12 Kasım 2022 Cumartesi

DÜŞMANIMIN DÜŞMANI


 






   

                                    

        Siyaset dünyasında yer alan bir takım siyasetçilerde, “düşmanımın düşmanı dostumdur”,  düşüncesi hakimdir. Kurt politikacılar, rakip gördüğü ya da beğenmediği bir siyasetçinin düşmanını dost, dostunu da düşman olarak kabul ederler. Sadece o kadarla da kalmaz,“bitaraf olan bertaraf olur”, mantığıyla taraf olmayanlara bile düşmandırlar. Bu davranış biçimine günlük hayatta da rastlarız. Halbuki düşmanlık üzerine siyaset yapılmaz. Siyaset, insan kazanma sanatıdır. Demokratik kurallar içinde yapıldığı takdirde halka hizmet vasıtasıdır. Kişisel hırs, kin ve intikam hisleriyle hareket edip, siyaseti senden benden ayrımı yaparak çete savaşına çevirirseniz, bunun kazananı olmaz. Sonunda bu davranışı sergileyenler, kaybeder. Gereksiz girilen savaşlarda kazansalar bile bu bir Pirus Zaferi olur. Pirus Zaferi, yıkıcı büyüklükte kayıplar pahasına kazanılan bir zaferdir. 

     Herkesi ayrı değerlendirmek, gerçekleri söyleyenlerden çekinmemek, tam aksine kulak vermek gerekir. 20.yüzyılın önde gelen İngiliz yazarlarından (1984 ve Hayvan Çiftliğinin yazarı)  George Orwell (1903-1950), bu konuda şöyle diyor, “bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder.”  Öyle de olsa, gerçekler değişmez. “Dünya dönüyor”, diyen İtalyan astronom ve Fizikçi Galileo (1564-1642), yargılandığı mahkemede bu teorisini inkar etmesini aksi takdirde mahkum olacağını söyleyen hakimlere, mahkum olmayı göze alarak, “yine de dünya dönüyor”, demiştir. Cinsiyet, ırk, din ayrımı yapılarak da siyaset yapılmaz. Ata’mızın yaptığı devrimler sonrasında ülkemizde kadın erkek eşittir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 10. Maddesi şöyle yazar; " Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” Siyasetçilerin, Anayasamızın 10. Maddesini çok iyi okumaları gerekir.

     Türk Milleti, siyasetteki kısır çekişmelerden, kavgalardan artık bıktı. Genel ve yerel yöneticilerin kavgaları bırakıp, toplumun sorunlarına çare bulmasını sabırla bekliyor. Siyasetçilerin görevi halka hizmettir. Halkımız kadirşinastır. Kendisine samimiyetle hizmet eden kişiye dünya durdukça sevgi ve saygı duyar. Dünya ve Türk Tarihinde böyle kişilerin başında Gazi Mustafa Kemal Atatürk gelir. İnsanlığa ve Türk Milletine yaptığı hizmetlerle adını altın harflerle dünya ve Türk tarihine yazdırmıştır. Makamlar gelip, geçicidir.  Ata’mızın dediği gibi Türk Milletinin sade bir ferdi olmaktan daha büyük bir makam yoktur.

       Kurtuluş Savaşında Büyük Taarruz öncesi, Meclis Başkanı olarak Gazi Mustafa Kemal’in üzerine aldığı Başkomutanlık yetkisinin süresi sona ermişti. Bu yetkinin uzatılmasına bir takım muhalefet milletvekilleri TBMM’inde karşı çıkıyordu. İngiliz gazeteci ve yazar Lord Kinross, Atatürk/Bir Milletin Yeniden Doğuşu adlı kitabında bu olayı şöyle anlatır; "Mayıs ayında Meclis, onun hasta ve yatakta olmasından yararlanarak, üçüncü bir uzatmayı reddetti. Böylece ordu başsız kalmış oluyordu. Gazi Mustafa Kemal hasta yatağından kalkarak askeri kıyafetlerini giydi ve Mecliste şu konuşmayı yaptı. "O mutlu gün gelince bütün milletle birlikte, en büyük mutluluklara erişmekle şeref duyacağız. Benim başlıca ikinci bir mutluluğum olacaktır ki, o da; kutsal davamıza başladığımız gün bulunduğum yere geri dönebilme olanağıdır. Milletin koynunda serbest bir fert olmak kadar, dünyada bahtiyarlık var mıdır? Gerçekleri iyi kavrayan, yürek ve vicdanında manevi ve kutsal hazlardan başka zevk taşımayan insan için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamların hiçbir değeri yoktur”. Gazinin Mecliste yaptığı bu konuşmadan sonra başkomutanlık yetkileri milli amaca ulaşıncaya kadar uzatıldı."

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr                   11.11.2022

            
       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder