30 Haziran 2018 Cumartesi

HASAN İLE HÜSEYİN





                     

                                  

                



        Her zamanki gibi dere kenarında belediyenin koyduğu banklardan birine oturmuş, kararan havaya bakıyordum. Son günlerde sık sık sağanak yağmurlarla karşılaşıyoruz. Böyle yaz ortasında gök gürültülü yağmurlar dolu getiriyor, mala ve cana zarar veriyor. İklimler değişti. Yaz ortasında kentleri seller götürmeye başladı. Üreticiler ve yolda olanlar için kaygı duydum. Sonra kaderci bir düşünceyle, “olmaz bir şey”, diye mırıldandım. Bir sesle daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Komşularım, yüksek sesle konuşuyorlardı.
          
"Ey İsiin, nabüün beya? Çoktan beri görünmüyon."
İiyim be Asan. Sen nabüün?"
"İilik, saalık. Seçimlerde naaptın?"
"Eep aynı beya. Altıoka bastım. Başganlıkta İnce’ye. Sen?"
İii. Ben bu sefer diiştirdim. Güneş’e, bi de Meral ablaya verdim."

       Ertesi gün, pazar yerinin karşısında parkta otururken, yan masada yine komşularımız Hasan’la Hüseyin’in konuşmalarına denk geldim.

"İsiin ya, seçimleri gene Ampül kazandı."
"Evet, ama Baaçeli olmazsa çouunluu alamıyo. Başganlıkta da üüle. Onu destekledi."
"He, ya."
"16 senedir ep aynı. Diişen bi şey yok. Bizim buuday fiyatları da ep aynı. Bu sene verim de çok düşük. Bakalım naapçaz?"
"Gübre paalı, mazot paalı. Ürün ucuz. Zor baş etceez."
"Eer bi şey dışardan geliyo. Et, pirinç, patates. Saman bile."
"Üüle, bu paalılıktan biz üretemez olduk. Çocuklar Çerkez’e gider çalışmaa."
 "Evet yaa. Küüler boşaldı. Çoou toprakları satıyo."
"Yabancılar alıyomuş."
"Allah, yardımcımız olsun."
"Amin." 

       Bizim mahalle, işte böyledir. İnsanları candır, samimidir. Halk arasındaki adı, "Urum Maalle’dir." Mahallenin çoğunluğu, Lozan anlaşmasından sonra 1923 mübadelesiyle gelen Balkan göçmenlerinden ve onların çocuklarından oluşur. Muhacirliğin ne olduğunu dedelerinden dinledikleri için vatanın kıymetini çok iyi bilirler. Kurtuluş Savaşı öncesinde de bu mahalle, şu anda yok olmuş Havrası, günümüzde restore edilmiş 1875’te yapılan) Aziz İoannis Rum Ortodoks Kilisesi ve Osmanlı’dan kalan 2. Murad tarafından 1444’te yaptırılan Muradiye Camii ile kültürlerin buluşma noktası olmuştur.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr  01.06.2018













29 Haziran 2018 Cuma

İKİ BOKSÖR


                                                                   
         



           


           İki boksör ringde kıyasıya dövüşüyordu. Biri, ötekini fena dövüyordu. Dayak yiyen boksör neredeyse düşecekti. Gong çaldı. Ara verildi.
 Dayak yiyen boksörün antrenörü, “ dayan aslanım, rakibini fena benzettin, şimdi düşecek”. Boksör toparlandı, 2. raunda çıktı. Çıkar çıkmaz bir sağ kroşe, arkasından bir aparkat yedi. Düşmemek için ringin iplerine yaslandı. Antrenörü kenardan bağırıyordu, “dayan oğlum, şimdi düşüreceksin.” Nakavt olacakken gong imdadına yetişti. Ara verildi. Dayak yiyen boksörün antrenörü, “vur aslanım, fena dövüyorsun”, diyerek teşvik etmeye devam etti. Boksör dayanamadı, “ben onu dövüyorsam, beni kim dövüyor?”


