Siyaset dünyasında yer alan bir takım siyasetçilerde, “düşmanımın düşmanı dostumdur”, düşüncesi hakimdir. Kurt
politikacılar, rakip gördüğü ya da beğenmediği bir siyasetçinin düşmanını dost, dostunu da düşman olarak kabul ederler. Sadece o kadarla da kalmaz,“bitaraf olan bertaraf olur”,
mantığıyla taraf olmayanlara bile düşmandırlar. Bu davranış biçimine günlük
hayatta da rastlarız. Halbuki düşmanlık
üzerine siyaset yapılmaz. Siyaset,
insan kazanma sanatıdır.
Demokratik kurallar içinde yapıldığı takdirde halka hizmet vasıtasıdır. Kişisel
hırs, kin ve intikam hisleriyle hareket edip, siyaseti senden benden ayrımı
yaparak çete savaşına çevirirseniz, bunun kazananı olmaz. Sonunda bu davranışı
sergileyenler, kaybeder. Gereksiz girilen savaşlarda kazansalar bile bu bir
Pirus Zaferi olur. Pirus Zaferi, yıkıcı büyüklükte kayıplar pahasına kazanılan
bir zaferdir.
Herkesi ayrı değerlendirmek, gerçekleri
söyleyenlerden çekinmemek, tam aksine kulak vermek gerekir. 20.yüzyılın önde
gelen İngiliz yazarlarından (1984 ve Hayvan Çiftliğinin yazarı) George Orwell (1903-1950), bu konuda şöyle
diyor, “bir toplum gerçeklerden ne kadar
uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder.” Öyle de olsa, gerçekler değişmez. “Dünya
dönüyor”, diyen İtalyan astronom ve Fizikçi Galileo (1564-1642), yargılandığı
mahkemede bu teorisini inkar etmesini aksi takdirde mahkum olacağını söyleyen
hakimlere, mahkum olmayı göze alarak, “yine de dünya dönüyor”, demiştir. Cinsiyet, ırk, din ayrımı yapılarak da siyaset
yapılmaz. Ata’mızın yaptığı devrimler sonrasında ülkemizde kadın erkek
eşittir. Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası 10. Maddesi şöyle yazar; " Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar
ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini
sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz.” Siyasetçilerin, Anayasamızın 10. Maddesini çok iyi okumaları
gerekir.
Türk Milleti, siyasetteki kısır
çekişmelerden, kavgalardan artık bıktı. Genel ve yerel yöneticilerin kavgaları
bırakıp, toplumun sorunlarına çare bulmasını sabırla bekliyor.
Siyasetçilerin görevi halka hizmettir. Halkımız kadirşinastır. Kendisine samimiyetle
hizmet eden kişiye dünya
durdukça sevgi ve saygı duyar. Dünya ve Türk Tarihinde böyle kişilerin başında Gazi
Mustafa Kemal Atatürk gelir. İnsanlığa ve Türk Milletine yaptığı hizmetlerle
adını altın harflerle dünya ve Türk tarihine yazdırmıştır. Makamlar gelip, geçicidir. Ata’mızın dediği gibi Türk Milletinin sade bir ferdi olmaktan daha büyük bir makam yoktur.
Kurtuluş Savaşında Büyük Taarruz öncesi,
Meclis Başkanı olarak Gazi Mustafa Kemal’in üzerine aldığı Başkomutanlık
yetkisinin süresi sona ermişti. Bu yetkinin uzatılmasına bir takım muhalefet milletvekilleri
TBMM’inde karşı çıkıyordu. İngiliz gazeteci ve yazar Lord Kinross, Atatürk/Bir Milletin Yeniden Doğuşu adlı kitabında bu olayı şöyle anlatır; "Mayıs ayında Meclis,
onun hasta ve yatakta olmasından yararlanarak, üçüncü bir uzatmayı reddetti.
Böylece ordu başsız kalmış oluyordu. Gazi Mustafa Kemal hasta
yatağından kalkarak askeri kıyafetlerini giydi ve Mecliste şu konuşmayı yaptı. "O mutlu gün gelince bütün milletle birlikte, en büyük mutluluklara erişmekle
şeref duyacağız. Benim başlıca ikinci bir mutluluğum olacaktır ki, o da; kutsal
davamıza başladığımız gün bulunduğum yere geri dönebilme olanağıdır. Milletin
koynunda serbest bir fert olmak kadar, dünyada bahtiyarlık var mıdır?
Gerçekleri iyi kavrayan, yürek ve vicdanında manevi ve kutsal hazlardan başka
zevk taşımayan insan için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamların
hiçbir değeri yoktur”. Gazinin Mecliste yaptığı bu konuşmadan sonra
başkomutanlık yetkileri milli amaca ulaşıncaya kadar uzatıldı."
orhankalyoncu.blogspot.com.tr 11.11.2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder