21 Nisan 2020 Salı

100.YILINDA TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN TARİHİ ÖNEMİ

T.B.M.M' 100 YAŞINDA

                                      
         Bu yıl kuruluşunun 100.yılını kutladığımız TBMM, Yakın Türkiye Tarihinde hem Kurtuluş Savaşı hem de demokrasi sürecinde daima  hayati rol oynamıştır. Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsuna çıkarak Milli Mücadeleyi başlattıktan sonra Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplamış, ardından 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisini açmıştır. Milli Mücadelenin halk desteği olmadan başarıya ulaşamayacağını biliyordu. Bu nedenle, halkın temsilcilerinden oluşan Millet Meclisinin öncelikle açılması onun için büyük önem taşıyordu. Nitekim Büyük Zafer, Mustafa Kemal’in önderliğinde kadını-erkeği, yaşlısı- genci topyekun milletin seferberliğiyle gerçekleşmiştir. 30 Ağustos 1922 tarihi, Kurtuluş Savaşını zaferle sonuçlandırdığımız tarihtir. O tarihte Mustafa Kemal’in komuta ettiği Türk Ordusu, Dumlupınar’da tarihe Başkomutanlık Meydan Muharebesi diye geçen savaşta düşman ordusuna son darbeyi vurmuş ve 9 Eylül 1922’de İzmir’i kurtarmıştır. Ondan sonraki süreçte de, 1 Kasım 1922 tarihinde saltanat kaldırılmış, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiştir. O tarihe kadar iş başında TBMM hükümetleri vardı. Mustafa Kemal, TBMM'nin başkanı ve aynı zamanda olağanüstü yetkiyle harpte fiili Başkomutandı. Bu durum dünya parlamentoları tarihi açısından bir ilkti.

          Açıldığından itibaren bazı ara dönemler hariç 2018’e kadar hükümetler her zaman Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkmıştır. TBMM, ilk kez 27 Mayıs 1960 Askeri Darbe döneminde kapatılmış, seçimlerin yapıldığı 15 Ekim 1961 tarihine kadar kapalı kalmıştır. 12 Mart 1971’deki Askeri Muhtıra sırasında ise parlamento feshedilmemiş, partiler kapatılmamış ancak tarafsız bir milletvekili başbakanlığında olağanüstü bir hükümet kurulmuştur.  Bu olağanüstü durum da seçimlerin yapıldığı 14 Ekim 1973’ e kadar sürmüştür. TBMM’ne ikinci ve en kapsamlı müdahale 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinde gerçekleştirilmiş, bu dönemde hem parlamento, hem de partiler kapatılmış, 6 Kasım 1983’te yapılan genel seçimlerle tekrar demokrasiye dönülmüştür. Askeri Konsey tarafından kurulan Danışma Meclisince hazırlanan 1982 Anayasasında, özgürlüklerle ilgili birçok kısıtlamalar olduğu halde 1921, 1924 ve 1961 Anayasalarında da yer alan ve değişmeyen bir madde vardı. O da, 6. madde olarak yer alan, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”, maddesidir.
                 
        Zamanla bazı iyileştirmeler yapıldı ise de Anayasada en önemli değişiklik 16 Nisan 2017 referandumuyla gerçekleşti. Eskiden Millet Meclisinden çıkan başbakan ve hükümet ortadan kalktı. Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi getirildi. Meclisteki milletvekili sayısı 550’den 600’e çıkarıldı.  Artık %50+1 oyla doğrudan halk tarafından cumhurbaşkanı seçilecek, yürütme görevini cumhurbaşkanı, yardımcıları ve onun atadığı bakanlar üstlenecekti. Bu görevliler cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacaktı. Cumhurbaşkanının bütçe yapma, kararname çıkarma, üst kademe kamu yöneticilerini atama ve görevden alma, diplomat görevlendirme, yüksek yargıya atama yetkisi olacaktı. Millet Meclisi, yasa yapma, bütçeyi onaylama yetkilerinin yanı sıra denetim yapmak için meclis araştırması, genel görüşme, meclis soruşturması ve yazılı soru önergeleri verebilecekti. Ancak artık eskisi gibi gensoru veremeyecek, güvenoyu isteyemeyecekti. Milletvekilleri, bakan olarak atanırlar ise milletvekilliğinden istifa etmeleri gerekecekti.
                 
