11 Nisan 2020 Cumartesi

AYRIŞMAK

Kelebekler Sergisi- Fotoğraf:Ali Çıtak

                               

                                                                    
             Ayrışmak; birbirinden ayrı düşmek, karşı tarafta olmak anlamı taşır. Bunun zıttı da birleşmek, bütünleşmektir. Hayatın her alanında neredeyse Kabil’le Habil’den beri sosyal ayrışma diyebileceğimiz kavramı sonuna kadar hisseder, yaşarız. Mahallede maç yaparken iki taraf bulunur, birbirlerini yenmek için mücadele eden. Kan davasında birbirini yok etmek isteyen hasımlar vardır. Her takımın fanatik taraftarı için en büyük, kendi takımıdır. Ülkeler arasında, dini inanışlarda, mezheplerde, siyasi partilerde de bu ayrışmayı görürüz.
                
            Bir yerde insan topluluklarını, böl-yönet anlayışıyla ayrıştırarak yönetmek en kolay idare etme şeklidir. Olaylara at gözlüğü ile bakanlar başka gerçeklerin de olabileceğini göremezler. Onlar için tek doğru vardır. O da inandığı kişilerin gösterdiği yoldur. Halbuki ak ile karanın orta yolu vardır. Ama fikri sabit kişileri ikna etmenin imkansızlığı ortadadır. Ülkemizde de aynı amaç için yola çıkmış ideal birliği olması gereken bir siyasi partide bile ayrışma son raddesindedir. Acımasız siyasi rekabet parti üyeleri arasında ayrıştırmayı getirir. Liyakata bakmadan kendi taraftarlarının bir yerlere gelmesi için insanların ayrışması gerekir. Her zaman geçerli taktiktir. Böl ve yönet. Bu ülkeler arasında da böyledir. 2. Dünya Harbinden sonraki soğuk savaş döneminde dünyanın Demirperde Ülkeleri ve Hür Dünya Ülkeleri olarak ayrılması buna örnektir.
                  
           Bu ayrışmanın ve ayrıştırmanın yanlışlığını, bize dünyanın başındaki felaket olan Coronavirus salgını acı bir şekilde gösterdi. Sadece Türkiye olarak değil, dünya olarak hepimizin aynı gemide olduğunun farkına vardık. Evrensel toplumun bir parçası olarak başka ülkeleri, yaşadığımız çevrede komşularımızı,  arkadaşlarımızı, akrabalarımızı ve en ücra köşede yaşayan sosyal yapımızın en savunmasız vatandaşımızı da düşünmek zorunda olduğumuzu gördük. Kendimizi ve ailemizi korumanın yolunun onları korumaktan geçtiğini anladık. Coronavirus salgını, hepimize dünyanın aslında çok büyük ve güçlü olmadığını, zerre kadar bir virüs ile alt edilebileceğini kanıtladı. Doğanın vahşi bir şekilde tahrip edilmesi, nükleer santrallerin faaliyeti, 5 G teknolojisinin sebep olduğu radyasyonun yayılması, ozon tabakasının delinmesi, Buzulların erimesi, derelerin, ırmakların, ovaların kirletilmesi, toprağın fenni gübre- ilaçlarla zehirlenmesi, savaşlarda yüksek teknolojili ve biyolojik silahların kullanılması; dünyayı neredeyse, düşmanı böyle gözle görülmez bir virüs olan bir Dünya Savaşının eşiğine getirdi. 
           
           Bunun sonucunda artık insanlar dünya üzerinde ayrışma değil, bütünleşme olması gerektiğini düşünmeye başladılar. Yakın zamana kadar birbirleriyle amansız rekabet içinde olan Çin’in Amerika’ya sağlık malzemesi yardımı yapacağını, Rus doktorlarının İtalya’da salgının en fazla görüldüğü şehirlerde yoğun olarak çalışacağını kim düşünebilirdi? İnsanlık birlikte mücadele etmeyi, bütünleşmeyi öğrenecektir. Hiç kuşkusuz, 3,5 ayda dünyayı ve ülkemizi saran Coronavirus salgını, insanlığın ortak çabasıyla önlenecektir. Ancak muhtemeldir ki; hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.





