9 Kasım 2017 Perşembe

KENT YAŞAMI VE KÜLTÜRÜ





        İnsan, sosyal bir varlıktır ve bir arada yaşama ihtiyacı duyar. Yerleşim alanları da bunun sonucu ortaya çıkar. Kalabalık nüfusa sahip kentler de yaşamanın bir adabı ve usulü vardır. Kentlerde yaşayanların uyması gereken yazılı ya da yazısız davranış kuralları, kent yaşam kültürünü oluşturur. Toplum yaşamında bir kimsenin özgürlük alanının, bir başkasının özgürlük alanı sınırına kadar olduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir. Kimse gece yarısı pencereye çıkıp bağıramaz, arabasının egzozunu bağırtarak hız yapamaz, dinlediği müziğin sesini sonuna kadar açamaz, kahvede ayakkabısını çıkarıp ayaklarını başka bir sandalyeye uzatamaz. Bu örnekler çoğaltılabilir. Yine geleneklerimize bağlı saygı kuralları vardır. Herkesle, özellikle büyüklerimizle saygılı konuşmak, küçüklerimizi sevmek ve korumak, kadınlara öncelik vermek, özürlü yurttaşlarımıza yardımcı olmak gibi. Toplumu bir arada tutan bu davranışlardır. Bu durum bozulduğunda toplum da bozulur. Çağdaş toplumları sadece yaptırımlar değil manevi duygular da ayakta tutar.
        
      Gençlerine önem vermeyen, yaşlılarına saygı göstermeyen toplumların geleceği de olmaz. O ülkede yaşam çekilmez olur. Bir toplumun huzurlu olması kentlerde ya da taşrada yaşayan insanların sosyal ilişkilerinin bütünü ile özgür olmasına bağlıdır. Herkesin hayat tarzı, siyasi görüş ve dini inanış bakımından özgürce hareket etmesi, bu konularda baskı görmemesi çağdaş yaşam için çok önemlidir. Ekonomik refah da insanların mutluluğunu ve davranışlarını olumlu yönde etkiler. Kentte yaşayan insanların, binaların sıkışıklığından, trafik yoğunluğundan uzak düzenli ve temiz bir çevrede yaşaması hem anayasal, hem de doğal hakkıdır. Bunu sağlamak genel ve yerel iktidar sahiplerinin asli görevidir. Komşu ülkelere gidenler orada köpeklerin başıboş gezmediğini, binaların durmadan yıkılıp testere dişi gibi bir ileri bir geri olmadığını, tarihin korunduğunu, meydanların geniş ve yeşil alanların bol, sokakların tertemiz ve güler yüzlü insanlarla dolu olduğunu görürler.  
           
       Son yıllarda komşu ülkelere turist olarak giden binlerce vatandaşımız var. Komşu ülkeler alt yapı sorunlarını bitirmiş, düzenli şehirlere sahipler. Bacasız sanayi olan turizmden çok kazanıyorlar, bilhassa Türk vatandaşlarından. Orada hizmet sektörü çok gelişmiş. Bizde de, yanı başımızda Enez, Şarköy, Gelibolu, Tekirdağ, Çanakkale gibi sahil kentlerimiz var. Adalarımız da öyle. Ama aynı rağbeti görmüyorlar. Bağımsızlık tarihi 200 yılı bulmayan bir ülkenin kentleri bir yanda ve güzelim ülkemizin 600 yıllık tarihe sahip Trakya'daki kentleri bir yanda. Bizde, yerel yönetimler halen alt yapı çalışmalarıyla uğraşırken, biz yurttaşlar da havasıyla, meydanlarıyla, parklarıyla, sokaklarıyla, pazar yeriyle, terminaliyle çağdaş bir kentte yaşamanın hayalini kuruyoruz.







