5 Mayıs 2022 Perşembe

HER KIŞIN BİR YAZI VARDIR

   


Moda Sahili-İstanbul


        Mevsimler değişti. Artık eski kışları göremiyoruz. Mevsimler sarktı, yazın seller basarken, kışın kurak geçiyor. 2021 yılının sonbahar ve kışı eskiye göre daha yumuşak geçiyor derken, 2022’nin Ocak ayının ortasında soğuklar başladı. Soğuklar baş gösterince de özellikle bebeklerin, çocuk ve yaşlıların ısınması için yakacak lazım. Gelgelelim bunlar da ateş pahası. Odun, kömür, elektrik, doğal gaza zam geldi. Bir yandan ekonomik zorluklar, bir yandan çetin kış şartları insanların belini iyice büktü.       Geçen gün fırından ekmek alırken, orta yaşlı, sade giyimli bir kadın kapıdan fırıncıya, “askıda ekmek var mı”, diye seslendi. Fırıncı, hiç sesini çıkarmadan bir kaç ekmeği naylon poşete koyarak kadına verdi. Kadın, belli belirsiz bir sesle teşekkür etti ve arkasını dönüp, yavaşça uzaklaştı. Ertesi gün Fenerbahçe’nin maçı vardı. Bir gence, “ne maçı var, diye sordum. “Adana”, dedi. Fenerbahçe Stadının etrafı ana-baba günü idi. Emniyet güçleri rutin kontrollerini yapıyor, simitçiler, satıcılar caddenin bir tarafında sıralanmış umutla satış yapmayı bekliyorlardı. Bir simitçinin camekanında daha önce başka bir yerde görmediğim bir yazı vardı. “100 adet askıda simit”. Demek ki tanesi 3,5 T.L olan simidi alamayanlar için birisi hayır yapıyordu.

       Geçtiğimiz hafta da eşimle beraber İstanbul, Fikirtepe’de Cuma Pazarı diye adlandırılan semt pazarına gitmiştik. Muz satılan bir tezgahın başında alışveriş yapmak için beklerken bir kadın geldi ve satıcıdan sadece tek bir muzun fiyatını sordu. Satıcı da, “para istemez”, dedi ve kadın, “hakkını helal et”, diyerek tek muzu alıp, gitti. Düşündüm. Dilenci olsa para isterdi. Ama kilosu on lira olan muzdan sadece bir tane aldı ve satıcının ondan para almamasına teşekkür etti. Demek ki o muzu alacak gücü yoktu. Başka bir kadın müşteri de sadece 3 adet muz tarttırdı. Satıcıya da, “torunum gelecek, onun için alıyorum”, deme ihtiyacı duydu. İthal muza göre yerli muzun fiyatı uygun olduğu halde onu alamayanlar var. Öte yandan çarşı pazarda fiyatlar uçmuş. Kestane 30-50 T.L, salata 12, domates 8,5, yeşil biber 15-30, kuru fasulye 40, siyah zeytin 30-50, beyaz peynir 45-78 T.L v.b.

         Dar, sabit gelirliler ve işsizler için zor bir kış var önümüzde. Bu kışta geçecek ama zor geçecek. Eskiler, bu durumlar için “kurt, kışı geçirir ama yediği ayazı unutmazmış”, derler. Asgari ücrete %50, memur ve emeklilerine %30,5, diğer emeklilere %25 zam yapıldı ama bu farklar daha cebe girmeden elektriğe, doğal gaza, benzine, mazota, yol-köprü v.b yapılan yüksek zamlarla eridi. Yine de umudumuzu yitirmeyelim. Her kışın bir yazı vardır.



3 Mayıs 2022 Salı

ESKİ İSTANBUL'U ARIYORUM

        




       Eski İstanbul'u arıyorum. Henüz bu kadar büyümediği, nüfusunun 16 milyonu bulmadığı, devasa gökdelenlerin, cam giydirilmiş blokların yükselmediği, trafiğin keşmekeş olmadığı, yeşil alanlarının, parklarının imara açılmadığı, kavşaklara boğulmayan, kaldırımları, bulvarları, caddeleri geniş İstanbul’u istiyorum. Çok şey mi istiyorum? Yaşanacak bir kent hayal ediyorum. Şunu da görüyorum ki; bu tarihi kentimizi geri gelmeyecek kadar bozmuşuz. “Biz bu kente ihanet ettik”, diyenler, haklı. Siyasi İktidar sahipleri, İstanbul’u yönetenler ve bu kentte yaşayanlar el birliğiyle bu kenti yaşanmaz hale getirmişler. 

