30 Haziran 2017 Cuma

ADALET YÜRÜYÜŞÜ

    
                                      Adalet Tanrıçası Themis

           

           Tarihe damga vuran davaların başında Antik Yunan Filozofu Sokrates (M.Ö 469- M.Ö 399) ile ilgili mahkeme kararı gelir. Sokrates, şehrin tanrılarına inanmamak,onların yerine başka tanrılar koymak, böylece gençliği zehirlemekle suçlanır ve haksız bir kararla ölüme mahkum edilir. Adaletin terazisinde yanlış tartılan bir diğer dava da Dreyfus Olayıdır. 1894 yılında Yüzbaşı Alfred Dreyfus casuslukla itham edilerek Fransa’da yargılanıp mahkum edilir, yıllar sonra 1906’da yeni deliller ortaya çıkınca, beraat eder.
         
          Haksız yere verilen mahkumiyetler yıllar sonra bile vicdanları kanatır, 12 Eylül 1980 askeri döneminde verilen kararların acıları 4o yıl sonra bile halen tazedir. Yakın tarihlerde tanık olduğumuz Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk, Kozmik Oda ve bunun gibi davaların da, kurgulanmış davalar olduğu anlaşıldı. Mağdur edilen yüzlerce kişi tazminat davalarını kazanmalarına karşın bu onların mağduriyetlerini karşılayabilir mi? Ölen, intihar eden, insanları geri getirebilir mi? 
         
          Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Anayasaya göre, yargı, bağımsız ve tarafsızdır. Her yurttaşın adil yargılanma hakkı vardır. Mahkeme salonlarında yazan “Adalet mülkün temelidir", sözündeki “mülk” devlet demektir. Adalet olmazsa, devletin temeli, demokrasi ve özgürlükler olmaz.

        Adalet isteyen tüm yurttaşların sözcüsü olarak Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara-İstanbul arasındaki 420 km yolu yürüyerek, "Adalet Yürüyüşü'nü", gerçekleştiriyor. Hak, hukuk, adalet istiyor. Bu sıcakta yollara düşenler, yalnızca kendileri için değil, tüm yurttaşlar için adalet arıyorlar. Her dört seçmenden birinin oyunu almış, iktidar alternatifi olan ana muhalefet partisi adaletsizlikten şikayet ediyorsa, iktidara düşen görev bu sorunu çözmektir.




Orhan Kalyoncu 
29.06.2017 

14 Haziran 2017 Çarşamba

KİM ÜZEBİLİR SENİ SENDEN BAŞKA

        





                 Yazmayı istediğim konuların başında her zaman içinde yaşadığımız çevrenin, toplumun sorunları ve insanın yaşama dair bakışı gelir. Bu yazımda da siyasetin dışında biraz soluklanmak için Alman filozofu F. W Nietzsche’nin (1844-1890) yaşamla ilgili "Kim Üzebilir Seni, Senden Başka", adlı şiirini paylaşıyorum.
             
              Sular yükselince balıklar karıncaları yer.
              Sular çekilince de karıncalar balıkları yer.
              Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir!
              Çünkü kimin kimi yiyeceğine “suyun akışı” karar verir.
                       
                       Gidene “kal” demeyeceksin.
                       Gidene “kal” demek zavallılara,
                       Kalana “git” demek terbiyesizlere,
                       Dönmeyene “dön” demek acizlere,
                       Hak edene “git” demek asillere yakışır.
                       Kimseye hak ettiğinden fazla değer verme,
                       Yoksa değersiz olan hep sen olursun!
         
             Düşün! Kim üzebilir seni senden başka?
             Kim doldurabilir içindeki boşluğu, sen istemezsen?
             Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
             Kim yıkar, yıpratır seni sen izin vermezsen?
             Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
             Her şey sende başlar, sende biter!
             Yeter ki yürekli ol, tükenme; tüketme!
             Tükettirme içindeki yaşama sevgisini.
             Hep hatırla! Çaresizseniz; çare sizsiniz!
   
