26 Ağustos 2021 Perşembe

ERİKLİNİN GÖZYAŞLARI



 

                              

ERİKLİ SAHİLİ

       

        Ülkemizin hemen hemen her köşesi tabiatın çeşitli güzelliklerine sahiptir. Saros Körfezi de bunlardan biridir. Bu güzellikleri korumak, gelecek nesillere bırakmak her yurtseverin görevi olması gerekirken ne yazık ki el birliğiyle rant uğruna hoyratça tahrip ediyoruz. Bölgemizin Keşan ilçesinin mücavir sahası içinde yer alan Erikli Sahili ve civarı da bundan nasibini alıyor. Erikli köyü tepelerinden başlayarak pıtrak gibi çoğalan deniz manzaralı evlerin alt yapıları bir soru işareti olarak karşımızda duruyor. Saroz Körfezini etkileyecek Sazlıdere’deki doğalgaz limanı inşaatı itirazlara rağmen devam ediyor. Kumsalların kiralanması da anayasal bir hak olarak halkın sahillerden yararlanma hakkına açıkça aykırılık teşkil ediyor.

       Bunlarla beraber Saros Körfezinin gelişmiş merkezlerinden biri olan Erikli Sahilinin de birçok sorunu var. Bunların başında su, kanalizasyon, arıtma ve yol gibi alt yapı hizmetleri gelir. Bu sahile 30 yıldır Erikli Sahili sakinlerinin kurmuş olduğu kooperatif eliyle hizmet geldi. Ancak o zamanki nüfusa göre planlanan hizmetler artan nüfus ve ev sayısıyla beraber yetersiz kalmaya başlayınca, daha kaliteli hizmet gelmesi ümidiyle üyeler, genel kurul kararıyla 2019’da kooperatifi tüm mal varlığıyla belediyeye devretti. Amaçlanan, Erikli Sahilinin her türlü gelirini alan Keşan Belediyesinin buraya artık üvey evlat değil, öz evlat gibi davranması idi. 

      Öyle mi oldu? Pek değil. Belediye, ilk önce iş başına gelir gelmez daha önceden kooperatifin getirmiş olduğu suya yüzde yüz zam yaptı. Üyelerin beklemediği bir durumdu. Bu nedenle Erikli Sahili sakinlerinin bir kısmının belediyeye karşı bir güven kaybı oldu. Yapılacak bir şey yoktu. Yetki belediyede idi. 2020 yaz sezonuna su getirilecekti. Pandemi öne sürülerek o da olmadı. Halbuki temiz su, başta pandemi ve diğer salgın hastalıkları önlemek için acilen getirilmeliydi. Arıtma tesisleri de çevresine pis koku yaymaya ve yeteri kadar arıtılmadan denize bırakılan su nedeniyle denizi kirletmeye devam etti. Yol çalışması olarak da bir kaç asfalt yamanmasının ötesine geçilmedi. Geçen sezon gelmeyen su, bu sezonun başına da yetişmedi. 19-20 Temmuz 2021 gibi su verilmeye başlandı. Bu kez de eski şebekeye tazyikli su verilince birçok yerde su boruları patladı. Neredeyse petrol fışkırır gibi bazen günlerce sular boşa aktı. Sanki Eriklinin gözyaşlarıydı. Yetersiz sayıdaki elemanlar da ne yapacaklarını, nereye yetişeceklerini şaşırdılar. Bu durum daha önceden öngörülmeli ve planlanmalı idi. Böylece hem vatandaş mağdur olmaz, hem de sular boşuna akmazdı.

     Bir de, gelen hizmetin bedeline bakalım; su bağlantı bedeli olarak eski su abonelerinden peşin 6.625 TL, yeni abonelerden 9.125 TL isteniyor. Vadeli ödersen 2.307 TL gibi bir faiz işletiliyor. Bu hesaplama, hizmet odaklı değil, tamamen kar odaklı bir hesaplama. Katılım bedeli, yapılan masrafın bir kısmını halktan almayı gerektirir. Bu sistem ise bütün parayı vatandaştan çıkarmayı hedefliyor. Bunun için Belediye, söz konusu parayı katılım bedeli olarak değil, su bağlantı bedeli olarak aldığını ileri sürüyor. Sonraki yıllarda yapılacak konutların abonelikleri ve su bedelleri de kar hanesine yazılacak. Yaparsa gönüllerin belediyesi yapar. Ne diyelim!