      Yıllar önce 1973 yılının sonlarında Uzunköprü Lisesini bitirmiş, İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu İngilizce Bölümünü kazanmıştım. Daha önceleri kısa sürelerle geldiğim İstanbul’da ilk kez uzun bir süre kalacaktım. Okulumuz yeni açılmış, orta dereceli okullara yabancı dil öğretmeni yetiştiren bir okuldu. Biz de ikinci giren öğrencileriydik. Önce Fındıkzade’de bir okulda, sonra da İstanbul Üniversitesinin Beyazıt’taki Ana Binasının yan sokağındaki tarihi bir binada eğitim gördük. Yurtta kalmadım. Aksaray- Yenikapı arasında Küçük Langa denen bir semtte 6 ay kadar tek başıma bir teras katta tek göz bir odada kaldım. Çok soğuk olduğu için kış biter bitmez, Haseki’ de kaloriferli bir bodrum katında kalan yaşça benden büyük Uzunköprülü üniversite öğrencilerinin yanına taşındım. Bir buçuk yıl da orada kaldıktan sonra orası kalabalıklaştığı için bir arkadaşımla Bakırköy semtinde kaloriferli bir bahçe katı kiraladık. Ancak gelen-giden çok olmaya başlayınca, okul bitimine yakın evden çıkartıldık. Kısa bir süre Eyüp semtinde oturan dayımın yanında, sonra da bitirme sınavlarında bir ay kadar Sirkeci’de bir otelde kaldım. Okulda yakın arkadaşlarım da Beşiktaş’ta bir ev tutmuşlardı. Oraya da gittiğim oluyordu.

         O yıllar, olaylı yıllardı. 1975 yılının ortalarına kadar ortalık sakindi. Ondan sonra durulmadı ve ben 1978 yılı Şubat ayında okulu bitirmiş, aynı yıl  Mayıs ayında da Uzunköprü Lisesi İngilizce öğretmenliğine atanmıştım. Aşağı yukarı dört buçuk yıl kalmıştım İstanbul’da. İstanbul'u çok sevmiştim. Kalmak için de Laleli’de bulunan yabancı dil öğreten Gök-Dil dershanesi ile prensipte anlaşmış, Uzunköprü’ye tayinim olmazsa geleceğimi söylemiştim. Tayinim olunca da Uzunköprü’de kaldım. Ara ara gelsem de, o zamandan beri ilk kez ülkemizin göz bebeği İstanbul’da 7 aydır kalıyorum. Yarım asır sonra iki İstanbul’u kıyaslama imkanım oldu. Eğer gerçekleşebilse, eski İstanbul'da yaşamayı tercih ederdim. O zaman İstanbul'un üç buçuk milyon bir nüfusu vardı. Şimdi ise ucu bucağı belli değil. Dağ taş ev. Marmara Denizi böyle kirli değil, pırıl pırıldı. Her türlü balık boldu. Büyükçekmece’den, İdealtepeye kadar, denize girilen bir sürü plaj vardı. Gülhane Parkı, Yıldız Parkına gitmeden olmazdı. Ne kadar düzeltilmeye çalışılırsa çalışılsın, orta çaplı birkaç Avrupa ülkesinin toplamından fazla nüfusa sahip İstanbul'un ihtiyaçlarına yetişilmesi mümkün olmuyor. Dünyada benzeri olmayan Boğaziçi dahil Süleymaniye Cami, Tarihi Surlar gibi tarihi eserler bile imar baskısı altında. Mimar, yazar Aydın Boysan (1921-2018) “Nereye Gitti İstanbul”, adlı kitabında şöyle yazıyor; ”İstanbul'un canı, eski surların içindeki bölgedir. Sur içi bölgesindeki tarihsel İstanbul'un utanç verici tahripleri, son 50 yılımızın marifetleri olmuştur.“

        Tanınmış şairlerimizden Yahya Kemal Beyatlı’nın (1884-1958) unutulmaz “Bir Başka Tepeden”, şiirinin ilk dörtlüğü İstanbul özlemini ne kadar güzel anlatıyor; “Sana dün bir tepeden baktım Aziz İstanbul./ Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer./ Ömrüm oldukça,gönül tahtıma keyfince kurul!/ Sade bir semtini sevmek bile ömre değer.”


