21 Haziran 2020 Pazar

KEŞAN UZUNKÖPRÜ DOĞAL GAZ HATTI


 

                                 

           2020 yılının Haziran ayının sıcak günlerini yaşıyoruz. Ama 3-4 ay sonra serin ve soğuk havalar gelecek. Trakya'nın kışı sert ve soğuk geçer. Anlaşılan o ki; önümüzdeki yıl da Uzunköprülüler, yine kömürle ısınmaya ve hastalıklara davetiye çıkaran Türkiye'nin en kirli havasını solumaya devam edecek. Çünkü doğal gaz konusunda bir çalışma göremiyoruz. Her konuda Uzunköprüyü geride bırakan komşu ilçemiz Keşan, doğal gazın konforunu 3 yıldır yaşıyor. Gazdaş Trakya Bölge Müdürü Tamer Akaslan, Keşan’da 300 km doğal gaz hattı tesis edilerek 62 bin nüfuslu ilçede 26 bin potansiyel aboneye oldukça kısa bir sürede doğal gaz arzına başladıklarını kaydederek şunları söylemiş; “doğal gaz gibi hava kirliliğini azaltan önemli bir yakıt sayesinde Keşanlılar temiz bir havaya kavuşmuş olacak.” 28 Nisan 2017 tarihli ulusal ve Trakya'daki bazı yerel medyada da şu haberi gördük. “Türkiye'nin en kirli havasına sahip Keşan’da doğal gaz ateşi yakma töreni düzenlendi.” 

         Bu haberden Keşanlılar adına sevinç duydum. 1980-83 yılları arasında öğretmen olarak görev yaptığım Keşan'ı ve Keşanlıları yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Siyasi görüş ayrımı gözetmeden her zaman Keşan için birlik, beraberlik ve dayanışma içinde hareket etmeyi bilirler. Nitekim doğal gaz konusunda Uzunköprü ile birlikte yola çıktıkları halde Uzunköprüyü geride bıraktılar. 3 yıldır doğal gaz kullanıyorlar. Uzunköprü ise bu konuda belirsiz bir süreç içerisinde bulunuyor. 2018 yılının başlarıydı. Uzunköprü’nün yerel gazetelerinde, “Bu Bahar Uzunköprü’ye Doğal gaz Gelecek”, diye bir haber görünce doğrusu ümitlenmiştik. Tamam dedik. Artık gelir. Ancak ne gelen oldu, ne giden. Bahar geçti, yaz geçti, sonbahar geldi. Bunun üzerine 13 Kasım 2018 tarihinde Uzunköprü Hür Gazete’de, “ Doğal Gaz Hangi Bahara Kaldı” başlıklı bir köşe yazısı yazdım. Yetkililerin 2018 yılının Ekim ayında şehir içi boru hatlarının döşeneceği ve doğal gazın yanmaya başlayacağı müjdesini vermelerine rağmen bir yurttaş olarak ne olduğunu ve neden sonuç alınamadığını soruyordum. Yanıt yoktu. 

           Tüm yetkililer bu konuda sık sık müjde vermeye devam ediyor. Çeşitli tarihlerde verilen müjdelere rağmen bu konuda bir arpa boyu yol kat edilmedi. Kurtbey köyünde kalan doğal gaz boru hattı bir türlü ilerleyip, Uzunköprü’ye ulaşamadı. En son olarak tankerle getirilen doğal gazın bir mahalledeki bazı evlere verilmeye başlandığını biliyoruz. Uzunköprü’ye doğal gaz gelme hikayesi neredeyse yılan hikayesine döndü. Bu planlamalar nasıl oluyor? Neden yarıda kalıyor? Uzunköprü’nün tüm yolları delik deşik. Önce su boruları döşendi. Şimdi de şehir içi doğal gaz borularının döşenmesini bekliyoruz. Bunun milli ekonomiye ne kadar zarar verdiği hesaplanıyor mu? Bir taraftan almadığımız doğal gazın parası dışarıya ödeniyor, bir taraftan hava kirliliği ve sağlık problemleri. Uzunköprülüler, yetkililerin artık müjde vermekten vazgeçmelerini, bunun yerine icraat yapmalarını bekliyor.

