
“Nerede o
eski bayramlar?”, sözünü yaşları ilerlemiş kişiler çok kullanır. Bu söz, o
kişilere göre eski bayramların güzelliğini anlatır. Gerçekten öyle midir? Yoksa, eskiye özlem duymaktan öte geçmez mi?
Belki de çocukluklarının o dönemleri onlara güzel gelir. 1960’lı yılların
başında Uzunköprü’de elektrik ve su yeni gelmişti. Daha önceleri gaz lambası ile
oturur, mahalle çeşmelerinden su taşırdık. Ülkemizin ekonomik gücü fazla yoktu.
Otomobili olanlar parmakla gösterilirdi. Kara tren ile akşamdan binip, sabahı
İstanbul’a varırdık. Evler tek katlı ve çoğu kerpiç idi. Tuvaletler çoğunlukla
dışarıda, bahçede yer alırdı. Öyle bir Türkiye’de yine de mutluyduk. İnsanlar
birbirine karşı samimi, yardımsever ve güler yüzlüydü. “Komşu, komşunun külüne
muhtaçtır”, özdeyişine göre herkes birbirine yardım ederdi. Bir fincan toz
şekeri komşudan ödünç isteyebilirdik. Komşuluk ilişkileri çok iyiydi.
Dini
bayramlarda, her zaman olmasa da genelde yeni elbiseler ve ayakkabılarımız
alınırdı. Erkek çocuklarının elbiseleri çoğunlukla ısmarlama olur, terziye
gidilir, ölçüler verilir, 2-3 provadan sonra takım elbise bayramda giyilmeye
hazır hale gelirdi. Biz de yeni elbise ve ayakkabı alınan talihli çocuklardan
biriysek, arife akşamı onları başucumuza koyar, öyle uyurduk. Bayram sabahı
erken kalkılır, büyüklerimiz bayram namazı için camiye giderdi. Onlar gelince
bayram başlardı. Kahvaltıdan sonra eller öpülür, bayram paraları alınırdı.
Bayramın birinci günü öğleye kadar komşu ve akrabalara bayram için gidilir,
çoğunlukla kapıdan elleri öpülür, bayram harçlıkları toplanırdı. Kimi mendil ve
şeker verirdi.
Paralarımız
toplanınca bayram yerine koşardık. O zaman Uzunköprü’deki bayram yeri, “Hastane
Bayırı” dediğimiz şimdiki askeri lojmanların olduğu yerdi. Oyuncaklar,
salıncaklar oraya kurulurdu. Atlıkarıncalar, elle itilen ip salıncaklar ve
dönme dolaplar vardı. Bayram günlerini paralarımız bitene kadar orada
geçirirdik. Büyükler en şık kıyafetlerini giyer, komşu, dost ve akraba
ziyaretlerinde bulunurlardı. Baklava en gözde bayram tatlısıydı. Tereyağlı ve
bol cevizli ise yemeğe doyulmazdı. Uzunköprü’nün
bayram ve diğer günler ailece gidilecek parkları ve sinemaları vardı. Parklar, sık
ağaçlıklı ve zemini topraktı. Oksijen deposu gibiydiler. Üfür üfür eserdi o
yıllanmış ağaçların altı. Özellikle yaz akşamları aileler, çocuklarıyla gider,
bir şeyler içer, sohbet eder, otururlardı. Aile, Halk, Adem Bahçe ve Emek sinemaları
yazlık ve kışlık sinemalar olarak faaliyet gösterirlerdi. Geceleri, yazlık
sinemalarda çekirdek çitleyerek film izlerdik. İki film birden oynardı.
Bayram
yerinden başka Muradiye Camii’nin avlusu çocukların buluşma ve oyun alanıydı.
Orada pate (misket), kaleci (sakızlardan çıkan küçük futbolcu, artist
resimleri) oynar, şans-talih-kader-kısmet (gofret, oyuncak çekilişi) satardık. Tom
Miks, Teksas, Zagor gibi resimli macera kitaplarını değiş tokuş yapar, okurduk. O zaman ülke
olarak imkanlarımız kısıtlıydı, Türkiye Cumhuriyeti 40’lı yaşlarındaydı.
Aşılacak daha çok yollar vardı önünde. Hepimiz, çağdaş medeniyetler seviyesine
geleceğimize inanıyorduk. Ümitlerimiz, hayallerimiz vardı. Azla yetinmesini
biliyorduk. Henüz tüketim çılgını olmamıştık. Şimdi ise çok katlı betonarme
evlerde oturuyoruz. Otomobil, yazlık, cep telefonu, bilgisayarların hepsi bir
karış ötede. Bir imzayla alınan krediler bunlara yetiyor. Sonra ?
Acaba, o zaman
mı mutluyduk, şimdi mi mutluyuz?
orhankalyoncu.blogspot.com.tr 13.06.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder