6 Şubat 2016 Cumartesi

UZUNKÖPRÜ'DE DEĞİŞİM


      


      Edirne'nin ekonomisi güçlü ilçesi Uzunköprü'nün artık eski  canlılığından eser kalmamış, köyler ve ilçe merkezi göç verir duruma düşmüştür. İnşaat, bankacılık ve hizmet sektörleri cılız da olsa şimdilik ekonomiyi ayakta tutmakta ancak bu yalancı bahar da nereye kadar sürer? Uzunköprü’nün ekonomik durumu bu haldeyken, sosyal hayatı nasıldır? Hemen söyleyelim, eskiyi aratır haldedir. Belediyenin getirdiği tiyatro, düzenlediği halk konserleri de olmasa, kültürel faaliyetler yok sayılır. Son dönemde, Uzunköprü Belediyesinin yaptığı bazı projeler biraz da olsa ilçeye bir hareket getirmiştir. Bunların başında, çocukluğumuzda çevresinde oyun oynadığımız, o tarihlerde depo olarak kullanılan Tarihi Kilisenin restore edilerek Kültür ve Sanat Evi olarak açılması ve yine tarihi eser olan Eski Tekel Binasının restore edilerek Kent Müzesi olarak hizmete girmesi geliyor. Tarihi eserleri genç nesillere göstererek müze ve kentlilik bilincinin yaratılması ilçemizde hatta çevre ilçelerde hiç yapılamayan ama yapılması gereken bir faaliyettir. 
 
       Yurt dışına gidenler, ilk önce kentlerin ortasında yer alan büyük meydanları görürler. Meydanlar, insanların buluşma ve konuşma noktalarıdır. Uzunköprü’de geçtiğimiz yıllar da Adalet ve Özgürlük Meydanı oluşturulmuş bilahare Telli Çeşme Meydanı düzenlenmiştir. Özellikle Tarihi Telli Çeşmenin ortaya çıkarılması ve çevresinin meydan özelliğine kavuşması ilçemiz için son derece yararlı olmuştur. Ancak Uzunköprü’nün gerçekten daha büyük bir meydana ihtiyacı vardır. Bu meydan, mevcut Cumhuriyet Meydanının büyütülmesi şeklinde olabilir. Yıllardır arabaların işgali altındaki Gazi Caddesinde kaldırımlar genişletilerek vatandaşın rahat yürümesi sağlandı. Arabalar da ara sokaklara çekildi. Onlara da merkeze yakın açık ve kapalı otoparklar yapılmalıdır.

        Belediyenin yaptığı diğer işlerden biri Atatürk, diğeri de Cumhuriyet Mahallesinde iki tane park yapılması olmuş, Öğretmen Evi çay bahçesinin karşısında Kırkkavak Deresi boyunca Hayrabolu Caddesine kadar olan kısmı da yeniden düzenlenmiş. Düzenlenen kısımlar gayet güzel olmuş ancak diğer kısımlar mezbelelik halinde içler acısı bir durumda. Esaslı bir proje kapsamında özel bir Kırkkavak Deresi etrafı düzenleme çalışması yapılması gerekir. Derenin her iki tarafında yerleşim alanının dışına kadar ağaçlandırılarak yürüyüş ve bisiklet yolları ile derenin etrafının taşla örülmesi, oyun alanları, kafeler, çay bahçeleri ve bunun gibi düzenlemeler bu atıl vaziyette duran yerlere hayat verecektir. Eskişehir'deki Porsuk Çayı hem bu dere için hem de Ergene Nehri için örnek bir projedir. 

