19 Mayıs 2022 Perşembe

SEÇİMLERİN AYAK SESLERİ

         


     

                    

 

        Ülkemiz, 16 Nisan 2017 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçti. Parlamenter sistemden tamamen ayrı bu sistemde, cumhurbaşkanının yetkileri son derece arttırılıyor, bakanlar meclis dışından atanıyor, milletvekilleri sadece yasa yapmakla ve bütçeyi onaylamakla görevlendiriliyordu. Sayıları 600’e, görev süreleri 5 yıla çıkarılan milletvekillerin seçimlerinin de cumhurbaşkanlığı seçimi ile beraber eş zamanlı olması kararlaştırılmıştı. Bu sisteme göre yapılan cumhurbaşkanını ve milletvekillerini seçtiğimiz 24 Haziran 2018 seçimlerinin üzerinden yaklaşık 4 yıl geçti. Seçimlere daha bir yıl olmasına rağmen seçim sathı mailine girmiş gibiyiz. Her gün seçimler dillendiriliyor. Başta Millet İttifakını oluşturan CHP, İYİ PARTİ, SP ve DP olmak üzere muhalefet partileri erken seçim çağrıları yaparken, iktidarı oluşturan Cumhur İttifakı da (AKP, MHP ve BBP) seçimlerin zamanında yani Haziran 2023’te olacağını belirtiyorlar.

      Kamuoyu, seçimlerin zamanında mı yoksa erken mi yapılacağını son zamanlarda daha çok sorar oldu. Her geçen gün ağırlaşan bu ekonomik tablonun değiştirilmesi için seçimlerin erken yapılması da bir seçenektir. Artan hayat pahalılığı, enflasyon karşısında alım gücü düşen yurttaşlarımız seçimlerden önce geçimlerini düşünseler de ellerine dört-beş yılda bir geçen seçme fırsatının önlerine gelmesini sabırsızlıkla bekliyorlar. Seçimin ayak seslerini belli eden bir başka gelişme de iktidarın seçim yasalarında yaptığı değişikliklerdir. Resmi Gazetenin 6 Nisan 2022 Çarşamba günkü sayısında yayınlanan ve yayın tarihinden bir yıl sonra yürürlüğe girecek bu yasaya göre yapılan başlıca değişiklikler şunlardır:

       1983’ten beri uygulanan %10 seçim barajı %7’ye indiriliyor.

       İttifakın artık oylarının milletvekili seçimlerine olan etkisi kaldırılıyor.

       Mecliste grup kurmak seçimlere katılmak için yeterli olmayacak, siyasi partilerin seçimlere girebilmesi için 81 ilin en az 41’inde örgütlenmesini tamamlaması ve seçimlerden en az 6 ay önce büyük kongresini yapması gerekiyor. İl, ilçe ve büyük kongresini üst üste 2 kez yapmayan parti seçimlere katılamıyor.

      İl ilçe seçim kurullarında en kıdemli hakimin başkan olması kaldırılıyor. Onun yerine Adalet Komisyonunca 1. Sınıf hakimlerden ad çekme yöntemiyle başkan seçiliyor. Yeni yasanın yürürlüğe girmesiyle mevcut seçim kurullarının yetkisi bitiyor. 3 ay içinde yeni başkanlar yeni yöntemle belirleniyor.

      Sandık Kurulu'na üye bildirme hakkı olan bir parti, oluru olmadan başka bir parti üyesini sandık kurulu üyesi olarak gösteremeyecek.

      Mahalli idareler genel seçimlerinde, yerleşim yeri adresine göre oluşturulan seçimin başlangıç tarihinden 3 ay önceki seçmen kütüğü üzerinden güncelleme yapılacak

     Cumhurbaşkanı seçim dönemindeki propaganda yasaklarından muaf tutuluyor.