                  
         İnsan yaşamı gençlikte hep uzun gibi gelir ama yaş kemale erdiğinde, “göz açıp, kapayıncaya kadar”, olduğunu anlarsınız. İşte o zaman, bazı şeylerin telafisi  için geç olabilir. Yaşamak eylemi sadece dünyada yer almak, "iyi yaşadım", demek midir? Yaşamın hakkını vereceksiniz ama gelecek nesillere borcunuz yok mu? Bence dünyaya gözünü açan her insanın, insan yaşamına bir katkısının olması gerekir. İnsanlığın gelişimi de böyle olmuştur. İnsanın yaşam gayelerinden bir tanesi de bulunduğu dünyaya, yaşadığı topluma, çevresine yararlı olmaktır. Gençliğin, zenginliğin ve makamların gelip, geçici olduğunu unutmayalım. 
                      
                      
orhankalyoncu.blogspot.com.tr                      14.06.2017


   


     
                     



DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ VE SİYASET

   





           Demokrasi; siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerinin elinde bulunduğu toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimidir. Ülkemizdeki siyasi tablo bu tanıma ne kadar uyuyor? Halk, siyasi partilerde oy kullanmanın dışında, karar verme ve aday belirlemede ne kadar söz sahibidir? Bu sorulara ne yazık ki olumlu yanıt veremiyoruz. 

         Anayasa ve  siyasi partiler yasasına göre, her yurttaşın istediği partiye üye olma, siyasi faaliyette bulunma ve bir yerlere aday olma hakkı olmasına rağmen bu, genel merkezlerin izin verdiği sınırlar içinde mümkündür. Genel başkan ve genel merkez her şeye yetkilidir. Siyasi partilerin genel başkan ve yönetimlerini de kendileri istemediği takdirde, kongrelerde değiştirmek zordur. Türk siyasi tarihinde bunun istisnası 1972 yılında CHP genel başkanı İsmet İnönü’nün adaylıktan çekilerek Bülent Ecevit'in genel başkan seçildiği kurultaydır. CHP’de seçim yoluyla gerçekleşen bir genel başkan değişimi de 30 Eylül 2000 tarihinde olmuştur. 1999 genel seçimlerinde CHP’sinin seçim barajı altında kaldığı için istifa eden Deniz Baykal 15 ay sonra yapılan 11.olağanüstü kurultayda  Altan Öymen’den koltuğunu geri almıştır. Bunların dışında genel başkanlar koltuklarını her zaman korumayı bilmişlerdir.
        
        CHP’sinde genel başkanı ve 60 üyeli Parti Meclisini kurultay seçer. MYK üyelerini ise 14. Olağanüstü Tüzük ve Program kurultayında kabul edilen tüzüğe göre genel başkan belirler. Genel başkan ve MYK üyeleri genel merkezi oluşturur. Parti tüzüğüne göre, parti politikaları ve adaylıklar hakkında her türlü yetki kendilerindedir. Daha önce ön seçimle delege tarafından belirlenen milletvekillikleri, belediye başkanlıkları, belediye ve il genel meclis üyelikleri, 2004 yılından sonra o zamanki genel başkanın,” kavgalı eve kız vermezler”, diyerek son vermesiyle artık genel merkezce belirlenir oldu.                
       
       Genel Merkezi güçlü kılan bu yapısının yanı sıra bir diğer unsur da kurultay delegelerinin belirlenme biçimidir. Siyasi partiler yasasına göre kurultay delegeleri bir ilden çıkan milletvekili sayısının iki katı olarak tespit edilmiştir. Edirne’nin 3 milletvekili olduğu için kurultay delegesi sayısı 6’dır. CHP, Edirne’de %57 oy almakta ve 2 milletvekili çıkarmakta ama sadece %1,6 oy alıp hiç milletvekili çıkaramadığı Diyarbakır’da 22 kurultay delegesi vardır. Bunun gibi illerden kurultay delegesi sayısı 300 kadardır, doğal delegeleri de eklersek Genel Merkezin 1250 delegeden oluşan kurultayda 626 oyluk yarışta 400 oy önde olduğunu görürüz. Bu şartlarda, CHP, genel başkanını değiştirmek mümkün olabilir mi?