Orhan Kalyoncu
09.11.2017

 orhankalyoncu.blogspot.com.tr
         

29 Ekim 2017 Pazar

KURTLAR SOFRASI

                                                         











            “Siyaset, bir kurtlar sofrasıdır”, sözünü ilk duyduğumda üzerinde pek durmamış, alelade bir benzetme diye düşünmüştüm. Ancak 29 yılın sonunda bu sözün gerçekliğini yeniden değerlendirmem gerektiğini anladım. Hiç yabana atılacak bir hüküm değildi. Önce birkaç sözcükle bu benzetmenin nereden kaynaklandığını anlatayım. Kurtlar sofrasında, aç kalan kurtlar, ilk düşen kurda saldırarak yer, böylece ayakta kalarak hayatlarını ve nesillerini devam ettirirlermiş. Siyaseti de buna benzetmişlerdi. 

          Halbuki benim anladığım siyaset, halka hizmet etmenin bir yoluydu. Siyaseti, kurtlar sofrasına çevirmemek tabii ki öncelikle siyasetçilerin elindedir. İnsanların gözünün içine bakarak yalan söylenmez, ikili oynanmaz, menfaat karşılığı oy satın alınmaz, haksız olarak her tartışmada üste çıkmaya çalışılmaz, her şeyi ben bilirim denilmez ve siyaseti çete savaşına çevirip, benden-senden ayrımı yapılmaz ise siyaset kurtlar sofrasına dönmez. Gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi doğrultu tutarlılığına önem verilir, toplumun çıkarı gözetilir, kişilerin değil, ilkelerin peşinden gidilir, eşitlikçi, saydam, hesap verebilir ve özü sözü bir olunursa siyaset dünyası aydınlık olur.                                                                        
        
         Mademki demokrasinin tam anlamıyla ülkemizde uygulanmasını istiyoruz, o halde siyasetçilerin yukarıdaki prensiplere uyması sağlanmalıdır. Bunun yanı sıra seçimlerde de eşit propaganda hakkı, sandık güvenliği, açık sayım gibi şartların olması gerekir. Seçimle gelenin seçimle gitmesi, gerekli şartları taşıyan her Türk yurttaşının seçme seçilme hakkının olması da çok önem taşır. Bunlar demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. Siyasi partiler yasasında gerekli değişiklikler yapılarak, en basitinden kendini yönetecek adayları halkın tespit etmesi, yani partilerdeki tüm (nitelikli) üyelerin oy kullanarak adaylarını ve parti yöneticilerini kendi seçmesi gerekir. O zaman kimse, suç işlemediği takdirde, halkın seçtiği yöneticileri görevden alamaz.
        
         Bazen parasal güçle, siyasi gücün birleşmesi kötü niyetli olanların elinde, toplum için bir dinamit etkisi yaratabilir. Bu durumda, toplumun dikkatli olması gerekir. Zannedilenin aksine siyasette de, ticarette de güven çok önemlidir. Güvenini kaybedersen, başta kredini, saygınlığını sonra da her şeyini kaybedersin. Siyaset uzun bir maratondur, kısa koşu yapanlar buna dayanamaz ve alanı terk etmek zorunda kalırlar. Kazanmak için her şeyi mübah görenler, alavere dalavereyle işleri bir yere kadar sürdürebilirler ama bu sonsuza kadar gitmez. Gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkma gibi bir özelliği vardır.





Orhan Kalyoncu
29.10.2017    

orhankalyoncu.blogspot.com.tr
         

28 Ekim 2017 Cumartesi

DİNOZORLAR

                   
Mencilis Mağarası yolu-SAFRANBOLU
                                       
              

              Araştırmacılar, 160 milyon yıl kadar kara hayatına egemen olmuş dinozorların yaklaşık 66 milyon yıl önce neslinin tükendiğini ortaya koydu. Dinozor, Yunanca'da “korkunç kertenkele” anlamına gelir. Günümüzde dinozorlar kalmasa da, bu sözcüğün bazen yaşlılar için kullanıldığını duyarız. Tabii ki, insanoğlu doğar, büyür ve ölür. Bu doğanın kanunudur. Hiç kimse ölümsüz değildir. Önemli olan insanın yaşarken içinde bulunduğu topluma, diğer insanlara faydalı olmasıdır. Bu ailemizden başlayarak halka şeklinde tüm insanlığı kapsar. Bir aşının bulunması gibi nice buluşlar böyledir.