         Çöp ve temizlik işlerinin belediyenin kendi araç ve kendi elemanlarınca toplanıp, yılda ekonomik anlamda hatırı sayılır tasarrufta bulunulması, Atık su arıtma tesislerinin tamamlanması, Kırcasalih’ten gelen içme su hatlarının 10 km kadarının çelik borularla değiştirilmesi de olumlu işlerdendir. Bunlara ilaveten Atatürk Kültür Merkezinin inşaatının ihale edilip, inşaatının yükselmesi de sevindirici bir gelişmedir. Tamamlandığında kültür alanında büyük bir ihtiyacı karşılayacaktır. Belediyemizin,otobüs terminalinin Kavak Mahallesinde yapılması konusunda verdiği kararın isabetli olduğunu düşünüyorum. Şehrin karşı yakasını da düşünmemiz gerekir. İzole olmuş kenar mahallelerimizin şehirle bütünleşmesi kolaylaşacaktır. Trafik yönünden de otogarın çevre yoluna bir alt-üst geçitle bağlanması gerekir. 
"Uzunköprü'de hiç bir şey değişmez, sadece mevsimler değişir", anlayışının artık değişmesi gerekir. Çağdaş bir pazar yeri, terminal ve büyütülmüş Cumhuriyet Meydanı projeleri ile yeni iş sahalarının açılması, Uzunköprü'de değişime giden yolun adımları olacaktır. .


Hür Gazete 30.05.2014

31 Ocak 2016 Pazar

30 MART 2014 YEREL SEÇİMLERİNE BAKIŞ














                Geçtiğimiz Pazar günü yapılan yerel seçimlerde vatandaşlık görevini yerine getirerek oylarımızı kullandık. Ortalık henüz sakinleşip, durulmadı. Seçimlerden sonra itirazların her zamankinden fazla arttığını gözlüyoruz. Güven ortamı kaybolmuş, Son aylarda yaşadığımız olaylardan sonra hiçbir şey şaşırtıcı gelmemeye başladı. Anımsayacağınız gibi 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonları diye adlandırılan olaylardan sonra her gün yeni bir ses bandı yayınlanmaya başlandı, internet ortamında. Neler olduğunu anlamaya çalıştık. Bir taraf hükümeti yolsuzluk, partizanlık yapmakla suçluyor, hükümet tarafı da paralel devletten (Pensilvanya’dan) bahsediyordu. Adeta bir macera ya da ajan filmi izler gibiydik. Ama sinema filmi değildi.

             Çağdaş, demokratik bir hukuk devletinde herkes Anayasa ve yasalara uymakla yükümlüdür. Kimse yasaların üzerinde olamaz. Kanun ve kurallar herkes için geçerlidir. Uymadığın taktirde çeşitli yaptırımları olmalıdır. Yoksa devleti yönetemezsin. Hiçbir dünya ülkesinde olmayanlar oldu ama seçimlerde çok şey değişmedi. İktidar partisi %45 civarında oy alarak yerini muhafaza etti. Seçimlerde şaibe iddiaları havada uçuşurken “durmak yok, yola devam”, denildi.

           Seçim sonuçlarına baktığımızda seçimlerden önce yapılan tahminlere uygun olduğunu, geçen dönemdeki seçim sonuçlarıyla karşılaştırırsak birkaç şehir dışında çok büyük değişiklik olmadığını görüyoruz. CHP her zaman ki yerlerde Tekirdağ, Kırklareli, Edirne, Çanakkale, İzmir, Aydın, Muğla, Eskişehir, Zonguldak, Sinop ve Giresun'u elinde tutmuş, Mersin, Antalya, Ordu ve Artvin’i kaybetmiş, onlara karşılık Hatay ve Burdur’u kazanmıştır. MHP’de Manisa, Isparta, Bartın, Kars, Adana, Osmaniye ve yeni olarak Karabük ve Mersin’i kazanmış, buna karşılık Balıkesir, Uşak ve Kastamonu’yu kaybetmiştir. BDP ise geçen seçimlerde kazandıkları Diyarbakır, Tunceli, Batman, Siirt, Şırnak, Hakkari, Van, Iğdır’ın yanı sıra bu kez Bitlis ve Ağrı’yı da kazanmıştır. Mardin de de eski BDP eş başkanı Ahmet Türk’ün bağımsız olarak kazandığını unutmamalıyız. İktidar partisi AKP'ye gelince ellerinde tuttukları Bitlis, Ağrı, Kars, Hatay, Karabük ve Mardin’i kaybetmelerine karşın Balıkesir, Uşak, Antalya, Kastamonu, Artvin, Ordu, Sivas ve Bayburt’u kazanmışlardır. Ankara ve Yalova’da bu yazının yazıldığı anda bazı sandıklarda ki oyların tekrar sayılması söz konusuydu.