EKONOMİNİN SEYİR DEFTERİ

 




           Ülkemizdeki ekonominin seyir defterinde son bir iki aylık ekonomik gelişmeleri değerlendirmiş olsaydık, herhalde hükümetin karnesi zayıflarla dolu olurdu. Ne oldu da her şeyin bağlı olduğu Amerikan doları ve AB Euro’su jet hızıyla 18 ve 20 liraları gördü? Daha kısa bir süre önce bu para birimlerinin kur fiyatı 8 ve 10 lira civarında değil miydi? Sonra bir gecede 11 ve  13 liralara indi. Bunu önceden bilenler kimlerdi ve neler kazandı? Faizi indirelim derken faiz dahil döviz kuru ve enflasyon oranı yükseldi. Artık hayat daha pahalı. Resmî enflasyon % 36 ama çarşı, pazarın enflasyonu %82. Bu yüzden yapılan ücret zamları daha cebe girmeden eridi.

        “Bu fasulye yedi buçuk lira, hem oynasın hem kaynasın”, diye bir zamanlar üzerine şarkı yapılan kuru fasulyenin kilosunun fiyatı 40 lira olmuş, inanılır gibi değil. Biz tarım ülkesi değil miydik? Yakına kadar inek peynirini 38 TL’ ya alıyorduk, 78 TL olmuş. Mutfak tüpü 150 TL’dan 220 TL’ya çıkmış. Bunlara elektriğe. mazota. benzine. doğal gaza, ulaşıma. nakliyeye ve yollara-köprülere yapılan zamları da eklersek ne kadar hazin bir manzarayla karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkar.  

        Bir kere daha ortaya çıktı ki içtiğimiz sudan, yediğimiz ekmeğe, soluduğumuz havaya kadar her şey siyasetle ilgili. Onun için bu sorunların çözümünü de siyaset kurumu yapacaktır. Biz, yurttaşlara düşen görev de bizi idare edecek kişileri seçerken dikkatli olmamızdır. Kendilerini değil, ülkeyi düşünen siyasetçileri bulmalıyız. Siyaset aslında bir meslek değildir. Uzun yıllar yapılan siyaset, yapanı da ülkeyi de yorar. Yeni nesillere yol açmak gerekir.

        Bazı partilerin siyasi partiler ve seçim yasaları ile ilgili hazırlık yaptıklarını biliyoruz. Seçim barajının düşmesi, milletvekili sayısının tekrar 450’ye indirilmesi, seçim süresinin 5 yıl  yerine 4 yıl olması, milletvekili emekliliğinin tekrar düzenlenmesi, milletvekilinin en fazla 3 dönem seçilmesi, parlamenter sisteme dönülmesi gibi demokratik taleplerin seçimlerden önce seçim vaadi olarak açıklanması gerekir.

         Seçimler 4 yılda bir yapılmış olsaydı 2022 Türkiye için seçim yılı olacaktı. 1946’da çok partili sisteme geçildiğinden beri olağanüstü haller dışında seçimler hep 4 yılda bir yapılmıştır. Son 23 yıla baktığımızda (1999-2022), 18 Nisan 1999 seçimlerinin ömrü 3 yıl, (sadece bir kez) 3 Kasım 2002 seçimlerinin 4,5 yıl, 22 Temmuz 2007 seçimlerinin 4 yıl, 12 Haziran 2011 seçimlerin 4 yıl, 7 Haziran 2015 seçimlerinin 5 ay, 1 Kasım 2015 seçimlerinin 3,5 yıl olmuştur. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilen 24 Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri üzerinden de geçen süre 4 yıla yaklaştı. Seçimler için 4 yıl normal bir süredir ve 2022 Haziranında bu süre dolmaktadır. Türkiye erken ya da zamanında artık seçim sürecine girmiştir. İktidar ve muhalefet partileri attığı her adımı seçimlere yönelik atıyor. Seçmen de milli iradenin tecelli edeceği seçim sandığını bekliyor. Son söz Türk Milletinin olacak. 

2 Mayıs 2022 Pazartesi

BU ZAMLARI KİM YAPIYOR

          





            Ringde rakibinden devamlı yumruk yiyen boksör neredeyse nakavt olacak hale gelmiş ama antrenörü,”vur koçum, şimdi devireceksin", diyormuş. Boksör sonunda dayanamamış, “peki, ben onu dövüyorsam, o zaman beni kim dövüyor?” Biz de şimdi 2021 yılının son günlerine girerken boksörün yediği  yumruklara benzer zam sağanağı altındayız. Geçen hafta İstanbul Fikirtepe Cuma Pazarında alışveriş için dolaşırken bir tezgah önünde bir pazarcı esnafı ile bir kadın müşterinin yüksek sesle tartışmasına şahit oldum, Satıcı, “zamları devlet yapıyor”, derken, müşteri de “hayır, zamları siz yapıyorsunuz”, diyordu. Zaten hükümet de, esnaf da zamların sebebinin kendilerinin olmadığını ileri sürüyorlar. Halk olarak biz bu zam dayağını yiyoruz ama zamların sahibi yok. Peki, bu zamları kim yapıyor?

         Gelelim döviz kurlarının son günlerdeki füze hızındaki artışlarına. Neredeyse son bir ayda %70 civarında bir artış oldu. Her gün bir öncekinden daha fazla bir artışla uyanıyoruz. Artık hiç kimse alış-veriş için dövizin oynaklığı karşısında bir karar veremiyor. Piyasalar gözlerine fener tutulmuş tavşan gibi şaşkın. Çiftçi dövize bağlı olarak fiyatları devamlı arttığından gübre, ilaç, mazot alamıyor, esnaf sattığını yerine koyamıyor, vatandaş pahalılıktan alışveriş yapamıyor, İşçi, memur, emeklinin maaşları durduk yerde eriyor. Kim bu duruma dur diyecek?          
        Son başbakanımız gitmeden önce şöyle demişti, “dolar dolsa ne olur, dolmasa ne olur?” Şimdi gördük ne olduğunu. Dolar doldu ve çoğumuz fakirledik. Alım gücümüz düştü, hayat pahallığı arttı, enflasyon karşısında maaşlarımız eridi. Bir bakanımız da bir TV programında karşısındaki sunucuya, “ dolarla mı maaş alıyorsunuz”, diye sormuştu.  Bugünleri görünce ister istemez, “keşke dolarla maaş alsaydık”, demekten kendimizi alamıyoruz. Aynı bakan görevden affını isterken sosyal medyadaki dilekçesinde de şöyle diyordu, “at izi, it izine karıştı. Allah sonumuzu hayır eylesin.” Artık bu son söze bir şey denmez. .iPad’imden gönderildi

20 Ekim 2021 Çarşamba

TARİHİ EDİRNE EVLERİ

 




                                         

TARİHİ EDİRNE EVLERİ



      Ülkemizin kuzeybatısında Yunanistan ve Bulgaristan sınırında yer alan Edirne Osmanlı Devletine başkentlik yapmış, tarihi bir kentimizdir. 2018 sayımına göre Merkez nüfusu 180.327’dir. Arda, Tunca ve Meriç Nehirlerinin buluştuğu düzlükte kurulmuştur. Serhat kenti Edirne; doğası, tarihi, kültürü ve üniversitesi ile ülkemizin Batı'ya açılan penceresidir. Çağdaş kent yapısı ile bir Avrupa kentinden farksızdır.