  


(orhankalyoncu.blogspot.com.tr)

Orhan Kalyoncu
14.06.2017   

7 Haziran 2017 Çarşamba

SİYASİ PARTİLERDE DEMOKRASİ

                                  
   







             Demokrasi; evrensel hukuk, laiklik, insan hak ve özgürlükleriyle taçlandırılırsa, günümüzde en ideal yönetim şeklidir. Siyasi partiler de, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Ülkenin demokratik yönetilmesi için onlara ihtiyacımız vardır. Ülkemizi yöneten 2007’deki anayasa değişikliği sonrası cumhurbaşkanını, milletvekillerini, belediye başkanlarını, belediye ve il genel meclis üyelerini halk seçmektedir. Onlar, halkı temsil ederler.
   
            Bizi yönetenleri gerçekte halk olarak biz mi seçiyoruz? Bu konuyu biraz irdelemek lazım. Siyasi partiler, siyasi partiler yasasına göre kurulur ve idare edilirler. Partilerin tüzükleri de buna uygun olmalıdır. Tüzükleri, partilerin genel kurulları yapar ve genel başkanlar dahil her üyenin buna uyması gerekir. Ülkemizdeki siyasi partilerin işleyişlerine genel olarak baktığımızda, genel başkan ve genel merkez hakimiyeti göze çarpar. Parti tüzüğüne göre adaylıkları belirlemek, genel merkezin yetkisindedir. Bizim oy vererek seçtiğimiz adayları, daha öncesinde genel merkez belirler ve seçmen yukarıdan gönderilen adayı seçmek durumunda kalır. Bu halkın benimsemediği bir aday da olabilir. Halkın, bu sistemde kendi adayını belirleyemez. En küçük beldeden en büyük şehre kadar bu böyledir.
     
        Geçtiğimiz aylarda, bir siyasi partinin delegelerinin büyük bir çoğunlukla olağanüstü kongre talepleri olduğu halde bunun gerçekleşmediğini gördük. Diğer partilere göre nispeten demokratik kanalları açık gözüken Türkiyenin kurucu partisi, ana muhalefet partisi CHP’sinde parti içi demokrasi ne kadar vardır? CHP’si ülkemizde demokrasiyi hayata geçiren 94 yıllık bir partidir. Kurumsal kimliği, gelenekleri ve oturmuş bir demokrasi anlayışı olması gerekir. Ancak, ülkemizin geçirdiği sancılı dönemler ister istemez partinin yönetim anlayışını da etkilemiştir. Erdal İnönü liderliğindeki Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), şimdiki CHP'den daha demokratik idi. 1989 yerel seçimlerinde Türkiye’de %29 oy alarak üç büyük şehir de dahil olmak üzere bir çok belediye başkanlıklarını kazanmış ve birinci parti olmuştu. O zaman tüm bu yerlerde yargıç nezaretinde delegelerle ön seçim yapılmıştı. Şimdi, adaylıklar genel merkezden atama şeklinde oluyor. Milletvekilleri seçimlerinde ise bazı seçimlerde kısmen ön seçim yapıldığını görüyoruz.
       
       Hal böyle olurken aday olmak isteyenler genel merkeze ( genel başkan da diyebiliriz) haklı olduğuna inandığı her hangi bir konuda karşı çıkabilir mi? Adaylar, seçildikten sonra da kimi dinlerler? Seçmeni mi? Yoksa onu oraya atayan iradeyi mi? İşte bu sistemin değiştirilmesi gereken noktası burasıdır. Sistemin demokratikleşmesi için de CHP'sinde öncelikle üye kayıtlarının düzgün tutulması sağlanmalı ondan sonra da delege yerine nitelikli üyelerle her yerde ön seçim yapılmalı ve kongrelerde çarşaf liste uygulanmalıdır.



06/06/2017 
Orhan Kalyoncu

(orhankalyoncu.blogspot.com.tr)
      

    


   

30 Mayıs 2017 Salı

2. UZUNKÖPRÜ KÜLTÜR, SANAT VE TARIM FESTİVALİ

       


          29-30 Eylül ve 1 Ekim 2016 tarihlerinde yapılan Uzunköprü Kültür, Sanat ve Tarım Festivalinin ikincisinin, bu yıl Uzunköprü Belediye Meclisinin aldığı karar uyarınca 14-15-16-17 Eylül 2017 tarihleri arasında yapılacağı açıklandı. Üzerinde çok uzun süredir konuşulan Festival, geçen yıl belediyenin hazırlık süresinin çok kısa olmasına rağmen başarılı oldu. Uzunköprü halkı da ilgisini esirgemedi.
       