 

orhankalyoncu.blogspot.com tr       26.08.2021

       

 

        

9 Ağustos 2021 Pazartesi

UZUNKÖPRÜ’DE PARKLAR


 

                                       

UZUNKÖPRÜ Atatürk Parkı

          

          Uzunköprü yeşil alan, meydan ve parklar konusunda oldum olası zengin sayılmaz. Yeni yerleşim merkezi olan Cumhuriyet Mahallesinde son aylarda yeni parklar açılmasına rağmen merkez mahallelerde oturan yurttaşlarımız bu imkandan mahrum kaldılar. Halbuki Uzunköprü’de yarım asır önce merkezde gerçek iki park vardı. Hükümet Konağı karşısındaki park ve Cumhuriyet Meydanının yanındaki park. Halk arasında yukarı park ve aşağı park diye geçerdi. Halkın asıl rağbet ettiği yukarı parktı. Yaz aylarında her zaman dolar taşardı. Yer bulamayanlar da, günümüzde betonlaşan, aşağı parka giderlerdi. Televizyon, bilgisayarın yaygın olmadığı, deniz kenarlarının henüz çok rağbet görmediği, otomobil sahibi olmanın bir hayal sayıldığı dönemlerde rengarenk çiçeklere ve asırlık ağaçlara sahip parklarımız halkın tek nefes alabildiği yerlerdi. Her zaman bakımlı idiler.

         Günümüzde de parklar revaçta olmaya devam ediyorlar. İnsanlar açık havada, toprakla, yeşilin buluştuğu mekanlarda oturup, dinlenmeye dostları ve ailesiyle sohbet etmeye ihtiyaç duyarlar.  Aynı zamanda parklar, çiçeği, ağacı ve yeşiliyle görsel olarak da göze hitap ederler. Kısacası parklar bir kentin olmazsa olmazıdır. Bu yerlerin kentin merkezinde her an ulaşabilecek yerde olması da önemlidir. Evde sıkılan bir anne çocuğunu alıp, hemen hava almaya çıkabilmeli, iki yaşlı amca çok yürümeden gelip orada sohbet edebilmeli, gençler vakit geçirebilmeli, bir kişi dışarıdan gelen konuğunu orada ağırlayabilmelidir. Uzunköprü’de böyle bir konumda olan Atatürk Parkının yeniden düzenlenerek halkın hizmetine açılması Uzunköprülüler için bir kazanımdır. Kentin tam merkezinde olan bu parkımızın önce bir kısmı betonlaştırılarak düğün salonu ve dükkanlar yapılmış, daha sonra da bir kısmı otoparka çevrilmişti. Uzun yıllardır bakımsız kalan bu parkımızın tekrar halkın hizmetine girmesini bir Uzunköprülü olarak memnuniyetle karşılıyorum.

       Uzunköprü Belediyesi tarafından işletmesi yapılan Atatürk Parkı, kuşkusuz çok önemli bir ihtiyacı karşılıyor. Yeni olduğu için bazı eksiklerin olması da normaldir. Yüksek ağaçlara konan kuşların, ön tarafı kuş pislikleriyle batırdığı görülüyor. İlk önce mikrop saçan kuş pislikleri için acilen önlem alınması gerekir. Onlar için o ağaçların etrafına bez ya da branda türü şeyler gerilebilir. Üst taraftaki masaların örtüsüz olması da şık durmuyor. Garson olarak görevlendirilen belediye personeli de mesleki olarak göreve yabancı duruyorlar. Yapmak kadar işletmenin de önemli olduğunu unutmayalım.

        Özellikle yazın sıcak günlerinde insanların gidebileceği parklar, meydanlar yeşil alanlar Uzunköprü içinde çoğaltılmalıdır. Küçücük Telli Çeşme Meydanında bile pandemiden önce banklarda yer bulunmuyordu. Kent merkezinde daha fazla yeşil alana ve parka ihtiyaç olduğu açık. Bu konuda Kırkkavak Deresi bulunmaz bir fırsat gibi duruyor.  I9 Mayıs Caddesinin üzerinde bulunan Pancar Şirketinin yeri de değerlendirilebilir. Düşünülen Festival Alanı projesi ile birlikte Cep Terminali, Pazaryeri ve Mazhar Müfit Kansu Parkı tekrar düzenlenebilir, şehirle bütünleşebilir. Sonuç olarak Uzunköprü parklarıyla, yeşil alanlarıyla yaşanabilir ve örnek bir kent olmalıdır.

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr      09.08.2021

 

       



20 Nisan 2021 Salı

DÜNYA LİDERİ ATATÜRK

 

Dünya Lideri ATATÜRK

                                 

                           

 

             Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO, 1981 yılını Atatürk’ün 100. doğum yılı münasebetiyle, dünyada, “ Atatürk Yılı” olarak kutlanmasına karar vermişti. Kararın gerekçesinde şöyle yazılıydı; “Atatürk, uluslararası anlayış, iş birliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi, olağanüstü reformlar gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk lider, insan haklarına saygılı dünya barışının öncüsü, bütün hayatı boyunca insanlar arasında renk, din ve ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı, Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu.”        

            Atatürk, kendisine verilen bu payeye ve dünyaca gösterilen ilgiye nasıl yanıt verirdi? İttihatçıların Lideri Cemal Paşa ile aralarında geçen bir konuşmada şöyle diyordu: “Büyüklük odur ki; hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, ülke için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin karşında bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen buna dayanacaksın. Önüne sonsuz engeller yığacaklardır. Kendini büyük değil, küçük, zayıf ve araçsız bir hiç gibi düşünerek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanmış olarak bu engelleri aşacaksın. Ondan sonra da sana büyüksün, derlerse, bunu diyenlere de güleceksin.”

          Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu değil, aynı zamanda 20. asrın en büyük lideri ve devlet adamıydı. Atatürk, 57 yıllık kısa yaşamında birçok askeri zaferler kazanmış, devrimler yaparak yokluklardan kısa zamanda modern bir ülke yaratmıştır. Atatürk, 101 yıl önce 23 Nisan 1920’de Türk Milletinin sinesinden doğan Türkiye Büyük Millet Meclisini toplayarak,  Türk Milletinin kurtuluşuna ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna giden yolu açmıştır.  Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu Türkiye Büyük Millet Meclisinin duvarlarına silinmez harflerle yazdırmış, Türk Milletinin, ilelebet bağımsız ve özgür yaşamasını hedeflemiştir. Devrimler, bunun için yapılmış, saltanat ve hilafet bunun için kaldırılmıştır.

          Ölümünden 82 yıl sonra bile Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşleri, hedefleri ve ilkelerinin geçerliliğini koruması, onun çağının çok ilerisinde olduğunu, yüzyılın Dünya Lideri olduğunu gösterir. Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan her Türk yurttaşının Atatürk ve arkadaşlarına şükran borcu vardır.

          Son söz: “Ey Türk Gençliği; Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir”  Gazi Mustafa Kemal Atatürk

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr           20.04.2021

 

 


13 Nisan 2021 Salı

HER YER KIRMIZI

 




                                                      


                                    