         2 yıla yakındır ülkemizde uygulanmaya çalışılan Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde, mecliste sayısı artmasına rağmen milletvekillerinin yürütme üzerindeki etkisi yok denecek kadar azalmıştır.  Korona virüs salgını nedeniyle bu yıl yapılamayacak 100.yıl kutlamaları yerine geçecek en büyük müjde seçim ve siyasi partiler yasalarının demokratikleştirilerek tekrar parlamenter sisteme dönülmesi ve hükümetin meclisten çıkması olacaktır.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr    21.04.2020



18 Nisan 2020 Cumartesi

ÖNLEMLERE UYMAYANLAR VİRÜSE DAVETİYE ÇIKARIYORLAR

SAFRANBOLU-Mencilis Mağarası Yolu

               
                 
            Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulu, dünyayı saran Coronavirus salgını ile mücadele kapsamında vatandaşlarımızı önlem almaları için devamlı uyarıyorlar. Salgının önlenmesi konusunda devletin ve yöneticilerinin görev ve sorumlulukları olduğu kadar kuşkusuz ülkede yaşayan tüm vatandaşların da görev ve sorumluluğu vardır. O da önlemlere sıkı sıkıya uymaktır. Son günlerde yaşanan olaylardan sonra ister istemez aklımıza şöyle bir soru geliyor. Acaba vatandaşlar olarak yasaklara, önlemlere, uyarılara ne kadar uyuyor, dikkat ediyoruz?
              
           Öncelikle, bu salgının ne kadar tehlikeli olduğunu vatandaşlar kavradı mı? Bunun yeteri kadar anlaşılmadığı 10 Nisan 2020 akşamı açıklanan 30 büyükşehir ve Zonguldak’ı kapsayan hafta sonu dışarı çıkma yasağının ilanından sonra bilhassa İstanbul’da yaşanan panik havası bize gösterdi. 250-300 bin insanın 2 saatlik bir sürede hiçbir tedbire uymadan birden dışarı çıkıp alışveriş yapmak istemesi bulaşma riskini arttırdı. Bunda ilan şeklinin ani olması kadar insanların da bilgisiz olduğu gerçeğini ortaya çıkardı. Sanki toplumsal olarak  “bize bir şey olmaz”, mantığı işledi.
                 
           40 bin nüfuslu küçük bir ilçede yaşıyoruz. Merkezi idarenin aldığı önlemlere ilaveten belediye ve kaymakamlık da ilave tedbirler alıyor, ikazlar yapıyor. Yine de insanların maskesiz dolaştığı, sosyal mesafeye uymadığı, işi olmayanların (20 yaş altı gençlerin-65 yaş üstü yaşlıların) dışarıda olduğu görülüyor. Perşembe günleri kurulan ilçe pazarında, bir kadın vatandaş gülerek kendisine verilmek istenen dezenfektanı ve maskeyi almadan, “bana virüs bir şey yapmaz, benim alerjim var, maske de takamam”, deyip, geçiyor. 16 Nisan 2020 günü perşembe pazarından bir başka manzara; bir at arabasında, arabacının dışında 4 kadın vatandaş maskesiz, dip dibe oturmuş vaziyette pazardan aldıkları pazarlıkları evlerine götürüyorlar. Onun gibi başka arabalar ve onlara hiçbir korunma tedbiri almadan binen onlarca vatandaş var. Bir kişinin virüs taşıyıcısı olması halinde mahalle hatta ilçenin karantina altına alınması gerekebilecektir. Bu yüzden belki de, yüzlerce esnafın, işletmenin işi aksayacaktır.
                  