          Dünyanın en uzun taş köprüsüne sahip Uzunköprü, Türklerin 1427 yılında Trakya’da kurduğu ilk yerleşim alanıdır. İlçe verimli topraklara, yer altı zenginliklerine sahiptir. 30 yıl öncesine kadar da ülkemizin en zengin ilçeleri arasındaydı. Ancak şimdi göç vermektedir. Ergene Nehrinin kirliliği, tarım ve hayvancılığın eskisi kadar para kazandırmaması dolayısıyla artık tarlalar satılıyor, fabrikalar kapanıyor, gençler de sanayi kentlerine gidiyor. Bu şartlar altında festival, ilçeye ekonomik ve sosyal alanlarda bir canlılık getirdi. Kuşkusuz bu canlılığın sürekli olması önemlidir. Halk, yapılanlara büyük ilgi göstererek yoğun bir özlem içerisinde olduğunu belli etmiştir. 

         Festivalde tanınmış sanatçılar yerine yerel sanatçılara yer verilirse, bu, hem daha ekonomik hem de yerel sanatçılar için destek ve teşvik olur. Festivaller, günümüzde adeta eskiden yapılan panayırların yerlerini almışlardır. Yapıldığı kente ekonomik ve sosyal bir hareketlenme getirdiği açıktır. Bu festivalin kurumsallaşması için hazırlık çalışmasına bir komisyon tarafından en az bir yıl önceden başlanması gerekir. Bir diğer önemli bir konu da festival alanının seçimidir. Geçen yıl özel arazilerde yapılan festival, bir süre sonra o arsalarda binalar yükseldiğinde yeni bir yer aranmak zorunda kalınacaktır.
        
           Vaktiyle Uzunköprü, böyle bir festival alanına sahipti. Şehir merkezinde Tarihi Köprünün sol tarafında Eski Ticaret Borsası Binası ile Shell Benzin İstasyonu arasındaki 65 dönümlük arazi şehir imar planlarında festival ve fuar alanıydı. 1989’dan sonra işbaşına gelen belediye başkanı ve meclisi, bu alanı imara açarak bu konudaki fırsatı harcamıştır. Yeni Festival alanının, kent merkezine ve Uzunköprü’nün tarihi dokusuna yakın olması gerekir. Mazhar Müfit Kansu Parkı ve civarı Festivalin merkezi olabilir. Sergiler için Tarihi Kilise, Atatürk Kültür Merkezi, gösteriler için Adalet Meydanı, tiyatro, konferans, panel için AKM, konserler için AKM, stadyum ve eski terminal kullanılabilir. 






orhankalyoncu.blogspot.com.tr  

 30.05.2017
Orhan Kalyoncu
 
      

    

HALK OZANI DERVİŞ KEMAL ÖZCAN'I ANMA

                                    


           Halk Ozanı Derviş Kemal Özcan ile birlikte
                           
     

     Uzunköprü'nün yetiştirdiği Halk Ozanı Derviş Kemal Özcan’ın (1930-25.04.2015) ölümünün ikinci yılı dolayısıyla 25 Nisan 2017 salı akşamı Uzunköprü Belediyesi Atatürk Kültür Merkezi'nde bir Anma Gecesi düzenlendi. Aynur Haşhaş, Hasan Öztürk ve diğer sanatçılar geceye renk kattılar. Türkiye'nin her tarafından gelen sanatçıların verdikleri emek için, onları kutlamak gerek. Halk ozanı Derviş Kemal Özcan, sağlığındayken her gün Uzunköprü Kavak Mahallesindeki evinden 1,5 km uzaktaki çarşıya iner, ekmeğini ve gazetesini alıp, evine giderken Anabacı Caddesindeki Sobacı Kadir Ören’in dükkanına uğramadan geçmezdi. Orada oturur, oradakilerle sohbet ederdi. Bu sohbetin konuları genellikle ülkenin içinde bulunduğu durum ve siyasi gelişmeler olurdu. Kadir Ören, Kemal Özcan'ın ile geçen konuşmalarını aktarırken şöyle diyor; “rahmetli Kemal Amca kıymetinin bilinmediğini sık sık dile getirirdi." Geç de olsa bu Anma Gecesi Derviş Kemal Özcan'ın  kıymetinin anlaşıldığını gösterdi. Ülkemizde hangi değerli insanın sağlığındayken değeri anlaşılıyor ki? Tam tersine onlara Nazım Hikmet'e yapılan gibi hayatı zehir ediyoruz.
                                