orhankalyoncu.blogspot.com.tr      11.04.2020

3 Nisan 2020 Cuma

GÖREV BAŞINA



                                     
                Dünyayı kasıp kavuran Coronavirus salgını Avrupa’dan sonra ülkemizde de hızla artmaya devam ediyor. İlk vakanın açıklandığı 11 Mart 2020’den beri geçen 3 haftada, 2 Nisan 2020 tarihi itibarı ile 18,135 Coronavirus vakası tespit edilmiş, 356 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Sağlık yetkililerinin yaptığı açıklamalarda belirttikleri gibi sosyal izolasyonun, sosyal mesafenin ve temizlik kurallarına uymanın önemi çok büyüktür. Ayrıca bu salgının yayılmasının önlenmesi için başta yaşlılar olmak üzere dışarıda işi olmayan herkesin evde kalması gerekir.
Yaşadığımız ilçede de belediye hoparlöründen sık sık “evde kal”, anonsları duyuyoruz. Belediye uyarı anonsları yaparak, çevreyi dezenfekte ederek en temel görevini yapıyor. Ancak bundan ötesi benim görevim değil, diyebilir mi? Yani o beldede yaşayan insanların acil ihtiyaçları, sorunlarına kayıtsız kalabilir mi? Eğer biz, Türkiye olarak Anayasamızda yazıldığı gibi demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti isek ne merkezi idare, ne de halkın seçtiği belediyeler bu duruma kayıtsız kalabilir.

          Halkın seçtiği ve ulaşabileceği ilk merci yerel yönetimlerdir. Yani belediyelerdir. Bir süre daha devam etmesi beklenen Coronavirus salgını nedeniyle zor durumda kalan vatandaşlarımızın sayısı her geçen gün ne yazık ki artmıştır. İşsiz kalanlar, dükkanı kapalı olan ya da iş yapamayan esnaflar ve benzerleri için bazı belediyeler elini taşın altına koymuşlardır. Örneğin Ankara ve İstanbul Belediyeleri kentlerinde oturan işsiz ve zor durumdaki hemşehrileri için nakit ve gıda yardımı paketi hazırlamış, Eskişehir Belediyesi, (özellikle 65 yaş üzeri kronik rahatsızlığı olanlar başta olmak üzere) vatandaşların istek ve ihtiyaçlarını karşılamak için 24 saat açık Kriz Masası ve Vefa Sosyal Destek Grubu oluşturmuşlardır. İstanbul/Beylikdüzü Belediyesi ve Denizli/Acıpayam belediyesi de (bütün ilçeyi gönüllü karantina altına alarak) Vefa Grubu kurmuşlardır.
              
           Uzunköprü, 40 bin nüfusa sahip orta çaplı bir ilçedir. Tarım ve  tarıma bağlı sanayinin zayıflamasından dolayı ekonomik yönden eski gücü  olmayan ilçede kazancı buna bağlı olan esnaf, bir de bu salgından ötürü dükkanını kapayınca kirasını, Bağ-Kur primini ödeyemez duruma düşmüştür. İşini kaybedenler ve işsizler de cabası. Sosyal belediyecilik, böyle zor durumlarda halkın yanında olmayı gerektirir. Belediye, müşkül duruma düşen, zaruret içinde olan aileleri saptayıp gereken yardımı kaymakamlıkla beraber eş güdümlü olarak yapabilir. Bunun maliyetini, 2020 yılında belediyenin yapmayı planladığı Ramazan ayı iftar yemekleri ve Eylül ayındaki Festival programlarını iptal ederek karşılayabilir. Bunun dışında bazı belediyelerin yaptığı gibi evden çıkmaması istenen yaşlı vatandaşlarımızın ihtiyaç ve alışverişlerini yapmak için genç belediyecilerden Vefa Sosyal Destek Grubu kurulabilir. Unutmayalım ki, olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Bu dönem, yapılanları ve yapılamayanları ile tarihe geçerek derin izler bırakacaktır. Onun için şimdi görev zamanı. Herkes görev başına!



Son söz: Halkımız zor zamanında yanında yer almayanları değil, alanları hatırlayacaktır.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr      03.04.2020


31 Mart 2020 Salı

GÖRÜNMEZ DÜŞMAN

Büyükçekmece/İstanbul


                                   
             Dünya, Coronavirus salgını nedeniyle büyük bir felaketle karşı karşıya. İnsanlık, gözle görünmeyen bir virüsle mücadele ediyor. Görünmez olan bu düşmana karşı eğer yeterli savaş verilmezse çok sayıda insan kaybı olacak demektir. 31 Mart 2020 itibarıyla, şimdiye dek dünyada bu salgından ölen kişi sayısı 37,820 olmuştur. Tüm ülkelerin birbirleriyle dayanışma içine girdiği günümüzde Türkiye'nin de tüm sağlam güçleri bu soruna hep beraber çözüm bulmak zorundadır. Başta devlet yetkilileri, siyasi partiler, işverenler, işçi ve memur sendikaları, Türk Tabipler Birliği ve benzerleri bir masa etrafında toplanıp milletimize birlik ve kararlılık mesajı vermelidirler. Ne yapılacaksa hemen yapılmalıdır. Esas beka meselesi budur.
                 