          Ülkemizde her gün gündem değişiyor. Ancak bir gündem maddesi var ki, uzun zamandır değişmiyor. Bir yılı aşkındır dünyayı ve ülkemizi derinden sarsan, her geçen gün etrafımızdaki çemberi daraltan Coronavirus (Covid-19) salgınından bahsediyorum. Bu konudaki bilim adamlarının uyarılarını ve alınması gereken önlemleri ne yazık ki yeterli ciddiyette uygulayamadık. Sonuç olarak artık salgının neredeyse uğramadığı hane kalmadı. T.C Sağlık Bakanlığı’nın 13 Nisan 2021 tarihli Covid-19 tablosuna göre ülkemizdeki günlük vaka sayısı 59,187, vefat sayısı 273’tür. Toplam vaka sayısı 3,962,760, vefat sayısı ise 34,962’dir. Türkiye haritası yüksek riski gösteren kırmızı renge boyandı. Nüfusa göre vaka sayısı açısından Avrupa’da birinci, dünyada da ilk sıralardayız. Bu durum iç açıcı bir tablo değil. Uzun süredir dükkanları kapalı esnafı, işsiz kalan emekçileri, okula gidemeyen öğrencileri, çok yoğun çalışan hekim ve sağlık çalışanlarını düşünürsek, bu tablonun bu şekilde sürdürülemeyeceği çok açıktır.

      Her şeyin başı sağlıktır. Ekonomik kayıpları telafi etmek mümkün ama insan kaybı ne olacak? Hastanelerde, boş yatak bulunmuyor. Başta İstanbul olmak üzere pek çok yerde vaka sayıları katlanarak arttı. Bazı sağlık otoritelerinin söylediği gibi tam kapanmaya bir türlü gidilmedi. Geçen yıldan beri peyderpey kademeli olarak bazı önlemler alındıysa da bunların çok etkili olamadığı, bazen de kurallara riayet edilmediği görüldü. Kalabalık cenazeler, parti kongreleri, açılışlar ve ziyaretler sosyal izolasyonu bozunca geriye sadece maske, mesafe, temizlik kaldı. Bu da salgının yayılmasını önlemeye yetmedi. Böylece salgın adeta pik yaptı.

    13 Nisan 2021 Salı akşamı, daha önce uygulanan kısıtlamalara ilaveten bazı tedbirler açıklandı. Tam kapanma içermeyen bu önlemlerin etkisinin ne kadar olacağını iki hafta sonunda göreceğiz. Öte yandan bilim adamlarımızdan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necmettin Ünal 9 Nisan 2021 tarihli Sözcü Hafta Sonu gazetesinde salgının yayılmasının durdurulması için alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:

1-Tüm ülkede 3-4 haftalık tam kapanma uygulaması başlamalı.

2-Kapanma sonrası kısıtlamalar belirlenmeli, yeterli aşılama oranları sağlanıncaya kadar bu kısıtlamalar sürmeli. Kısıtlamalar küçük adımlı ve sürece yayarak gevşetilmeli.

3-Bu süreçte tüm veriler günlük ve tamamen şeffaf olarak paylaşılmalı.

4-Uygulamalardan zarar gören tüm sektörler ekonomik olarak desteklenmeli.

5-Aşı çeşitliliği ve gerekli aşı dozu sayısı, en kısa zamanda temin edilmeli ve hemen uygulanmalı.

6-Çift doz aşı yapılan ve bunun üzerinden 3-4 hafta geçenlerin, yani bağışıklığı oluşanların aktiviteleri bir aşı kimliği ibrazı şartı ile kademeli olarak arttırılmalı.

7-Ülkemize yurt dışından girişlerde aşı kimliği istenmeli. Bunun olmadığı şartlarda PCR ve karantina zorunlu hale getirilmeli.

    

Son söz: Kurallara, önce kuralları koyanların uyması gerekir.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr              13.04.2021

                            

 

      


6 Nisan 2021 Salı

İNSAN SEVGİSİ

 



   

 

                              

MEVLANA (1207-1273)

                              

 

                1238 ve 1320 yılları arasında Anadolu’da yaşamış, Türkçe şiirin öncüsü tasavvuf ve halk şairi Yunus Emre, insan sevgisinden bahsettiği bir şiirinde şöyle diyor;

                  Ben gelmedim dava için,

                  Benim işim sevi için

                  Dostun evi gönüllerdir,

                  Gönüller yapmaya geldim                   

Son yıllarda yaşanan salgın hastalıkla beraber, göz açıp, kapayıncaya kadar geçen sürede sevdiklerimizin yaşamdan koptuklarını, ömürlerinin baharındaki insanların, sevdiklerine veda edemeden, dünyayı terk ettiklerini gördük. İnsanlar, bu durumu gördükten sonra bile, niye birbirlerini halen ezmeye, yok etmeye çalışırlar?

