29 Ekim 2019 Salı

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?




                                        

Bülent Ecevit (1925-2006)


                                     


                                        
                                    


           Adam olmak”, deyişi erdem sahibi olmayı, dürüst olmayı içerir. Yalnız başına da kalsan doğru bildiğini herkese karşı savunmayı, dik durabilmeyi gerektirir. Kısaca adam olmak, insan olmaktır.
    
  •     Boş sözlerle vakit geçirmediğimiz de,
  •         Kazanmak için her şeyi mübah görmediğimiz de,
  •         Herkesi aptal, kendimizi akıllı sanmadığımız da,
  •         Çıkarımız için insanları kullanmadığımız da,
  •         Karşısındakinin gözlerinin içine bakarak yalan söylemediğimiz de,
  •         Kibirli bir şekilde “küçük dağları ben yarattım”, diye hava basmadığımız da,
  •         Adil, demokrat ve saygılı olduğumuz da,
  •       Kendi fikrimiz kadar başkasının fikrine değer verdiğimiz de, adam olduk n              demektir.
           
            Bu konuda Bülent Ecevit’in çevirisiyle İngiliz şair Rudyard Kipling’in (1865-1936) “Adam Olmak şiirine bir bakalım.

Çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse,
Sen aklı başında kalabilirsen eğer;
Herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır,
Hem kendine güvenebilirsen eğer;
Bekleyebilirsen usanmadan,
Yalanla karşılık vermezsen yalana kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana,
Düşlere kapılmadan düş kurabilir,
Yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer;
Ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir
İkisine de vermeyebilirsen değer;                                           
Söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz
Kandırabilir diye safları dert edinmezsen
Ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz
Koyulabilirsen işe yeniden
Döküp ortaya varını yoğunu
Bir yazı-turada yitirsen bile,
Yitirdiklerini dolamaksızın dile
Baştan tutabilirsen yolunu
Yüreğine sinirine dayan diyecek
Direncinden başka şeyin kalmasa da
Herkesin bırakıp gittiği noktada
Sen dayanabilirsen tek,
Herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen
Unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
Dost da, düşman da incitemezse seni,
Ne küçümser, ne de büyültürsen çevreni
Her saatin her dakkasına,
Emeğini katarsan hakçasına
Her şeyiyle dünya önüne serilir,
Üstelik oğlum adam oldun demektir.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr



          
                     




23 Ekim 2019 Çarşamba

MİLLİ SİYASET

                         
               



             Ata’mızın 92 yıl önce yazdığı Nutuk, ülkemiz için her zaman iyi bir rehber olmuştur. Mehmet Akif Ersoy da, “tarihi “tekerrür”, diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi", demiş. Her alanda olduğu gibi dış politikada da geçmişten alınacak derslerin olduğu muhakkaktır. Atatürk, Nutuk’ta geçmişi anlatarak, geleceği tanımlamıştır. 22 Nisan 1920 günü Mustafa Kemal, yakın çalışma arkadaşlarına 23 Nisan 1920 Cuma günü Büyük Millet Meclisinin açılarak çalışmalara başlayacağını bildirir. Açılışta Milli Siyaset ile ilgili konuşmasında şöyle der;
             
          " Efendiler. Dış siyasetin en çok ilgili bulunduğu ve dayandığı temel, devletin iç teşkilatıdır. Dış siyasetin iç teşkilatla uyarlı olması gerekir. Batı’da ve doğu’da başka başka karaktere, kültüre ve ülküye sahip birbirinden farklı unsurları tek sınır içinde toplayan bir devletin iç teşkilatı elbette temelsiz ve çürük olur. O halde, dış siyaseti de köklü ve sağlam olamaz. Böyle bir devletin iç teşkilatı özellikle Milli olmaktan uzak olduğu gibi, siyasi ilkesi de Milli olamaz. Buna göre Osmanlı Devletinin siyaseti Milli değil, belirsiz, bulanık ve kararsızdı.
            
            Çeşitli milletleri, ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu çeşitli unsurlardan oluşan kitleleri eşit haklar ve şartlar altında bulundurarak bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasi görüştür. Fakat aldatıcıdır. Hatta hiçbir sınır tanımayarak, dünyadaki bütün Türkleri bile bir devlet halinde birleştirmek varılması imkansız bir hedeftir. Bu yüz yılların ve yüz yıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylarla meydana koyduğu bir gerçektir. Panislamizm ve Panturanizm siyasetinin başarıya ulaştığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte tesadüf edilememektedir.”
           