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr     20.06.2020

 

6 Haziran 2020 Cumartesi

DOĞANIN DENGESİ

               


Ördekli Göl-Uzunköprü


              

        Doğanın dengesi bozuldu, mevsimler değişti. Aralık, Ocak, Şubat ayları yılın en soğuk geçen aylarıydı. Dize kadar yağan karlar yüzünden 30-40 yıl önce okullar kapanırdı. Şimdi, kış ayları sıcak geçerken, Haziran ayında kar ve dolu yağıyor, Ağustos da ortalığı sel basıyor. 21. Yüzyılı ilk çeyreğini tamamlamamıza çok az bir süre kala dünya nüfusu 7,8 milyarı geçmişken doğayı tahrip etmemizin sonucu mevsimler değişti, hastalıklar baş gösterdi. Kıtlık kapımızda. Bazı bilim adamları, “Coranavırus (Covid 19) salgınının, çevreyi hoyratça kullanmamızın sonucu olabilir mi, diye araştırmaya başladı.  

        Şu bir gerçek ki; çevre sorunları dünyanın kaldırabileceği tahammül sınırını çoktan aştı. Buzulların erimesi, atmosferdeki ozon tabakasının delinmesi, nükleer silah denemeleri, altın- gümüş maden aramalarında yer altı su kaynaklarını zehirleyen siyanür kullanılması, taş ve mermer ocakları için kayaların dinamitle parçalanması, derelerin üzerine santral kurularak kurutulması, termik santraller, milyonlarca aracın egzoz gazları ve doğa harikası doğal körfezlere liman kurulması, nehirlerin sanayi atıklarıyla kirletilmesi gibi doğaya karşı işlenen suçlar dünyayı yaşanmaz kıldı. Üstüne üstlük suni gübre, ilaçlar, genetiği ile oynanmış tohumlar ve hormonlar yediğimiz, içtiğimiz her şeyi doğallıktan uzaklaştırdı. Bütün bunlar bizi hasta yaptı. Tüm ülkelerde hastalıklı insan toplulukları meydana geldi. Yalnızca Afrika, Güney Amerika ve Asya'nın geri kalmış fakir ülkeleri değil, bunun yanı sıra Avrupa ve Amerika gibi gelişmiş ülkelerin insanları da hasta oldu. Başta obezite, şeker, tansiyon, kanser, kalp ve damar hastalıkları olmak üzere insanlar birçok hastalıkla uğraşıyor.
                 
          Bu işlerden kimler kazanıyor? Dev ilaç firmaları, laboratuvarlar, özel hastaneler, uluslararası maden şirketleri, nişasta bazlı şeker, GDO’lu tohum ve tarım ürünleri üreten dev tarım şirketleri bu işlerin neresindedir?   Bu şirketlerden vergi toplayan devletler ile 7,8 milyar insanın dünyaya fazla geldiğini söyleyen devlet adamları bu işin neresindedir? Onlar için, hastalıkların önlenmesi, onlara çare bulunması ve insanların sağlıklı yaşaması mı, yoksa kapitalist dünyanın hakim düşüncesine uygun olarak kazançlarının artmış olması mı daha önemlidir?  Bunun yanıtı çözümün de yanıtı olacaktır.
               
        Dünyanın en ücra köşesindeki bir kimsenin bile hayatımızı etkilediği, salgının oradan bize kadar yayılabileceği kanıtlandı. Dünyamızın sanıldığı kadar büyük olmadığını, doğaya gereken saygıyı göstermemiz gerektiğini geçen 5-6 aylık zaman zarfında acı bir şekilde öğrendik. Dünya, 21. yüzyılda 20. yüzyılın düşünce sisteminin artık insanlığa yakışmadığını, para kazanmanın tek doğru olarak kabul edildiği kapitalist sistemin sınırlanması ve insan sağlığının paraya olan bağlılığının yok edilmesi gerektiğini kabul etmelidir. Coranavırus (Covid 19) salgın süreci bunların gerekliliğini göstermiştir..




orhankalyoncu.blogspot.com.tr      06.06.2020
            

 


1 Haziran 2020 Pazartesi

HOCAM YURDANUR SALMAN

1973/74 İ.Ü Yabancı Diller Y.O
                    


          1974 yılının ilkbaharıydı. İstanbul Boğaziçi’nde doğa bütün ihtişamıyla canlanmış, güneş kıştan sonra bütün cömertliğiyle kendini gösteriyordu. Bebek sırtlarında mor salkımlı erguvanların sardığı, boğazı tepeden gören bir eve geldik. Bu şirin ev, hocamız Yurdanur hanımın oturduğu evdi. İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu İngilizce Bölümünde okuyan biz, 1.sınıf öğrencilerini evine davet etmişti. Önce evin konumuna, eşsiz boğaz manzarasına ama ondan öte hocamızın misafirperverliğine hayran kaldık. Aradan 46 yıl geçtiği halde unutamadık. Ruhi Su’nun plaklarını ilk defa orada dinlemiştim.

