31 Ocak 2016 Pazar

HALUK KOÇ'UN UZUNKÖPRÜ ZİYARETİ

                    


Prof. Dr. Haluk Koç ile.














                                                     

               Prof. Dr. Ahmet Haluk Koç 3 Ekim 1954 de İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesini, ardından Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesini dereceyle bitirdi. İç hastalıkları Ana bilim Dalı ve Hematoloji (kan bilimi,kan ve kan bozuklukları ile ilgili tıp dalı) Yan Dal Uzmanlığını Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana bilim Dalı ve Hematoloji Yan Bilim Dalında tamamladı.1990’da doçent, 1996’da profesör oldu. A.Ü Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesinde Hematoloji Bilim Dalı öğretim üyesi ve daha sonra başkanı olarak görev yaptı. Türk Hematoloji Derneği Genel Sekreterliği ve Kemik İliği Transplantasyonu Alt Grup Başkanlığı görevlerini yürüttü. Avrupa Kan ve Kemik İliği Transplantasyonu Kongre Başkanlığı yaptı. Yurt içi ve yurt dışında 200’ün üzerinde makalesi yayınlandı. 7 Mayıs 2008’de ciddi bir trafik kazası geçirdi ve ameliyat oldu.
                   
              22- 23. ve 24. dönem CHP Samsun milletvekili olarak seçildi. 2008’de yapılan CHP'sinin 32.Olağan Kurultayında Deniz Baykal'a karşı genel başkan aday adayı oldu. 2010 CHP Kurultayında Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel başkan seçilmesinin ardından Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığına getirildi ve 3 Kasım 2010’da bu görevden ayrıldı. 30 Temmuz 2012 tarihinden itibaren CHP yönetiminde Kamu Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü oldu. Evli ve 2 çocuk babasıdır.
              
         Haluk Koç siyasi çalışmaları dolayısıyla Uzunköprü'yü üç kez ziyaret etmiştir. İlk gelişi 30 Kasım 2007 tarihinde idi. O tarihte Grup Başkan Vekilliğinden yeni ayrılmış ve 32. Olağan Kurultayda CHP Genel Başkanlığı’na aday adayı olmuştu. Uzunköprü ve Edirne'den benim de içinde olduğum 8 kurultay delegesi her türlü baskıya rağmen kendisine destek vermişti. CHP 32. Olağan Kurultayı parti içi demokrasi konusunda önemli bir dönüm noktasıdır. O kurultayda CHP genel başkanı Deniz Baykal'ın karşısında genel başkan aday adayı olarak Haluk Koç'tan başka Umut Oran ve Ayhan Yalçınkaya da vardı. Delegeden yeterli imzaları toplayamadıkları için aday olamadılar. Deniz Baykal tek aday olarak kaldı. Aday olabilmek için toplam 1231 delegeden (%20'si olan) 253'ünün imza vermesi gerekiyordu. Baykal'a rakip aday adaylarından Haluk Koç 168, Umut Oran 15, Ayhan Yalçınkaya 1 imza toplayabildi. Delege imzalarının divanda, açık olarak verilmesi isteniyordu. Bunun açık oy kullanmaktan farkı olmadığı için bir çok delege muhalif aday adaylarına oy vermekten kaçındı. 
           
           Haluk Koç'un Uzunköprü'ye ikinci gelişi Deniz Baykal'ın 2010 yılında istifasından sonra yapılan kurultayda Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel başkan olmasından sonra idi. 2010 yılının Mayıs ayıydı. Otobüsle Edirne ve ilçelerini dolaşmışlar, partililere umut ve heyecan vermişlerdi. Haluk Koç 21 Eylül 2012 cuma günü de Uzunköprü'ye üçüncü kez geldi. CHP ilçe örgütünü ve belediyeyi ziyaret ettikten sonra Uzunköprü'den ayrıldı. 

             


Hür Gazete 23.09.2012

ÖZGÜRLÜK DİSİPLİNDİR

          
                              ERİKLİ SAHİLİ


            "Özgürlük disiplindir", cümlesi olan biteni, yaşadıklarımızın özünü ortaya çıkarıyor. Cehaletin, disiplinsizliğin, kural tanımazlığın, keyfiliğin doruğa çıktığı günümüzde, kurallara ve toplum disiplinine uymak çağdaşlığın gereği, değil midir?. Batı ölçülerinde vereceğimiz çağdaş eğitim kurallı toplum olmamızın anahtarı olacaktır. Her zaman verilen bir örnektir; Avrupa da yaşayan bir yurttaşımız orada tüm kurallara uyar da, Türkiye de sınırı geçince neden kuralları çiğner? Çünkü Avrupa da sorumsuz davrandığında, karşısına yaptırımlar çıkar ve ödünsüz uygulanır. Arkasında onu kollayan bulunmaz. Ancak Türkiye de bir kolayını buluverirler.