            “Bizim kendisinde açıklık ve uygulama imkanı gördüğümüz siyasi ilke, Milli siyasettir. Dünyanın bugünkü şartları, yüzyılların dimağlarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir. Milletimizin, güçlü, mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle Milli bir siyaset izlemesi, bu siyasetin iç teşkilatımıza tam olarak uyması ve ona dayanması gerekir. Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim anlam ve öz şudur; Milli sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak… Genellikle milleti uzun emeller peşinde de yorarak zarara sokmamak… Medeni dünyadan, medeni, insani ve karşılıklı dostluk beklemektir.”
           
           Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Mustafa kemal Atatürk, ülkesini kurtaran bir kahraman olduğu gibi bir asır önce devletin dış siyasette nasıl bir yol izlemesi gerektiğini izah ederek uzak görüşlü büyük bir devlet adamı olduğunu da göstermiştir.







orhankalyoncu.blogspot.com.tr     25.10.2019




15 Ekim 2019 Salı

SEN ADAM OLAMAZSIN




                                 




                 


             Kıssadan hisse çıkarılması için anlatılan kısa öyküler vardır. Bu öyküler hayatın içinden yaşanmış örnekler veya kurgu olabilirdi. Ama sonuç olarak bir ders verirdi. İşte onlardan biri: Vaktiyle şehirden uzakta bir köyde, fakir bir adamın haylaz ve yaramaz bir oğlu varmış. Adam, çocuğunun her yaramazlığı sonunda “oğlum, sen adam olamazsın”, dermiş. Babasının bu sözü oğlunun çok zoruna gidermiş ve üzülürmüş. Aralarında çıkan bir tartışmadan sonra oğlan almış başını büyük kente gitmiş. Çok çalışıp, çabalamış imtihanları kazanarak parasız yatılı okumaya hak kazanmış. Ardından üniversiteyi burslu okuyarak bitirmiş. Sonunda kendi köyünün bağlı olduğu kente vali olmuş. 

            Koltuğa oturur oturmaz jandarmalara emir vermiş, “gidin, filan köyde şu isimde biri var, çabuk onu huzuruma getirin”. Jandarmalar gidip, söylenen ihtiyarı bulmuşlar. “Seni vali huzuruna çağırıyor”, diyerek adamı apar topar, yayan şehre kadar yürütmüşler. Kapıda bir süre beklettikten sonra valinin karşısına çıkarmışlar. Koltuğuna iyice yaslanan vali sormuş; “Ben kimim? Beni tanıdın mı?” İyice yorgun düşen yaşlı adam büyük bir korku içinde oğlunu tanıyamamış. “Siz vali efendimizsiniz”, demiş. Vali, intikamının almış olmanın gururu içinde,
“Ben senin oğlunum”, demiş. “Hani bana iki sözünün birinde sen adam olamazsın dediğin oğlunum. Bak işte adam oldum, hatta vali bile oldum.” Adamcağız meseleyi hemen anlamış; “Oğlum, beni ayağına bunun için mi çağırdın? Ben sana vali olamazsın demedim. Adam olamazsın dedim. Vali olmuşsun ama adam olamamışsın."
         
          Büyük adam olduğunu düşünüp, anne babasına ya da büyüklerine böyle davrananlar yok mudur? Öyle, kendisini dev aynasında gören, “ben neymişim”, diyen o kadar çok kişi var ki. Etrafınıza bakarsanız siz de görürsünüz. “Yükseldikçe başını eğeceksin”, diyen büyüklerimiz, başka dünyanın insanları mıydı?





orhankalyoncu.blogspot.com.tr                     15.10.2019

            

29 Eylül 2019 Pazar

ERİKLİ'DE DURAN ZAMAN


                             
           