         Ülkemizde ortalama insan ömrü, kazaya belaya uğramazsa, yaklaşık 75-80 yıldır. Yaşam tecrübesi olan insanlara gereken saygıyı gösterip, onların yaşam tecrübelerinden neden yararlanmayalım? Bunu yaparsak, yaşanan deneyimleri tekrar denemek zorunda kalmayız. Başarılı olabilmenin en önemli şartlarından biri de geçmişteki insanların tecrübelerinden yararlanarak onların düştüğü hataları tekrarlamamaktır. Yaşlı adamın gençlere dediği gibi, “ben gençliğin ne demek olduğunu biliyorum ama sen ihtiyarlığın ne demek olduğunu bilmiyorsun." Gençler, her ülkenin geleceğidir. Onların iyi yetişmesi, eğitimli, kültürlü olması sayesinde toplumlar gelişir. Ancak denenmişi, denememek için tecrübeli insanların rehberliğine her zaman ihtiyaç vardır. Bu dengeyi sağlamak toplumun yararınadır.
              
       
 Ülkemizde de devletin yüksek kadrolarında görev yaptıktan sonra emekli olmuş yaşları ilerlemiş insanlar, Encümen-i Daniş (Büyük Devlet Jürisi) adlı bir düşünce grubu oluşturarak devleti yönetirken edindikleri tecrübeleri iş başındaki devlet adamlarına iletmişlerdir. Aslında bu yöntemi, belediyeler, dernekler, odalar ve partiler gibi diğer kuruluşlar da uygulayabilirler.
            
        Geçmişine sahip çıkmayan toplumlar, geleceğini de kuramazlar. Yaşlı ve tecrübeli insanlar toplumların hafızalarıdır. Eğer onlarla iletişimi kesersek, belleğimizi kaybederiz. Her yıl 18-24 Mart tarihleri arasında  “Yaşlılara Saygı Haftası” kutlanır. Yoksa bu kutlama sadece kağıt üzerinde midir? Son olarak İngiliz yazar Virginia Woolf’un (1882-1941) Kendine Ait Bir Oda adlı eserinde yaşlı insanlar hakkında dile getirdiği bir gerçekliğe kulak verelim, “Yaşlanmanın tek tesellisi, bu işte diye düşündü. Tutkular hep güçlü kalır, fakat insan var oluşuna o eşsiz tadı ekleyen o gücü kazanmıştır. Deneyimlerini! Artık avuçlarındaki yaşamı, ışığın altında yavaşça çevirerek gözden geçirebilmektedir.”  

 

 16/10/2017 

 orhankalyoncu.blogspot.com.tr

                            


NEREDEN BAŞLASAM

                                           
    




             "Küresel ısınmadan dolayı mıdır nedir, havalar son senelerde iyice değişti. Bir bakıyorsunuz, yaz ortasında ortalığı seller basıyor, dolu yağıyor. Bir bakıyorsunuz sonbaharda yazı yaşıyoruz. Bugün de hava kapalı ve yağışlı." Böyle yazmaya başladığım yazımı suya sabuna dokunmadan devam etsem, fincancı katırlarını ürkütmemiş olurum. Ancak yine de,"böyle gelmiş, böyle gider", dememek için demokrasi, özgürlük, siyasi partiler, seçim yasaları ve üyesi olduğum CHP’deki yanlış uygulamalardan bahsetmeye devam edeceğim. CHP'sinin iktidar olması, sadece liderin çalışmasıyla olmaz, partinin demokratik, saydam, hesap verebilir, katılımcı, eşitlikçi ve ortak akılla çalışmasıyla olur. 
       