            Bu salgın nedeniyle tüm dünyada olduğu gibi Türkiye de de olağanüstü günler yaşıyoruz. Önlemlerin başında dışarıyla teması kesmek için evde kalmak ve temizlik kurallarına sıkı sıkıya riayet etmek olacaktır. 65 yaş üzeri ve kronik rahatsızlığı olan vatandaşlarımızın ise dışarı çıkmaması gerekiyor. Merkezi iktidar 15-20 gündür peyderpey önlemleri açıklıyor. Kendimizi, ailemizi ve çevremizdeki insanları korumak için bu önlemlere uymak birincil görevimizdir. Her türlü önleme rağmen salgının hızı kesilmiyor. Vatandaşlar olarak panik yapmayalım, önlem alalım, sosyal mesafeyi koruyalım, temizlik kurallarına uyalım, evde kalalım!
                  
           Tüm bunlar, tamam. Ama bir de çalışmak zorunda olup işsiz kalanlar, dükkanı kapalı esnaflar, geliri olmayanları ne yapacağız? Devletin, gerçekten ihtiyaç sahibi olanları saptayıp Anayasamızda yer alan "sosyal devlet", özelliği devreye girmelidir. Merkezi idare ve belediyeler sosyal devlet anlayışını göstermelidir. Hepimiz aynı gemide isek, gemidekilerin hepsini bu görünmez düşmana karşı korumak zorundayız. Her türlü mücadele topyekün olmalıdır. Hiç bir siyasi, dini ayrımcılık gözetmeden sosyal devlet ve sosyal belediyecilik hemen hayata geçirilmelidir. Bu önerileri sıralarken sosyal yardım için merkezi idare ile İstanbul ve Ankara Büyükşehir belediyeleri ayrı ayrı yardım kampanyaları açarak halktan destek istediler. Kuşkusuz, halkımız her zaman olduğu gibi yardımlarını esirgemeyecektir. Ancak Kızılay gibi tam bu işin görevlisi kuruluş nerededir? Esas sorulması gereken ikinci soru da şudur; sosyal devletin gereklerini yerine getirmek için yardım mı toplanmalıdır yoksa devlet bütçesinde bu gibi felaketler için bir kaynak hazır mı tutulmalıdır?



orhankalyoncu.blogspot.com.tr             31.03.2020

27 Mart 2020 Cuma

EVDE KAL SAĞLIKLI KAL


İstanbul/Çamlıca


                                         
             Ankara’da caddede yürüyen yaşlı bir adama genç biri,  ”amca kaç yaşındasın, Coronavirus salgını nedeniyle dışarı çıkman yasak. Sana ceza uygulamamız gerekir ama bu seferlik affediyoruz”, diyerek, videoya çekiyor. Amca’da hastaneden geldiğini, otobüslerin de kendisini almadığını söylüyor. Sosyal medyada gösterilen tepkiler üzerine hiçbir görevi olmadığı halde yaşlı adamla bu şekilde dalga geçen kişiyi polisler, ifadesini almak için karakola götürüyor. Birkaç gün önce Zonguldak’ta yaşlı bir kadın elinde çantalarla özel halk otobüsüne binmek istiyor. Otobüs şoförü, dışarı çıkma yasağı olan kadını otobüse almıyor. Yaşlı kadın da kendisini otobüsün önüne atıyor. “Ben bu çantalarla evime nasıl gideyim”, diyor. Geçen hafta sonu güneş, baharın başlangıcını müjdeler gibi kendisini göstermişti. İnsanlar, bilhassa yaşlı kişiler sokağa çıkma yasağını dinlemiyor, parklarda güneşleniyor, sohbet ediyorlardı. İki yaşlı adam da bankta oturmuş, konuşurlarken bir apartmandan üzerilerine su atıldı. Yaşlı adamlar da yukarıya bakarak uzaklaştılar.  
               
