7 Temmuz 2019 Pazar

BENİM GÜZEL AMA BAHTSIZ KASABAM



UZUNKÖPRÜ





                               

                          

            Kışın son derece kirli havasıyla, zehir akan Ergene Nehriyle, yaz kış açıkta beklenen otobüs terminaliyle, dışarıda yağmur dinse de, içeride akmaya devam eden pazar binasıyla, trafik keşmekeşiyle, olmayan açık ve kapalı otoparkları, yeşil alanları, parklarıyla, çökmek üzere olan Tarihi Köprüsüyle benim güzel ama bahtsız kasabamın şansı ne zaman dönecek, yaşanılır bir kent haline gelecek? Tarımın, hayvancılığın can çekiştiği, fabrikaların kapandığı, esnafın neredeyse müşteri geldiğinde sevinçten havalara uçtuğu, emeklinin, sabit gelirlinin aybaşını zor getirdiği günlerin ülkemizde olduğu gibi kasabamız da da değişmesini özlemle bekliyoruz.
         
              Böyle bir ortamda 31 Mart 2019’da yerel seçimleri yaptık. Aşağı yukarı bu tarihten günümüze kadar 100 gün geçti. Her seçim bir tercih ve umuttur. Eskiye değil yeniye rağbet edildi. Uzunköprü’de bunlardan biriydi. Zamanın etkin ve ekonomik kullanmanın en iyi yolu, bir yere gelmeden önce neyin, nasıl ve ne zaman yapılacağının planlanmasından geçer. Tabii,”önümüzde daha 57 ay var, acele etmeye gerek yok”, diye düşünebilirsiniz. Ancak bundan önce de yıllar geçti. Yapılanların yanında yapılamayanlar da çok.  Zamanın durduğu, mevsimlerin değiştiği ama kendisinin değişmediği benim güzel ama bahtsız kasabamda artık bir şeyler değişmeli. En azından bu umut yaratılmalıdır. İnsanlar heyecanlanmalı, bir şeyler olacağı inancı doğmalı, yetişmiş gençlerin göç etmesi durdurulmalıdır. Bu da güven uyandırmakla olur. Bir yöneticinin güvenilir olduğu algısı nasıl oluşur. Çok basit. Özün, sözün bir olursa, olaylara iyi niyetle yaklaşırsan, ortak aklı devreye koyarsan, insanların kukla olmasını beklemezsen “güven” denen sihirli sözcük senin için oluşur.
          
               Yöneticilik, hakkıyla yapılmak istenirse kolay değildir, zor iştir. Hele toplumsal sorumluluk aldıysanız, kamunun parasını harcıyorsanız keyfi hareket edemezsiniz. Bir yandan yasalara karşı sorumlu olursunuz ama en az onun kadar toplumun vicdanına karşı da hesap vermek zorunda kalırsınız. Eğer toplum vicdanı sizi aklamaz ise görevi bıraktıktan sonraki yaşamınız çekilmez olur. Halkın arasında rahat gezemezsiniz. Gezerken sorgulayan gözlerle karşılaşırsınız. Vatandaş, kendi yöneticilerini her gün yargılar, tartıya çıkarır. Hatta bu konular kasabanın sözlü tarihini oluşturur, yıllarca kahvede, evde, çarşıda her yerde konuşulur.
·   “Telefon ettim, telefonuma çıkmadı”,
·   “Makamına gittim, içerideyken bana yok dedirtti”,
·   “Çocuğuma iş istedim, söz verdi ama yapmadı, kendi akrabalarına, tanıdıklarına iş    verdi”
·   “Mahallemizin bir işi için şeref sözü verdi ama yapmadı." Yöneticilik zor iştir zor.      İğneli koltuktur o koltuk, hele güzel ama bahtsız kasabamda.






orhankalyoncu.blogspot.com.tr    07.07.2019


          
       


16 Haziran 2019 Pazar

KALDIRIM



                                               

   

                                              
              20 gündür sol kolum alçıdaydı. İşte o gün gelmişti. Alçıyı alacaklar, elim kolum tekrar özgürlüğüne kavuşacaktı. Sabah erkenden evden çıkıp, hastanedeki randevuma yetişebilmek için hızlı adımlarla yürürken, birden önümdeki adamın kaydığını gördüm. Adam neredeyse yere kapaklanıyordu. Son anda dengesini sağlayarak ayağa kalktı. Kaldırımın kenarına ufak bir rampa gibi düz bir beton dökmüşler. Sebep oydu. Az önce düşecek adama dikkatlice baktım. Bu bizim kapı komşumuz Hüseyin İdi.
             
              “Hüseyin, merhaba. Geçmiş olsun, az daha düşecektin.”
             “Saaol ocam, ucuz kurtuldum. Sizin kolunuza n’oldu?”
             “Çok ciddi bir şey yok. Bileğimde bir çatlak var. Aynen senin olduğun gibi ben de kaldırımın kenarındaki o rampadan kayarak düştüm. Alçıya aldılar. Bugün çıkaracaklar.”
            “Aman, dikkat edin ocam! Yollar, kaldırımlar delik deşik. Er yer kazılmış, toz duman içinde. Önce su, şimdi de elektrik kabloları için kazılıyor.”
            “Evet, tabii bu işlerin yapılması gerekir. Ama gerekli tedbirlerin alınması şartıyla. Yoksa işte böyle kazalara neden olur.”
            “Duuru ocam. Geçende Asan’da arabayla çukurdan kaçarken başka bir arabaya arkadan bindirmiş. Dünya masarif çıktı.”
            “Çaresiz biraz daha dişimizi sıkacağız. Suyun karşısında ki şehirlerin bu devirde böyle dertleri kalmamış.  Büyük bir köy gibi olduk.”
            “Köy dediniz de ocam. Köylerde bile böle olmaz. Her yer köpek dolmuş. Geçen gün gündüz vakti kaldırımda uzanmış uyuyan bir köpeğin üstüne basmışım, nerdeyse aastanelik olcaktım. Birden saldırdı. Zor kurtuldum.”
            “Ya, hiç sorma Hüseyin geçen akşam, kolumdan dolayı kahveye de çıkamadığım için hanımla balkonda oturup, kahvemizi içelim dedik. Öyle dedik ama Kilisenin karşı köşesinde köpeklerin toplanıp, hep birlikte havlamasından, her geçen arabanın arkasından havlayarak koşturmasından iki laf edemedik.  Bu sıcak havada içeri girmek zorunda kaldık.”
           - “Urum Maallesi büülemiydi eskiden ocam. Şimdi viranelik oldu. Evler dökülüyo. Köpeklerden geçilmiyo.”
            - “Doğru söylüyorsun, Hüseyin. Bu mahalle farklı kültürlerin bir arada yaşadığı tarihi geçmişi olan bir mahalledir. Bir zamanlar bu mahallede 3 büyük dinin mabedi vardı. 1444’te kasabanın kuruluşu ile birlikte tamamlanmış halen ayakta olan Muradiye Camii, Yahudiler için şimdi yıkılmış bir havra ve 1875’de yapılmış şu anda sanat ve sergi evi olarak kullanılan Rum Ortodoks Kilisesi. 1922’de Uzunköprü’nün kurtuluşunda Kaymakamlık Binası daha sonra da uzun bir süre askerlik şubesi olarak kullanılan şimdilerde restore edilmiş bir tarihi binamız daha var. Bu mahallede Samanyemez Çeşmesi gibi bazı tarihi çeşmeler ise yok edildi. Ne yazık ki tarihi eserlerimize gerektiği kadar değer vermiyoruz.”
           - “ Ocam,aalimize şükredelim gene de. Etrafımızda er türlü melanet bulutları dolaşıyo. Allah bizi korusun.”
           -“Haklısın, Hüseyin. Hadi iyi günler. Hoşça kal.”
            -“İi günler, ocam.”





orhankalyoncu.blogspot.com.tr      16.06.2019






11 Haziran 2019 Salı

DEMOKRATİK SEÇİMLER


                   
Gazi Mustafa Kemal Atatürk




                                    
                


                31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimlerin üzerinden yaklaşık 70 gün geçti. İktidar partisi olan AKP, bu seçimlerde özellikle Ankara, İzmir ve İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerde başarılı sonuç alamadı. Bu şehirleri muhalefete kaptırdı. İstanbul’da 13 bini aşkın oy farkıyla seçimi (Millet İttifakı) CHP adayı Ekrem İmamoğlu kazandı. Ancak belediye başkanlığının ömrü 18 gün sürdü. Adalet ve kalkınma Partisinin yaptığı olağanüstü itiraz sonucu İmamoğlu’nun mazbatası 6 Mayıs 2019 tarihinde YSK tarafından iptal edilerek seçimin 23 Haziran 2019 Pazar günü tekrarlanmasına karar verildi. İstanbullu seçmenler şimdi 13 gün sonra tekrar oy kullanacaklar ve 5 yıllığına kendilerine belediye başkanı seçecekler.
             
             Seçimler, demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Seçimin iptal edilerek tekrar edilebilmesi için seçimin sonucuna doğrudan etki yapacak kanıtlanmış hile ve usulsüzlükler olması gerekir. Yoksa “benim içime sinmedi, hadi bakalım tekrar seçim yapalım”, demek demokrasiye hizmet etmez. Yarın başka biri çıkar, kaybettiği her seçimden sonra seçimin tekrarını isteyebilir. Bu durum demokrasiyi aşındıracağı gibi aynı zamanda boşuna zaman, emek ve para harcamak demektir.
              
          Seçimlerin demokratik olması için sandık güvenliği, saydamlık (gizli oy, açık sayım) ön koşuldur. Yoksa Doğu Asya'da yer alan 25 milyonluk diktatörlükle yönetilen Kuzey Kore'de de seçimler yapılıyor. 12 Mart 2019 tarihli Sözcü Gazetesinin haberine göre; “resmi adı Kuzey Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti olan ülkede halk, parlamento seçimleri için sandığa gitti. Yapılan oylamada parlamentonun 687 üyesi belirlendi. Seçimlerde her bölgede, sadece iktidardaki Kore İşçi Partisinden bir aday bulunuyor. Seçmenler,  aday için “evet” veya “hayır” oyu atıyor. Ancak hayır oyları farklı bir sandığa atıldığı için fişlenme korkusuyla kimse buna cesaret edemiyor. Mart 2014’de yapılan seçimlerde bütün adaylar yüzde 100 oy alarak seçilmişti.”Kuzey Kore’de siyasi rekabetin ve seçimlerin özgürce yapılmamasının acaba ülkenin gelişmemesi ile yakından bir ilgisi olabilir mi? Kuzey Kore, dünya çapında bir tek bir firma bile çıkaramazken Güney Kore Samsung, Hyundai, Daewoo  ve Kia gibi markalar çıkardı.
          
         . Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşının başında, 23 Nisan 1920’de topladığı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 1921 yılında yapılan ilk anayasaya şu maddeyi koydurmuştur; “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” Bu boşuna konan bir cümle değildir. Daha sonraki 1924, 1960 ve 1982 Anayasalarında da bu madde aynen korunmuştur. Meşrutiyetini milletten almayan hiçbir yönetim yaşayamaz. 21. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti Kuzey Kore gibi otoriter rejimleri örnek almayı aklına bile getirmez. Gelişmiş ülkelerin demokrasilerinde ne varsa Türkiye de onu uygulayacaktır. Çağdaş ülkelerin demokrasi tanımında şu kriter büyük önem taşır. O da güçler ayrılığıdır. Yani yasama, yürütme ve yargının ayrı ve bağımsız olmasıdır. Bu güçlerin birbirlerini denetlemesi keyfi idareyi önleyeceği gibi saydamlık ve hesap verilebilirliği de getirecektir.
          
         Akla bilime dayanmayan, hak, hukuk, adalet duygusu taşımayan hiçbir görüşün sürekliliği olamaz. İnsanlar, her zaman iyiyi, güzeli, hak ve adaleti aramıştır. Uygarlığın gelişimi böyle olmuştur. Özgür ve bağımsız bir vatanda yaşamamız için hayatlarını veren başta Atatürk olmak üzere kahramanlarımıza, aldığımız emaneti geliştirerek devam ettirmek gibi bir görevimiz olduğunu asla unutmamalıyız.   





orhankalyoncu.blogspot.com.tr    10.06.2019 
            

26 Mayıs 2019 Pazar

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE



                                        

       “Ne mutlu Türküm diyene”, sayesinde bağımsız, özgür ve laik bir ülkede yaşadığımız Türkiye Cumhuriyetinin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün her Türkün gururla söylemesi gereken bir sözüdür. Bu kuru bir milliyetçiliği ifade etmez. Katiyen kafatası milliyetçiliği ve ırkçılık değildir. Her ulusun varlığına saygı duyan ama kendisine de saygı duyulmasını isteyen Atatürk milliyetçiliğidir. Türk vatanı üstünde, kendisini Türk diye tanımlayan herkesi kapsar.
                 