            1207-1273 yılları arasında günümüzdeki Afganistan veya Tacikistan’da doğmuş, Anadolu’da yaşamış Müslüman şair, alim, ilahiyatçı ve mutasavvıf Muhammed Celaleddin-i Rum-i kısa adıyla Mevlana’da şiirlerinde insan sevgisini öne çıkarmıştır.

                 Yüzde ısrar etme, doksan da olur,

                 İnsan dediğinde, noksan da olur,

                 Sakın büyüklenme, elde neler var?

                 Bir ben varım deme, yoksan da olur.

                 Hatasız kul arayan, dosttan da olur.

Büyüklenmenin, insanı insandan soğutan en önemli menfi özellik olduğunu bundan daha iyi vurgulayan ve 750 yıl önce yazılmış başka bir şiir var mıdır? Statülerin geçici olduğunu 8 asır sonra halen öğrenemeyen, yönetici sıfatı alanlar, kendilerini başkalarından üstün sayarlarsa, bu kibir olmaz mı? Mevlana’nın dediği gibi “bir ben varım deme, yoksan da olur.”

           Mevlana, başka bir şirinde de şöyle diyor;

             Her şey vaktini bekler,

             Ne gül vaktinden önce açar,

             Ne güneş vaktinden önce doğar,

             Bekle, senin olan sana gelecektir.

           İnsan sevgisini içeren ve insanlar arasında eşitliği dile getiren Mevlana’ya atfedilen meşhur  “Gel, gel, ne olursan ol yine gel”, şiirinden de bahsetmeden geçemeyiz. Bu şiirin Mevlana’ya ait olmadığı Ebu Said-i Ebu’l-Hayr’a ait olduğu iddia edilir. İçerik olarak Mevlana'nın felsefesine denk düştüğü ve döneminin en önemli şairi olduğu için ona isnat edildiği düşünülür.

 Gel, gel, ne olursan ol yine gel,

 İster kafir, ister mecusi, İster puta tapan ol yine gel,

 Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
 

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...

Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz,                    

                                                                                                                                      Şu tertemiz tarlaya sevgiden başka bir tohum ekmeyiz biz...
 

Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?

Mademki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...

Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!

Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.

         Mevlana, “her şeye canını sıkma ey gönül, ne bu dertler kalıcı, ne de bu ömür”, derken Türk mutasavvıf ve sosyolog Erzurumlu İbrahim Hakkı’da (1703-1780) şöyle demiş; “Mevlâ, görelim neyler, neylerse güzel eyler.”

 

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr          06.04.2021

 

        

 

 

 

 

                 

            

 

        

       

 

 

30 Mart 2021 Salı

AYDIN OLMAK

 


UĞUR MUMCU ( 22.08.1942-24.01.1993)




                                                    

           "Yüzeyde kalıp, çoğunluğa uymak kolaydır.” “Gerçek hep derindedir, atıldığı kuyunun dibinde çıkarılmayı bekler, durur.” “Aydın, arayan, bulan, tepki gösterendir. İtibariyle yalnızlığı göğüsleyebilen düşün insanıdır.” Yazar Soner Yalçın, 9 Aralık 2020 tarihli Sözcü Gazetesindeki Hakikat adlı köşesinde yayınlanan, “Modern Mandacılık”, başlıklı yazısında bu cümlelerle, bir aydın tanımı yapıyor. Ardından, “bugün en büyük sıkıntımız yalnızlıktan korkan aydının ölümüdür”, diyerek aydınların sağlık konusundaki korkaklığı, ürkekliğinden yakınıyor. Büyük devletlerin sağlık politikalarını körü körüne takip eden, sorgulamayan aydınları ve tıp adamlarını eleştiriyor.