         1973 yılının Kasım ayında, İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu İngilizce Bölümüne girmiştim. Bir önceki yıl açılan okulun ikinci öğrencileriydik. Her bölümün sınıf kontenjanları 30 kişiydi. Okulumuz, önce geçici olarak Fındıkzade İlkokulu binasında, 1974/75 eğitim yılından itibaren de Beyazıt’taki Merkez Binanın yan sokağında bulunan tarihi bir binaya taşındı. İstanbul Üniversitesi yönetimi, orta dereceli okullara öğretmen yetiştirmek için Edebiyat Fakültesinin Dil ve Edebiyat Bölümlerinden ayrı 4 yıllık bir yüksek okul açmıştı. Okulun ve İngilizce Bölümünün başkanlığını Prof.Dr. Özcan Başkan yapıyordu.

         Okulda derslere başlamamızla birlikte Yurdanur hanımı tanıdık. Temel İngilizce dersimize geliyordu. Haftada en çok o dersi görüyorduk. Sınıfa girince hiç oturmaz, hareket ve mimikleriyle dersini anlatırdı. 36 yaşlarında genç bir öğretim üyesi olmasına rağmen ders anlatımında ve öğrencileriyle ilişkilerinde çok başarılıydı. Onu çok sevdik. Adeta onun davranışlarını, görüşlerini, ders anlatışını kendimize örnek alıyorduk. Bizim için rol model olmuştu. İleride öğretmen olduğumuzda onun gibi ders yapmayı hedefliyorduk. Evine davetten sonra bir gün yine bütün sınıfı alıp, Kapalıçarşı’da bulunan kebapçıya götürmüş, bize kebap ve künefe ısmarlamıştı. İlk defa böyle davranışlarla karşılaşıyorduk. Biz taşradan gelen öğrenciler, öğretmenlerimizle genelde resmi olurduk. Yurdanur hanım başkaydı. Bize ilk iki yıl Temel İngilizce, 3. Sınıfta Anglo-Amerikan Edebiyatı ve 4.sınıfta İleri İngilizce derslerimize gelmişti.

        Sevgi Soysal’ın romanlarından övgüyle bahsederdi. Yazarın çok konuşulan “Yürümek”adlı romanından sonra 1973’te “Yenişehir de Bir Öğle Vakti”, adlı romanı çıkmıştı. Tavsiyesi üzerine yazarın o kitabını ve diğer eserlerini hemen alıp, bir solukta okumuştum. Yurdanur hanım, arkadaşımız gibiydi. Okul bittikten sonra da öğrencileriyle iletişimini sürdürürdü. Trakya'nın bir ilçesinden geldiğim için, bana arada “Rumelili”, diye seslendiği de olurdu. Okuldan 1978’in Şubat ayında mezun olmuş, aynı yılın 24 Mayısında Uzunköprü Lise’sine İngilizce öğretmeni olarak atanmıştım. Yurdanur hanım ile mektuplaşmış, tercüme etmem için bana bir kitap göndermişti. O kitaba başlamış ancak tamamlamak kısmet olmamıştı. Ondan birincisi 13 Ekim 1978, diğeri 23 Kasım 1978 tarihlerinde olmak üzere iki mektup almıştım. Sonra da iletişimimiz kesildi. 15 Mayıs’ta vefat ettiğini derin bir üzüntüyle öğrendim. Kendisinin, bize çok emeği ve katkısı vardır. Kendisini unutmayacağız. Işıklar içinde uyusun.

        Özgeçmişi: 1937’de Balıkesir’de dünyaya gelen Yurdanur Salman, İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Edebiyat, yazın kuramları ve psikanaliz gibi pek çok alanda yaptığı çevirilerle, Salman Rüşdi, John Steinbeck, John Berger, Susanne Sontag, Edgar Allan Poe, Erich Fromm’un yapıtlarının yer aldığı 30’dan fazla kitabı Türkçe’ye kazandırdı. İstanbul, Boğaziçi ve Atatürk Üniversitelerinde çeviri ve İngilizce dersleri verdi. Kuram dergisini çıkardı, Yeni Dergi, Adam Öykü, Yazko Çeviri dergilerinde çeviri ve yazıları yayımlandı. 15 Mayıs 2020’de 83 yaşında hayata gözlerini yumdu. Bir öğrencisinin gözünden hocamızı anlatan Ekşi Sözlükte yayınlanan bir paylaşımdan bir kaç cümle; “Türkiye'nin en iyi çevirmeni. Üstüne yok. Müthiş bir dil kültürü ve bilgisine sahip. Bildiğini yapar. Bildiği yolda yürür. Çeviri dersleri verir, yabancılara Türkçe öğretir, çevresinde belli bir öğrenci hayran kitlesi vardır. Süper kadın. Boğaziçi Üniversitesinde ders veren "hocaların hocası" müthiş İngilizce dehasına sahip hoca ve çevirmendir.  Değeri bilinmelidir.”