            

                              SENDE BU ENSE OLDUKTAN SONRA
             
          Pazar yerinde gezinirken adamın biri, çelimsiz birine şu teklifi yaptı. "Şu ensesi kalın, iri yarı adamı görüyor musun?”  “Evet”. “İşte onun ensesine her tokat attığında sana bir altın vereceğim.” Hemen kabul etti. Gidip, adamın ensesine bir şaplak patlattı. Adam arkasına hiddetle   döndü. Cılız adam, “kusura bakmayın, sizi birine benzettim.” Adam mazereti kabul etti. Biraz sonra tekrar ensesine bir tokat yeyince artık iyice sinirlenmişti. Adamın boğazına sarıldı.“Aman”, dedi, cılız adam. "Şuradaki adamda bu kadar altın, sizde bu ense olduktan sonra daha çok tokat yersiniz”.
                            
          Ülke olarak gergin günlerden geçiyoruz. Ekonomik sıkıntılar, hayat pahalılığı, enflasyon, yükselen döviz fiyatları, iç ve dış tehditler, siyasi çekişmeler sonucu neredeyse gülmeyi unuttuk. Biraz gülümseyelim.



 orhankalyoncu.blogspot.com.tr      02.07.2018

27 Haziran 2018 Çarşamba

TARİHİ SEÇİMİN ARDINDAN



                           
       


          Türkiye, cumhuriyet tarihinin en önemli seçimlerinden biri olan cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerini 24 Haziran 2018 tarihinde gerçekleştirdi. Bu seçimlerden sonra ülkemizde, idare şekli olarak parlamenter sistem yerine cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi geçerli olacaktır. Ülkemizi, meclis içinden çıkan başbakan ve hükümeti değil, genişletilmiş yetkilerle donatılan cumhurbaşkanı ile onun seçtiği yardımcıları ve bakanları yönetecektir. Meclisin  denetim yetkileri ve bütçe üzerindeki söz hakkı sınırlı kalacak, sadece yasaları yapacaktır. Seçimlerin üzerinden 3 gün geçtikten sonra tüm liderler, konuşmalarında kendilerini ve partilerini son derece başarılı bulduklarını söylediler. Acaba öyle mi? İktidar cephesi seçimden önce iktidardı. Seçimden sonra yine iktidar. Yerini muhafaza ettiğine göre başarılı. Muhalefet partileri muhalefetti, yine muhalefet. O zaman onlar da başarılı mı? Bence muhalefet partileri başarılı değillerdir.Çünkü iktidar olmaktır asıl olan. 
      
        24 Haziran 2018 seçimlerinde, kesin olmayan oy oranlarına göre; AKP: %42,54 ile 295, CHP: %22,64 ile 147, HDP  %11,69 ile 67, MHP: %11,11 ile 48, İYİ Parti: % 9.97 ile 43 milletvekili kazandılar. 1 Kasım 2015 milletvekili seçimleriyle karşılaştırırsak, AKP: 7, CHP: 2,67 puan oy kaybettiler. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise 2014’te % 51,79 oy oranıyla ilk turda seçimi kazanan Recep Tayyip Erdoğan bu kez Cumhur İttifakı partilerinin desteğiyle oylarını 0,80 puan arttırarak % 52,59 ile yine ilk turda cumhurbaşkanı seçildi. Millet İttifakını oluşturan partiler ile HDP ve Vatan Partisi kendi cumhurbaşkanı adaylarını çıkardı, Muharrem İnce % 30,64, Selahattin Demirtaş %8,39, Meral Akşener % 7,30 oranında oy aldılar.
       