     Altyapı eksikliği giderilmeye çalışılırken son gittiğimde Edirne 'de gözüme çarpan başka bir eksiklik daha oldu. O da Safranbolu evleri gibi tarihi değere sahip Edirne Evlerinin bakımsızlığı. Bakım ve onarım bekleyen evlerden ben iki tanesine Sabuni Mahallesinde rastladım. Hatta yıkılmak üzere olan bir tanesinin üzerinde T.C Edirne Valiliği ve ÇKV’nın şu tabelası vardı. “Tarihi Tescilli Yapı T.C Edirne Valiliği Tarihi Konakları İhya Projesi kapsamında Edirne İli Çevre Koruma Vakfı tarafından yapılmaktadır.” Tabelanın altında 2018 tarihi vardı. Anlaşılan bu tarihi eserin ihya edilmesi 2018’den beri bekliyor. 2018’den beri el atılmayan bu yapı biraz daha bekletilirse kendisinden bile eser kalmayacak. Başta Mimar Sinan’ın Osmanlı Padişahi 2. Selim için yaptığı Selimiye Camii (yapımı 1568-1575) olmak üzere yüzlerce tarihi esere ev sahipliği yapan Edirne’de Tarihi Edirne Evleri de ilgi bekliyor.

      Vikipedi’de kaynakçası Anadolu'da Ev ve İnsan/Prof. Dr. Metin SÖZEN-Prof. Dr. Cengiz ERUZUN/Emlak Bankası Yayınları olan Edirne Evleri ile bilgiler şöyle; 18. yüzyıldaki Eski Edirne’den günümüze kadar gelen Edirne Evlerinin hemen hemen tümü ahşaptı. Dış yüzey bağdadi sıva ya da ahşap kaplamadır. İki kattan fazla hemen hemen yok gibidir. Odalar büyüdükçe ve tepe pencereleri bulunan, içi oldukça özenle süslenmiş mekânlardır. Evlerin tümü bahçe içinde yer alırdı. Bahçe içindeki konumlarına göre incelendiğinde üç ana başlık altında toplamak mümkündür. Sokak üzerinde yer alanlar : İki katlı olanların üst katında sokağa bakan pencereler olmasına rağmen alt katta pencere yoktur. Tek katlı evlerde ise sokak cephesinde hiç pencere yoktur. Sokaktan uzakta ve bahçenin bir köşesinde yer alanlar : Komşu arsalara bitişik olanlarda, komşuya bakan cephede hiç pencere yoktur. Pencereler tamamen kendi bahçelerine bakarlar. Ağaçlı ve çiçekli bahçenin ortasında yer alanlar : Evin dört yönü de bahçeye baktığı için, istenen yönlere rahatlıkla pencere açma olanağı söz konusudur. Odalar en sade yaşayanlarından, çok zengin ve görkemli yaşam sürdürenlere kadar aynı ilkelerin geçerli olduğu bir düzendeydi. Odaların hepsi insan yaşamı için gerekli ihtiyaçları karşılayabilen düzeyde olmasına rağmen yine de Edirne evlerinde belli işlevlere göre ad alan odalar vardır. Oturma Odası: Günlük oda olarak bilinir. Yatak Odası: Eski dönemlerde Musandralık denilirdi. Misafir Odası: Konuklara ayrılan odaya Hoşametlik, denilirdi. Ayrıca bazı evlerde namaz odaları adı verilen namaz kılmaya ayrılmış bir mekân daha vardır.

     Tarihi yapılar insanlığın ortak mirasıdır. Onları korumak, bizden sonraki nesillere aktarmak hepimizin görevidir.

 

Orhankalyoncu.blogspot.com.tr         22.10.2021

 

 

 

 

 

 

 

 


15 Ekim 2021 Cuma

PARLAMENTER SİSTEM

 




Gazi Mustafa Kemal Atatürk





                                       

      15 Ekim 2021 itibarıyla Türk lirası, Dolar- Euro karşısında güneş görmüş kar gibi eridi. Bu durumun hayat pahalılığının artmasına, alım gücümüzün düşmesine neden olacağını söylemek, kehanet sayılmaz. İğneden ipliğe gelecek zamlar herkesi olumsuz etkileyecektir. 22 Haziran 2018 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmeden önce Dolar 4,70, Euro 5,50 TL idi. Üç buçuk yılda döviz yüzde yüze yakın arttı? Bu durum muhalefetin ileri sürdüğü gibi yönetim sistemi ile ilgili olabilir mi?