            Keşan ilçemizin mücavir alanı içinde yer alan Erikli Sahili, kendi kendini temizleyen denizi, yemyeşil ormanlarla çevrelenmiş tepeleri, temiz havası ve bol oksijeni ile ülkemizin doğal güzelliğe sahip nadir köşelerinden biridir. Bu harika yerimizi göz bebeğimiz gibi korumamız gerekirken, ne yazık ki tam tersini yapıyoruz. Son yıllarda yazlık konutların yapımının hızlanmasıyla Erikli Sahilinin nüfusu artmış ancak altyapı, su, kanalizasyon arıtma ve yol hizmetleri aynı ölçüde artmamış, yetersiz kalmıştır. Bir de hafta sonu ve bayram tatillerinde gelen günü birlik ziyaretçilerle nüfus adeta patlama yapmakta, bunun sonucunda da hizmet kalitesi sıfıra düşmektedir.Buranın bir de. kronik bir imar problemi vardır. Bu durum 1960’lı yıllarda hazine arazilerinin, bir kısım kumsallar da dahil, Keşan Belediyesi tarafından gelişi güzel satılmasıyla başlamış ve halen çözülememiştir.
           
        Yerel yönetim açısından Erikli sahilinden Keşan Belediyesi, idari yönden de Keşan kaymakamlığı sorumludur. Asayiş, jandarma tarafından sağlanmaktadır. Tüm bu idari makamlara ilaveten bir de 30 yıla yakındır Erikli Sahiline hizmet veren Erikli Sahili Turizmi Geliştirme Kooperatifi vardır. Su, Kanalizasyon arıtım ve yol hizmetlerini yürütmektedir. 5 bine yakın üyesinden hizmet katılım bedeli ve aidat almaktadır. İyi niyetli çalışma yapan idarecilerimize rağmen Eriklide zaman durmuş, hizmetler yetersiz kalmıştır. Çeşmelerden akan şebeke suyu kirli ve azdır. Kanalizasyon arıtımı da artık S.O.S vermektedir.
         
           25 yıldır yaz aylarını geçirdiğim Erikli'de son yıllarda artık herkesin yakındığı bir önemli sorun daha vardır. O da Erikliye gelen bir kısım ziyaretçinin, çadırlarını halkın denize girdiği kumsalın ve denizin hemen dibine kurmasıdır. Bunun sonucunda ziyaretçilerin çöplerini, defi hacetini orada bırakmasından tutun, çevreyi rahatsız etmesine kadar bir sürü şikayetler olmakta, denizin kirlenmesinden dolayı da enfeksiyon hastalıklarının arttığı görülmektedir. Herkesin, doğal güzelliklerden, denizden, kumdan, güneşten yararlanma hakkı vardır. Ancak toplu yaşama kurallarına uymak şartıyla. Niye Bodrum’da, Marmaris’te halkın denize girdiği, güneşlendiği kumsalda ya da plajda çadır kurmak kimsenin aklına gelmiyor da, Eriklide geliyor? Halbuki çözüm çok basittir. Halkın ve gelenlerin sağlığı açısından çadır kuracak kimselere suyu, duşu ve tuvaleti olan kamping alanları tahsis edeceksin. Böylece hem kimse rahatsız olmayacak, hem gelenler de sağlıklı bir şekilde tatillerini geçirme imkanı bulacaklardır.
         
           Sonuç olarak; Saroz’un incisi Erikli, artık bir kooperatifin yönetemeyeceği kadar çok büyümüştür. Mademki; Erikli Sahili, Keşan Belediyesinin mücavir sahasındadır ve her türlü gelirini almaktadır. O halde belediyenin, buraya üvey evlat muamelesi yapmayıp, imar, altyapı ve yönetim sorunlarına sahip çıkması gerekmektedir.

          10.08.2017 tarihinde yazdığım ve Uzunköprü Hür Gazete’de yayınlanan yukarıdaki köşe yazısının üzerinden 2 yıl geçti. Değişen bir şey oldu mu? Erikli’de duran zaman işlemeye başladı mı? Bir bakalım. Önemli bir değişiklik şu oldu. 4 Ağustos 2019 tarihinde, 30 yıllık süresini dolduran Erikli Sahili Turizmi Geliştirme kooperatifinin yapılan olağanüstü genel kurulunda alınan gereği kooperatif, tüm aktif ve pasifiyle Keşan Belediyesine devredildi. Bu karar kooperatif üyelerince istenen bir karardı. Üyeler, Keşan Belediyesinin mücavir sahasında olan bu yerleşim birimine 30 yıldır maddi, manevi katkı sundular. Artık kooperatif amacını, misyonunu ve ömrünü tamamladığı için azımsanamayacak mal varlığıyla Keşan Belediyesine devredildi. Son yıllarda Erikli Köyünden itibaren başlayan yeni yerleşim alanlarıyla ve nüfusuyla büyüyen Erikli Sahiline artık Keşan Belediyesinin sahip çıkması kaçınılmazdır.
          