         İtirazları dikkate almaksızın şu anda ki duruma göre AKP 49, CHP 13, BDP 10, Bağımsız 1, MHP ise 8 il kazanmıştır.
Sonuçların neden böyle olduğunu siyasi partiler kuşku yok ki enine boyuna inceleyecek, irdeleyeceklerdir. Ama ilk önce muhalefet partilerinin özellikle iktidar alternatifi olan ana muhalefet partisi CHP’sinin oturup, düşünmeleri gerekir. En büyük hata, daha önceleri olduğu gibi hiçbir şey olmamış gibi davranmaları olur. Mazeret değil, gerçekçi saptamalar yapıp, gereğini yapmalılar. Üst yönetimlerin özeleştiri yapma, yeni politikalar saptamalarının tam zamanıdır. Artık parti içinde demokrasinin tam anlamıyla uygulanması, tüm seçimlerde genel merkezin değil üyelerin özgür iradesiyle oy kullanarak adaylarını saptaması zamanı gelmişte, geçmiştir bile.

          Uzunköprü’de de yerel seçim sonuçları tarafsız gözlemcilerin beklediği gibi çıkmıştır. Kutular ve evlerde çıkan dolarların etkisiyle AKP’ye olan tepki sandığa yansımış ve fark daha da büyümüştür. Seçilen Belediye başkanımıza, belediye ve il genel meclisi üyelerimize yeni seçilmiş oldukları görevlerinde başarılar dilerim. Seçimler Ülkemize ve İlçemize hayırlı, uğurlu olsun. Zira buna çok ihtiyacımız var.



Hür Gazete 04.04.2014

SİYASET SANATI

                          M. Kemal Atatürk


                                                  
               

    Sözlük anlamında siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş ve anlayış demektir. Aynı zamanda siyaset belli bir toplumda çatışma halinde olan çıkarların uzlaştırılması faaliyetidir. Siyaset kelimesi Arapça seyis (at bakıcısı) kelimesinden türemiştir. Politika da Latince “çok yüzlü” anlamındadır. Bu kavramların günümüzde olumlu algılandığını söyleyebilir miyiz? Pek değil. Sözünde durmayan biri için, “bana siyaset yapma" ya da iki yüzlü biri için, ”politik davranıyorsun”, deriz. Gerçekten de günümüzde siyasetçinin çok itibarlı olduğunu söyleyemeyiz. Bu olumsuz anlamlar dışında, aslında ülkeyi yöneten kişidir siyasetçi. Onun için iyi yetişmiş olması, insanları ve ülkeyi adil yönetmesi beklenir.
     Dünya yakın tarihinde ülkemizde Musrafa Kemal Atatürk, İngiltere’de Winston Churchill, Fransa’da Charles de Gaulle, Almanya da Willy Brandt, ABD de Dwight Eisenhower gibi dünya da iz bırakmış, ülkesine damgasını vurmuş, gerçek devlet adamı olmuş pek çok siyasetçi tanırız. Günümüzde de herkes kendi bakış açısına göre siyasetçileri değerlendirebilir ancak gerçek yargıyı tarih verecektir.
     Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal umut olduğu dönemlerde hatırladığım kadarıyla siyaset yapma konusunda şöyle demişti; “politika, yalnızca politikacılara bırakılamayacak kadar önemli bir iştir. Onun için tüm vatandaşlarımız politikayla ilgilenmelidir. İşçi, çiftçi, esnaf, memur, öğretmen, üniversiteli ve sade vatandaş politika yapmalıdır.” Ben de bu sözleri her zaman önemsedim, bana göre de her kesimden insan politikayla ilgilenmelidir. Çünkü yediğimiz ekmekten, içtiğimiz suya , yaşadığımız çevreye kadar her şeyi politika ve politikacı belirliyor.
     Ancak bizim gibi demokrasisi tam olgunlaşmamış bir ülkede politika yapmak da o kadar kolay değildir. Yerelde politika yapmak ise her zaman daha zor olmuştur. Karşınızda her zaman kurşun askerler bulursunuz. Bir parti de yükselmek için hemen hizip ve gruplaşmalara başvurulur. Bunun sonucu olarak nitelikli insanların önü açılmaz. Bir de politikanın başka bir sancısı politikanın profesyonel olmasıdır. Defalarca tüm görevlere aynı kişilerin talip olması bunun sonucudur. Bu durumun önlenmesi için tüm kesimlerin yurttaşlık görevi olarak politikayla ilgilenmesi önem taşır.
  