      İktidarın bu hamlesine karşın seçimi kazandıkları takdirde Parlamenter Sisteme geçeceğini söyleyen ve bunu bir protokole bağlayan 6’lı masayı oluşturan muhalefet partileri de, siyasi partiler ve seçim yasaları üzerinde halkın demokratik taleplerini dile getirmelidirler. Bunlar; seçim barajının %2’ye düşürülmesi, milletvekili sayısının 600’den 450’ye indirilmesi, seçim süresinin 5 yıl yerine 4 yıl olması, milletvekili emekliliğinin tekrar düzenlenmesi, milletvekilinin en fazla 3 dönem seçilmesi, siyasi partilerin adaylarının önseçim yoluyla seçilmesi, kongrelerde çarşaf liste uygulanması gibi düzenlemelerdir.

      Türkiye artık seçim atmosferine girmiştir. Seçmen milli iradenin tecelli edeceği seçim sandığını bekliyor. Muhtemelen zamanından önce yapılacak seçimlerde son söz milletin olacaktır.

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr         20.05.2022

       

 

 

5 Mayıs 2022 Perşembe

ALGI DÜNYASI

Caddebostan/İstanbul

         


          Algı yaratmak; gerçek olmayan bir durumu “öyleymiş gibi”, sunmaya çalışmaktır. Gerçekleri eğip, bükerek toplumu aldatmaya yönelik bir göz boyamadır.  Balık hafızalı bir toplum olduğumuz için bu yönteme başvuran yöneticilerin tatlı sözlerine çabuk kanıyor, hemen ortalığı toz pembe görüyoruz. Her ne kadar siyasilerin sözleri buz üzerine yazılı olsa da halkımız onların vaatlerine inanmak istiyor. O yüzden siyasilerin dün söyledikleri ile bugün söyledikleri birbirini tutmasa da önemi yok. Biz iyi olacağına inanmak istiyoruz.

         Hasta yatağındaki bir hastaya uygun tedavi tatbik etmeyip, her gün “iyileşeceksin“ demekle, nasıl hasta iyileşmeyecek ise, Türkiye ‘de de “vatandaşın ekonomik durumu çok iyi, hayat pahalılığı geçici, yaşam standardımız Avrupa’dan bile iyi“, demekle ekonomik durumumuz daha iyi olmuyor. Bu pompalanan iyimser hava ne yazık ki çarşıda, pazarda hemen sönüyor. Algı yönetmeye yarayan her türlü aygıt devletin elinde olduğu için sade bir yurttaş olarak bundan kaçamıyoruz. Görsel ve yazılı basının büyük bir kısmı ile yapılan propaganda karşısında şaşırıyoruz.
         Bazılarına göre; Mart 2022’de işsizlik düştü, enflasyon da yıl sonunda düşecek. Bunlara bağlı olarak hayat pahalılığı da kalmayacak." Teselli edici bu söylemler, ne yazık ki gerçeği ifade etmiyor. Örneğin Döviz, benzin, mazot, doğal gaz, elektrik, kömür, ulaşım fiyatları geçen yıla göre ikiye katlamış. Hatta bazılarında üçe. Meyve- sebze fiyatları uçmuş. Domates, salata, kabak, patlıcan, biber fiyatları 25-50 lira arasında değişiyor. Et, süt, ayçiçek, zeytinyağın fiyatları da el yakıyor. TÜİK’in yıllık enflasyon rakamı bile % 61. Memura, emekliye yılbaşında yapılan zam ise geçen yılın enflasyon farkı ile birlikte sadece % 30,5. Bu demektir ki verilen zam ilk üç ayda erimiş. Sabit gelirli yurttaşlarımız % 30,5 alacaklı bile olmuş. Sadece onlar mı? Esnaf, işçi ve çiftçilerin durumu da farklı değil. Temel’in durumu gibi;       Temel, hasta yatağında yatarken eşi, çocukları ve dostları “iyisin, iyisin”, diye ona moral veriyorlarmış. En sonunda ölünce, açılan vasiyetinde mezar taşına şöyle yazılmasını istemiş, “hastayım, hastayım dedim, inanmadınız. İşte görün bakalım ne oldu?