          Özgürlük; her insanın, her istediğini yapması mıdır? Tabii ki değildir ve olmaması gerekir. Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde senin özgürlüğün, başkasının hakkının başladığı yerde senin hakkın biter ve sorumlulukların başlar, başkalarını rahatsız etmeme gibi. "Ben canımın istediğini yaparım, kimse bana karışamaz", diyemezsin. Dersen, karşında tavizsiz uygulanan yaptırımları bulmalısın.

        Bu konuda somut bazı olaylardan bahsetmek isterim. Ailece her yaz tatilimizi, Keşan'ın mücavir sahası içinde yer alan Erikli Sahilinde geçiririz. Doğa harikası olan bu güzelim sahilimizi çok hor kullanmamıza rağmen yine de yok edememişiz. Son senelerde bu güzelim sahilde istenmeyen olaylar olmaktadır. Adeta disiplinsiz bir özgürlük hüküm sürmektedir. Bu yaz Erikli Otel'de bir cinayet işlendi. Erikli sakini bir vatandaşımız, çevreyi kirletmemesi için uyardığı kişilerden öldüresiye dayak yedi. Geçen yıl, 3 kişi arkadaşlarıyla gece eve dönmekte olan oğlumun yolunu kesip, darp ettiler.

        Artık suların yetersiz ve pis akmasından, yolların bozuk olmasından, kanalizasyon kokusundan, her boş yere ve kumun içine dükkan yapılmasından, tapu sorunlarından bahsetmeyeceğim. Bunlardan daha önce halledilmesi gereken bir konu var. Asayişsizlik ve disiplinsizlik. Yetkililerin, denizin içine bile pisleyen, gürültücü, kural dinlemeyen ve külhanvari davranışlar sergileyen günübirlikçi, kiracı, dışarıdan gelen ya da yerli olan kişilere dur, demesini istiyoruz. 
     
        Özgürlük başıboşluk değildir. Özgürlük disiplindir.


Hür Gazete 13.09.2012

UZUNKÖPRÜ'YE YENİ UFUKLAR



                                            UZUNKÖPRÜ




        


             Uzunköprü, Osmanlı Devletinin 1427 yılında Balkanlar'a geçmek için inşa ettikleri taş köprünün hemen yanı başında, Trakya'da kurdukları ilk Türk kentidir.
Köprü inşasıyla beraber burası ormanlık ve bataklık bir alandan kurtarılmış ve buraya Sultan 2. Murad Vakfına ait han hamam, cami, değirmen ve dükkanlar yaptırılmıştır. Uzun yıllar Cisr-i Ergene olan ismi daha sonra halkın kullandığı Uzunköprü olarak değiştirilmiştir. İlk yerleşenler Anadolu Türklerindendir. 4 kez işgal görmüştür. En son Kurtuluş savaşından önce ve sonrasında Balkanlar'dan göç almıştır. İlçe, tarihi Efes Yolu üzerindedir. Bereketli topraklarında her türlü tarım ürünü yetişir. En başta buğday, ayçiçeği, çeltik ekilir. Bağcılık, sebzecilik, meyvecilik yapılır. Hayvancılık, sütçülük önem taşır. Hatırı sayılır kömür ocakları sahalarına sahiptir. Sanayi, tarıma dayalıdır. 2000'den önce canlı olan ticari hayat, daha sonra ithalata ağırlık verilmesinden ve küreselleşmeden dolayı hayatiyetini kaybetmiş, esnaf, sanayici ve tüccar ayakta kalma mücadelesi verir hale gelmiştir.