       
Hür Gazete 21.09.2013

UZUNKÖPRÜMÜZ

                                        UZUNKÖPRÜ

                                 



                

           Trakya’da, Türkler tarafından kurulan ilk Türk Kent’i olan Uzunköprü 570 yıldan beri emanet edildiği Uzunköprülüler için yalnızca atalarından kalan bir miras değil aynı zamanda gelecek kuşaklara korunarak ve geliştirilerek bırakılacak bir değerdir. Temiz havasıyla, bereketli topraklarıyla, akarsularıyla, tarihsel anıtlarıyla, kentsel mekanlarıyla, çalışkan ve aydın insanlarıyla Uzunköprü eşsizdir. Bu kenti insanlarıyla beraber mutlu etmek, huzurlu kılmak, onlara ve çocuklarına doğdukları yerde iş ve aş olanağı yaratmak görevi yine Uzunköprü'de yaşayanlara düşmektedir. Çağına göre çok parlak dönemler geçiren kent son yıllarda, eski parlak yıllarını arar olmuştur. Tarım, hayvancılık, tarıma dayalı sanayi ve madenciliğin gerek uygulanan ekonomik politikalar, gerekse piyasaların uluslararası tekellerin hakimiyetine girmesiyle artık eskisi gibi kazanamadığını ve ilçemize kazandırmadığını yaşayarak gördük. Bu nedenle de gençlerimiz çevredeki sanayi kentlerine göç etmiş dolayısıyla nüfusumuz da azalmıştır.
    
         İnşaat, tekstil, bankacılık ve hizmet sektörleri ekonominin çarklarını yeterli hacimde çalıştırmadığından ekonomi borçla dönmekte, istenilen iş gücünü yaratamamaktadır. Zaten çalışan kesimin, emeklinin, esnafın alım gücü her geçen gün azalmakta ve geleceği borçlanarak ipotek altına alınmaktadır. Hazır vermenin de çözüm olmayacağı çok açıktır. Uzunköprü’nün şartları, ülkemizin ve hatta dünyanın şartlarından soyutlanamaz. Yine de Uzunköprüyü canlandırmanın yollarını bulmak zorundayız. Mesela;

  • Uzunköprü'de Tarihi ve kültürel turizm canlandırılabilir. Yerel gıda ve el işleri pazarlanmasında ortak girişim olabilir.
  • Uzunköprü Belediyesi, UTSO, UZTB ve girişimciler çevreyi kirletmeyen temiz sanayi için işbirliği yapabilir.
  • Meyvecilik, sebzecilik, arıcılık, hayvancılık, konservecilik gibi alanlarda soğuk hava deposu, ambalaj ve pazarlama konularında yardımcı olunabilir
  • Konferans ve toplantı turizmi teşvik edilebilir.
  • Eskiköy Sınır Kapısının bir an önce açılması sağlanabilir.
       Bunların dışında kentleşmemiz ve kent kültürünü yakalamamız için bu dönem ve önümüzdeki dönemlerde yerel yönetimlerden yapmasını beklediklerimizi de şöyle sıralayabiliriz;
       