                                

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA

   





       “Kuyruk”, deyince roman yazarı Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın (1864-1944) 1912’de basılan “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç”, adlı eseri aklıma gelir. Yazarımız, bu romanda; 1910 yılında Halley Kuyruklu Yıldızı’nın dünyaya çarpacağı söylentisi üzerine, bu durumla eğlenen bir erkek kahramanın mektuplaştığı gizemli bir kadın ile evliliğe giden serüvenini anlatır, 110 yıl sonra ülkemizde yine kuyruklar gündemde. O zaman bir aşk hikayesi idi, şimdi başka bir hikaye.       Son zamanlarda yağ kuyruğu, et kuyruğu, ekmek kuyruğu, benzin-mazot kuyruğu gibi kuyruk haberlerini her gün duyar olduk. Bu kuyruklara ucuzluk kuyrukları da diyebiliriz. Aldıkları maaşla ay sonunu getirmekte zorlanan dar ve sabit gelirli vatandaşlarımız ile emekliler bu kuyrukların müdavimleri. Ancak kedinin  kuyruğunu yakalamaya çalışması gibi fiyatlara yetişmeleri bir türlü mümkün olmuyor. Maaşlara 2022’nin Ocak ayında yapılan zamlar daha ilk ayın sonunda eridi. O yüzden vatandaşlar bir nebze de olsa bütçelerine katkı sağlayacak bu kuyrukları takip ediyorlar.       Yöneticilerin, bu kuyruklara son vermeleri için çalışan ve emeklilerin gelirlerini artırmaları ya da üretimi teşvik ederek temel ürünlerin fiyatlarını düşük tutmaları gerekir. Vatandaşı enflasyona karşı böyle ezdirmemiş olursunuz. Yoksa kuyruk görüntülerini ortadan kaldırmaya çalışmakla sorun çözülmez. Benzin- mazot fiyatlarını önceden açıklamamakla ya da Et Ve Süt Kurumu Başkanının açıkladığı gibi kuyruklara son vermek için fiyatlara zam yapmakla sadece sorunu halının altına süpürmüş olursunuz. İleride sorun daha fazla büyümüş olarak karşımıza çıkar. Kuyrukların en önemlisi ise ekmek kuyruğudur. Temel besin maddesi olan ekmek, dar gelirli ve kalabalık aileler için hayatidir. Özellikle İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerinin Halk Ekmek büfelerinin önünde günün her saatinde kuyruk görmek mümkündür. Toprak Mahsülleri Ofisi de (TMO) yağ ve pirinç kuyruklarına ev sahipliği  yapıyor. Fiyatları düşürmekte çok iddialı olan Tarım Kredi Kooperatifleri Marketlerinde ise kuyruk yok. Çünkü fiyatları piyasa ile aynı.        “Kuyruklar eskiden de vardı’, diyenler var. Evet vardı. Ben de şahit oldum. 1974’de Ecevit-Erbakan Hükümeti zamanında sanayağ, mazot ve tüpgaz v.b kuyrukları vardı. Kıbrıs çıkartmasında dolayı dostumuz ABD bize ambargo uygulamıştı, O nedenle kuyruklar uzuyordu. 2. Dünya Harbi (1939-1945) sırasında da ekmeğin vesikaya bağlandığını tarih kitaplarında okuduk. Hatta büyüklerimizden o zamanlarda at pisliklerinden arpa toplayıp, öğütüp un yaptıklarını ve ekmek pişirdiklerin dinlerdik. Ama 70 milyondan fazla insanın öldüğü savaşlarda büyük devlet adamı İsmet İnönü’nün politik maharetiyle bir yurttaşımızın burnu bile kanamadı. 1946’da çok partili sisteme geçildiğinde seçim meydanlarına muhaliflerin, “bizi aç bıraktın”, diye çocukları bağırtması üzerine İnönü şu tarihi cevabı vermişti; “Ben sizi aç bıraktım ama babasız bırakmadım.         Onun için o kuyruklar, bu kuyruklar gibi değildi. Savaş vardı, yokluk vardı. Aradan 50 ile 80 yıl geçmiş. 21. asrın teknoloji ve uzay çağında bunlar neyin kuyruğu?              

