iktidardan düşmesinden sonra tekrar kralcılara yanaşarak Kral 18. Louis’nin tahta geçmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak buna rağmen sürgünden kurtulamamış, rüşvet zengini olarak 1820 yılında sürgünde ölmüştür.

          Fransa’da büyük Fransız İhtilalinin başlangıcından (1793), Napolyon Bonapart döneminin sonuna kadarki (1815) yılların kudretli siyasetçisi Joseph Fouché hakkında Napolyon, “yaşamım boyunca tanıdığım en kusursuz aşağılık dönek”, demiştir. Kitabın yazarı Stefan Zweig, Fouché için “ihanet edecek kimseyi bulamayınca, kendi kendine ihanet eder”,der ve ilave eder, “iktidardaki insanı en çok yıpratan, arzu ve isteklerinin aralıksız yerine gelmesidir.” “Sürüp giden bolluk ve zenginlik, gevşeme getirir ve sürüp giden alkışlar kişiyi körletir.” Kitabın tanıtımında da şu ifadeleri görürüz; "Zweig bu yapıtıyla, kendilerini bütünüyle siyasete adayanların, sonunda geleneksel ahlak ve insan değerlerinden ne denli uzaklaştıklarının, erdem kavramından nasıl yoksun kaldıklarının somut bir belgesini sunar." İnsanlık; başarı için her şeyi mübah gören, siyaseti zenginleşme aracı olarak kullanan, dönek ve her devrin adamı bu tip politikacıları tarihin karanlık sayfalarına kayıt etmiştir.

           Son söz: “Bir ulus ne kadar okuma-yazma, öğrenme, araştırma eğiliminde ise, o kadar sağlam ve demokrat yapıda olur.” Uğur Mumcu

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr              17.12.2020

 




9 Aralık 2020 Çarşamba

KILIÇDAROĞLU CUMHURBAŞKANI ADAYI OLMALI MI


                                 
                             CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu

                                         

       “Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olmalı mı?” Son günlerde kamuoyunda tartışılan bu sorunun yanıtını, herkes kendi görüşüne göre değişik verebilir. Bana göre, “evet, olmalıdır." Haziran 2023’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iktidar partisinin adayı belli olduğu için tabiatıyla muhalefetin adayı merak ediliyor. Adı geçenlerin arasına daha önce yapılan 2014 ve 2018 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmayan CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da katıldı. CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 7 Aralık 2020 pazartesi günü TBMM'deki bütçe görüşmelerinde, 10 yıllık genel başkanlığı döneminin en parlak konuşmasını yaparken, konuşmasının sonunda, cumhurbaşkanı adayı olabileceğinin işaretini verdi.  Aslında Muharrem İnce daha önceki konuşmalarında haklı olarak, “cumhurbaşkanı adayı, o siyasi partinin genel başkanı olmalı”, diyordu. Parti kurma hazırlıkları yapan ama henüz CHP’den ayrılmamış olan Muharrem İnce 8 Aralık 2020 tarihinde bir gazeteye de şu demeci verdi, “doğrusu, Kılıçdaroğlu’nun aday olmasıdır. Partide kalırsam onu desteklerim.”

         Artık Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine göre tüm yetkiler cumhurbaşkanında toplandığına göre, tekrar çoğulcu parlamenter sisteme geçmek için iktidar olmak isteyen bir partinin liderinin, aday olmasından daha doğal bir şey olamaz. Parti liderlerinin cumhurbaşkanı adayı olmaması savının geçerliliği de yoktur. Çünkü daha önce parlamenter sistemde de Süleyman Demirel, Turgut Özal gibi siyasi parti genel başkanları cumhurbaşkanı oldu.  Seçimlerde, oyların yüzde elli artı birini almak için ittifakların kurulduğu yeni sistemde; Millet İttifakının lokomotifi olan, iktidar alternatifi olduğunu iddia eden, her dört seçmenden birinin oyunu alan, Türkiye'nin ikinci büyük ve en köklü partisinin genel başkanının, aday olması siyasetin gereğidir. Eğer, 18 yıldır Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan, 10 yıldır CHP genel başkanlığı yapan, daha önce hesap uzmanlığı ve genel müdürlük yapmış Kemal Kılıçdaroğlu, tüm yetkilerin toplandığı mevcut cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde cumhurbaşkanlığına aday olamayacaksa, o zaman genel başkanlık koltuğunu bırakmalı, oraya oturan kişi, aday olmalıdır. Parlamenter sistemde de, seçimi kazanan partinin genel başkanı, icraatın başına geçip, başbakan olmuyor mu?

          Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun genel merkezin, parti meclisinin, milletvekillerinin, kurultay delegelerinin ve il- ilçe örgütlerinin tam desteğine sahip olması, adaylıkta çok büyük bir avantajdır. Başka bir aday için bu destek ne kadar söz konusu olabilir? CHP'de adaylık için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ın da adları geçiyor. Ancak cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin Haziran 2023'ten daha önce olacağı tahmin ediliyor. Ondan dolayı adı geçen belediye başkanlarının sorumluluk aldıkları 5 yıllık sürenin dolmasına kadar görevlerini yapmaları daha doğru olacaktır. Siyasette, 24 saat bile çok uzun zamandır", demişti, sayın Demirel. Seçim sürecine girildiği zaman bu konu tekrar enine boyuna tartışılacaktır. Ancak şu an rüzgarın muhalefetten yana estiğini söyleyebiliriz.

 



orhankalyoncu.blogspot.com.tr          9.12.2020

 

 

 

          

4 Aralık 2020 Cuma

DİKKAT! DİKKAT!

                                             Fotoğraf: ALİ ÇITAK

 

                                                             

            İlgililer, son günlerde ülkemizde tırmanışa geçen Coronavirus (Covit-19) salgını nedeniyle yurttaşlarımızı televizyon, sosyal medya, yazılı basın ve belediye hoparlörü kanalıyla tedbirli olmaları konusunda devamlı uyarıyorlar. Bir yurttaş olarak bize düşen görev de bu hayati uyarılara sadece yaptırım korkusuyla değil, kendimizin ve toplumun sağlığını korumak adına uymaktır. Bu hastalıkla mücadelede tüm yükü hayatı pahasına, canla başla, fedakarca çalışan doktor ve sağlık çalışanlarının üzerine bırakamayız. Hastalığa yakalanmamaya çalışmak, yakalandıktan sonra tedavi için uğraşmaktan çok daha kolay. Onun için önce tedbir.

        Tüm ülkeler, 2019 yılının Aralık ayında ilk olarak Çin'in Wuhan kentinde görülen Coronavirus (Covit-19) salgını ile mücadele ediyor. Dünyayı kasıp kavuran bu salgın hastalıktan dolayı (6 Aralık 2020 tarihi itibarıyla) ülkemizdeki can kaybı 14,705, dünyada ise 1,53 milyon olmuştur. Hastalığın başlangıcında İngiltere, Amerika, Brezilya gibi bazı ülkelerin salgını ciddiye almamalarının sonucunda o ülkelerdeki can kayıplarının çok arttığı görüldü. Sonra, her ülke kendine göre tedbir almaya çalışarak, artışı belli bir oranda durdurmayı başardı. Ancak ekonomik sebeplerle yaz aylarına girerken tedbirler gevşetilince tekrar vaka ve can kayıpları artmaya başladı. Bazı otoriterlerce, virüsün yaz sıcaklarında bulaşma gücünün azalacağı, gençlerde ve çocuklarda ise pek ölümcül olmayacağı savı ileri sürüldüyse de, bunların pek geçerli olmadığı ortaya çıktı.

           Sonbahar aylarından sonra kışa girerken geldiğimiz noktada; ülkemizde artık çemberin daraldığını virüsün girmediği ilin, ilçenin, köyün, sokağın neredeyse kalmadığını görüyoruz. Hastanelerde yoğun bakım ünitelerinde yatak sıkıntısı olduğunu, tanı konulsa bile bazı hastaların evlere gönderildiğini duyuyoruz. Çevremizden çok iyi tanıdığımız insanlar hayatını kaybetti. Konu, komşumuz tedavi altında. Son olarak 30 Kasım akşamı ülkemizde yeni tedbirler açıklandı. Hafta sonu tam ve hafta içi de gece sokağa çıkma kısıtlaması getirildi. Buna ilaveten bazı esnafların hizmet vermesi kısıtlandı ya da tümden dükkanları kapatıldı. Sorumlu yurttaşlar olarak biz de “bize bir şey olmaz”, demeden maske, mesafe, temizlik kurallarına titizlikle uymalı, gerekmedikçe dışarıya çıkmaktan, kalabalık ortamlara girmekten, ziyaretçi kabul etmekten, ziyaret yapmaktan kaçınmalıyız. Evlerimizi sık sık havalandırmayı, beslenmemize dikkat ederek bağışıklık sistemimizi arttırmayı da unutmamamız gerekir.

         Pandemi (salgın hastalık) süreci, saydam ve her şey halkın bilgisine sunularak götürülürse, halkın bilinçlenmesi ve güveni o oranda yüksek olacaktır. Tedbirlere uyum da öyle. Aşı çalışmalarından sonuç alınana ve salgın önlenene kadar tedbiri elden bırakmayalım.

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr           06.12.2020