  •   Modern bir kente yakışan bir terminal,
  •  Çağdaş kapalı ve açık Pazar Yeri,
  •  Açık otoparklar ve kapalı çok katlı otoparklar,
  •  Büyük bir Cumhuriyet Meydan,
  •  Kırkavak Deresinin yanlarının taş örülmesi ve etrafının çevre düzenlemesi,
  •  Tarihi Hamamın restore edilmesi ve çevre düzenlemesi,
  •  Eski Askerlik Şubesinin restore edilmesi ve çevre düzenlemesi,
  •  Bülbül Korusu, Çamlık ve Ördekli Göl'ün piknik alanı olarak düzenlenmesi.
  •  Telli Çeşme Meydanının düzenlenmesi,
  •  Beyaz saray ve Atatürk Parkının tekrar projelendirilip yapılması.
       Önümüzdeki dönemlerde yukarıdaki önerilerin projelendirilip hayata geçirilmesi halinde Uzunköprü değişir ve gelişir.. İşte o zaman gençler doğdukları yerleri terk etmez, memleketlerin de  çalışır ve gururla Uzunköprülüyüm diyebilirler.

Hür Gazete 03.03.2013

VATANDAŞ RIZA





        Geçen gün 5 Ocak 2013 tarihli bir gazetenin ekonomi sayfasında şöyle bir başlık vardı; "vatandaş Rıza’yı  %6,16'lık enflasyona inandırmak çok zor." Sonra şöyle devam ediyordu, "2012’de enflasyon TÜİK rakamlarına göre 29 yılın en düşük seviyesine çekildi." Öte yandan, 2012 de bazı ürünlerin artışları da şöyle olmuş; cepten görüşme %312,7, sağlık ürünleri %302,06, zorunlu sigorta %53,10, doğal gaz %28,56, banliyö tren %27,36, elektrik ücreti %20,69, odun kömür %19,59, köprü geçişi %19,36, vapur ücreti %19,01, su %18,98, metro ücreti %16,65, LPG %15,95, ekmek %14,72, Ayçiçek yağı %%14,36, çamaşır deterjanı  %14,05, tavuk eti %13,49, makarna %12,80 v.d. 
     
        Yukarıda ki rakamlardan sonra Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), nasıl oluyor da 2012 yılındaki enflasyon artışını %6.16 buluyor? Nasrettin Hoca’nın dediği gibi, "kedi buradaysa ciğer nerede, ciğer buradaysa kedi nerede?" Yukarıda ki rakamlar doğruysa %6,16 nereden çıkıyor, %6,16 doğruysa yukarıda ki rakamlar hayal mi?
     
       İster kabul edin ister kabul etmeyin yetkililer diyor ki; "biz çalışan ve emeklilere bu enflasyon oranına  (%6.16) göre maaş artışı veririz. Geçen yıl çalışanlara ve emeklilere yıllık  %8, bu yıl da %6 civarında artış veren hükümet bu enflasyona inandığına göre acaba vatandaş Rıza inandı mı?
                               
                                            

                                               FABRİKA
       
               Fabrikalar üretim merkezleridir. İştir, ekmektir, aştır. Bir fabrikanın çalışması için sanayici (işveren), işçi, mal ve sermaye gereklidir. Bunların kendi aralarında dengeli ve uyumlu olması için de iyi bir yönetim şarttır. Gel gör ki; rekabete ve çağa ayak uyduramayanları da, küresel ekonominin dev aktörleri acımasızca yok eder. Fabrikalar kapanınca da işsizlik çığ gibi büyür, eve ekmek götüremeyenler çoğalır. 