 



orhankalyoncu.blogspot.com.tr       01.06.2020


29 Mayıs 2020 Cuma

KARTAL YUVASI AİLE SİNEMASINDA


                                               
                       
                                                 
                                                
          İnternette görünce, 2 saat 35 dakikalık "Kartal Yuvası", filmini yıllar sonra tekrar seyrettim. Bu filmi ilk seyrettiğimde Uzunköprü Lisesinde öğrenciydim. 1970'li yılların başı olmalıydı. Yaklaşık, 50 yıl sonra aynı filmi izleyince ne düşünecektim? O yıl film hakkında ne düşünmüştüm? Uzunköprü'de, Sinemacı Mahmut’un (Halkapınar) Aile Sinemasında, “Kartal Yuvası”(orijinal adı “Where Eagles Dare) 1968 yılı Amerikan- İngiliz ortak yapımı aksiyon, savaş ve casusluk filmini o zaman adeta nefesimi tutarak izlemiştim. Baş rollerinde Richard Burton, Clint Eastwood, Mary Ure gibi dev artistler oynuyor, yönetmenliğini de Brian G. Hutton yapıyordu. Konusu; Almanların Alp dağlarında dağın tepesine kurdukları kartal yuvasını andıran bir kaleden, askeri bir İngiliz ekip tarafından Amerikalı bir generalin kurtarılmasıydı.
         
       Filmi izlemek, benim için geçmişe uzanan bir zaman yolculuğu oldu. Yarım asır önce Uzunköprü'de halkın en önemli eğlence aracı sinemalardı. Kocaman sinema salonu tek bir sobayla ısıtılmaya çalışılırdı. Uzunköprü, çocukluğumda nüfusu 18 bin civarında, 2 caddesi, 2 parkı olan herkesin herkesi tanıdığı küçük bir kasaba idi. Ekonomisi, ağırlıklı olarak tarıma dayalıydı. Küçük çaplı yağ, un, çeltik fabrikaları vardı. Çiftçilik, öyle traktör ve ekipmanlarla yapılmıyor, el gücü ve hayvan gücüyle yapılıyordu. Öküz arabaları, düvenler, yabalar vardı. 1960 ve 1970’li yıllarda sinemaların, yazın yazlık bahçesi, kışında kışlık salonları olurdu. Uzunköprü’de de böyleydi. Sinemacı Mahmut Halkapınar’ın Muradiye Caminin arkasında kışlık ve yazlık Aile Sineması ile Çöpköy Durağına yakın yazlık Emek sineması, Adem Bahçe’nin Yeni Çarşı civarında yazlık, Bey Mahallesinde kışlık Atlas Sineması, İsmet Tükenmez ve ortaklarının Cumhuriyet Meydanında belediyenin binasında kışlık, Gazi Caddesindeki şimdi Yüceler Pasajının olduğu yerde de yazlık Halk Sineması vardı. Yaz aylarında parkların ve sinemaların yazlık bahçeleri dolar taşardı. Geç kalınca yer bulunmazdı.
      
        Sinemalara arada konserler, tiyatrolar da gelirdi. Yerli filmler, yabancı filmlere göre daha fazla oynatılırdı. Hatırladığım kadarıyla baş rolünde Feridun Karakaya’nın oynadığı Cilalı İbo, Sadri Alışık'ın oynadığı Turist Ömer ile Ayşecik ve Ömercik seri filmleri çocukların çok sevdiği filmlerdi. Orhan Günşiray, Eşref Kolçak, Göksel Arsoy, Ediz Hun, Ayhan Işık, Muhterem Nur, Belgin Doruk, Fatma Girik, Filiz Akın, Türkan Şoray o zamanın başrol oyuncularıydı. Sinemalar arasında rekabet olur, bilet fiyatlarını düşürürlerdi. Sinemacı Mahmut, yazlık Emek Sinemasında bir defasında hafta sonu 3 filmi 25 kuruşa indirmiş, giriş bileti alana, bir de fiyatı yine 25 kuruş olan sade (asker) gazozunu bedava vermişti. Bu haber Hürriyet Gazetesinde de çıkmıştı. 1970’li yılların ikinci yarısında başlayan erotik filmler furyası ailelerin, ayaklarını sinemadan kesmesine neden oldu. Sonra da televizyon çıktı, mertlik bozuldu.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr      29.05.2020