          Uzunköprü ile komşu ilçemiz Keşan arasında her zaman tatlı bir rekabet olmuştur.  Uzunköprü 30-40 sene önce Keşan'dan sosyal ve ekonomik yönden çok önde idi. İlimiz Edirne'yle de yarışır vaziyetteydi. Keşan artık Uzunköprü ile kıyaslanmayacak kadar öne geçti. Bunda Keşan'ın stratejik konumu da önemli rol oynamıştır.  Keşan, Tekirdağ, Çanakkale, Edirne ve Yunanistan'ın kesişme noktasındadır Ayrıca İpsala Sınır Kapısı, mücavir alanı içindeki Saroz körfezi ve Korudağ da ilçeye çok yakındır. Bu durum Keşan'a turizm ve ticaret yapma açısından çok şey kazandırmıştır. Edirne'yi zaten söylemeye gerek yoktur. Ülkemizin önde gelen tarihi bir kentidir. Edirne, sahip olduğu sınır kapılarıyla üniversitesi, hastaneleri, tarihi ve kültür eserleriyle ekonomik ve turistik canlılığa sahiptir. 

        Uzunköprü'nün de komşu ilçe ve ilimize yetişmek, insanlarına ekmek kapısı açmak için bir şeyler yapması gerekir. Ne olabilir? Bunun perspektifi nedir?Bunun için sorumluluk alması gerekenler başta Uzunköprü Belediyesi olmak üzere, Uzunköprü Ticaret ve sanayi Odası, Ticaret Borsası, Ziraat Odası, STK'lar ve siyasilerdir. Uzunköprü tarihi eserlerini tekrar hayata geçirmeye başladı. Tarihi Kilise, Özgürlük Anıtı, İstasyon Gar Binası restore ediliyor. Tarihi Hamam, Tekel Binası, Telli Çeşme, Eski Askerlik Şubesi restore edilmek için sırasını bekliyor. Bunlar hem tarihi eserlere sahip çıkmak, hem de turistik faaliyetler için çok olumlu icraatlar. Tarihi taş köprümüzün de yeni köprü ve çevre yolunun yapılmasıyla, restore edilerek sadece yaya trafiğine açık olması çok uygun olacaktır.
     
         Tüm bunlara ilaveten Uzunköprü'ye Cumhuriyet meydanı genişletilerek daha büyük bir meydan kazandırılmalı, tarihi köprünün her iki tarafındaki tarlalar kamulaştırılarak ağaçlandırılmalı (yürüyüş, bisiklet parkuru, spor alanları, parklardan oluşan) bir dinlenme kompleksi yapılmalıdır. Tabii,1-2 sene içinde Ergene Nehrinin temizlenip içinde yüzülecek, kenarında piknik yapılabilecek duruma geleceğini düşünerek öneriyoruz.Uzunköprü'nün çağdaş bir kent olması için çok hizmete ihtiyacı olduğu açıktır. Bu hizmetlerin başında sinema, tiyatro, toplantı, konferans salonlarına sahip bir kültür sitesinin yapılması gelmektedir. Sonra ki hizmetler de  çağdaş bir pazar yeri ve Uzunköprü'ye yakışan bir şehir terminali olmalıdır.

         Uzunköprü'de hiçbir şey değişmez, sadece mevsimler değişir', anlayışını artık değiştirmek gerekir. Uzunköprü, işyerlerinin kapandığı, fabrikalarının iflas ettiği, gençlerinin işsizlikten başka kentlere göç ettiği, parasızlıktan kahvelerin bile boşaldığı bir yer olmaktan kurtulmak istiyor. Görev, önce sorumluluk yüklenenlerin, sonra da tüm Uzunköprülüler'indir.




Hür Gazete 21.08.2012

GÜÇLÜDEN YANA OLMAK

           
KARABÜRÇEK KÖYÜ-Uzunköprü
                     
            

             
       "Güçlüden yana olmak." Bu cümleyi son zamanlarda çok duyar olduk. Ne amaçla söylendiğini açıklamaya bile gerek yok. Gayet açık. "Güçlüden yana olmak", her zaman en kolay hareket tarzı olmuş, prim yapmış, kazanç ve rant sağlamıştır. Bu mantığa göre güçlüden yana olup, pozisyon kapmak varken, haklı da olsa, doğru da olsa neden zayıf sanılandan yana olunsun? Değil mi ya? Devir ar devri değil, kar devri. Güçlüden yana olmanın dayanılmaz cazibesi vardır. Önce herhangi bir riski yoktur, tam tersine maddi ve manevi çıkarın olur. Sırtını sağlam yere dayamış isen sana kimse ilişemez. Ama güçsüz de olsa haklıdan yana olayım dersen, orada zorluklar başlar.
         