            Yazımın akışı  yine siyasete geldi. Ama siyaset zaten bizim hayatımızı yakından etkileyen ayrılmaz bir parçamız değil mi? Son yapılan zamlar, taşeron işçiler, eğitim, sağlık ve bunun gibi bir sürü konu biz, yurttaşları etkilemiyor mu? Önümüzdeki iki yıllık süreçte, ülkemizi ardı ardına önemli seçimler bekliyor. Önce 2019’un Mart ayında yerel seçimler, sonra da aynı yılın Kasım ayında genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri olacak. Ülkemizin kaderini belirleyecek kadar önemli bu seçimler. Çünkü 2017 Nisan ayında yapılan referandumdan sonra artık partili bir cumhurbaşkanı olacak ve hükümeti o kuracak. Belli başlı atamalar yine onun tarafından yapılacak. Fiilen parlamenter rejim yerini başkanlık rejimine bırakacak. Siyasi partiler onun için tekrar bir yapılanma ve yenilenme hamlesi içindeler. Buna metal yorgunluğu içinde olduğu söylenen iktidar partisi de dahil. Merkezde yer alacağını söyleyen yeni bir parti de yola çıkmış vaziyette. 25 Ekimde kuruluşunu açıklayacak. Doğal olarak siyasi yelpaze tekrar şekillenecek.
          
        Tüm bu şartlar altında tekrar kongreler sürecine girmiş olan CHP’sine dönersek, belli ki yakında olacak kurultayda bir değişim olmayacak. Ne yazık ki çalışma düzeninde de öyle. Yine en küçük belde belediye başkan adayını, milletvekillerinin çoğunu ve cumhurbaşkanı adayını Genel Merkez (Genel Başkan da diyebiliriz) atayacak. Sistemin değişmesi gerekir. Nitelikli üye sistemine geçerek partili üyelerin, genel başkan dahil partinin tüm yönetim kademelerini, belediye başkanlarını, milletvekilleri adaylarını ve cumhurbaşkanı adayını seçmeleridir. Böylece tüm üyeler bu sürece katkı verir, canla başla partileri için çalışırlar. Kayırma, nepotizm ortadan kalkar, partide eşitlik, emek ve liyakat devreye girer. Her üyenin seçme ve seçilme hakkı olur. İstenirse kurultayda yapılacak tüzük değişikliğinden sonra bu bir ay içinde hayata geçirilebilir. Partinin önünden bile geçmeyen, yalnızca oy için yazılı olan üyeler ayıklanarak, belli nitelikleri olan üyeler partinin gerçek sahibi olur.
     


01.10.2017
Orhan Kalyoncu
          



                 

23 Eylül 2017 Cumartesi

CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NDE DELEGE SEÇİMLERİ

       



         Siyasi partiler, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Temsili demokrasilerde siyasi tercihimizi, siyasi partiler vasıtasıyla kullanırız. Kurulan sandıklarda verdiğimiz oylar neticesinde ”milli irade” tecelli eder. Tabii ki bu süreç işlerken asıl olan özgür, eşit ve güvenli bir seçimdir. Ülkemizde genel seçimlerde 1983’ten beri hiçbir ülkede olmayan %10 seçim barajı ve lider egemenliğine yol açan siyasi partiler yasası yürürlüktedir. Şimdiye kadar değiştirilmesi mümkün olmamıştır. Siyaset, yediğimiz ekmekten, içtiğimiz sudan, soluduğumuz havadan, geçtiğimiz yoldan, eğitimden, sağlıktan, ekonomiden, adaletten asayişe kadar bizi derinden etkilemektedir. Dış politikayı, savaş ve barışı da unutmayalım. O yüzden hayatımızın ayrılmaz parçası olan siyasetle, biz yurttaşların da ilgilenmesi gerekir.
     
       Siyasi partiler; anayasaya, siyasi partiler yasasına, tüzük ve yönetmeliklerine göre yönetilirler. CHP’sinin tüzüğüne göre, il ve ilçe kongreleri iki yılda bir toplanır. Bu süre en çok bir yıl uzatılabilir. Ayrıca yılda bir kez seçimsiz olarak toplanır ve siyasal çalışmalara yön verir. Yine il ve ilçe başkanlıkları iki ayda bir genişletilmiş yönetim kurulu, üç ayda bir il-ilçe danışma kurulu ve her seçimden sonra seçim değerlendirme toplantıları yapmak zorundadır. Kökleri Kuva-i Milliye’ye dayanan, Türkiye’nin kurucu partisi, 94 yıllık Cumhuriyet Halk Partisi'nin tüzüğüne uygun hareket ettiğini söyleyemeyiz.

      CHP tüzüğüne göre, bir kongreye katılmak üzere seçilmiş olan partiliye “delege”, görevlerinden dolayı delege olanlara da “doğal delege” denir. Hepsi beraber kongrede oy kullanır ve yönetimleri seçerler. Yönetmeliğin 8.maddesine göre seçimin yapılacağı yer, gün, saat ile seçimi yürütmekle görevli ilçe yöneticilerinin adlarını içeren listeler de, kesinleşen üye listeleri ile birlikte aynı yöntemlerle ilçe merkezinde askıya çıkarılır. İlçe yönetimince görevlendirilen üyeler, o bölgede delege seçilemezler. Seçimin yapılması için en az üçte bir üyenin katılması gerekir.
      
       Delege seçimlerinde her zaman çekişme olur. Demokrasinin ve çok sesliliğin gereğidir bu, tabii ki seçimlerin demokratik, saydam ve eşitlikçi olması şartıyla. En iyisini seçmek, emeğe ve liyakata önem vermek siyasetin kalitesini de arttırır. Ancak ilçe başkan adaylarının ya da ilçe yönetimlerinin kendi listelerini her mahallenin üyesine dayatarak müdahil olması, o mahallenin iradesine konan bir ipotektir. O zaman kongreye gerek kalmaz. Her mahalle, kendi delege listesini bir başkası tarafından dikte edilmeden hazırlamalıdır.
      
       Bir çok şikayete konu olan delege sistemi kaldırılabilir mi? Delege sisteminin kalkması için nitelikli üye sisteminin getirilmesi birçok noktada tartışmayı önler. Nitelikli üye derken kastedilen şudur; parti üyesinin, partinin ilkelerini, programını, tüzüğünü bilmesi, verilen parti görevlerini yapması, parti içi eğitime-seminerlere katılması, aidatını ödemesi v.b. Öyle olduğu zaman, delegeye gerek kalmadan partinin tüm üyeleri milletvekillerini, belediye başkan adaylarını, il-ilçe yönetimlerini, genel merkezi ve genel başkanı seçebilir. Bu gerçekleşirse parti tabandan yönetilir ve yönlendirilir. Seçilenler de, parti üyesine değer verir. Yoksa her şey şeklen sürer gider.

                                    

25.09.2017 
Orhan Kalyoncu 
orhankalyoncu.blogspot.com.tr

30 Haziran 2017 Cuma

ADALET YÜRÜYÜŞÜ

    
                                      Adalet Tanrıçası Themis

           

           Tarihe damga vuran davaların başında Antik Yunan Filozofu Sokrates (M.Ö 469- M.Ö 399) ile ilgili mahkeme kararı gelir. Sokrates, şehrin tanrılarına inanmamak,onların yerine başka tanrılar koymak, böylece gençliği zehirlemekle suçlanır ve haksız bir kararla ölüme mahkum edilir. Adaletin terazisinde yanlış tartılan bir diğer dava da Dreyfus Olayıdır. 1894 yılında Yüzbaşı Alfred Dreyfus casuslukla itham edilerek Fransa’da yargılanıp mahkum edilir, yıllar sonra 1906’da yeni deliller ortaya çıkınca, beraat eder.
         