                        



19 Mayıs 2020 Salı

ERİKLİDE SUSUZ YAZ

Erikli Sahili/Keşan


                                    

         Keşan'ın mücavir sahası içinde yer alan Erikli Sahili, karmaşık girdaplar çizen akıntılar nedeniyle kendi kendini temizleyen Saros Körfezinin doğa harikası bir bölgesidir. Yazın nüfusu 50-60 bini bulan Erikli Sahiline gelenlerin ve orada yazlık evleri olan sakinlerin çok iyi bildiği gibi buranın çözüm bekleyen iki acil sorunu vardır. Bunların birincisi su meselesi, ikincisi de arıtmanın yetersizliğidir. Bu sorunlar, uzun süredir devam eden, neredeyse kronikleşen iki sorundur. Şimdiye kadar ihmal edilmiş, bir türlü çözüme kavuşturulmamıştır. Şebeke suyu çok kirli ve az akmaktadır. Bırakın yemekte kullanmayı, duşta dahi kullanılması risklidir. Bazı yüksek bölgelere su çıkmamakta, tankerle su taşınmak zorunda kalınmaktadır. Arıtma da artık S.O.S vermekte etrafına pis bir koku verdiği gibi artık göle verilemeyen sözde arıtılmış suyu da denizi kirletmektedir. Bu iki konuda Keşan İlçe Hıfzıssıhha Kurulundan "sağlıklıdır", raporu çıkar mı? Kuşkuluyum.
       Bu yıl bu sorunların çözümünü beklerken, Keşan’ın yeni belediye başkanı sayın Mustafa Helvacıoğlu, 12 Mayıs 2020 tarihinde Edirne Yenigün Gazetesinde yayınlanan röportajında şöyle diyor; Bu sene için Erikli, Yayla için hayallerimiz, projelerimiz vardı. Ancak bu virüs bizi erteledi. Bir de şöyle bir durum daha var. Bu yerleşim alanlarının koruma amaçlı yeni imar planları İlbank tarafından yeniden hazırlanıyor. Mevcut planlar yok hükmünde. Bu nedenle tadilat ruhsatı dahi veremeyecek durumdayız. Elimiz kolumuz bağlı. Bu planlar önümüzdeki yılda bitirilmesi halinde su şebekesi altyapı çalışmalarına gireceğiz. Ancak bu yıl hem salgın, hem de kredilerdeki kısıtlama nedeniyle bir gelişme olmayacak. Sezonun da geçen yıllara kıyasla çok farklı geçeceğini bekliyoruz. Yoğunluk yaşanmayacağını tahmin ediyoruz.”
      Anladığımız kadarıyla Erikli'ye bu yıl yapılacağı söylenen ve söz verilen hizmetler başka bahara kaldı. Buna sebep olarak Coronavirus (Covid19) salgını ve yeni imar planının yapılıyor olması gösteriliyor. Hizmetlerin durması için Coronavirus (Covid 19) salgını bir neden olabilir mi? Uzmanların söylediklerine göre bu virüsle mücadele kısa zamanda bitmeyecektir. Onunla bir süre daha yaşamayı öğreneceğiz. Kaldı ki Büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere bir çok belediye metro ve altyapı gibi projelerini devam ettirmektedirler. Yaz aylarında kalabalık bir nüfusu olan Erikli Sahilinde susuzluk ve arıtmanın yetersizliği acil değilse, hangi hizmet acildir? Virüsle mücadelede temiz su şart değil midir? Coronovirüs gibi bir sağlık sorunu ile uğraşırken bu iki konunun da ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceği unutulmamalıdır. Acilen el atılması ve geciktirilmemesi gerekir.
      2018 yılında yapılan kooperatif toplantısında o zaman ki belediye başkanı sayın Mehmet Özcan, bu iki konunun, DSİ ile Mecidiye Barajından Erikliye su getirilmesi ve Yayla'daki gibi bir arıtma tesisinin yapılması projelerinin hazır olduğunu, sadece arıtma için yer tespiti yapılacağını belirtmişti. Kamu işlerinde devamlılık esas olduğuna göre o projeler niye devam ettirilmez? 4 Ağustos 2019 tarihinde yapılan kongre ile 30 yıldır Erikliye hizmet vermiş Erikli Sahili Turizmi Geliştirme Kooperatifinin tüm mal varlığı ve alacaklarıyla Keşan Belediyesine devredildiğinde, şimdiye kadar Erikliye maddi ve manevi destek vermiş tüm üyeler, hizmet kalitesi yükseleceği için sevinmişlerdi. Galiba, o erken bir sevinçmiş!