       Osmanlı devletinde horlanan Türkler, Atatürk ile yeni kurulan modern Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde kurucu unsur olarak yer alır. Atatürk, Türk Milleti sözü ile bir ırkı değil, vatan toprakları üzerinde yaşayan devletine yurttaşlık bağı ile bağlı herkesi ifade etmiştir. Atatürk, yaşadığı dönemde her zaman “Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk Milleti çalışkandır. Türk Milleti zekidir”, diyerek Türklüğümüzle kıvanç duymamızı istemiştir. “Türklük benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağımdır”,  der. Yine zor zamanlarda yılmamamız için bir vasiyet gibi, “ muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”, demiştir.
                
        Tarihçi İlber Ortaylı Kronik Kitap yayınlarında çıkan Gazi Mustafa Kemal Atatürk adlı kitabında şöyle der; “milliyetçilik dışarıda öğrenilir, içeride öğrenilmez.” Bunu 1976’da üniversitede öğrenciyken yaz döneminde gittiğim İngiltere'nin başkenti Londra'da yaşayarak öğrendim. Orada tanıştığım bir Alman genci beni bir kız arkadaşıyla tanıştırmak istedi. Ona, “bil bakalım arkadaşım hangi ülkeden", diye sordu. Kız da 5-10 ülke ismi söyledi. Ancak bilemedi. Ben gururla soruyu yanıtladım. "Türküm." Bunu söylememle kızın arkasını dönüp gitmesi bir oldu. Böylece bize ön yargılı yaklaştıklarını anladım. iİber Ortaylı yine aynı kitabında, “Türkiye'nin en mühim zenginliği Türklüktür”, derken bizim yolumuzu da belli etmiştir. Yeni türeyen bazı sözde tarihçiler ile bir kısım emperyal güçlerin uşakları “Derin Tarih” adı altında ülkemizin kahramanları için ipe sapa gelmez iddialar öne sürüp, yeni yetişen gençlerin zihinlerini bulandırıyorlar. Onlara yanıtı yine İlber Ortaylı versin; “kahramanlarını itibarsızlaştıranlara toplumlar,  Avrupa’da da, dünyada da tahammül etmezler. Bu gibi durumlarda kendini inkar eden bireyi şüphesiz savcıdan evvel toplum mahkum eder”.
 







orhankalyoncu.blogspot.com.tr       26.05.2019
                  



18 Mayıs 2019 Cumartesi

19 MAYISIN 1919'UN 100. YILI








                                                           
                                                                                                                                           
                                              
           Gazi Mustafa Kemal, bundan 100 yıl önce 19 Mayıs 1919 tarihinde Bandırma Vapuru ile Samsuna çıkarak Kurtuluş Savaşının ilk ateşini yakmıştı. Yunanlılar 15 Mayıs’ta İzmir’i işgale başladığında Mustafa Kemal’de birkaç arkadaşıyla ordu müfettişi olarak Anadolu’ya geçiyordu. Samsunda bir hafta kaldıktan sonra karargahını 80 kilometre içeride Havza’ya taşıdı. Otomobiliyle Havza’ya giderken araba arızalandı. Mustafa Kemal arabadan indi ve iki arkadaşıyla birlikte yaya olarak yola devam etti. Yürürken şu İsveç şarkısını söylemeye başladılar.

       “Dağ başını duman almış,/Gümüş dere durmaz akar,/Güneş ufuktan şimdi                     doğar,/Yürüyelim arkadaşlar!
        Sesimizi yer, gök, su dinlesin./Sert adımlarla her yer inlesin!                                      Bu gök, deniz nerede var?/Nerede bu dağlar, taşlar?/Bu ağaçlar, güzel kuşlar./Yürüyelim arkadaşlar.
        Sesimizi yer, gök, su dinlesin./Sert adımlarla her yer inlesin!
        Dağlar, taşlar, güzel kuşlar,/Ya bu insanlar, insanlar./Güneş ufuktan bir gün                  doğar./Yürüyelim arkadaşlar.
        Sesimizi yer, gök, su dinlesin./Sert adımlarla her yer inlesin!"
            