            Türkiye’de bu salgının ilk vakasının görüldüğü 11 Mart 2020 tarihinden beri geçen 35 günde 16 Nisan 2020 itibarıyla vaka sayısı 74,195, can kaybı 1,643 olmuştur. Henüz tepe noktasına ulaşılmadığı için inişe de geçilmemiştir. Eğer tedbirlere sıkı sıkıya uyulmazsa hem insan kaybımız artacak, hem de tedbirlerin süresi uzayacaktır. Bunun ekonomik ve sosyal kayıpları da olacaktır. Hastalıktan sonra da bu konular gündeme gelecektir. Önlemlere uymayanlar, önlemlere uyanları da tehlikeye atıyor. O yüzden bir an önce disiplin içinde önlemlere milletçe uymalıyız. Önlemlere uymak her şeyden önce bilinçli vatandaşın görevidir, sorumluluğudur. Önlemlere uyduğumuz takdirde kendimizi, ailemizi, arkadaşlarımızı, komşularımızı, hemşehrilerimizi de korumuş olacağız. Bu virüs; kadın-erkek, zengin-fakir diye ayırım yapmıyor. Bulaştığı anda tehlike zili çalıyor. Kurtulmak için uğraşmaktansa, hiç yakalanmamaya çalışmak, akla en uygun yoldur.

Son söz: Temizlik kurallarına, sosyal mesafeye uyalım, maskemizi takalım. Evde kalalım.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr   18.04.2020

15 Nisan 2020 Çarşamba

MASKE

BEYLİKDÜZÜ

                                                                           
            Dünyada baş gösteren Coronavirus salgınının ülkemizde ilk vakasının görüldüğü 11 Mart 2020 tarihinden itibaren alınan tedbirler hayata geçirilirken maske takılıp takılmaması konusu bilim adamlarınca uzun süre tartışıldı. Sonunda Dünya Sağlık Örgütünün de tavsiyesi doğrultusunda dışarı çıkan insanlara maske takma zorunluluğu getirildi. Bu karar 3 Nisan’da açıklandı. Eczanelerden satın alınabileceği düşüncesiyle 6 Nisan pazartesi günü eczanede çalışan bir arkadaşıma telefon ederek 5 adet maske almak istediğimi söyledim. O da, “tamam hocam maskemiz var, tanesi 4 liraya istediğin kadar alabilirsin.”, dedi. Ben de, “İyi, yarın alırım”, diye yanıt verdim.
              
           Ancak o akşam açıklama yapılarak parayla maske satışına yasak getirildi. Sabah olur olmaz yine de bir umutla eczaneye gittim. Arkadaşım daha gelmemişti. Maskeleri sordum. Yanıt olumsuzdu. Sonra yetkililerce bir açıklama daha yapıldı. PTT AVM’ye internetten başvuru yapılırsa, kişi başına 10 gün için 5 adet maske verileceği söylendi. Hemen başvurdum. Başvurum kabul edilerek bir sipariş no’su da verildi. Üzerinden yaklaşık 10 gün geçmesine rağmen elimize her hangi bir maske geçmedi. Sonuçta paralı ya da parasız maske alamadık.
             
         “Evde Kal”, sloganında anlamını bulan ve faydalı olduğuna yürekten inandığım gönüllü karantinaya hemen hemen 1 aydır (başlangıcından beri) eşimle ben uyuyoruz. Dışarıda işi olmayanın da kesinlikle evde kalması gerekir, diye düşünüyorum. Ancak zorunlu ihtiyaçlar için dışarı çıkıldığında ise maske olmadığından insanlar, son on gündür sıkıntı yaşıyor.  Vatandaşlar, maske yokluğundan işine gidemiyor, büyük şehirlerde otobüse bile binemiyorlar. O yüzden sakıncalı olmasına rağmen bir maskeyi defalarca takmak zorunda kalıyorlar. Bu durum da bırakın koruyucu olmasını, tam aksine bulaştırıcılık riskini arttırıyor. Maskelerin zamanında dağıtılamaması nedeniyle virüsün ne kadar bulaştığını biliyor muyuz? 
                  