             İş hayatında çeşitli badireler atlatmış yılların sanayicileri yeni piyasa şartlarına ayak uyduramayınca da; fabrikalar ya el değiştirir ya da  iflas edip, batarlar. Batarken de kendileriyle beraber kendisine mal veren birçok irili ufaklı üretici ve tüccarı da beraberinde sürüklerler. Ticari ahlak sahibi ticaret adamları batsalar da borçlarını ödemeye çalışır, bazıları da kanunların boşluklarından faydalanıp, fabrikasının içini boşaltır, mallarını kaçırırlar. Hayatlarına hiç bir şey olmamış gibi devam ederler.

           Yurt dışında bir şirket iflas ettiğinde artık tüm mal varlığı ile sorumludur. Onun bunun üzerine önceden mal kaçırıp, benim bir şeyim yok deyip, kenara çekilemezler. Orada tüm mal ve para hareketleri denetim altındadır. Alacaklıların hakları da korunur. Burada, "iflas ettim", deyince iş bitiyor. Türkiye'de bu şirketlere mal verip, alacaklı olanlar sonunda bir bardak su içiyorlar. Şirket sahipleri ise yüzleri kızarmadan hiç bir şey olmamış gibi hayatlarına devam edebiliyorlar.
      
           Bunu nasıl açıklayabiliriz? "Burası Türkiye, burada her şey olabilir'', dersek yanlış mı söylemiş oluruz?
 


Hür Gazete 22.01.2013

İNSAN HAKLARI VE YENİ DÜNYA DÜZENİ

                  

              İnsan hakları; her insanın, insan olmaktan gelen en doğal hakkıdır. Bu hakkı teslim etmesi gereken yine insanlardır. İnsanlık, tarih boyunca insana yakışır bir düzen kurma peşinde koşmuştur. 10 aralık 1948, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun, İnsan Hakları Evrensel Bildirisini kabul ettiği gündür. Bu yıl 64. yıl dönümünü kutladık. 1215 yılında, İngiltere Kralı’na karşı yayınlanan Magna Carta da halkın haklarını savunan ilk bildirge sayılır. Ardından Amerika Bağımsızlık Bildirisi ve 1789 Fransız Devrimin de ki İnsan Hakları Bildirisi gelmektedir. 

              

              Osmanlı Devletinde de 1876’da 1.Meşrutiyet, 1908’de 2.Meşrutiyet ile demokrasi arayışları başladı. Yine 104 yıl önce 1908’de Osmanlı Devletinde İlk ÖZGÜRLÜK ANITI Uzunköprü’de kaymakam Mazhar Müfit Kansu'nun girişimiyle açıldı. Anıtın dört bir yanına Özgürlük (Hürriyet), Adalet, Eşitlik (müsavat) ve Kardeşlik (Uhuvvet) yazıları yer aldı. Dünyada ve Osmanlı Devletinden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyetinde de demokrasi ve insan hakları arayışları hiç durmadı. Günümüzde de bu arayışlar halen sürmektedir.

             
             Bir anlamda yaşadığımız çağın tanığıyız. Yalnızca çevremizde olan bitenleri değil, dünyanın öteki ucunda olanları bile görebiliyoruz, duyabiliyoruz. Günümüzdeki teknolojik olanaklar, dünyayı küçük bir köy haline getirdi. Adım atışımız bile izlenir oldu, uydudan. Nasıl bir dünyada gözümüzü açtık, nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Daha mı mutluyuz yoksa dünya küresel (ekonomik) devlerin bir oyun sahası, bizler de onların figüranları mıyız? Demokrasiyi ve insan haklarını bu çerçevede irdelememiz gerekir.
        