          Bugün için Erikli Sahilinin en önemli sorunu su ve arıtmadır. Bu konular, oradaki halkın sağlığı açısından acilen ele alınmalıdır. Erikli Sahilinin başka sorunları da vardır. Bunların başında günübirlikçiler ve sahile çadır kuranlar için bir düzen getirilmesi, onlara kamping alanı kurulmasıdır. Yeteri kadar yeşil alan, park ve çocuk oyun alanları yoktur. Otopark ayrı bir sorundur. Özellikle bayram ve tatil günleri arabalar yüzünden yollardan geçilemiyor. Deniz kıyısına yakın demirlemiş motorlu kayıklar da tehlike yaratıyor. Devir işleminden hemen sonra suya yapılan yüzde yüz zamma ve kooperatif aidatının bu yıl da alınmış olmasına rağmen Keşan Belediyesine önümüzdeki yıllarda yapacağı hizmetler için şimdiden kolaylıklar dilerim.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr       29.09.2019
           








27 Eylül 2019 Cuma

AYNALARA KIZILMAZ


                                                
                                         
           Aynalara kızılmaz. Yüzündeki kırışıklıkları, saçındaki akları görmek istemiyorsan aynalara  bakmayacaksın.

                       Yöneticiler için basın bir aynadır. Basına kızmaları o yüzdendir.

      Aynalara bakmayacaksın ki yüzündeki kırışıklıkları,             saçlarındaki akları, gözlerindeki sönen ışığı görmeyeceksin.
                
                 Ellerinden gelse tüm aynaları kırar, ayna bulundurmayı yasak  ederler.
               Nedeni, gördükleri kırışıklıklar, saçlarındaki beyaz saç telleridir.
              
            Aynalara bakmasalar da, aynaları yok etseler de gerçekler değişmez. 
        
   Basın aynadır. Basına kızmaları o yüzdendir.
                        Aynalara kızılmaz.
          
     Basın, yöneticiler için bir boy aynasıdır. Boyunu bosunu, endamını, çapını gösterir.

                     Bakmasını bilenler için. 

                    Kendilerine çeki düzen verdiren iyi bir rehberdir.

    Aynaları kırmakla, yok etmekle gerçekler değişmez.
           Bu yüzden aynalara kızılmaz.





         orhankalyoncu.blogspot.com.tr             27.09.2019
     
              
              
       
  
  
                
              

11 Eylül 2019 Çarşamba

ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR

         









                Genç, 24 yaşında aslan gibiydi. Hukuk fakültesini bitirmiş, avukatlık stajını yapıyordu. 5 günlük tatil için ailesinin yazlığına gelmişti. Arkadaşı telefon etti.
  -"Arkadaşım ne haber? Bu akşam çıkar mıyız?"
  -'Tabii,olur. Yemekten sonra çıkarız."
Gece yarısı arkadaşlarıyla eğlenmiş,evlerine dönüyorlardı. Birden yolunu tanımadıkları 3 kişi arabayla kestiler. Nedensiz ve acımasız bir şekilde delikanlının üzerine çullandılar içlerinden birisi içtiği bira şişesini kafasında kırdı ve kanlar içinde yere çöken delikanlıyı bırakıp, son sürat arabalarına binip kaçtılar. Delikanlıyı, ambülansla hemen en yakın hastaneye kaldırdılar, kafasına 6 dikiş atıldı. Ölüm tehlikesi atlatmıştı. Suçlular, ifadesi alındıktan sonra yargılanmak üzere serbest bırakıldılar.
       