            Her dükkanın, marketin kapısında “maskesiz girilmez, yazısıyla karşılaşıyoruz. Cezası da var mı? Bilmiyoruz. Bu kadar zor muydu vatandaşa maske dağıtmak? Bir sürü kanalları vardı. En başta belediyeler, muhtarlıklar vasıtasıyla olabilirdi. Ya da önce dağıtımını yapardınız, sonra satışına yasak getirirdiniz. En azından insanlar işini görene kadar parasıyla maske edinebilirdi. 




orhankalyoncu.blospot.com.tr 16.04.2020


11 Nisan 2020 Cumartesi

AYRIŞMAK

Kelebekler Sergisi- Fotoğraf:Ali Çıtak

                               

                                                                    
             Ayrışmak; birbirinden ayrı düşmek, karşı tarafta olmak anlamı taşır. Bunun zıttı da birleşmek, bütünleşmektir. Hayatın her alanında neredeyse Kabil’le Habil’den beri sosyal ayrışma diyebileceğimiz kavramı sonuna kadar hisseder, yaşarız. Mahallede maç yaparken iki taraf bulunur, birbirlerini yenmek için mücadele eden. Kan davasında birbirini yok etmek isteyen hasımlar vardır. Her takımın fanatik taraftarı için en büyük, kendi takımıdır. Ülkeler arasında, dini inanışlarda, mezheplerde, siyasi partilerde de bu ayrışmayı görürüz.
                
            Bir yerde insan topluluklarını, böl-yönet anlayışıyla ayrıştırarak yönetmek en kolay idare etme şeklidir. Olaylara at gözlüğü ile bakanlar başka gerçeklerin de olabileceğini göremezler. Onlar için tek doğru vardır. O da inandığı kişilerin gösterdiği yoldur. Halbuki ak ile karanın orta yolu vardır. Ama fikri sabit kişileri ikna etmenin imkansızlığı ortadadır. Ülkemizde de aynı amaç için yola çıkmış ideal birliği olması gereken bir siyasi partide bile ayrışma son raddesindedir. Acımasız siyasi rekabet parti üyeleri arasında ayrıştırmayı getirir. Liyakata bakmadan kendi taraftarlarının bir yerlere gelmesi için insanların ayrışması gerekir. Her zaman geçerli taktiktir. Böl ve yönet. Bu ülkeler arasında da böyledir. 2. Dünya Harbinden sonraki soğuk savaş döneminde dünyanın Demirperde Ülkeleri ve Hür Dünya Ülkeleri olarak ayrılması buna örnektir.
                  
           Bu ayrışmanın ve ayrıştırmanın yanlışlığını, bize dünyanın başındaki felaket olan Coronavirus salgını acı bir şekilde gösterdi. Sadece Türkiye olarak değil, dünya olarak hepimizin aynı gemide olduğunun farkına vardık. Evrensel toplumun bir parçası olarak başka ülkeleri, yaşadığımız çevrede komşularımızı,  arkadaşlarımızı, akrabalarımızı ve en ücra köşede yaşayan sosyal yapımızın en savunmasız vatandaşımızı da düşünmek zorunda olduğumuzu gördük. Kendimizi ve ailemizi korumanın yolunun onları korumaktan geçtiğini anladık. Coronavirus salgını, hepimize dünyanın aslında çok büyük ve güçlü olmadığını, zerre kadar bir virüs ile alt edilebileceğini kanıtladı. Doğanın vahşi bir şekilde tahrip edilmesi, nükleer santrallerin faaliyeti, 5 G teknolojisinin sebep olduğu radyasyonun yayılması, ozon tabakasının delinmesi, Buzulların erimesi, derelerin, ırmakların, ovaların kirletilmesi, toprağın fenni gübre- ilaçlarla zehirlenmesi, savaşlarda yüksek teknolojili ve biyolojik silahların kullanılması; dünyayı neredeyse, düşmanı böyle gözle görülmez bir virüs olan bir Dünya Savaşının eşiğine getirdi. 
           
           Bunun sonucunda artık insanlar dünya üzerinde ayrışma değil, bütünleşme olması gerektiğini düşünmeye başladılar. Yakın zamana kadar birbirleriyle amansız rekabet içinde olan Çin’in Amerika’ya sağlık malzemesi yardımı yapacağını, Rus doktorlarının İtalya’da salgının en fazla görüldüğü şehirlerde yoğun olarak çalışacağını kim düşünebilirdi? İnsanlık birlikte mücadele etmeyi, bütünleşmeyi öğrenecektir. Hiç kuşkusuz, 3,5 ayda dünyayı ve ülkemizi saran Coronavirus salgını, insanlığın ortak çabasıyla önlenecektir. Ancak muhtemeldir ki; hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.