        Bu seçimlerde, 16 yıldır iktidarda olmanın avantajını kullanan AKP, iktidarını korudu. Seçim barajını aşıp aşamayacağı tartışılan MHP'de iktidar ortaklığına aday oldu. CHP’sinin yaptığı demokratik destekle seçimlere girmeye hak kazanan İYİ Parti %10 civarında oy alarak ilk kez katıldığı seçimlerle partileşme yolunda büyük bir adım attı. HDP’si de, tek başına  Batı kentlerinden oy almayı başararak % 11,69 oy oranı ve 67 milletvekiliyle mecliste 3. büyük parti oldu. Seçime katılan partilerden Saadet Partisi ile ana muhalefet partisi CHP’si ise beklenen başarıyı gösteremedi..
       
        CHP’sinin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasını renklendirdi. Milyonlarca insanı miting alanlarına toplamayı başardı. Kendisine inanan büyük bir kesim oluştu. İlk defa CHP’nin bir adayı halkın her kesiminden % 30’u aşkın bir oranda oy aldı. 1977’deki Ecevit rüzgarı gibiydi. Muharrem İnce halkı umutlandırdı. Bunun devam etmesi, çizdiği sevecen, açık sözlü politikacı tipinin samimi ve gerçek olmasına bağlıdır.
 
Son söz: Halk, her zaman kendi liderini, kendi içinden çıkarır.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr   27.06.2018
 


       

20 Haziran 2018 Çarşamba

KADER SEÇİMLERİ


                                     
          Ülkemiz, tarihi öneme sahip 24 Haziran 2018 kader seçimlerine kilitlendi. Seçimler öncelikli meselemiz oldu. Her parti ve cumhurbaşkanı adayı vaatlerini ardı ardına sıralıyor.. Daha önce gündemimizde yok denen, hatta gerçekleşirse hazine batar denen vaatlerin bir kısmı, emeklilere bayramlarda 1000 er TL verilmesi vaadi gerçekleşti bile. Bir kısmı için de bedelli askerliğin, OHAL’in kaldırılması gibi vaatlerin de seçimlerden sonra ele alınacağı sözü verildi. Partilerin ve adayların seçmenleri ikna etmeye çalışması demokrasinin güzelliğini gösterir.Burada önemli olan samimiyettir.
         
          Ülkemizi yaklaşık 16 yıldır aralıksız yöneten Adalet ve Kalkınma Partisini (AKP), seçmen oy kullanırken değerlendirecektir. Ekonomik, siyasi ve sosyal bakımdan Türkiye neredeydi, nereye geldi? İktidarlar yıpranır. İcraatları için iktidar partisi olan AKP'nin eleştirilmesinden daha doğal bir şey olamaz. I6 yıl çok uzun bir süredir. A.B.D de bir başkan, ne kadar başarılı olursa olsun ancak 4 er yıllık 2 dönem başkanlık yapabilir. Avrupa ülkelerinde de Almanya’da 2005’te iktidara gelen Merkel hariç, uzun yıllar iktidarda kalan bir kişi olmamıştır. Uzun süren iktidarlarda metal ve mental yorgunluk baş gösterebilir. Bu nedenle, zamanı gelince görev değişimi gerekir.
         
        AKP, 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimlerinde 34,4 oy ile mecliste %66 çoğunluk sağlayarak 365 milletvekili çıkarmış,  CHP %19,4 ile 177, bağımsızlar da %1 oy oranıyla 8 milletvekili kazanmışlardı. DYP, ANAP, MHP, DSP, GENÇ PARTİ % 10 seçim barajını geçemeyerek meclis dışında kalmışlardı. Böylece yüksek seçim barajı nedeniyle mecliste seçmenlerin % 54,8’i temsil edilirken geri kalan %45,2 si temsil edilememişti. O zamandan beri yapılan 2007, 2011, 2015 (1 Kasım) seçimlerini (7 Haziran 2015 seçimleri hariç) AKP kazanmıştır. Erken seçim yapılmasına şiddetle karşı çıkan ve 5 seçimden biri hariç, 4 genel seçimi kazanan iktidar partisi, işler yolundaysa, normal süresinin dolmasına daha 16 ay kala neden erken seçim istemiştir?
       