                Kadın evliydi,2 çocuğu vardı. Kocası işsizdi. Başlangıçta severek evlenmişti. Ancak çocuklar olduktan sonra kocası işsiz kalmıştı. Her gece içip içip eve geliyordu, Karısını dövüp, camı çerçeveyi yere indiriyordu. Kadının artık dayanacak gücü kalmamıştı. Boşanmak istiyordu. Ailesinin yanına gitti. Dava açtı. Ancak kocası rahat bırakmıyordu. Sonunda bir iş de bulmuştu. Çocukları da okula gitmeye başlamıştı. Ama bir gün boşanmak istediği kocası karşısına çıktı.
  -"Benden ayrılamazsın. Ya benimsin ya da kara toprağın", deyip 22 bıçak salladı ardından boğazını keserek kaçtı. Adamı yakaladılar. Müebbet hapisle yargılanmaya başlandı. Çocuklar yetiştirme yurduna verilmiş ve bir aile dağılmıştı.
        
               Gençler yeni evliydiler, çocukları olmuştu. Özlemle bekledikleri bebeklerini sevinçle kucaklarına aldılar. Erkek, bebeğin adını "Furkan" koymak istiyordu ama kayınvalidesi karşı çıkıyor,"Yusuf" konsun diyordu. Sonunda kayınvalide ve baldız dediklerine karşı çıkan damadı tavayla dövdüler. Mutlu bir evlilik böylece çatırdamaya başlamıştı.
       
              Genç, teknik liseyi bitirmiş, üniversiteye girememişti. Zaten maddi durumları da iyi değildi. Torna atölyesinde çalışmaya başlamıştı. Askerlik çağı da gelmişti. 20 yaşına basmıştı. Bir an önce askerlik görevini yapıp, hayatını kurmak istiyordu. Ve askere gitti. Jandarma komando olmuştu. Isparta'da acemiliğini yaptıktan sonra dağıtımı Doğu'ya çıkmıştı. Sınır karakollarından birindeydi. Bir gün ailesinin kapısı çalındı. Daha bıyıkları terlememiş gencimiz, hayatının baharında teröristler tarafından pusuya düşürülüp şehit olmuştu. Bir can daha ömrünün baharında toprağa düşmüştü. Bu ne ilkti ne de son olacaktı. Herkes bu kör teröre lanet okuyup, bitmesini isteyecekti, çaresiz olarak.
     
             Genç bir kadın feryat ediyordu Van'da. Büyük bir deprem olmuştu, 7,2 şiddetindeydi. Can kaybının da büyük olmasından korkuluyordu. Genç kadın, deprem bölgesini ziyaret eden başbakanın karşısında feryat ediyordu.
  -"5 katlı apartman çöktü, içinde sevdiklerim var, hiç kimse ilgilenmiyor",diyordu.
 Görevliler, "hayır,efendim ilgileniyoruz" diyorlardı. Ancak kadın ısrarlıydı, "Ben şimdi oradan geliyorum, bana vinç getirin, kaldıralım dediler. Ben vinci nereden bulayım", diyordu. Sonunda görevliler kadınla ilgilenmeye söz verdiler. Bir can pazarıydı yaşanan. Geceler soğuktu. Yaralılar yıkılan hastane bahçesinde, sedyeler üzerinde tedavi edilmeye çalışılıyordu.
             
              Ülkemiz,bu acılar içinde uzun yıllar geçirdi. Artık bunlara son vermek gerekmez mi? Deprem Dede'nin sözleri hala her depremde kulaklarımızda çınlamıyor mu? "İnsanları deprem değil, binalar öldürür", demiyor muydu?
Vatandaşlarımızın kaderci anlayışa teslim olmayıp, gelişmiş modern ülkelerdeki gibi bilimsel gerçeklerle ve insana değer veren yasal önlemlerle bu acılara son verilmesini istemesi, çok şey istemek midir? Unutulmasın ki; yaşamak hakkı" insanın yaratılıştan gelen en kutsal, en doğal hakkıdır. Bunu gözetmekte devletin en öncelikli görevidir.
         
           Geçen hafta yaşanan olaylar bana yukarıdaki yazımı hatırlattı. Arşivden çıkarıp okuyucularımıza tekrar anımsatmak istedim. 24 Ekim 2011 tarihinde Uzunköprü Hür Gazete'de yayınlanan bu yazımın üzerinden yaklaşık 8 yıl geçmiş. Ne değişmiş? Her gün görsel ve basılı yayın organlarından bu haberlerin benzerlerini okuyoruz. Hiç bir etkili önlemin alınmadığını da görüyoruz. Bu böyle devam edebilir mi? Çağdaş, gelişmiş ülkelerde bu olayların çok azını duyuyoruz. Kadın cinayetleri neredeyse rekor düzeyde. Önlemlerin başında eğitim gelir kuşkusuz. Ekonomik, sosyal ve hukuksal tedbirler bunu takip eder. Bunları da bizi idare eden iktidardan bekliyoruz. 
       