      Derviş Kemal Özcan'ın Anma Gecesinden sonra 28 Nisan 2017 Cuma akşamı Lüleburgaz Belediyesi Kent Konseyi Tiyatro topluluğu da Yedi Kocalı Hürmüz oyununu AKM’ de başarılı bir şekilde sergilediler. Oyuncular, amatör ruhla profesyonelce bir oyun ortaya koydular. Seyirciye 3 saate yakın hoşça vakit geçirttiler. Aynı zamanda güldürürken, düşündürdüler. Daha sonraki sanat faaliyetlerinden Belediyenin Müzik Korosunun, Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği konserlerini de zevkle dinledik. Tüm amatör sanatçılarımızı ve Belediyemizi sanata verdiği önemden dolayı kutlarım. Burada bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Gösterilen yoğun ilgiden dolayı biraz geç kalanlar basamaklara oturmak zorunda kaldılar. Böyle olurken bazı konukların çantalarını ya da paltolarını koyarak koltuk ayırdıklarını gördük. Aslında davetiye usulüyle bu kargaşalığı önlemek mümkün.
                            
      Bu sanatsal faaliyetlerle biraz siyasi havadan uzaklaştık. 16 Nisan 2017 Anayasa Referandumu ile Anayasada bazı değişiklikler kabul edildi. Seçim günü oylama devam ederken YSK mühürsüz oyların da sayılacağını açıkladı. CHP, buna bir gün sonra itiraz edince, "atı alan Üsküdar'ı geçti", dendi. Yerel seçimlerde Uzunköprü'de bir büyüğümüz aday olduğu seçimlerde her gittiği yerde çok konuşuyor, dinleyenlere fenalıklar geliyordu. Bir gün partinin ileri gelenleri, “Bu böyle olmaz, seçimleri kaybedeceğiz. Ona söyleyelim de kısa konuşsun”, dediler. Adayla konuşmak için 3 kişi seçtiler ve konuşmak için bir kafeteryada buluştular. Parti sözcüsü söze nasıl başlayacağını bilemiyordu. Söze, “sayın adayım halk çok sıkılıyor, az ve öz konuşsanız”, diyecek oldu. Aday hemen atıldı. “Yok”, dedi. “Halk çok konuş, boş konuşmaktan hoşlanır.” Tabii parti sözcüleri bir şey diyemedi ama "atı alan Üsküdar'ı geçti." Yani aday seçimleri kaybetti. 
                                                                                           
 



Orhan Kalyoncu
 24.05.2017





2 Mayıs 2017 Salı

16 NİSAN 2017 ANAYASA REFERANDUMU SONUÇLARI

   
                                 Uzunköprü/Kırcasalih


               Ülkemizi 4 ayı aşkındır kilitleyen anayasa değişiklik paketine ilişkin referandumu gerçekleştirdik. Ancak çıkan sonuçlar ve Yüksek Seçim Kurulunun oylama sürerken son anda aldığı karar, yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. YSK, 2010 yılında mecliste kabul edilen, mühürsüz oy pusulası ve zarflarının geçersiz olacağına dair seçim yasasına ve daha önce kendi yayınladığı genelgeye aykırı bir karar alarak seçim güvenliği ve adaleti konusunda şüpheler yarattı. Yüksek Seçim Kurulu tarafsız olması gereken anayasal bir kurumdur. Alacağı kararlar, son karardır ancak bu ona kanunları yorum yoluyla uygulamama hakkı vermez. Yani yasa koyucu yerine kendisini koyamaz. Her kurum kanunların yerine kendi görüşlerini uygulamaya başlarsa, o zaman hukuk devletinden bahsedemeyiz.
     