           Yaşlılara nasıl davranılması gerektiği konusunda yeteri kadar eğitilmemiş, Türk örf, adet ve geleneklerinden habersiz bu kişiler, kuşkusuz geneli temsil etmez. Ancak az da olsa olumsuz ve üzücü örneklerdir. Bir gün herkes yaşlanacaktır. Kurallara yaşlı-genç herkes uymalıdır. Uymazsa da bunun yaptırımı vardır. Saygısızca davranmayı gerektirmez. Tam aksine yaşlılara yardım etmeyi gerektirir. Büyüklerine saygılı olmayan toplumların geleceği de olmaz. Coronavirus salgını nedeniyle, cumhurbaşkanlığınca bir dizi önlem alındı. Bunlar son derece doğru ve gerekli önlemlerdi. Anlaşılan o ki bu sıkı önlemlerle bir süre daha yaşayacağız. Alınan bu tedbirlere tüm yurttaşların sonuna kadar dikkat ederek uyması bu salgının önlenmesi için hayati önem taşıyor. 21 Mart 2020 gece yarısından itibaren uygulanan 65 yaş ve üzeri vatandaşlarımızın evde kalarak dışarı çıkmamaları bu tedbirlerden birisi. Bu demek değildir ki sadece yaşlı insanlar tehlikede, diğer yaştaki insanlar bundan muaf. Uzmanların dediği gibi bu virüs herkese bulaşabilir ve tehlikeli olabilir. Her yaştan insan temizlik ve tecrit kurallarına riayet etmelidir.

           Son günlerde Coronavirusün sadece yaşlıları etkilediğine dair düşüncenin de yanlış olduğunu söyleyen Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) başkanı Mike Ryan, “virüs sadece yaşlıları ilgilendiren bir hastalık değil, aynı zamanda orta yaşlılara da ciddi zarar veriyor. Onlar da risk altında”, diye uyardı. Bu küresel felaket sınırlarımıza dayandığından beri temizlik kurallarıyla ilgili hijyen, temizlik, kolonya, dezenfektan ürünleri, su, sabun, diğer yandan tecrit, karantina, sosyal mesafe, sosyal izolasyon gibi sözcükleri dilimizden düşürmez olduk. Artık onlar günlük yaşamımızın ayrılmaz birer parçası oldular. Ulus olarak salgından kaçınmak için “bana bir şey olmaz”, demeden disiplinli bir şekilde temizlik şartlarına uymak ve izole olarak evde kalmak zorundayız. Sadece yaşlılar değil, işi olmayan herkes evde kalmalı, gerekmedikçe evden dışarı çıkmamalıdır. 



orhankalyoncu.blogspot.com.tr            27.03.2020

26 Mart 2020 Perşembe

TECRİT

İstanbul/Boğaziçi

                                                             
                     


                       Görevli, Umreden gelenleri evden çıkmamaları konusunda uyarmak için telefonla arıyordu. Kasabaya yakın köylerden yaşlı bir çifti aradı. Telefona kadın çıktı.
“ İyi günler hanımefendi. Corona Virüs’ten korunma tedbirleri gereği 14 günlük tecride tabisiniz. Yani evden çıkmayacaksınız. Buna uyuyorsunuz, değil mi?”
“ Aaa tabii yavrum. Evden hiç çıkmıyoruz. Şimdi mevlit yapıyoruz. Biz çıkmadık. Onlar geldi.”
                    
                                 --------o-----------o--------------o----------
                     Kadınlar gün yapıyorlardı. Toplu halde bir arada bulunmak riskli olabilir mi", diye kendi aralarında tartıştılar. Aralarından biri, “biz kucaklaşıp, öpüşmüyoruz ya, bize bir şey olmaz”, dedi. Ve ‘gün’ yapıldı.
                   
                               ----------o--------o--------------o---------
                    Adamın biri Cuma günü gelmiş Diyanet İşleri Başkanlığının emri gereği kapalı olan caminin kapısını zorluyordu. Bir yandan da etrafındakilere sesleniyordu, “siz Müslüman değil misiniz? Cami kapalı olur mu? Ben içeri girmek istiyorum.”
                   
                             ----------o-----------o----------o-----------
                    Adam yurt dışından gelmişti ama 14 günlük karantinaya girmemek için bir yol bulup büyük bir kentimizde bulunan sanayi sitesindeki iş yerinde arkadaşlarına, karantinadan nasıl kaçtığını anlatıyordu. Arkadaşları ihbar etti. Görevliler gelip, vatandaşı karantinaya alınmak üzere götürdüler.
                     