         Aydın, sadece okumuş adam demek değildir, etrafını aydınlatan, topluma önderlik yapandır. Doğru bildiğini sakınmadan söyleyendir. Aydın, yaşadığı dünyaya önderlik yapan, insanlığa katkı sunan, hizmet eden, ışık saçan kişidir. Aydınlar, ürkekliği ile değil cesaretleriyle tarihe geçmişlerdir. Kurtuluş savaşı bunun örnekleriyle doludur. Dünyada da günümüze gelene kadar birçok aydın, bilim adamı zamanının tutucularına karşı mücadele ederek bilimin ilerlemesini sağlamışlardır. Yunan filozof ve bilgesi Aristoteles (M.Ö 384-M.Ö 322) bunlardan biridir. Mantık, fizik, biyoloji zooloji, astronomi, metafizik, etik, estetik, ruh, psikoloji, dilbilim, ekonomi, siyaset ve retorik olmak üzere birçok disiplinin kurucusu olmuş ve eserler vermiştir. Kendisine dine saygısızlık davası açılması üzerine Atina’yı terk ederek Eğriboz Adasına Helke’ye gitmesinden bir yıl sonra 62 yaşında hayata veda etmiştir.

        Tarihte bilim uğruna ölümü göze almış bir başka bilim adamı da Galileo Galilei’dir. İtalyan astronom, fizikçi, mühendis, filozof ve matematikçi Galileo (1564-1642), dünyanın, güneşin etrafında döndüğünü söylemesi üzerine 1633’te Engizisyon Mahkemesi tarafından yargılanarak müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Sonradan bu ceza ev hapsine çevrilmiş, gözleri kör olduğu halde, ölene dek ev hapsi cezasını çekmiştir. “2 Ana Dünya Sistemi Üzerine Diyalog”, kitabı yasaklanmıştır. Bir efsaneye göre Galileo dünyanın güneşin etrafında döndüğü teorisini yalanladıktan sonra, “ama yine de dönüyor” gibi bir cümle sarf etmiştir. 

        Bizde de kendini topluma adayan, onları aydınlatan birçok bilim insanı ve aydın olmuştur. Bunlar saymakla bitmez. Onlar aydın cesaretine sahipti. Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Türkan Saylan gibi pek çok aydınımız hayatlarını bu uğurda kaybettiler. 1935 yılında doğan tıp doktoru, akademisyen, yazar, eğitimci, aktivist Prof. Dr.Türkan Saylan bu bilim insanlarından biriydi. Cüzzamla mücadelede başarılı sonuçlar alarak hastalarını iyileştirdi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni (ÇYDD), kurarak binlerce kız öğrencinin okumasını sağladı. Son 17 yıldır meme kanseri hastası olan Saylan, 18 Mayıs 2009 tarihinde vefat etti. Vefat ettiğinde gönüllü kuruluş olarak ÇYDD’nin genel başkanlığını, TÜRKÇAĞ ve KANKEV Vakfı Başkanlığı ile Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı Başkanlığı’nı sürdürmekteydi.

        Örnek aydınlardan bahsederken, yazılarıyla bir çok olaya ışık tutan Uğur Mumcu’yu anmadan geçemeyiz. 22 Ağustos 1942’de Kırşehir’de doğan araştırmacı gazeteci ve yazar Uğur Mumcu 1965’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra aynı üniversitede 1969-72 arasında asistan olarak çalıştı. 1962’de Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan “Türk Sosyalizmi”, makalesiyle Yunus Nadi Ödülünü kazandı. Yeni Ortam ve1975’ten sonra Cumhuriyette yazmaya devam etti. 1991’de İlhan Selçuk ile birlikte gazeteden ayrıldı, 1 Şubat-3 Mayıs 1992 arası Milliyette yazdı. Yönetim değişikliği ardından 7 Mayıs 1992’de Cumhuriyete döndü. 24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirdi.