      Halbuki bana göre ilkelerden yana olmak gerekir. Koyarsın ilkeleri ona göre hareket edersin. Ancak ilkeleri ortaya koyarken, bu ilkeler kişiye ve bireysel çıkara endeksli olmamalıdır. Kişiler her zaman yanıltır. Güçlü olan, yarın güçsüz olursa hangi güçlünün yanına sığınacaksın? Ama doğru ve etik olan güçsüz de olsa haklıdan yana olmaktır. Azınlıkta da kalsan gün gelir, haklılığın gün ışığına çıkar, hakkın teslim edilir. Adaletin terazisi kişiye göre değil, doğruya göre tartmalıdır. Toplumun düzeni ancak böyle sağlanır. 

     Güce tapan insanlar her devirde olmuştur. Bu durumdan faydalanmak istemişlerdir. Unutmayalım ki eninde sonunda bu devirler bitmiştir. Güce sığınanlar da açıkta kalmışlardır. Atatürk 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkıp, Kurtuluş Savaşını başlatacağına, o zaman güçlü olan padişahın yanında yer alsaydı, şimdi özgür ve bağımsız bir ülkede yaşıyor olur muyduk? Biz, vatandaşlar olarak niye ülkemiz için fedakarlık yapmayalım? Niye bireysel çıkarlara teslim olalım? "Güçlüden yana olmak", insanı doğru yere götürmez. Herkes güçlüden yana olursa, adalet sağlanmaz. Adaletin olmadığı yerde demokrasi olmaz.
             
                

AKREP

         








      Akrep nehrin kıyısında, karşı tarafa geçmek için dolanıp duruyordu. Kurbağayı gördü. "Kurbağa kardeş, beni karşıya geçirir misin", diye sordu.
        Kurbağa şöyle bir akrebe bakarak, "seni karşıya geçirmek için sırtıma alsam, sen beni sokar, öldürürsün", dedi.
       Bunun üzerine akrep, "iyi, ama ben seni sokup, öldürürsem, ben de ölürüm, hiç bunu yapar mıyım? Bak, karşıda yavrularım beni bekliyor, sen de annesin, ne olur, beni karşıya geçir", diye yalvardı. 
       Kurbağa dayanamadı, "Peki', dedi. 'Bin sırtıma."
      Tam nehrin ortasına gelmişlerdi, akrep, akrepliğini yaptı ve kurbağayı soktu. 
       Kurbağa, "Ne yaptın?"
      "Ne yapayım? Ben, akrepliğimden vazgeçemem." 
       Her ikisi de bir anda nehrin serin sularında kayboldular.


BEKTAŞİ

Bir gün bektaşiye iki şişe şarap getirmişler.
"Erenler, şu iki şişe şarabı iç bakalım, hangisi daha iyi?"
Bektaşi birinci şişeden şöyle bir yudum aldıktan sonra, "diğer şişe iyi"
"İyi ama ikinciyi daha içmedin."
"Gerek yok.Bundan daha kötüsü olamaz."

İDAM MAHKUMU

Temel'i idama mahkum etmişler. İdama götürürken sormuşlar, "son sözlerin nedir?"
"Ha,bu bana ders olsun."


Yukarıda ki fıkraların,yaşadığımız son siyasi olaylarla ve kişilerle yakından uzaktan bir ilişkisi yoktur.  

Hür Gazete 04.04.2012

BİR PAZAR YAZISI






                                       
Prof. Dr. Osman İnci ile.



             Hayatın neler getirip, neler götüreceğini asla bilemeyiz. Tasavvur ederiz, planlarımız ve geleceğe dair düşüncelerimiz vardır ama bunların gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini, hayatın karşımıza hangi sürprizleri çıkaracağını bilemeyiz. Zaten böyle olmasa, hayat çekilmez olurdu. Ne zaman hasta olacağımızı, ne zaman öleceğimizi bilsek hayat çekilir mi? Hayata sıkı sıkıya bağlı olmamızın sebebi de bu olsa gerek pazartesi günü Trakya Üniversitesi Hastanesinde Prof. Dr. OSMAN.Hayat bana da bir sürpriz hazırlamıştı ve ameliyat olmam gerekiyordu. 5 mart 2012 İNCİ ve ekibinin gerçekleştirdiği bir ameliyat geçirdim. Kendisine ve ekibine bir kez daha samimi teşekkürlerimi sunuyor, beni ziyaret eden, geçmiş olsun dileklerini ileten tüm dostlarımı sevgiyle selamlıyorum.
         