                          --------------o----------o---------o---------
                   Yukarıdaki örnekler, günlük yaşamda her zaman rastlayabileceğimiz olaylar. Sıkı tecrit ve temizlik kurallarına uymak zorundayız. Hatta gönüllü karantina altına seve seve girmeliyiz. Durumun ciddiyetini kavrayamamış bazı kişiler olabilir. Onları uyarmalı, önlemlere uymalarını sağlamalıyız. Coronavirus, hepimizin yaşamını tehdit eden tehlikeli bir salgın hastalık. Bu salgın Çin ve Uzakdoğu ülkelerinde baş gösterirken başta İtalya olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri, önlem almakta geciktiler. Bundan dolayı, buralarda salgın her bakımdan çok ciddi boyutlara ulaştı.
                
                  Ülkemizde de İçişleri Bakanlığı 21 Mart 2020 tarihi itibarıyla gece yarısından itibaren 65 yaş ve üzeri yurttaşlarımızın dışarı çıkmasını kısıtladı. Bu doğru bir karar ancak bu sosyal izolasyonun toplumun bir kısmına uygulanıp, diğer kısmına uygulanmaması beklenen yararı sağlamak için yeterli değildir. Kanaatime göre topyekun bir seferberlik gerekir. Coronavirus, genç-yaşlı, zengin-fakir ayrımı yapmıyor. Kimilerinde hafif geçerken bağışıklık sistemi zayıf kişilerde öldürücü olabiliyor. 

Son söz:  Panik yapmayın!  Önlem alın!  Evde kalın, sağlıklı kalın!




orhankalyoncu.blogspot.com.tr          23.03.2020

20 Mart 2020 Cuma

KÜRESEL KABUS CORONA VİRÜS

İstanbul Fatih Sultan Mehmet Köprüsü

                              
            Son zamanlarda sadece ülkemizin değil, dünyanın birinci gündem maddesi hızla yayılan, tehlikeli ve bulaşıcı olan Corona Virüsü oldu. Dünya Sağlık Örgütü Corona Virüs’ü pandemi ilan etti. Pandemi veya pandemik hastalıklar; bir kıta hatta dünya yüzeyinde etkili olan salgın hastalıklara verilen genel tanımdır. İlk Corona Virüs vakası 29 Aralık 2019’ da Çin Halk Cumhuriyetinin Hubei eyaletinin yönetim merkezi ve 11 milyon nüfusa sahip Wuhan kentinde görüldü. Tecrit uygulamaları ve diğer tedbirler alınarak 2.5 ay içinde hastalıkta belirli düşüş oldu. Ancak bu kez Uzakdoğu ülkeleri ve İran’a sıçradı. Son haftalarda başta tedbir almayan İtalya olmak üzere Avrupa ülkelerinde hastalık hızla yayıldı, vaka ve ölüm sayısı arttı. İspanya, Fransa, Almanya ve komşumuz Yunanistan’da görüldü. Artık hastalık kapımıza dayandı.
                             
             Bütün ülkeler hastalığın kendi sınırları içine girmemesi için her türlü tedbiri almaya çalışıyorlar. Ülkemizde de, cumhurbaşkanlığınca alınan kararlar  gereği 16 Mart 2020’den itibaren uygulanmak üzere tüm okullar iki haftalık, üniversiteler 3 haftalık tatile girdi. 13-14-15 Mart 2020 tarihlerinde oynanan futbol maçları seyircisiz oynandı. Zorunluluk olmadıkça evden çıkılmaması, özellikle 60 yaş üzeri kişilerin evde kalması, temizlik kurallarına son derece dikkat edilmesi, insanların, 1 metre mesafede durması ve birbiriyle temas etmemesi, tokalaşmaması, kucaklaşmaması tavsiye edildi. 2. bir kararla ibadethanelerde toplu ibadet, kapalı alan toplantıları, düğünler v.b yasaklanırken kahveler, barlar v.b geçici süreyle kapatıldı. Yurt dışından gelen kişiler 14 günlük tecride tabi tutulmaya başlandı. 19 Mart Perşembe günü spor camiasının beklediği bir karar alındı. Buna göre, futbol, basketbol, voleybol ve hentbol maçları süresiz ertelendi. Diyanet İşleri Başkanlığı da müftülüklere gönderdiği yazıyla, Cuma günü ve Kandil gecesi camilerin kapatılmasını istedi.
                           