        Bu seçimlerin tarihi önemi, ülkemizin idare şeklinin değişecek olmasından ileri gelmektedir. Bu seçimden sonra Cumhuriyet’in ilan edilmesinden beri uygulanan demokratik parlamenter sistem yerine geniş yetkilerle donatılan bir cumhurbaşkanı  kendi seçtiği yardımcıları ve bakanları ile ülkeyi idare edecektir. Demokratik yönetimlerde en çok aranan, (yabancıların checks and balances dedikleri) denge ve denetim mekanizmalarıdır. Yani yasama, yürütme ve yargı ayrımıdır. Bunun amacı da güçlerin birbirlerini denetleyip, otoriterleşmeye yol açmasını önlemektir. Ülkemizin yeni tanışacağı cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bunu sağlayacak mıdır? Bunu yaşayarak göreceğiz.

Son söz: Her yaptığımız seçim, bizim kaderimizi belirler.




 orhankalyoncu.blogspot.com.tr   20/06/2018
      
       
       



15 Haziran 2018 Cuma

SUSSAM GÖNÜL RAZI DEĞİL


    


                              Eskişehir Balmumu Müzesi-Zülfü Livaneli



   


           16. yüz yılda yaşamış Türk divan şairi Fuzuli’nin bu dörtlüğü ünlüdür;
            Derdime vakıf değil, canan beni handan bilir. 
            Hakkı vardır, şad olanlar herkesi şadan bilir.
            Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.
            Çektiğim alamı bir ben, bir de Allah’ım bilir.
    
           Sadeleştirilmiş  Türkçesiyle;
           Sevgili derdimi bilmez, beni güler sanır.
           Hakkı vardır, mutlu olan herkesi sevinçli sanır.
           Söylesem etki etmez, sussam gönlüm razı değil.
           Çektiğim elemleri bir ben, bir de Allah’ım bilir.

           Fuzuli’nin bu dörtlükteki en çok kullanılan, “söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” dizesi, yönetmen, yazar ve müzisyen Zülfü Livaneli'nin, "hakim bey" adlı şarkısında da, “sussan olmuyor, susmasan olmaz”, diye geçiyor.
      
           Bunun gibi susmak değil, aksine her konuda konuşan, tartışan, diyalog kuran bir toplum olmaya ihtiyacımız var. Bir tecrübeli siyaset adamı bunu,“Konuşan Türkiye”, diye ifade etmişti. Eğer özgürce konuşur, tartışırsak, iyiyi, güzeli, doğruyu bulabiliriz. Suskun bir ülke hiçbir zaman özgün fikirler ortaya koyamaz ve ilerleyemez. Basını, medyası, televizyonu, sosyal medyası, yazarı, çizeri, romancısı, ressamı, heykeltıraşı, müzisyeni özgür olursa özgün ve yaratıcı olur. Onun için konuşmaktan, yazmaktan, herkesin fikirlerini özgürce ifade etmesinden korkulmaması gerekir.
       
          21. yüz yılın ilk çeyreğini tamamlamamıza az bir süre kala devletlerin ve onları idare eden yöneticilerin girdikleri sınavdan insanlık tarihi açısından başarıyla geçtikleri söylenemez. Ülkemizde de, son zamanlarda artan hayat pahalılığı, işsizlik, trafik yoğunluğu, gelir adaletsizliği gibi dertlerimiz neredeyse kronik bir hal aldı. Ülkemizin 24 Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine sayılı günler kaldı. Yurttaşlarımız, sağduyulu davranarak en iyi kararı vereceklerdir. Her zaman olduğu gibi, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği, ülkemizi, “muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak”, tek hedefimiz olmalıdır.            



orhankalyoncu.blogspot.com.tr    18.06.2018








  

11 Haziran 2018 Pazartesi

NEREDE O ÇOCUKLUĞUMUZUN BAYRAMLARI?