       Gençlik Marşı olarak okul sıralarında ezberlediğimiz bu marşı o zaman kurtuluşumuzun işaret fişeği gibi Mustafa Kemal ve arkadaşları söylüyordu. 
Mustafa Kemal ve arkadaşları çıktıkları bu yolda büyük zaferler kazandılar. Rus Harbi (1877-78), Balkan Harbi (1912-13) ve 1. Dünya Harbi (1914-18) sonunda harap ve bitkin düşmüş bir devletten modern bir devlet yarattılar. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisini topladılar. 1921 ve 1924 Anayasalarında, “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir”, diye yazdılar. Böylece halkın kendi kendini yönetmesi demek olan demokrasinin temellerini attılar. Hiçbir sınıfa veya zümreye ayrıcalık vermediler.
       Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, Kurtuluş Savaşının ardından 29 Ekim 1923 tarihimde Cumhuriyetin ilanından, Atamızın 10 Kasım 1938’de ölümüne kadar geçen 15 yılda pek çok devrime imza attılar. Ülkenin büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyor, eski usullerle çiftçilik yapıyorlardı. Sanayi yok denecek kadar azdı.  Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimler ve atılımlar sayesinde kısa zamanda eğitimde ve sanayide büyük gelişmeler oldu.
                   
         Atatürk’ün ölümünden sonra 1950’ye kadar geçen 12 yılda İsmet İnönü cumhurbaşkanımızdı.  İleriyi gören bir devlet adamı olarak izlediği başarılı dış politikayla ülkemizi 2. Dünya Savaşı dışında tutmayı başardı. 1946’da çok partili hayata geçildi. 1950’de yapılan seçimlerde Demokrat Parti seçimleri kazanarak iktidara geçti. 1946’dan günümüze kadar geçen 73 yılda çok partili demokrasiyi sürdürdük. Türk halkı, askeri darbeler dolayısıyla arada kesintiye uğrasa da demokrasiyi benimsedi.  
                   
        Biz yurttaşlar demokrasiden asla vazgeçmeyiz. Demokrasi bir yaşam tarzıdır. Gelişmiş ülkelerin çoğunun demokrasiyle yönetilmesi bir rastlantı değildir. Demokrasi sayesinde insanlar özgürce yaşayabilir, hakkını, hukukunu arayabilir, düşüncesini ifade edebilir. Edebiyat, resim, tiyatro, sinema gibi birçok sanat dalı ancak özgür ortamlarda yeşerir. Bilimde ilerleme, icat bu atmosferde olur. Yatırımcılar hakkın, hukukun, özgürlüğün, açıklığın, saydamlığın olduğu ülkelerde yatırım yaparlar. Bundan dolayı demokrasi ekmek, su, hava gibi gereklidir.
        
        100 yıl önce Büyük Önderimiz Atatürk’ün açtığı yolda yürüyen Modern Türkiye'mizin sonsuza kadar yaşaması dileğiyle 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.
               



orhankalyoncu.blogspot.com.tr     19.05.2019

12 Mayıs 2019 Pazar

HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK


                                                        

                      
Ekrem İmamoğlu




       
                                                   
                 
                Son zamanlarda, YSK’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlık seçimlerini iptal kararından sonra yayılan, Ekrem İmamoğlu ile özdeşleşen bir slogan var. “Her şey çok güzel olacak” . Bu cümle, bir umudu, bir heyecanı, bir beklentiyi kısacası bir özlemi ifade ediyor. Adeta, uzun zamandır ters giden işlerin düzelmesi için dile getirilen bir dilek gibi. İyimserlik aşılıyor, umut  estiriyor. Keşke, hayatımızda her şey öyle olsa. Ülke olarak özledik güzellikleri. Bir yandan hayat pahalılığı, enflasyon, işsizlik diğer taraftan Suriyeli sığınmacılar, PKK terörü, FETÖ ve dış sorunlar. Bunların düzelmesini beklerken yeni yeni sorunlarla karşılaşıyoruz.
              