        Zordur aydın olmak, yürek ister. Meşakkatlidir. Aydın, mum gibi etrafını aydınlatırken, kendi erir.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr                            30.03.2021

 

                                 


20 Mart 2021 Cumartesi

ŞANSSIZ MEMLEKETİM

 


            

UZUNKÖPRÜ/ERGENE NEHRİ VE OVASI

                                               

      

       Serhat kenti Uzunköprü, 1960-70 ve 80’li yıllarda Çorlu, Lüleburgaz, Keşan ilçeleri ile birlikte Trakya’nın 4 büyük ilçesinden biriydi. Ekonomik yönden de birincisi sayılabilirdi. İlçenin vergi rekortmenleri, Türkiye’de ilk 500’e giren sanayi kuruluşları vardı. Ancak bu çok geride kaldı. Şanssız memleketim Uzunköprü, günümüzde artık o ilçelerle yarışamıyor. Tarıma dayalı olan ekonomisinin çarkları eskisi gibi dönmüyor. Köyleri ile birlikte ilçenin nüfusu eskiden 100 bini geçerken bu yıl, 60 bine, merkez nüfusu 40 binin altına indi. Gençler sanayi bölgelerine gidiyor, köyler boşalıyor. Köylerde tarım yapacak genç nüfus kalmadı.

       Küçük bir ülkeyi doyuracak kadar tarım ürünü yetiştirecek potansiyeli olan Uzunköprü’nün en bereketli topraklarına sahip Ergene Ovası 30 yıldır çevre felaketine maruz bırakılıyor. Çorlu ve Çerkezköy’deki sanayi tesislerinin, kirli sularını, yeterli arıtmaya tabi tutmadan Ergene Nehri’ne vermesi yüzünden Ergene Nehri ve ovası artık can çekişiyor. İlçenin tarımını etkileyen birinci neden bu olmakla birlikte ülke tarımının içinde bulunduğu genel sorunlar da çiftçilerimizi derinden etkiliyor. Bunların başında; tarım ürünlerinin para yapmaması, girdilerin pahalı olması, teşviklerin geç ve yetersiz verilmesi, kredi faizlerinin yüksek olması geliyor. Hayvancılık ve sütçülük de izlenen ithalat politikaları nedeniyle para kazanamaz durumdadır. Stratejik bir sektör olan tarım bu bölgenin ve ilçemizin bel direğiydi. Sadece tarım ve hayvancılıkla uğraşan çiftçiler değil, ilçe halkı da bundan ciddi bir şekilde etkilendi. Bu duruma, işçi istihdam eden birkaç fabrikanın kapanması, yüksek okul öğrenci kontenjanının azalması ve kömür maden ocaklarının kapasitesinin düşmesi de eklenince Uzunköprü’nün ekonomisi iyice zayıfladı.

      Bir de; son bir yıldır, Coronavirus (Covit 19) salgını nedeniyle alınan önlemlerin uygulanması esnafları vurdu. İş yapamayan veya dükkanları kapalı olan esnafa, hükümet bazı yardımlar yaptı ise de bunlar derde deva olmadı. Bu dönemde bazı yerel yönetimler, devreye girerek halka yardımcı olmaya çalıştılar. Ankara Büyükşehir Belediyesi, çiçekçilere, berberlere, taksicilere, tableti olmayan öğrencilere yardım etti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, askıda fatura, öğrenci bursu, ücretsiz süt gibi sosyal yardımlarda bulundu. Bilecik Belediyesi 100 yıl sonra çiftçiye 700 dut fidanını ücretsiz vererek ipekböcekçiliğini canlandırdı. Adana’nın Seyhan Belediyesi, kent atıklarından organik gübre üretti, kendi ihtiyacını karşıladığı gibi halka da ücretsiz gübre verdi. Boya üretim tesisi kurarak plastik, astar ve yağlı boya imal etti. Hem kendi ihtiyacını karşıladı hem de okullara ücretsiz boya verdi.

      Belki böyle yüzlerce belediye vardır. Bu örnekler çoğaltılabilir. Üreten, planlayan, halkla beraber, halk için çalışan bu belediyeler birçok proje geliştirerek ellerini taşın altına koydular. Genel ekonomik zorlukların ve salgın hastalığın ülkemizi etkilediği bu zor zamanda, yerel yönetimlerin, güçsüz vatandaşa, işini kaybeden işçiye, beli bükülen esnafa, yardım elini uzatması, sosyal devlet anlayışının bir gereğidir. Ve görevidir.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr                    19.03.2021