            En son İstanbul'da olanlar bizi derinden yaraladı ve üzdü. "Ateş düştüğü yeri yakar", diye bir atasözümüz var. Uzunköprü de yaşayan çok yakından tanıdığımız, herkes tarafından sevilen bir aileye ateş değil, kor düştü. Gencecik 26 yaşında evlatlarını bir gaspçının saldırması sonucu kaybettiler. Geçen hafta yine 23 yaşında İTÜ mezunu genç bir mühendisin katledildiğini basından öğrendik. Bu eli kanlı katilleri önlemek, onlara en ağır cezaları vermek devletin görevidir. Artık kınamaktan fazla bir şeyler yapmak gerekir. 15 milyonu aşkın nüfusuyla ve dışarıdan aldığı göçle yaşanmaz bir hale gelen en büyük şehrimizde alarm zilleri çalmaktadır. Yetişmiş, pırıl pırıl gençlerimizi bir hiç uğruna kaybetmek istemiyoruz. Anne-babanın bin bir emekle, özenle yetiştirdiği, tam ülkesine ve topluma hizmet edeceği, kendisine bir gelecek kuracağı zamanda bir gencin katledilmesi ve bunun önlenememesi toplumun intihar etmesinden farksızdır. 
           
         

      

 orhankalyoncu.blogspot.com.tr                                            08.09.2019
            

HÜR DOĞDUM, HÜR YAŞARIM

            
                                                           
              
                                      
           
               Eylül, bana ayların en hüzünlüsü gibi gelir. Yazın bitmesi, ağaçların yapraklarını dökmesi, havaların soğuması yüzündendir, belki. Yıllar önce, Alpay'ın "Eylül'de Gel" şarkısı dillerden düşmezdi. Neden “Eylül'de gel”, diyor? Okulların açıldığı, sevgililerin kavuşacağı ay olduğu için miydi acaba? Hüzünler olduğu gibi sevinçli haberler de alırız sonbaharın bu  ilk ayında, Uzunköprü Hür Gazetenin kuruluş haberini aldığımız gibi. 26 Eylül 2008 tarihinde de  Hür Gazete doğmuş.
           
             Gazetenin sahibi Selim Bekar, gazeteye yazı yazmayı önerdiği zaman hemen kabul ettim. Yazı yazmak, benim öğrencilik dönemimden kalan bir  göz ağrımdı. Yerel bir gazetenin amatör dünyası içinde, arada sırada önemli gördüğüm konular hakkında görüşlerimi yazıyorum. İnternet kanalıyla dünyanın her tarafından takip edilip, geniş bir okuyucu kitlesine ulaşıyor. Hür Gazete bu yıl 12. yaşına giriyor. Bu sürede önemli işler yapmıştır. Ergene Nehri'nin kirliliğini ve Eski Köy'deki tarlaları kaplayan kumları gündeme taşıması bunların başta gelenlerindendir. Uzunköprü ve çevresinin sorunlarını dile getirmek yerel bir gazetenin kısıtlı olanakları içerisinde küçümsenmeyecek bir olaydır. Hür Gazete de içinde bulunduğu toplum yaşamına katkıda bulunmaya devam ediyor. 
          
.          Demokrasilerde yasama, yürütme, yargıdan sonra 4. kuvvet sayılan görsel ve yazılı basın, doğası gereği muhaliftir. İyiyi güzeli ararken güçlünün hoşuna gitmese de daha güzeli bulmak için eleştirecek, yanlışları gösterecektir. Basın mensubu olan gazetecilere düşen görev güçlünün yanında değil, haklının yanında, bireyin değil, halkın yanında durmaktır. Hür Gazete, halkın doğru haber alma hakkını, Atatürk ilkelerini ve Türk milletinin menfaatini her zaman savunmaya devam edecektir. Hür Gazete’ye uzun, başarılı yıllar dilerim.

 


orhankalyoncu.blogspot.com.tr                 23.09.2019