               Seçimler bitti, artık iktidar 4 yıl kesintisiz sorunlara eğilecek derken YSK, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlık seçimini 7’ye 4 oy çokluğuyla iptal etti. Millet İttifakının adayı olarak seçimlere giren ve 13 bini aşkın oy farkıyla seçimleri kazanan Ekrem İmamoğlu’nun mazbatası geri alındı. Şimdi, Türkiye 23 Haziran 2019 tarihinde yapılacak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlık seçimine odaklandı. En azından 100 milyon TL daha harcanacak. 16 yılda yapılan 15 seçimin ardından bu seçim 16. seçim olacak.
               Ülkemizin beşte bir nüfusuna sahip İstanbul seçimleri elbette ki önemlidir. Hele iptal edilen bir seçimin ardından yapılacak bu seçim, ister istemez iktidar için bir güven oylamasına dönüşecektir. Ülkemiz yine zaman kaybedecektir. YSK seçimleri onaylasaydı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlık seçimini 13,720 civarında oy farkıyla kazanan Millet İttifakı (CHP-İYİ Parti) adayı Ekrem İmamoğlu ile meclis çoğunluğunu kazanan Cumhur İttifakı (AKP-MHP) meclis üyeleri, seçmenin gerçekleştirdiği bu tercihi karşılıklı görev anlayışı ve işbirliği içinde halka hizmet olarak sunabilirlerdi. 
               
               Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK), aldığı seçimleri iptal etme kararı başta Türkiye Barolar Birliği olmak üzere pek çok hukukçu tarafından yanlış bulundu. En fazla 10 gün içinde sonuçlanması gereken itirazlar, seçimlerin üzerinden tam 36 gün geçtikten sonra iptalle karara bağlandı. Hem de Yüksek Seçim Kurulunun kendi sorumluluğu üzerinde olan sandık kurullarının hatalı teşkili nedeniyle. Kaldı ki bundan önceki 24 Haziran 2019 cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde de sandık kurulları aynı şekilde oluşturulmuştu. Bursa/Mustafa Kemal Paşa ilçesinde aynı durum için İYİ Parti tarafından yapılan bir itiraza da YSK, sandık kurullarının 2 Martta kesinleştiği nedeniyle “ret” cevabı vermişti. Bu konuda bir diğer çelişki de; aynı zarfta kullanılan 4 oydan 3’ü muteber sayılıyor, başkanlık oyu ise şaibeli bulunuyor.
              
               Bundan sonra söz ve oy hakkı İstanbul seçmenin. Onların vereceği karar demokrasimizi güçlendirecektir. Demokrasi; hak, hukuk, adalet, eşitlik, saydamlık ve hesap verilebilirlik üzerine kuruludur. Türk halkı bunların kıymetini anlamıştır.  Bu konularda geriye gidilemez. Onun için umudumuzu yitirmeyelim, “her şey çok güzel olacak."






orhankalyoncu.blogspot.com.tr   09.05.2019

               
              


5 Mayıs 2019 Pazar

KURT-KUZU HİKAYESİ


                                       




                                            
                      
                          Kurt, kuzuyu dere kenarında su içerken görünce tam ağzına layık bir öğlen yemeği çıktığı için sevinir. Hemen kuzuya yaklaşarak, “seni yiyeceğim”, der. “Neden”, diye sorar kuzu. “Ben sana ne yaptım ki?” “Suyumu bulandırdın”.
“Nasıl olur? Sen suyun yukarı tarafındasın, ben aşağı tarafındayım."
Kurt, “olsun”, der “ben kafama koydum, seni yiyeceğim”.
                        Ne zaman güçlünün, güçsüzü yok etmesi gibi bir konu gündeme gelse bu hikayeyi hatırlarım. 
                                                     
                                 
                                                 

                                                 BIYIK
                       
                     Adamın birinin bıyıkları üzerinden uyurken fare geçer. Hemen sabah uyanınca ilk işi, bıyıklarını kesmek olur. Karısı, nedenini sorar. “Yol olur”, der.

                                                    


                                                    DEVE
                    
                    Deveye “neren eğri”, diye sormuşlar.
“Nerem doğru ki”, diye yanıt vermiş.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr              05.05.2019