                         
           “Nerede o eski bayramlar?”, sözünü yaşları ilerlemiş kişiler çok kullanır. Bu söz, o kişilere göre eski bayramların güzelliğini anlatır. Gerçekten öyle midir?  Yoksa, eskiye özlem duymaktan öte geçmez mi? Belki de çocukluklarının o dönemleri onlara güzel gelir. 1960’lı yılların başında Uzunköprü’de elektrik ve su yeni gelmişti. Daha önceleri gaz lambası ile oturur, mahalle çeşmelerinden su taşırdık. Ülkemizin ekonomik gücü fazla yoktu. Otomobili olanlar parmakla gösterilirdi. Kara tren ile akşamdan binip, sabahı İstanbul’a varırdık. Evler tek katlı ve çoğu kerpiç idi. Tuvaletler çoğunlukla dışarıda, bahçede yer alırdı. Öyle bir Türkiye’de yine de mutluyduk. İnsanlar birbirine karşı samimi, yardımsever ve güler yüzlüydü. “Komşu, komşunun külüne muhtaçtır”, özdeyişine göre herkes birbirine yardım ederdi. Bir fincan toz şekeri komşudan ödünç isteyebilirdik. Komşuluk ilişkileri çok iyiydi.
          
         Dini bayramlarda, her zaman olmasa da genelde yeni elbiseler ve ayakkabılarımız alınırdı. Erkek çocuklarının elbiseleri çoğunlukla ısmarlama olur, terziye gidilir, ölçüler verilir, 2-3 provadan sonra takım elbise bayramda giyilmeye hazır hale gelirdi. Biz de yeni elbise ve ayakkabı alınan talihli çocuklardan biriysek, arife akşamı onları başucumuza koyar, öyle uyurduk. Bayram sabahı erken kalkılır, büyüklerimiz bayram namazı için camiye giderdi. Onlar gelince bayram başlardı. Kahvaltıdan sonra eller öpülür, bayram paraları alınırdı. Bayramın birinci günü öğleye kadar komşu ve akrabalara bayram için gidilir, çoğunlukla kapıdan elleri öpülür, bayram harçlıkları toplanırdı. Kimi mendil ve şeker verirdi.
           
         Paralarımız toplanınca bayram yerine koşardık. O zaman Uzunköprü’deki bayram yeri, “Hastane Bayırı” dediğimiz şimdiki askeri lojmanların olduğu yerdi. Oyuncaklar, salıncaklar oraya kurulurdu. Atlıkarıncalar, elle itilen ip salıncaklar ve dönme dolaplar vardı. Bayram günlerini paralarımız bitene kadar orada geçirirdik. Büyükler en şık kıyafetlerini giyer, komşu, dost ve akraba ziyaretlerinde bulunurlardı. Baklava en gözde bayram tatlısıydı. Tereyağlı ve bol cevizli ise yemeğe doyulmazdı. Uzunköprü’nün bayram ve diğer günler ailece gidilecek parkları ve sinemaları vardı. Parklar, sık ağaçlıklı ve zemini topraktı. Oksijen deposu gibiydiler. Üfür üfür eserdi o yıllanmış ağaçların altı. Özellikle yaz akşamları aileler, çocuklarıyla gider, bir şeyler içer, sohbet eder, otururlardı.  Aile, Halk, Adem Bahçe ve Emek sinemaları yazlık ve kışlık sinemalar olarak faaliyet gösterirlerdi. Geceleri, yazlık sinemalarda çekirdek çitleyerek film izlerdik. İki film birden oynardı.
          