İSTANBUL'DA KIŞ

  

Şehzadebaşı Camii-Fatih/İstanbul (1543-1548)

                        

         Cemreler düştü, artık yaz geliyor derken 2022 yılının Mart ayında kış geri döndü. İstanbul’da 10 Martta başlayan kar, aralıklarla 3 gündür devam ediyor. Bu İstanbul’da yaşayanların pek alışık olmadığı bir durum. Okullar, adliyeler tatil edildi. Trafikte çeşitli uyarı ve kısıtlamalar var. Yollar açık tutulmaya çalışılıyor. Çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış İstanbul 569 yıldır (I.Dünya Harbinde 1918-1923 işgal yılları haricinde) tamamen Türklere ait olmuştur. Şu andaki nüfusu resmî rakamlara göre 16 milyona yakın gözüküyorsa da günlük hareket eden nüfus çok daha fazladır. Öyle olduğu içindir ki idare etmesi de, yaşaması da zor bir şehirdir. Hava koşullarındaki en ufak olumsuz değişiklik, İstanbulu felç etmeye yetmektedir        İstanbulda yaşam kalitesi, dikey şehirleşme, ranta açık imarlaşma, düzensiz göç ve aşırı nüfus yüzünden her geçen gün seviye kaybediyor. Adeta vasat bir kent haline geliyor. İstanbulu içten içe kemiren en büyük hastalık dikey yapılaşmadır. 24-30 katlı cam giydirilmiş bloklar, siteler, residence’lar pıtrak gibi her yeri kaplamış durumda. Gökdelen sıralamasında da Avrupa’da önlerdeyiz. Bir süredir yaşadığım İstanbul-Fikirtepe’de kentsel dönüşüm çalışmalarını izliyorum. Gördüğüm şu ki; 24 katlı bloklar yükseliyor ama ne bir yeşil alan, ne bir park, ne bir meydan bırakılıyor. Yeteri kadar okul, kreş, oyun ve açık otopark alanı da bırakılmıyor. Hatta yeni yapılan bu binaların kaldırımları ve yolları bile genişletilmiyor. Böyle kentleşme olur mu? Çeyrek asırdır bu ülkeyi ve bu kenti yönetenler, hiç mi Avrupa kentlerine gidip, oraları görmediler?        Türkiye’de yaşayan çoğu yurttaşımızın hayatında bir dönemde olsa yolları İstanbul’la kesişmiştir. Bu kadim şehrimiz ile anıları olmuştur. O anıları ile İstanbul’u güzel anımsarlar. İstanbul’u ne kadar bozmaya çalışmış olurlarsa olsunlar, yine de tam bozamamışlar, eskiden beri var olan güzelliklerini halen yok edememişler. İşte bazen o güzellikleri arayıp, bulmak için İstanbul’u geziyorum. Orhan Veli Kanık’ın (1914-1950) dediği gibi;
       
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı./ Önce hafiften bir rüzgar esiyor,/ Yavaş yavaş sallanıyor yapraklar, ağaçlarda,/ Uzaklarda, çok uzaklarda,/ Sucuların hiç durmayan çıngırakları/ İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

       İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı/ Kuşlar geçiyor derken;/ Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık/ Ağlar çekiliyor dalyanlarda,/ Bir kadının suya değiyor ayakları;/İstanbulu dinliyorum, gözlerim kapalı.       İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı;/ Serin serin Kapalıçarşı/ Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa/ Güvercin dolu avlular/ Çekiç sesleri geliyor doklardan/ Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;/ İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.       İstanbulu dinliyorum gözlerim kapalı;/ Başımda eski alemlerin sarhoşluğu/ Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;/ Dinmiş lodosların uğultusu İçinde/ İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.       İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;/ Bir yosma geçiyor kaldırımdan;/ Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar;/ Bir şey düşüyor elinden yere;/ Bir Gül olmalı;/ İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.       İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;/ Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;/ Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;/ Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;/ Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından/ Kalbinin vuruşundan anlıyorum;/ İstanbul’u dinliyorum.                           