             Ülke olarak 2-3 haftalık bir süreci az kayıpla atlatmaya odaklandık. Eğer tedbir alınmazsa yani temizlik kurallarına ve tecrit tedbirlerine uyulmazsa ne olabileceğini Çin ve İtalya örneğinde gördük. Bu hastalığın yayılmasını önlemek için yurttaşlarımızın bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi son derece önem taşıyor. Hayatımızdan daha önemli hiçbir şey olamaz. Her şeyin başı sağlıklı kalmaktır. Panik yapmayalım! Disiplinli hareket edelim! Bu bulaşıcı hastalık bize her şeyi unutturdu. Adeta bir kalın şal gibi hepsini örttü. Ne artan döviz fiyatları, ne işsizlik, ne hayat pahalılığı, ne enflasyon, ne de sığınmacılar aklımızda. Sanki bir kabustayız. Biran önce uyanmak istediğimiz bir küresel kabus.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr         20.03.2020
                            

               

13 Mart 2020 Cuma

DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY


                                          
                   
             Değişim, evrimleşme, gelişme, yenileşme hayatın doğal akışının gereğidir. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Dünyada değişmeyen hiç bir şey yoktur. İnsanoğlu da doğar, büyür ve ölür. Doğadaki bir kaya parçası bile kütle halinden bir çakıl taşı haline gelir. Toplum yaşamında da böyledir. İnsanlar, göçebe topluluklardan, kentlerde her türlü olanağa sahip konutlarda toplum halinde yaşamaya geçti. Ulaşım aracı olarak artık atı, deveyi değil, son model arabaları, uçakları kullanır oldu. 21. yüzyılın insanları dünyanın öbür ucuyla görüntülü konuşuyor, Aya, Marsa yolculuğa hazırlanıyor. Ülkelerin, yaşamlarında da her zaman değişim olmuştur. Savaşlardan zayıf ve bitap düşmüş, Avrupa'nın “Hasta Adam”, diye niteledikleri Osmanlı Devlet’inden Atatürk’ün kısa zamanda yepyeni çağdaş bir ülke yarattığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile 2. Dünya Savaşından sonra harap düşen ve 70 yılda hızla kalkınan Almanya olumlu değişim gösteren örneklerdendir.
                  
           Siyasi yaşamda değişim olmaz mı? Amerika’da başkanlık sisteminde bir başkan, ne kadar başarılı olursa olsun, ancak 4 yıllık 2 dönem için seçilebilir. Avrupa ülkelerinde 15 yıl başbakanlık yapmış Almanya başbakanı Angela Merkel'in dışında, liderlerin nöbet değişimi daha kısa sürede olmuştur. Türkiye’de siyasetçilere gelince; Turgut Özal (1927-1993) 1983’te Anavatan Partisi ile iktidara gelmiş, 1993’te cumhurbaşkanı iken vefat etmiştir. Alpaslan Türkeş (1917-1997), Bülent Ecevit (1925-2006), Necmettin Erbakan (1926-2011) vefat edene kadar partilerinin başında kalmışlardır. Süleyman Demirel (1924-2015)  1962-1981 arası Adalet Partisi, 1987-1993 arası DYP lideri ve başbakanken 1993’te seçildiği cumhurbaşkanlığı görevini 2000 yılında tamamlamıştır.
                      
         Türkiye’nin demokrasi tarihinde; İsmet İnönü 1972’de CHP olağan kurultayında genel başkanlığı Bülent Ecevit’e devretmiş ve vefat ettiği 28 Aralık1973’e kadar sade bir partili olarak kalmıştır.1946’da Türk siyasi hayatını çok partili sisteme geçiren Kurtuluş Savaşı kahramanı İsmet İnönü parti liderliğini de demokratik yolla devretmeyi bilmiştir.  Oğlu Erdal İnönü’de SHP genel başkanlığını, aday olmayarak 12 Eylül 1993 tarihinde yapılan SHP olağan kurultayında Murat Karayalçın’a bırakmıştır. Günümüzde de MHP lideri Devlet Bahçeli 1997, Ak Parti lideri Recep Tayyip Erdoğan 2001(2014-18 arası hariç), CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu 2010 yılından beri partilerinin başındadır.
              
         Lider ve devlet adamları kolay yetişmez. Ancak her şeyin bir sonu olduğu gibi siyasetin ve liderliğin de bir sonu vardır. Ülkemizde çağdaş anlamda yeni siyaset ve devlet adamlarının yetişmesi için değişimin önünü açmak gerekir. Bu da siyasetin kurallarının yukarıda belirlenmeyip, demokratikleşmesiyle olur. 



orhankalyoncu.blogspot.com.tr     13.03.2020