      Muhalefet partileri, ekonomik konuların yanında "erken seçim" ve “İyileştirilmiş Parlamenter Sistem” konularını da gündemde tutmaya devam ediyorlar. 5 yıl için seçilen cumhurbaşkanı ve milletvekillerinin görev sürelerinin dolmasına daha 18 aylık bir süre olmasına rağmen ülkemizde bir seçim atmosferi hakim oldu. Şimdiden vaatler havada uçuşmakta, partiler kendi aralarında temaslar yapmakta, halk arasında dolaşmaktadırlar. Muhalefet partilerinin en büyük seçim vaadi, sistem değişikliği üzerinedir. “İyileştirilmiş, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”, sözlerini Millet İttifakını oluşturan muhalefet partilerinden çok duyuyoruz.

         16 Nisan 2017’de yapılan referandum ile yürürlüğe giren anayasa değişikliğiyle Türkiye’nin yönetim şekli esaslı bir şekilde değişime uğradı. 24 Haziran 2018 seçimlerinden sonra ülkemiz, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yönetiliyor. Cumhurbaşkanı Hükümet Sisteminde, cumhurbaşkanı aynı zamanda parti genel başkanıdır. Bakanların ve cumhurbaşkanı yardımcılarının hepsi dışarıdan atanır ve onların sorumluluğu sadece cumhurbaşkanına karşıdır. İstediği takdirde cumhurbaşkanı onları görevden alabilir. Eğer milletvekillerinden biri bakan olursa milletvekilliğinden istifa etmesi gerekir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde bakanlar için güvenoyu ve gensoru verilemeyecektir. Bütçeyi cumhurbaşkanı hazırlayacak, millet meclisinde kabul edilmediği takdirde yeniden değerleme oranında arttırılarak geçerli olacaktır. Cumhurbaşkanı kararnameler çıkarabilecek, yüksek yargı ve devletin üst yönetim kadrolarını atayabilecektir. Parlamenter Sistemde ise cumhurbaşkanı devleti temsil eder, tarafsızdır, sembolik yetkilere sahiptir. Hükümet, halkın seçtiği milletvekillerinin oluşturduğu meclisin içinden çıkmaktadır. Çoğunluğu kazanan veya en fazla milletvekili çıkaran siyasi partinin genel başkanı başbakan olarak atanır ve hükümeti kurar. Bakanlarını genel olarak milletvekillerinden seçer. Meclis, yasa yapmanın yanı sıra, güvenoyu, gensoru yoluyla da hükümet üzerinde denetim görevini yapar. Hükümetin hazırladığı bütçeyi oylarıyla onaylar veya reddeder. Diğer denetim görevini de bağımsız ve tarafsız yargı yapar. Yürütme, yasama ve yargı böylece bir dengeye kavuşur.

        Önümüzdeki genel seçimler, mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Parlamenter Sistem arasındaki halkın tercihini gösterecek. Seçim sonuçları, bu konuda referandum niteliğinde olacak. Mevcut sistemin, karar ve icraat sürecini hızlandırdığını öne süren Cumhur İttifakını oluşturan Ak Parti, MHP, BBP, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden yana tavır alırken, bu kadar yetkinin bir kişiye verilemeyeceğini savunan Millet İttifakını oluşturan CHP, İyi Parti, DP, SP ile yeni kurulan Deva, Gelecek, Memleket ve Değişim partileri, Parlamenter Sistemden yana ağırlıklarını koymaktadırlar.

       İktidara talip olan Millet İttifakını oluşturan siyasi partiler, seçim öncesi “İyileştirilmiş, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”, derken bunun tanımını, eski sistemden ne farkı olacağını da açıklamaları gerekir. Örneğin; siyasi partiler yasası ve seçim yasaları değişerek, daha demokratik hale gelecek mi? Seçim barajı düşecek veya kaldırılacak mı? Siyasi partilerde lider ve ekibinin kayıtsız egemenliği devam edecek mi? Milletvekili, belediye başkanı, belediye ve il genel meclisi adaylarını parti üyeleri mi seçecek, yoksa bu adaylar yine genel merkez tarafından mı atanacak? Kısacası, parti içi demokrasi olacak mı?


orhankalyoncu.blogspot.com.tr                           15.10.2021

       

          

 

 


27 Eylül 2021 Pazartesi

NİNNİLERLE UYUTAN DİZİLER

 

                                                    

Beyaz Fener



 