FAHİŞ FİYATLAR

 



        Fahiş; Arapça kökenli bir kelime olup, ölçüyü aşan, aşırı, çok fazla ya da ahlaka ve töreye aykırı anlamını ifade eder. Son aylarda bu sözcüğü çok duyar olduk. Özellikle aşırı artan fiyatlar için kullanılıyor. Bu konuda önlemlerin alınacağını ve fahiş fiyatların önleneceği söylenmesine rağmen bu bir türlü hayata geçmiyor.        Nasıl geçsin? Serbest piyasa ekonomisinde fiyatları piyasa belirler. Sanayici veya üretici malını ürettiğinden son satıcıya gidene kadar maliyet yükselir. Bu artışlar birbirine bağlıdır. Üretim maliyeti üzerine ambalaj, nakliye, komisyon gibi kalemler biner. Tabii arz talep dengesi de fiyatı belirler. Mal az olur, talep çok olursa fiyat yükselir. Son günlerde de bırakın market ve manavları semt pazarlarında dahi sebze meyve fiyatlarının çok arttığını gördük. Fiyatlar inanılmaz rekorlar kırdı. Salata. domates, patlıcan, kabak gibi mevsim dışı sebzeler 25- 35 TL, yeşil soğan 7,5, dere otu ve maydanoz gibi yeşillikler bile 5 TL idi.

       Kahvede oturan en sade vatandaşımız da biliyor ki; bu fahiş fiyatlar “insin”, demekle, inmez. İlk önce üretim maliyetlerini düşüreceksin. Tarım ürünleri için önce gübre, ilaç, tohum, mazot ve sulama fiyatlarını düşüreceksin. Destek vereceksin. Uygun ve uzun vadeli kredi vereceksin. Aynı şey, hayvancılık için de söz konusudur. Bunlar yapılırsa hem büyük döviz ödediğimiz ithalat önlenir, hem üretici hem de tüketici kazanır. Devletin vergi gelirleri artacağı gibi iktidar da seçmen nezdinde kazanır.        Niye böyle olmuyor? Çünkü başka yerlere harcanan kaynaklar, buralara gelene kadar tükeniyor. O zaman iktidarın yaptığı fahiş zamlar devreye giriyor. Son bir yılda benzine % 111, motorine % 133 son bir ayda elektriğe %50-127, doğal gaza %50 zam geldi. Döviz fiyatları da geçen yıldan  bu yana yüzde yüz arttı. Bu da A’dan, Z’ye her şeye zam demektir. Buna karşılık emeklilere ve sabit gelirlilere verilen zamlar daha 2022’nin Ocak ayı sonunda eridi bile. Bu şartlarda “fahiş fiyatlar önlenecektir”, demek buzun üzerine yazılan bir yazıdan öteye geçmez.                

HER KIŞIN BİR YAZI VARDIR

   