         Tabii hayat devam ediyor. Günceli yakalamak için haberleri izliyorum, gazeteleri okuyorum ve içim kararıyor. Kutuplaşma almış başını gitmiş. Uzlaşma, orta yolda buluşma yok olmuş. Halbuki, buna çok ihtiyacımız var. 1980 öncesinde lise ve üniversite öğrencisiydim sonra öğretmen oldum. O yılların çok kişinin hayatını kararttığını ve ülkemizi de geriye götürdüğünü yaşayarak gördüm. Ülkesini seven, gelecek nesilleri düşünen bir yurttaş olarak egemen güçlerce suni olarak yaratılan kutuplaşmadan ve sertleşmeden ötürü üzüntü ve kaygı duyuyorum.
           
              Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu özgür muhalefettir. İktidar her ülkede vardır. Özgür muhalefet ise yalnızca demokratik ülkelerde bulunur. Sadece siyasi partilerin de muhalefet yapması yetmez. Her demokratik ülkede olduğu gibi toplumsal muhalefetin de olması gerekir. Toplumsal muhalefeti de basın, medya, üniversiteler, sendikalar, sivil toplum örgütleri gerçekleştirirler. Zaten iktidarın da yanlışını görmesi için özgür muhalefete ihtiyacı vardır. Toplumsal kültürümüz açısından da muhalefet edilmesini içselleştiremedik. Diğer kuruluşlarımızda ve siyasi partilerinde kendi işlerinde muhalefet yapılması pek hoşgörüyle karşılanmaz. Hemen tahammülsüz bir ortam ve kutuplaşma yaratılır. Muhalefet eden, eleştiren daima ötekidir. Bunun değişip, yerini hoşgörülü bir ortamın alması gerekir.
          
           CHP’sinin son yapılan 16. Olağanüstü tüzük kurultayında uzlaşma ortamını yaratmak,herkesin seçilme hakkını sağlamak ve bir arada ortak çalışma üretebilmek için yönetimlerin çarşaf listeyle seçilmesi öncelikli oldu ancak yapılan ilk ilçe kongrelerinde yine uygulanmadı. Uzlaşma ortamı sağlanmadı. Eğer uzlaşı olmazsa, karpuz gibi ikiye ayrılan, birbirine arkasını dönen, parti büyüklerine saygı göstermeyen yönetimler işbaşına gelseler de başarılı olmaları mümkün değildir.
           
            Son günlerde yaşadıklarım, bana sağlıktan önemli bir şey olmadığını bir kez daha gösterdi. Bunun herkes tarafından anlaşılmasını ve başta siyasiler olmak üzere herkesin uzlaşmacı,hoşgörülü ve tahammüllü olmasını dilerim.


Hür Gazete 11.03.2012

23 Ocak 2016 Cumartesi

CUMHURİYET HALK PARTİSİ'NDE DELEGE SEÇİMLERİ VE 16. OLAĞANÜSTÜ TÜZÜK KURULTAYI

           

         CHP






           Son günlerde, ülkemizde kaygı verici gelişmeler yaşanırken CHP, delege seçimlerine ve tüzük kurultayına odaklandı. Demokrasinin ayrılmaz parçası olan siyasi partilerde delegeler tüzüklerine göre seçimle gelir. Bu,kiminde göstermelik kimindeyse demokratik olur. CHP'sinde kongre, önseçim, il ve kurultay delegelikleri vardır. Kongre ve önseçim delegeleri; ilçe merkezlerinde mahalle, köy ve belde bazında üyeler tarafından seçilir. Tüzüğe göre; kongre ve önseçim delegeleri yapılacak genel ve yerel seçimlerde adayları saptamak için oy kullanırlar", diye yazsa da bu şimdiye kadar bu yapılmadı. Kongre delegeleri sadece ilçe kongrelerinde ilçe yönetimini ve il delegelerini seçmek için oy kullanır, oldu. İl delegeleri ise ilçe kongrelerinde tespit edilir, il yönetimini, il disiplin kurulunu ve kurultay delegelerini seçerler. Kurultay delegeleri de, genel başkan, parti meclisi ve yüksek seçim kurulunu seçmek için oy kullanırlar.
       
