8 Eylül 2018 Cumartesi

YERLİ ÜRETİM VE EKONOMİK TÜKETİM


                                
    





          “Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı”, diyerek 1960’larda ilkokulda “Yerli Malı Haftası” kutlardık. O gün okula gelirken evde yapılan yiyecekler ile meyve getirir, onları arkadaşlarımızla paylaşırdık. Öğretmenlerimiz de bize yerli malı kullanmanın ve tutumlu olmanın yararlarını anlatırdı.1946 yılından beri kutlanan bu haftanın adı 1983’ten sonra “Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası” olarak değiştirilmiş ve 12-18 Aralık tarihleri arasında tüm okullarda kutlanmaya devam etmiştir. Bu haftanın hedefi, yerli tüketimin bilinçli olarak arttırılmasıdır. Bu haftada tutumlu olmanın, yatırım yapmanın ve yerli malı kullanmanın önemi vurgulanır.
     
           Acaba yıllardır kutlanan bu haftanın amacı gerçekleşti mi? Yoksa kağıt üzerinde mi kaldı. 1983’te iş başına gelen Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi iktidarı, devlet ve özel sektörün beraber çalıştığı, gerektiğinde rekabet ettiği karma ekonomiden vazgeçti. Devletin olmadığı liberal ekonomiyi tam anlamıyla hızla uygulamaya ve devletin mallarını, işletmelerini, fabrikalarını kamuya yük oluyor diyerek özelleştirme adı altında satmaya başladı. Günümüzde de devam eden bu satışların sonucunda, artık kağıt üreten Seka, pamuk üreticisine destek veren Sümerbank ortadan kalktı. Tütün üreticisinin bağlı olduğu Tekel, Pancar üreticisinin can damarı şeker fabrikaları, çimento fabrikaları, Petkim, Tüpraş, limanlar ve Telekom özel şirketlerin oldu. Yerli üretime destek veren bu tesisler özelleşince, üretici artık üretemez oldu.
      
             Son yıllarda gıda ve beslenmenin önemi arttı. Tarım ve hayvancılık, hızla artan dünya nüfusu ve iklim değişikliğinden ötürü gelişmiş ülkelerin öncelik verdiği stratejik bir sektör haline geldi. Türkiye, tarım ürünlerinde kendi kendine yeterli yedi dünya ülkesinden biri olmakla övündüğü halde canlı hayvan, karkas et, pirinç, saman, tohum, gübre, mercimek, fasulye gibi akla gelen her türlü ürünü ithal etmektedir. Büyük dünya şirketleri, domatesin, salatanın, karpuzun, kavunun, buğdayın, ayçiçeğinin tohumunu da bize satmaktadır. Bu nedenlerle yerli üretim ve üretici zor durumdadır. Devletin buna karşı çıkarak yerli üretimi ve üreticiyi desteklemesi gerekir. Devlet destek verirse dövizimiz yurt dışına gitmediği gibi köylerimiz de boşalmaz ve yerinde istihdam artar. 

         Devlet bazı kritik sektörlerde piyasa da yönlendirici olmalıdır. Sanayileşmiş ülkelerin bile müdahil olduğu bankacılık, sigorta, savaş sanayi, limanlar, iletişim, yer altı ve yer üstü madenleri gibi sektörler stratejik öneme sahiptir. Tarım ve hayvancılık da buna dahildir. Dövizin aşırı yükselmesinin en başta gelen nedeni, dövize olan ihtiyacımızdır. Bu da her şeyi ithal etmemizden ve tasarruf etmememizden ileri gelmektedir. Ülke olarak onları azaltmamız, tasarrufa gitmemiz gerekir.  Lükse alışan bir toplum olarak bunu yapabilir miyiz? Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında bir tayın ve bir tas üzüm hoşafı ile savaşan atalarımız, vatan için canlarını verdiler ise biz de lüks ve gereksiz masraflardan kaçınabiliriz. İ




orhankalyoncu.blogspot.com.tr     08.09.2018

5 Temmuz 2018 Perşembe

YENİLEŞME VE DEĞİŞİM




                                                 
      
        Ülkemizin yönetim biçimini kökünden değiştiren 24 Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerini gerçekleştirdik. Bu yönetim biçiminin ülkemizde ne gibi olumlu ya da olumsuz etkileri olacağını yaşayarak göreceğiz. Ancak seçimlerin üzerinden iki hafta geçmesine rağmen muhalefet partilerince sonuçların tam anlamıyla irdelenip, değerlendirildiğini görmedik. Tüm liderler başarılı olduklarını belirttiler. Hiçbiri öz eleştiri yapmadılar. Neredeyse çok çalıştıklarını, ellerinden geleni yaptıklarını ama hatanın kendilerinde değil, onlara oy vermeyen seçmenlerde olduğunu söyleyeceklerdi.
      