        Bayram yerinden başka Muradiye Camii’nin avlusu çocukların buluşma ve oyun alanıydı. Orada pate (misket), kaleci (sakızlardan çıkan küçük futbolcu, artist resimleri) oynar, şans-talih-kader-kısmet (gofret, oyuncak çekilişi) satardık. Tom Miks, Teksas, Zagor gibi resimli macera kitaplarını değiş tokuş yapar, okurduk. O zaman ülke olarak imkanlarımız kısıtlıydı, Türkiye Cumhuriyeti 40’lı yaşlarındaydı. Aşılacak daha çok yollar vardı önünde. Hepimiz, çağdaş medeniyetler seviyesine geleceğimize inanıyorduk. Ümitlerimiz, hayallerimiz vardı. Azla yetinmesini biliyorduk. Henüz tüketim çılgını olmamıştık. Şimdi ise çok katlı betonarme evlerde oturuyoruz. Otomobil, yazlık, cep telefonu, bilgisayarların hepsi bir karış ötede. Bir imzayla alınan krediler bunlara yetiyor. Sonra ?
         Acaba, o zaman mı mutluyduk, şimdi mi mutluyuz?



orhankalyoncu.blogspot.com.tr    13.06.2018


      



DEMOKRASİLERDE EŞİTLİK


         






        Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti demokrasi ile yönetilmeyi temel ilke edinmiştir. Demokrasinin güzelliği, halkın kendi kendini yönetmesidir. Hiçbir sınıfa ayrıcalık tanınmamıştır. Yönetenler, halkın içinden çıktıkları gibi zamanı gelince görevlerini bıraktıklarında yine halkın içine döneceklerdir. Demokrasilerde “yönetenler” diye ayrıcalıklı bir sınıf yoktur. Anayasamıza göre her yurttaş eşittir. Yönetenlerin, görevleri gereği elde ettikleri bazı ayrıcalıkları görevleri bittiğinde sona erer.
        
    Cumhurbaşkanına, bakanlara, milletvekillerine tanınan bazı haklar, onların görevlerini daha rahat yapmaları için tanınmıştır. Bunları yaşam boyu bir imtiyaz şekline getirmek demokrasiyle bağdaşmaz. Emeklilikte, sağlıkta, eğitimde, trafikte, askerlikte vatandaşlar verdikleri emeğe göre eşit şartlara tabi olmalıdır.

  • Trafikte, Batılı ülkelerde olduğu gibi hata yapan cezasını ödemelidir. “Sen, benim kim olduğumu biliyor musun?” denilmemelidir.
  • Sağlıkta yurt dışı tedavi olanakları yalnızca yönetenler için değil, tüm emekliler için olmalıdır.
  • İktidar sahipleri, nepotizmden (yakınlarını kollama) uzak durmalıdır.
  • Eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalı, her isteyen evrensel çağdaş kurallara göre istediği eğitimi alabilmelidir.
  • Askerlikte, "parası olmayan askerlik yapar", anlayışı yerine her gencin kısa da olsa askerlik görevini yapması gerekir. Bu durum, asker ocağı ruhunu ve vatan savunmasının kutsallığını gençlerimize verir.
  • Emeklilikte, aynı çalışma şartlarından geçmiş emekliler arasındaki uçurum kapanmalı, adalet duygusu zedelenmemelidir.
  • Halkı yönetenler, ara sıra sade bir vatandaş gibi hastane, otobüs ya da iş kuyruklarında sıra beklerlerse, halkın bu konularda çektiği sıkıntıları görüp, çözüm bulmak için gayret gösterirler.
  • Bir ülkenin çimentosu adalet duygusudur. Adalet olmazsa her şey biter. Adaleti önce bizi idare edenler sağlayacaklardır. Örnek olacaklardır. Halktan tutumlu olması isteniyorsa önce kendileri tutumlu olacaklar, yine yerli malı kullanmamız isteniyorsa önce kendileri bunu kullanacaklardır.
       Anayasamızın 10. maddesinde, “kanun karşısında herkes eşittir. Hiçbir kimseye imtiyaz tanınamaz”, der. Demokrasimizin güçlenmesi için başta seçimler olmak üzere her alanda eşitlik sağlanmalıdır.



 orhankalyoncu.blogspot.com.tr      11.06.2018