        2020 yılının ilk aylarında başlayan Coronavırus (Covid 19) salgını, 2021 yılında da değişik varyantlarla etkisini sürdürüyor. Aşının uygulanması ile beraber ölümler azaldı ise de vaka ve vefat sayıları tamamen sona ermedi. 26 Eylül 2021 tarihi itibarıyla ülkemizde günlük vaka sayısı 25,861, vefat sayısı 228 olmuştur. Aşının yaygınlaşması tek çare olarak gözüküyor. Pandemi, sadece ölümcül bir salgın olarak kalmadı, bununla beraber ekonomik ve sosyal yönden de toplumları derinden etkileyip, yaşam tarzını değiştirdi. Pandemi döneminde evlere kapandık. Sosyal hayatımız iyice kısıtlandı. Ev kadınları, emekliler, işini kaybedenler, uzaktan eğitim nedeniyle okullara gidemeyen öğrenciler evde uzun süre geçirmek zorunda kaldılar. Kitap okuma alışkanlığı ülkemizde yaygın olmadığından, internet ve TV halkın tek seçeneği oldu.

       Bu süreçte, İster, istemez zorunlu televizyon seyircileri kervanına ben de katıldım. Televizyon kanalları arasında dolaşırken bir diziye rastladım. Adı, Yasak Elma imiş. Pür makyajlı kadınlar, lüks konutlarda entrika üstüne entrika çeviriyorlar. Onu beğenmedim. Diğer kanala bakalım. O da ne? Zengin bir çevrede, mesleği müteahhitlik olan Sadakatsiz bir adam, başarılı bir doktor olan eşini genç bir kızla aldatıyor. Çocukları arada kalıyor. Birbirlerine oynadıkları, çevirdikleri filmleri izliyoruz. Yok, onu da beğenmedim, Başka bir kanalda, başka bir dizi bizi bekliyor. Masumlar Apartmanı. Kardeşler bir dairede, kiracıları apartmanın başka bir dairesinde oturuyor. Ev sahibi delikanlı, kiracı kız ile gizlice evleniyor. Ev sahibi delikanlı ve kız kardeşleri biraz çatlak. Hikaye öyle fantastik rüyalar eşliğinde sürüyor. Arka Sokaklarda bir polisiye dizisine bakalım. O da ne pıtrak gibi insan ölüyor. Zaten hastalık kasıp, kavuruyor. Bir de dizi icabı da olsa bu kadar kan görmeye dayanamayız. Başka bir kanala bakalım. Yine başarılı iş adamları, şık hanımlar, lüks konutlar, lüks araçlar Barajda başlayan maceralarına villalarında devam ediyorlar. Neyse akşamı geçirdik. Gündüz programlarında belki içimiz açılır. Ama nerede? Kayıp, ihanet, cinayet, katili bulma programlarından geçilmiyor. Moral verici bir program yok. Survivor, yemek, gelin-kaynana kavgaları, moda programları da sabun köpüğü gibi uçup, gidiyor. Aklımızda sadece kavgalar kalıyor. 

        Eskiden siyah beyaz bir aşk hikayesi gibiydi televizyon dizileri. Perihan Abla, mahallenin ablasıydı. Mahallenin Muhtarlarını özlemle beklerdik. Halkın içinden Kapıcı Cafer, Cemil-Sevim çifti vardı, Bizimkilerde. Akasya Durağı, Seksenler, Kurtuluş dizileri daha yakın zamanlardaydı. Müzik programları olurdu, Bir Başka Gece, Kantolar, Solistler Geçidi gibi. Şimdi müzik yok oldu. “Olacak O Kadar Televizyonu” vardı, Levent-Oya Kırca’nın. Ali Kırca’nın sunduğu, Siyaset Meydanı tartışma programlarının liste başıydı. Siyasi parti liderlerinin yuvarlak masa etrafındaki tartışmaları sabaha kadar izlenirdi. 

       Televizyon için yabancıların kullandıkları bir söz vardır, “Aptal Kutusu”. Doğru mu, değil mi? Onu dizileri izleyenlere bırakalım. Yine de televizyon programlarının bizi uyutmasına izin vermeden, beynimizin uyuşmaması için kitap okumaya ne dersiniz?

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr                 26.09.2021