      Seçimler hayatın içinden bir kesittir. Önemli olan seçimlerin adil, eşitlikçi, hakkaniyetli bir çerçevede gerçekleşmesidir. Seçimlerde iktidarda olmanın tüm olanaklarını kullanan Adalet ve Kalkınma Partisi, geçen 1 Kasım 2015 seçimlerine göre %7 puanlık bir kayıpla %42,56 oy, Recep Tayyip Erdoğan’da, Cumhur İttifakının katkısıyla % 0,80 artışla 52,59  oy alarak iktidarını korumuştur. İYİ Partinin aldığı %10 civarındaki oy oranını ilk seçimleri olması dolayısıyla başarı olarak addedebiliriz. Ancak Saadet Partisi %1,3 oy oranıyla beklenenin çok altında kalmış, MHP, % 11.10 ile beklenenden fazla oy almış, HDP’de oy oranını 1 puan arttırarak % 11,70 ile gücünü korumuştur. Ana muhalefet partisi CHP’si ise bu seçimlerde %22,65 oy oranında kalmıştır. 1 Kasım 2015 genel seçimlerine göre oy kaybı %2,67’dir. 
        
         İktidar partisi 16 yılın sonunda yıprandıkları için oy kaybı yaşarken, CHP’si bu sürede iktidar olmadığı halde neden oy kaybı yaşamıştır? Bu sorunun yanıtını, başta CHP genel başkanı olmak üzere partinin tüm kademeleri vermek zorundadır. CHP’sinin kendi içinden çıkardığı cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce seçimlerde bir rüzgar estirdi. Sayın İnce, ekibiyle birlikte % 30,64 oy alarak CHP’sinin klasik oyunu geçmiştir. CHP’de başarı için yalnızca liderin değişmesi yetmez. Bununla birlikte parti içinde sistemin de değişmesi gerekir. Bunun yolu her yerde ön seçimden geçer. Milletvekillerinin ve belediye başkanlarının atama yetkisinin genel merkezden (genel başkandan) alınıp, üyelere veya delegelere verilmesi gerekir. Bunlar olmazsa, partide yenileşme ve değişim olmaz.




Orhan Kalyoncu – orhankalyoncu.blogspot.com.tr   09.07.2018


          

30 Haziran 2018 Cumartesi

HASAN İLE HÜSEYİN





                     

                                  

                



        Her zamanki gibi dere kenarında belediyenin koyduğu banklardan birine oturmuş, kararan havaya bakıyordum. Son günlerde sık sık sağanak yağmurlarla karşılaşıyoruz. Böyle yaz ortasında gök gürültülü yağmurlar dolu getiriyor, mala ve cana zarar veriyor. İklimler değişti. Yaz ortasında kentleri seller götürmeye başladı. Üreticiler ve yolda olanlar için kaygı duydum. Sonra kaderci bir düşünceyle, “olmaz bir şey”, diye mırıldandım. Bir sesle daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Komşularım, yüksek sesle konuşuyorlardı.
          
"Ey İsiin, nabüün beya? Çoktan beri görünmüyon."
İiyim be Asan. Sen nabüün?"
"İilik, saalık. Seçimlerde naaptın?"
"Eep aynı beya. Altıoka bastım. Başganlıkta İnce’ye. Sen?"
İii. Ben bu sefer diiştirdim. Güneş’e, bi de Meral ablaya verdim."

       Ertesi gün, pazar yerinin karşısında parkta otururken, yan masada yine komşularımız Hasan’la Hüseyin’in konuşmalarına denk geldim.

"İsiin ya, seçimleri gene Ampül kazandı."
"Evet, ama Baaçeli olmazsa çouunluu alamıyo. Başganlıkta da üüle. Onu destekledi."
"He, ya."
"16 senedir ep aynı. Diişen bi şey yok. Bizim buuday fiyatları da ep aynı. Bu sene verim de çok düşük. Bakalım naapçaz?"
"Gübre paalı, mazot paalı. Ürün ucuz. Zor baş etceez."
"Eer bi şey dışardan geliyo. Et, pirinç, patates. Saman bile."
"Üüle, bu paalılıktan biz üretemez olduk. Çocuklar Çerkez’e gider çalışmaa."
 "Evet yaa. Küüler boşaldı. Çoou toprakları satıyo."
"Yabancılar alıyomuş."
"Allah, yardımcımız olsun."
"Amin." 