             Bunun için “Hayır” verenlerin lokomotifi olan ana muhalefet partisi CHP, bu kararı adil ve kanunlara uygun bulmayarak, seçimlerin yenilenmesi için önce YSK sonra Danıştay'a başvurmuş ancak her ikisinden de ret yanıtı almıştır. YSK’da 10 üye ret, 1 üye kabul, Danıştay da 4 üye ret, 1 üye de seçimlerin yenilenmesi yönünde karar vermiştir. CHP’sinin itirazları bu kurumlarda oy çokluğuyla reddedildiği için, bundan sonra büyük olasılıkla bireysel başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yolları izlenecektir.
      
            Anayasa metinleri tüm toplumu yakından ilgilendirdiği için toplumsal mutabakatla oluşturulması istenir. Bundan dolayı mecliste anayasa değişikliği için nitelikli çoğunluk aranır. Yani 550 milletvekilinin 3/2 si olan 367 oyla anayasayı değiştirebilirsiniz. Bu nedenle halk oylamasında %50 artı 1 olması ne derece doğrudur?  Anayasa hukukçularının bu soruyu yanıtlaması gerekir.
     
           Hükümetin daveti üzerine referandum sürecini izlemek için ülkemize gelen Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) ön raporunda şu tespitler yer almıştır. 1-“Evet” ve “Hayır”ın tarafları eşit propaganda yapma hakkına sahip olamadı. 2- “Evet” kampanyası basın ve televizyonlarda çok geniş yer buldu. Çoğulculuk bitti. 3- Valiler, OHAL yetkisini ifade özgürlüklerini kısıtlamak için kullandı. 4- Referandum Avrupa Konseyi standartlarını karşılamadı. Gerçek bir demokratik sürecin işlemesi için uygun değildi. 4- Kamu adına yayın yapan kuruluş, partilere eşit zaman tanımadı. Tercihini iktidardan yana kullandı. 5- Yerel kamu görevlileri “Evet “kampanyası yaptı. 6- YSK, oy verme günü yayınladığı mühür kararı mevcut yasayla çelişti. 7- Üst düzey yetkililerin “Hayır”cıları terörist olarak göstermesi, kampanya dilini lekeledi. Dünyayı sadece kendimizden ibaret sayamayacağımıza göre, 2 ay sonra kesin raporunu hazırlayacak bu kuruluşun raporunu Avrupa’dan kopmak istemiyorsak, ülke olarak dikkate almak zorundayız.
       
          Yüksek Seçim Kurulunun açıkladığı referandum sonuçlarına göre; Türkiye genelinde katılım %85,43’tür.“Evet” %51,41, “Hayır” %48,59 olarak görünmektedir. Kullanılan oylarda “Evet”ler 1 milyon 378 bin oy farkla öndedir. Ancak şu unutulmamalıdır ki bu yarış devletin tüm gücünü arkasına alan bir iktidarla eşit ve adil olmayan bir düzlemde yapılmıştır. Yüksek Seçim Kurulunun seçim yasasına aykırı müdahalesi de buna eklendiğinde çıkan sonuç vicdanları ne derecede tatmin etmiştir? Rejim değişikliği gibi ülkemiz açısından son derece önemli olan sadece bizleri değil, gelecek kuşakları dahi etkileyecek bir halk oylaması söz konusudur.  

         Geçen anayasa değişiklik oylamalarına göre "hayır" oylarında yükselme görülmekte, 3 büyük şehirle beraber, her zaman ki gibi Trakya, Ege, Akdeniz tavrını muhalefetten yana ortaya koymaktadır.  Trakya da, hayırlar %65, Edirne’de %70,5 (2010 da 73,53), Uzunköprü’de  %72,80 (2010 da %77.08). Bu bölgelerde ve tüm ülkemizde “hayır” tarafına verilen oylar, sadece muhalefet partilerine değil, demokratik parlamenter rejime inanmış olan seçmenlerin oylarıdır. 




Orhan Kalyoncu 
02.05.2017