orhankalyoncu.blogspot.com.tr      11.04.2020

3 Nisan 2020 Cuma

GÖREV BAŞINA



                                     
                Dünyayı kasıp kavuran Coronavirus salgını Avrupa’dan sonra ülkemizde de hızla artmaya devam ediyor. İlk vakanın açıklandığı 11 Mart 2020’den beri geçen 3 haftada, 2 Nisan 2020 tarihi itibarı ile 18,135 Coronavirus vakası tespit edilmiş, 356 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Sağlık yetkililerinin yaptığı açıklamalarda belirttikleri gibi sosyal izolasyonun, sosyal mesafenin ve temizlik kurallarına uymanın önemi çok büyüktür. Ayrıca bu salgının yayılmasının önlenmesi için başta yaşlılar olmak üzere dışarıda işi olmayan herkesin evde kalması gerekir.
Yaşadığımız ilçede de belediye hoparlöründen sık sık “evde kal”, anonsları duyuyoruz. Belediye uyarı anonsları yaparak, çevreyi dezenfekte ederek en temel görevini yapıyor. Ancak bundan ötesi benim görevim değil, diyebilir mi? Yani o beldede yaşayan insanların acil ihtiyaçları, sorunlarına kayıtsız kalabilir mi? Eğer biz, Türkiye olarak Anayasamızda yazıldığı gibi demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti isek ne merkezi idare, ne de halkın seçtiği belediyeler bu duruma kayıtsız kalabilir.

          Halkın seçtiği ve ulaşabileceği ilk merci yerel yönetimlerdir. Yani belediyelerdir. Bir süre daha devam etmesi beklenen Coronavirus salgını nedeniyle zor durumda kalan vatandaşlarımızın sayısı her geçen gün ne yazık ki artmıştır. İşsiz kalanlar, dükkanı kapalı olan ya da iş yapamayan esnaflar ve benzerleri için bazı belediyeler elini taşın altına koymuşlardır. Örneğin Ankara ve İstanbul Belediyeleri kentlerinde oturan işsiz ve zor durumdaki hemşehrileri için nakit ve gıda yardımı paketi hazırlamış, Eskişehir Belediyesi, (özellikle 65 yaş üzeri kronik rahatsızlığı olanlar başta olmak üzere) vatandaşların istek ve ihtiyaçlarını karşılamak için 24 saat açık Kriz Masası ve Vefa Sosyal Destek Grubu oluşturmuşlardır. İstanbul/Beylikdüzü Belediyesi ve Denizli/Acıpayam belediyesi de (bütün ilçeyi gönüllü karantina altına alarak) Vefa Grubu kurmuşlardır.
              
           Uzunköprü, 40 bin nüfusa sahip orta çaplı bir ilçedir. Tarım ve  tarıma bağlı sanayinin zayıflamasından dolayı ekonomik yönden eski gücü  olmayan ilçede kazancı buna bağlı olan esnaf, bir de bu salgından ötürü dükkanını kapayınca kirasını, Bağ-Kur primini ödeyemez duruma düşmüştür. İşini kaybedenler ve işsizler de cabası. Sosyal belediyecilik, böyle zor durumlarda halkın yanında olmayı gerektirir. Belediye, müşkül duruma düşen, zaruret içinde olan aileleri saptayıp gereken yardımı kaymakamlıkla beraber eş güdümlü olarak yapabilir. Bunun maliyetini, 2020 yılında belediyenin yapmayı planladığı Ramazan ayı iftar yemekleri ve Eylül ayındaki Festival programlarını iptal ederek karşılayabilir. Bunun dışında bazı belediyelerin yaptığı gibi evden çıkmaması istenen yaşlı vatandaşlarımızın ihtiyaç ve alışverişlerini yapmak için genç belediyecilerden Vefa Sosyal Destek Grubu kurulabilir. Unutmayalım ki, olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Bu dönem, yapılanları ve yapılamayanları ile tarihe geçerek derin izler bırakacaktır. Onun için şimdi görev zamanı. Herkes görev başına!



Son söz: Halkımız zor zamanında yanında yer almayanları değil, alanları hatırlayacaktır.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr      03.04.2020