       Bizim mahalle, işte böyledir. İnsanları candır, samimidir. Halk arasındaki adı, "Urum Maalle’dir." Mahallenin çoğunluğu, Lozan anlaşmasından sonra 1923 mübadelesiyle gelen Balkan göçmenlerinden ve onların çocuklarından oluşur. Muhacirliğin ne olduğunu dedelerinden dinledikleri için vatanın kıymetini çok iyi bilirler. Kurtuluş Savaşı öncesinde de bu mahalle, şu anda yok olmuş Havrası, günümüzde restore edilmiş 1875’te yapılan) Aziz İoannis Rum Ortodoks Kilisesi ve Osmanlı’dan kalan 2. Murad tarafından 1444’te yaptırılan Muradiye Camii ile kültürlerin buluşma noktası olmuştur.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr  01.06.2018













29 Haziran 2018 Cuma

İKİ BOKSÖR


                                                                   
         



           


           İki boksör ringde kıyasıya dövüşüyordu. Biri, ötekini fena dövüyordu. Dayak yiyen boksör neredeyse düşecekti. Gong çaldı. Ara verildi.
 Dayak yiyen boksörün antrenörü, “ dayan aslanım, rakibini fena benzettin, şimdi düşecek”. Boksör toparlandı, 2. raunda çıktı. Çıkar çıkmaz bir sağ kroşe, arkasından bir aparkat yedi. Düşmemek için ringin iplerine yaslandı. Antrenörü kenardan bağırıyordu, “dayan oğlum, şimdi düşüreceksin.” Nakavt olacakken gong imdadına yetişti. Ara verildi. Dayak yiyen boksörün antrenörü, “vur aslanım, fena dövüyorsun”, diyerek teşvik etmeye devam etti. Boksör dayanamadı, “ben onu dövüyorsam, beni kim dövüyor?”


            

                              SENDE BU ENSE OLDUKTAN SONRA
             
          Pazar yerinde gezinirken adamın biri, çelimsiz birine şu teklifi yaptı. "Şu ensesi kalın, iri yarı adamı görüyor musun?”  “Evet”. “İşte onun ensesine her tokat attığında sana bir altın vereceğim.” Hemen kabul etti. Gidip, adamın ensesine bir şaplak patlattı. Adam arkasına hiddetle   döndü. Cılız adam, “kusura bakmayın, sizi birine benzettim.” Adam mazereti kabul etti. Biraz sonra tekrar ensesine bir tokat yeyince artık iyice sinirlenmişti. Adamın boğazına sarıldı.“Aman”, dedi, cılız adam. "Şuradaki adamda bu kadar altın, sizde bu ense olduktan sonra daha çok tokat yersiniz”.
                            
          Ülke olarak gergin günlerden geçiyoruz. Ekonomik sıkıntılar, hayat pahalılığı, enflasyon, yükselen döviz fiyatları, iç ve dış tehditler, siyasi çekişmeler sonucu neredeyse gülmeyi unuttuk. Biraz gülümseyelim.



 orhankalyoncu.blogspot.com.tr      02.07.2018

27 Haziran 2018 Çarşamba

TARİHİ SEÇİMİN ARDINDAN



                           
       


          Türkiye, cumhuriyet tarihinin en önemli seçimlerinden biri olan cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerini 24 Haziran 2018 tarihinde gerçekleştirdi. Bu seçimlerden sonra ülkemizde, idare şekli olarak parlamenter sistem yerine cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi geçerli olacaktır. Ülkemizi, meclis içinden çıkan başbakan ve hükümeti değil, genişletilmiş yetkilerle donatılan cumhurbaşkanı ile onun seçtiği yardımcıları ve bakanları yönetecektir. Meclisin  denetim yetkileri ve bütçe üzerindeki söz hakkı sınırlı kalacak, sadece yasaları yapacaktır. Seçimlerin üzerinden 3 gün geçtikten sonra tüm liderler, konuşmalarında kendilerini ve partilerini son derece başarılı bulduklarını söylediler. Acaba öyle mi? İktidar cephesi seçimden önce iktidardı. Seçimden sonra yine iktidar. Yerini muhafaza ettiğine göre başarılı. Muhalefet partileri muhalefetti, yine muhalefet. O zaman onlar da başarılı mı? Bence muhalefet partileri başarılı değillerdir.Çünkü iktidar olmaktır asıl olan. 
      