          Haksız yere verilen mahkumiyetler yıllar sonra bile vicdanları kanatır, 12 Eylül 1980 askeri döneminde verilen kararların acıları 4o yıl sonra bile halen tazedir. Yakın tarihlerde tanık olduğumuz Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk, Kozmik Oda ve bunun gibi davaların da, kurgulanmış davalar olduğu anlaşıldı. Mağdur edilen yüzlerce kişi tazminat davalarını kazanmalarına karşın bu onların mağduriyetlerini karşılayabilir mi? Ölen, intihar eden, insanları geri getirebilir mi? 
         
          Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Anayasaya göre, yargı, bağımsız ve tarafsızdır. Her yurttaşın adil yargılanma hakkı vardır. Mahkeme salonlarında yazan “Adalet mülkün temelidir", sözündeki “mülk” devlet demektir. Adalet olmazsa, devletin temeli, demokrasi ve özgürlükler olmaz.

        Adalet isteyen tüm yurttaşların sözcüsü olarak Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara-İstanbul arasındaki 420 km yolu yürüyerek, "Adalet Yürüyüşü'nü", gerçekleştiriyor. Hak, hukuk, adalet istiyor. Bu sıcakta yollara düşenler, yalnızca kendileri için değil, tüm yurttaşlar için adalet arıyorlar. Her dört seçmenden birinin oyunu almış, iktidar alternatifi olan ana muhalefet partisi adaletsizlikten şikayet ediyorsa, iktidara düşen görev bu sorunu çözmektir.




Orhan Kalyoncu 
29.06.2017 

14 Haziran 2017 Çarşamba

KİM ÜZEBİLİR SENİ SENDEN BAŞKA

        





                 Yazmayı istediğim konuların başında her zaman içinde yaşadığımız çevrenin, toplumun sorunları ve insanın yaşama dair bakışı gelir. Bu yazımda da siyasetin dışında biraz soluklanmak için Alman filozofu F. W Nietzsche’nin (1844-1890) yaşamla ilgili "Kim Üzebilir Seni, Senden Başka", adlı şiirini paylaşıyorum.
             
              Sular yükselince balıklar karıncaları yer.
              Sular çekilince de karıncalar balıkları yer.
              Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir!
              Çünkü kimin kimi yiyeceğine “suyun akışı” karar verir.
                       
                       Gidene “kal” demeyeceksin.
                       Gidene “kal” demek zavallılara,
                       Kalana “git” demek terbiyesizlere,
                       Dönmeyene “dön” demek acizlere,
                       Hak edene “git” demek asillere yakışır.
                       Kimseye hak ettiğinden fazla değer verme,
                       Yoksa değersiz olan hep sen olursun!
         
             Düşün! Kim üzebilir seni senden başka?
             Kim doldurabilir içindeki boşluğu, sen istemezsen?
             Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
             Kim yıkar, yıpratır seni sen izin vermezsen?
             Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
             Her şey sende başlar, sende biter!
             Yeter ki yürekli ol, tükenme; tüketme!
             Tükettirme içindeki yaşama sevgisini.
             Hep hatırla! Çaresizseniz; çare sizsiniz!
   
                  
         İnsan yaşamı gençlikte hep uzun gibi gelir ama yaş kemale erdiğinde, “göz açıp, kapayıncaya kadar”, olduğunu anlarsınız. İşte o zaman, bazı şeylerin telafisi  için geç olabilir. Yaşamak eylemi sadece dünyada yer almak, "iyi yaşadım", demek midir? Yaşamın hakkını vereceksiniz ama gelecek nesillere borcunuz yok mu? Bence dünyaya gözünü açan her insanın, insan yaşamına bir katkısının olması gerekir. İnsanlığın gelişimi de böyle olmuştur. İnsanın yaşam gayelerinden bir tanesi de bulunduğu dünyaya, yaşadığı topluma, çevresine yararlı olmaktır. Gençliğin, zenginliğin ve makamların gelip, geçici olduğunu unutmayalım. 
                      
                      
orhankalyoncu.blogspot.com.tr                      14.06.2017