Moda Sahili-İstanbul


        Mevsimler değişti. Artık eski kışları göremiyoruz. Mevsimler sarktı, yazın seller basarken, kışın kurak geçiyor. 2021 yılının sonbahar ve kışı eskiye göre daha yumuşak geçiyor derken, 2022’nin Ocak ayının ortasında soğuklar başladı. Soğuklar baş gösterince de özellikle bebeklerin, çocuk ve yaşlıların ısınması için yakacak lazım. Gelgelelim bunlar da ateş pahası. Odun, kömür, elektrik, doğal gaza zam geldi. Bir yandan ekonomik zorluklar, bir yandan çetin kış şartları insanların belini iyice büktü.       Geçen gün fırından ekmek alırken, orta yaşlı, sade giyimli bir kadın kapıdan fırıncıya, “askıda ekmek var mı”, diye seslendi. Fırıncı, hiç sesini çıkarmadan bir kaç ekmeği naylon poşete koyarak kadına verdi. Kadın, belli belirsiz bir sesle teşekkür etti ve arkasını dönüp, yavaşça uzaklaştı. Ertesi gün Fenerbahçe’nin maçı vardı. Bir gence, “ne maçı var, diye sordum. “Adana”, dedi. Fenerbahçe Stadının etrafı ana-baba günü idi. Emniyet güçleri rutin kontrollerini yapıyor, simitçiler, satıcılar caddenin bir tarafında sıralanmış umutla satış yapmayı bekliyorlardı. Bir simitçinin camekanında daha önce başka bir yerde görmediğim bir yazı vardı. “100 adet askıda simit”. Demek ki tanesi 3,5 T.L olan simidi alamayanlar için birisi hayır yapıyordu.

       Geçtiğimiz hafta da eşimle beraber İstanbul, Fikirtepe’de Cuma Pazarı diye adlandırılan semt pazarına gitmiştik. Muz satılan bir tezgahın başında alışveriş yapmak için beklerken bir kadın geldi ve satıcıdan sadece tek bir muzun fiyatını sordu. Satıcı da, “para istemez”, dedi ve kadın, “hakkını helal et”, diyerek tek muzu alıp, gitti. Düşündüm. Dilenci olsa para isterdi. Ama kilosu on lira olan muzdan sadece bir tane aldı ve satıcının ondan para almamasına teşekkür etti. Demek ki o muzu alacak gücü yoktu. Başka bir kadın müşteri de sadece 3 adet muz tarttırdı. Satıcıya da, “torunum gelecek, onun için alıyorum”, deme ihtiyacı duydu. İthal muza göre yerli muzun fiyatı uygun olduğu halde onu alamayanlar var. Öte yandan çarşı pazarda fiyatlar uçmuş. Kestane 30-50 T.L, salata 12, domates 8,5, yeşil biber 15-30, kuru fasulye 40, siyah zeytin 30-50, beyaz peynir 45-78 T.L v.b.

         Dar, sabit gelirliler ve işsizler için zor bir kış var önümüzde. Bu kışta geçecek ama zor geçecek. Eskiler, bu durumlar için “kurt, kışı geçirir ama yediği ayazı unutmazmış”, derler. Asgari ücrete %50, memur ve emeklilerine %30,5, diğer emeklilere %25 zam yapıldı ama bu farklar daha cebe girmeden elektriğe, doğal gaza, benzine, mazota, yol-köprü v.b yapılan yüksek zamlarla eridi. Yine de umudumuzu yitirmeyelim. Her kışın bir yazı vardır.



3 Mayıs 2022 Salı

ESKİ İSTANBUL'U ARIYORUM

        




       Eski İstanbul'u arıyorum. Henüz bu kadar büyümediği, nüfusunun 16 milyonu bulmadığı, devasa gökdelenlerin, cam giydirilmiş blokların yükselmediği, trafiğin keşmekeş olmadığı, yeşil alanlarının, parklarının imara açılmadığı, kavşaklara boğulmayan, kaldırımları, bulvarları, caddeleri geniş İstanbul’u istiyorum. Çok şey mi istiyorum? Yaşanacak bir kent hayal ediyorum. Şunu da görüyorum ki; bu tarihi kentimizi geri gelmeyecek kadar bozmuşuz. “Biz bu kente ihanet ettik”, diyenler, haklı. Siyasi İktidar sahipleri, İstanbul’u yönetenler ve bu kentte yaşayanlar el birliğiyle bu kenti yaşanmaz hale getirmişler. 