        24 Haziran 2018 seçimlerinde, kesin olmayan oy oranlarına göre; AKP: %42,54 ile 295, CHP: %22,64 ile 147, HDP  %11,69 ile 67, MHP: %11,11 ile 48, İYİ Parti: % 9.97 ile 43 milletvekili kazandılar. 1 Kasım 2015 milletvekili seçimleriyle karşılaştırırsak, AKP: 7, CHP: 2,67 puan oy kaybettiler. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise 2014’te % 51,79 oy oranıyla ilk turda seçimi kazanan Recep Tayyip Erdoğan bu kez Cumhur İttifakı partilerinin desteğiyle oylarını 0,80 puan arttırarak % 52,59 ile yine ilk turda cumhurbaşkanı seçildi. Millet İttifakını oluşturan partiler ile HDP ve Vatan Partisi kendi cumhurbaşkanı adaylarını çıkardı, Muharrem İnce % 30,64, Selahattin Demirtaş %8,39, Meral Akşener % 7,30 oranında oy aldılar.
       
        Bu seçimlerde, 16 yıldır iktidarda olmanın avantajını kullanan AKP, iktidarını korudu. Seçim barajını aşıp aşamayacağı tartışılan MHP'de iktidar ortaklığına aday oldu. CHP’sinin yaptığı demokratik destekle seçimlere girmeye hak kazanan İYİ Parti %10 civarında oy alarak ilk kez katıldığı seçimlerle partileşme yolunda büyük bir adım attı. HDP’si de, tek başına  Batı kentlerinden oy almayı başararak % 11,69 oy oranı ve 67 milletvekiliyle mecliste 3. büyük parti oldu. Seçime katılan partilerden Saadet Partisi ile ana muhalefet partisi CHP’si ise beklenen başarıyı gösteremedi..
       
        CHP’sinin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasını renklendirdi. Milyonlarca insanı miting alanlarına toplamayı başardı. Kendisine inanan büyük bir kesim oluştu. İlk defa CHP’nin bir adayı halkın her kesiminden % 30’u aşkın bir oranda oy aldı. 1977’deki Ecevit rüzgarı gibiydi. Muharrem İnce halkı umutlandırdı. Bunun devam etmesi, çizdiği sevecen, açık sözlü politikacı tipinin samimi ve gerçek olmasına bağlıdır.
 
Son söz: Halk, her zaman kendi liderini, kendi içinden çıkarır.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr   27.06.2018
 


       

20 Haziran 2018 Çarşamba

KADER SEÇİMLERİ


                                     
          Ülkemiz, tarihi öneme sahip 24 Haziran 2018 kader seçimlerine kilitlendi. Seçimler öncelikli meselemiz oldu. Her parti ve cumhurbaşkanı adayı vaatlerini ardı ardına sıralıyor.. Daha önce gündemimizde yok denen, hatta gerçekleşirse hazine batar denen vaatlerin bir kısmı, emeklilere bayramlarda 1000 er TL verilmesi vaadi gerçekleşti bile. Bir kısmı için de bedelli askerliğin, OHAL’in kaldırılması gibi vaatlerin de seçimlerden sonra ele alınacağı sözü verildi. Partilerin ve adayların seçmenleri ikna etmeye çalışması demokrasinin güzelliğini gösterir.Burada önemli olan samimiyettir.
         
          Ülkemizi yaklaşık 16 yıldır aralıksız yöneten Adalet ve Kalkınma Partisini (AKP), seçmen oy kullanırken değerlendirecektir. Ekonomik, siyasi ve sosyal bakımdan Türkiye neredeydi, nereye geldi? İktidarlar yıpranır. İcraatları için iktidar partisi olan AKP'nin eleştirilmesinden daha doğal bir şey olamaz. I6 yıl çok uzun bir süredir. A.B.D de bir başkan, ne kadar başarılı olursa olsun ancak 4 er yıllık 2 dönem başkanlık yapabilir. Avrupa ülkelerinde de Almanya’da 2005’te iktidara gelen Merkel hariç, uzun yıllar iktidarda kalan bir kişi olmamıştır. Uzun süren iktidarlarda metal ve mental yorgunluk baş gösterebilir. Bu nedenle, zamanı gelince görev değişimi gerekir.
         