           Geçen yüzyılda, 2. Dünya savaşında milyonlarca insan öldü. Bugün de bölgesel savaşlar devam ediyor. Küresel güçler (dünya şirketleri) dünyaya kendi çıkarları açısından çeki düzen veriyorlar. Günümüzde, Hitler, Mussolini, Stalin, Franco, Pinochet’ler yaşamasa da insanlık, sanki merhamet, sevgi, acıma duygularından yoksunlaşmış adeta birer robot halini almış gibi.
       
           Dünyanın bu gidişine karşı, insanlığın da harekete geçmesi, bir şeyler yapması gerekir. Herkes tarihin sınavından geçmektedir. Çare, demokrasiye, insan haklarına, eşitliğe, kardeşliğe ve bu ilkeleri savunanlara sıkı sıkıya sarılmak ve sahip çıkmaktır. Eninde sonunda insanlık, daha iyiye daha güzele erişecektir.

Hür Gazete 12.12.2012

DEMOKRAT OLMAK

  



             Ülkemizde yaşanan onca sorunun arasında yukarıdaki konu başlığının pek önemli ve sıralı olmadığını düşünenler olabilir ancak iyi düşünürsek, sorunların temelinde ve derininde bu konunun yattığını görürüz. Zordur 'demokrat olmak'. Tahammül ister, hoşgörü ister, sabır ister, öz eleştiri yapmayı ve empati kurmayı gerektirir. Halbuki otoriter olmak kolaydır. Otoriter bir yönetim anlayışında yukarıda saydığım özelliklerin hiçbirisine gerek yoktur. Emir verirsiniz, sonuç istersiniz. Her istediğinizi yaptırır, hesap verme gereği de duymazsınız. Böyle yönetmek son derece rahattır. Ancak, bence bu vücuda alınan bir morfin gibi geçici bir rahatlık sağlar. Sonrasında vücut olarak gördüğümüz toplumda dayanılmaz ağrılar ve acılar baş gösterir. 
 
           Otoriterlik bulaşıcı bir hastalık gibidir. Yukarıdan aşağı çok çabuk yayılır ve herkes küçük birer kral kesilebilir. Hatta bu demokrat olduğunu iddia eden kesimlerde de baş gösterir. İşte bu demokrasi kültürünün eksikliğindendir. Eğer öz güveniniz yoksa, siz de bu kuyunun içine çok çabuk düşersiniz. Kuyu diyorum, çünkü yalnızlaşırsınız, etrafınızda samimi hiç kimse kalmaz. Güce tapanlar bile yeni güçlüler arar. Ama ne var ki bir kez o yola girildi mi, artık geri dönüşü çok zordur. 

          Toplumların yaşamlarında da insanların ki gibi çok dalgalanmalar olur. Her şey her zaman düzgün gitmeyebilir. İki adım öne gittiyseniz, komşumuz İran da olduğu gibi dört adım geriye de düşebilirsiniz. Bunun yanı sıra etrafımızda "küçük dağları ben yarattım" diyenler çıkabilir. Bu durum ancak toplumun demokrasiye sahip çıkmasıyla önlenir. Bu noktada "toplum demokrasiye sahip çıkar mı?" sorusu karşımıza çıkıyor. İşte işin özü bu soruda yatmaktadır. 

           Demokrasiye sahip çıkmak kolay değildir. Meşakkatli iştir. Ancak, yaşamı da demokrasi güzelleştirir. İstediğin eğitimi almak, laik, hukuk devletinde istediğin tarzda, kurallara uyarak özgürce yaşamak demokrasiyle mümkündür. Ona ve onun insanlığa sağladığı güzelliklere sahip çıkmanın yolu  da örgütlü toplum olmaktan geçer. Üniversiteler, sendikalar, dernekler, barolar, diğer sivil toplum örgütleri ve en önemlisi siyasi partiler örgütlü toplumu oluştururlar. Siyasi partiler, demokrasinin olmazsa olmaz unsurlarının başında gelir.  Demokrasinin tam olarak işletilmesi için de öncelikle siyasi partilerin demokratik kurallarla yönetilmesi gerekir.

Hür Gazete 22.10.2012