          Demokratik silsilenin böyle gerçekleşmesi gerekir ama aslında öyle midir? Yönetimler yerlerinde kalmak, seçilmişler de yeniden seçilebilmek için bu süreçte türlü manipülasyonlar yapar. Bu da demokrasi adı altında gerçekleşir. Seçim yasası gibi siyasi partiler yasası da ne yazık ki 12 Eylül'den beri değiştirilemedi, buyurgan anlayıştan demokratik anlayışa geçirilemedi. Bu durum, genel başkanların ve üst yönetimlerin görmek istemediği bir konu oldu. 1992'de CHP açılmadan önce SHP'de daha demokratik bir tüzük ve düzen vardı. Şimdi tüzük değişikliğiyle getirilmek istenen maddelerin en önemlileri o zaman hayata geçmişti. Ne var ki, partiyi tek adama göre dizayn etme çabaları 2002 den sonra hız kazandı ve bunu yok etti.
      
         Şimdi, "yeni tüzük yapılacak, tabanın sesine kulak verilecek", deniyor. Gerçekleşirse bu önemli bir adım olur. Ancak, demokrasi uygulanması öyle göründüğü gibi kolay bir yol değildir, CHP'sinde de tek adamlık ağır bastıktan sonra hizipleşme arttı, adamcılık had safhaya vardı. "Çamurdan olsun ,benim adamım olsun" ya da" kazanmak için her şey mübahtır", anlayışları hakim oldu. Güçlüler tarafından İş ve mevkii vaat edilerek üyeler kendine basamak olmaya ikna edilmeye çalışıldı. "Al gülüm,ver gülüm" mantığı ağır basmaya başladı. Liyakat, eğitim, temsil niteliği gibi özellikler göz ardı edildi. Delege seçimlerinde görevi olmayanlar bile müdahale etme hakkını kendinde gördüler.
      
         Bu sistem daha fazla yol alamaz. Aydın insanların partisi olan CHP'sinde eninde sonunda demokrasinin dişlileri çalışmaya başlayacaktır. CHP'sinin kırılma tarihlerinden bir tanesi de 2008 de yapılan 32.olağan kurultay ve 14.olağanüstü program ve tüzük kurultayıdır. O tarihlerde her iki kurultayda kurultay delegesi olarak görev yaptım. Olağanüstü kurultayda program komisyonun da Edirne ilini temsil ettim. Bu kurultayda genel başkana MYK'yı Parti Meclisi içinden seçme hakkı verildi. Gerek kurultay öncesi, gerekse kurultayda yaşananlar bizim daha demokrasi konusunda çok yol almamız gerektiğini bana  gösterdi. Partilerin temel unsuru insandır. Genel merkez, önce bu konuya eğilmeli ve parti üyelerinin eğitimine özen göstermelidir. Parti üyelerinin nitelikleri, parti okullarında eğitim verilerek arttırılmalıdır. Üye, girdiği partinin programını, amacını öğrenmeli, partinin verdiği görevleri ve aidat yükümlülüğünü yerine getirmelidir. Tüm bunların sonucunda parti üyesi, üye olmanın bilinciyle hareket ederek delege seçmeye gerek kalmadan doğrudan  kendi temsilcilerini seçmelidir. Böylece delege savaşları ve fason üye yazımı olmadan demokratik işleyiş rayına oturur.

          Nitelikli üye elde etmenin partiler için ne kadar önemli olduğunun altını tekrar çizdikten sonra yeni tüzük taslağındaki bazı önerilen maddelerden söz etmek isterim. En önemlileri şunlar;
  • Seçimlerde aday olabilmek için önseçim öncelikli olacak,
  • Kongrelerde adaylık için gerekli olan imza şartı %20 dan %10 indirilecek. 
  • Kongrelerde, herkesin aday olabilmesi için çarşaf liste uygulaması asıl olacak.
  • Kurultay'da parti meclisi çarşaf listeyle seçilecek.
  • Üyeliklerle ilgili düzenlemeler yapılacak.
  • Gençlik ve kadın kotası sadece yönetimlerde değil diğer seçimlerde de uygulanacak.
  • Genel Merkezde, eski genel başkan ve genel sekreterlerden oluşacak bir Onur Kurulu kurulacak.

       Tüm bunlar bir tasarı, hepsi kurultayda belli olacak. Tüzükler bir partinin anayasasıdır, onun için önem taşırlar. Ancak uygulama ve uygulayıcılar da aynı derecede önem taşır. 26 Şubat 2012 tarihinde yapılacak CHP 16. Olağanüstü Tüzük Kurultayının diğer partilere örnek olacak biçimde gerçekleşmesini diler, Kurultay delegesi arkadaşlarıma bu önemli görevlerinde başarılar dilerim.


Hür Gazete 11/02/2012