        AKP, 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimlerinde 34,4 oy ile mecliste %66 çoğunluk sağlayarak 365 milletvekili çıkarmış,  CHP %19,4 ile 177, bağımsızlar da %1 oy oranıyla 8 milletvekili kazanmışlardı. DYP, ANAP, MHP, DSP, GENÇ PARTİ % 10 seçim barajını geçemeyerek meclis dışında kalmışlardı. Böylece yüksek seçim barajı nedeniyle mecliste seçmenlerin % 54,8’i temsil edilirken geri kalan %45,2 si temsil edilememişti. O zamandan beri yapılan 2007, 2011, 2015 (1 Kasım) seçimlerini (7 Haziran 2015 seçimleri hariç) AKP kazanmıştır. Erken seçim yapılmasına şiddetle karşı çıkan ve 5 seçimden biri hariç, 4 genel seçimi kazanan iktidar partisi, işler yolundaysa, normal süresinin dolmasına daha 16 ay kala neden erken seçim istemiştir?
       
        Bu seçimlerin tarihi önemi, ülkemizin idare şeklinin değişecek olmasından ileri gelmektedir. Bu seçimden sonra Cumhuriyet’in ilan edilmesinden beri uygulanan demokratik parlamenter sistem yerine geniş yetkilerle donatılan bir cumhurbaşkanı  kendi seçtiği yardımcıları ve bakanları ile ülkeyi idare edecektir. Demokratik yönetimlerde en çok aranan, (yabancıların checks and balances dedikleri) denge ve denetim mekanizmalarıdır. Yani yasama, yürütme ve yargı ayrımıdır. Bunun amacı da güçlerin birbirlerini denetleyip, otoriterleşmeye yol açmasını önlemektir. Ülkemizin yeni tanışacağı cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bunu sağlayacak mıdır? Bunu yaşayarak göreceğiz.

Son söz: Her yaptığımız seçim, bizim kaderimizi belirler.




 orhankalyoncu.blogspot.com.tr   20/06/2018
      
       
       



15 Haziran 2018 Cuma

SUSSAM GÖNÜL RAZI DEĞİL


    


                              Eskişehir Balmumu Müzesi-Zülfü Livaneli



   


           16. yüz yılda yaşamış Türk divan şairi Fuzuli’nin bu dörtlüğü ünlüdür;
            Derdime vakıf değil, canan beni handan bilir. 
            Hakkı vardır, şad olanlar herkesi şadan bilir.
            Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.
            Çektiğim alamı bir ben, bir de Allah’ım bilir.
    
           Sadeleştirilmiş  Türkçesiyle;
           Sevgili derdimi bilmez, beni güler sanır.
           Hakkı vardır, mutlu olan herkesi sevinçli sanır.
           Söylesem etki etmez, sussam gönlüm razı değil.
           Çektiğim elemleri bir ben, bir de Allah’ım bilir.

           Fuzuli’nin bu dörtlükteki en çok kullanılan, “söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” dizesi, yönetmen, yazar ve müzisyen Zülfü Livaneli'nin, "hakim bey" adlı şarkısında da, “sussan olmuyor, susmasan olmaz”, diye geçiyor.
      
           Bunun gibi susmak değil, aksine her konuda konuşan, tartışan, diyalog kuran bir toplum olmaya ihtiyacımız var. Bir tecrübeli siyaset adamı bunu,“Konuşan Türkiye”, diye ifade etmişti. Eğer özgürce konuşur, tartışırsak, iyiyi, güzeli, doğruyu bulabiliriz. Suskun bir ülke hiçbir zaman özgün fikirler ortaya koyamaz ve ilerleyemez. Basını, medyası, televizyonu, sosyal medyası, yazarı, çizeri, romancısı, ressamı, heykeltıraşı, müzisyeni özgür olursa özgün ve yaratıcı olur. Onun için konuşmaktan, yazmaktan, herkesin fikirlerini özgürce ifade etmesinden korkulmaması gerekir.
       
          21. yüz yılın ilk çeyreğini tamamlamamıza az bir süre kala devletlerin ve onları idare eden yöneticilerin girdikleri sınavdan insanlık tarihi açısından başarıyla geçtikleri söylenemez. Ülkemizde de, son zamanlarda artan hayat pahalılığı, işsizlik, trafik yoğunluğu, gelir adaletsizliği gibi dertlerimiz neredeyse kronik bir hal aldı. Ülkemizin 24 Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine sayılı günler kaldı. Yurttaşlarımız, sağduyulu davranarak en iyi kararı vereceklerdir. Her zaman olduğu gibi, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği, ülkemizi, “muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak”, tek hedefimiz olmalıdır.            



orhankalyoncu.blogspot.com.tr    18.06.2018