      Yıllar önce 1973 yılının sonlarında Uzunköprü Lisesini bitirmiş, İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu İngilizce Bölümünü kazanmıştım. Daha önceleri kısa sürelerle geldiğim İstanbul’da ilk kez uzun bir süre kalacaktım. Okulumuz yeni açılmış, orta dereceli okullara yabancı dil öğretmeni yetiştiren bir okuldu. Biz de ikinci giren öğrencileriydik. Önce Fındıkzade’de bir okulda, sonra da İstanbul Üniversitesinin Beyazıt’taki Ana Binasının yan sokağındaki tarihi bir binada eğitim gördük. Yurtta kalmadım. Aksaray- Yenikapı arasında Küçük Langa denen bir semtte 6 ay kadar tek başıma bir teras katta tek göz bir odada kaldım. Çok soğuk olduğu için kış biter bitmez, Haseki’ de kaloriferli bir bodrum katında kalan yaşça benden büyük Uzunköprülü üniversite öğrencilerinin yanına taşındım. Bir buçuk yıl da orada kaldıktan sonra orası kalabalıklaştığı için bir arkadaşımla Bakırköy semtinde kaloriferli bir bahçe katı kiraladık. Ancak gelen-giden çok olmaya başlayınca, okul bitimine yakın evden çıkartıldık. Kısa bir süre Eyüp semtinde oturan dayımın yanında, sonra da bitirme sınavlarında bir ay kadar Sirkeci’de bir otelde kaldım. Okulda yakın arkadaşlarım da Beşiktaş’ta bir ev tutmuşlardı. Oraya da gittiğim oluyordu.

         O yıllar, olaylı yıllardı. 1975 yılının ortalarına kadar ortalık sakindi. Ondan sonra durulmadı ve ben 1978 yılı Şubat ayında okulu bitirmiş, aynı yıl  Mayıs ayında da Uzunköprü Lisesi İngilizce öğretmenliğine atanmıştım. Aşağı yukarı dört buçuk yıl kalmıştım İstanbul’da. İstanbul'u çok sevmiştim. Kalmak için de Laleli’de bulunan yabancı dil öğreten Gök-Dil dershanesi ile prensipte anlaşmış, Uzunköprü’ye tayinim olmazsa geleceğimi söylemiştim. Tayinim olunca da Uzunköprü’de kaldım. Ara ara gelsem de, o zamandan beri ilk kez ülkemizin göz bebeği İstanbul’da 7 aydır kalıyorum. Yarım asır sonra iki İstanbul’u kıyaslama imkanım oldu. Eğer gerçekleşebilse, eski İstanbul'da yaşamayı tercih ederdim. O zaman İstanbul'un üç buçuk milyon bir nüfusu vardı. Şimdi ise ucu bucağı belli değil. Dağ taş ev. Marmara Denizi böyle kirli değil, pırıl pırıldı. Her türlü balık boldu. Büyükçekmece’den, İdealtepeye kadar, denize girilen bir sürü plaj vardı. Gülhane Parkı, Yıldız Parkına gitmeden olmazdı. Ne kadar düzeltilmeye çalışılırsa çalışılsın, orta çaplı birkaç Avrupa ülkesinin toplamından fazla nüfusa sahip İstanbul'un ihtiyaçlarına yetişilmesi mümkün olmuyor. Dünyada benzeri olmayan Boğaziçi dahil Süleymaniye Cami, Tarihi Surlar gibi tarihi eserler bile imar baskısı altında. Mimar, yazar Aydın Boysan (1921-2018) “Nereye Gitti İstanbul”, adlı kitabında şöyle yazıyor; ”İstanbul'un canı, eski surların içindeki bölgedir. Sur içi bölgesindeki tarihsel İstanbul'un utanç verici tahripleri, son 50 yılımızın marifetleri olmuştur.“

        Tanınmış şairlerimizden Yahya Kemal Beyatlı’nın (1884-1958) unutulmaz “Bir Başka Tepeden”, şiirinin ilk dörtlüğü İstanbul özlemini ne kadar güzel anlatıyor; “Sana dün bir tepeden baktım Aziz İstanbul./ Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer./ Ömrüm oldukça,gönül tahtıma keyfince kurul!/ Sade bir semtini sevmek bile ömre değer.”