orhankalyoncu.blogspot.com.tr      19.05.2020


.




12 Mayıs 2020 Salı

DOLAR NEREYE KADAR DOLAR



                      
               

            2016 yılının Ekim ayında dövizde yine hareketlenmeler başlamıştı. O zaman henüz Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmediğimiz için sayın Binali Yıldırım son başbakanımızdı. Bu tarihte, “Dolardan bize ne, dolsa ne olur, dolmasa ne olur? Biz kasaya dolana bakalım, her şeyi getirip dolara bağlamanın anlamı yok. Çıkıyor, iniyor”, diye bir beyanat vermişti. Sonra Dolar, kendisinin dediği gibi dolmaya devam etti. 3,09 TL’dan 18 ay sonra %32 artarak Nisan 2018’de 4,09 T.L seviyelerine geldi. 2 yıl geçtikten sonra 12 Mayıs 2020 tarihi itibarıyla da %71 artarak 7,02 TL civarına geldi. Paramızdan 6 sıfır atıldığında 1 TL= 1 dolar olacaktı, Mayıs 2020’de 1 dolar 7 kat artarak 7 T.L oldu. 

           7 yıl öncesine dönersek, 2013 yılında ortalama dolar kuru 1,90 T.L seviyesindeyken 2018 yılı Nisan ayında 4,09 T.L, 2020 Mayıs ayında 7.02 oldu. % 269’luk bir artış söz konusudur. Yine aynı yıl bir çeyrek altın 143 lirayken, Nisan 2018’’de 288 T.L, 12 Mayıs 2020’de 637 TL oldu. Burada da % 345 artış vardır. Buna karşılık 2013’te en düşük bir emekli memurun maaşı 1,188 T.L’dan, 2018’ de 1,910 T.L’sına çıkmış, Mayıs 2020’de bu maaş toplamda %124 artarak 2,661 TL olabilmiştir. Bırakın refah payını 7 yılda, dolara ve altına göre alım gücü çok azalmış, yerlerde sürünür hale gelmiştir. Yani bu duruma göre epey  fakirleştik.  Bu nedenle, “dolar dolsa ne olur, dolmasa ne olur”, diyemeyiz. 7 Yıllık tablo kısaca şöyledir:
                             2013          2018      2020     Artış
                                               Nisan    Mayıs   Yüzde
1 Dolar                 1,90 T.L       4.09       7,02     %269
1 Çeyrek A.           143  T.L      288        637      %345
En düşük
Em.memur M.    1,188 T.L    1,910      2,661    %124
                  
Dövizin önlenemeyen artışından dolayı dışarıdan ithal ettiğimiz başta petrol ürünleri olmak üzere her türlü mal ve teknolojik ürünlerin fiyatları artacaktır. Bu da günlük hayatımızda içtiğimiz sudan, yediğimiz ekmeğe, ete, meyveye kullandığımız doğal gaza, tükettiğimiz elektriğe kadar zam demektir. Bu yüzden "dolar dolsa ne olur, dolmasa ne olur", diyebilir miyiz?

         Dolar, sadece ekonomik sebeplerden artmaz, aynı zamanda siyasi ve sosyal sebeplerden de artar. Doların dolmaması (yükselmemesi) için devlet idaremizin hukuk, adalet, eşitlik, şeffaflık, hesap verilebilirlik niteliklerinin tartışılmayacak kadar sağlam olması, ihalelerde, kredilerde, yatırımlarda, teşviklerde kimsenin kayrılmaması, her şeyin saydam olması ve yatırımcılara eşit şartlar sunulması, beyin göçünün durması için yetişmiş, nitelikli gençlerimizin ülkede kalmaya özendirilmesi, devlette savurganlığın önüne geçilmesi, eğitim sistemimizin çağdaş dünyadan kopmaması ve teknolojik gelişmelere açık olması, tarım ve hayvancılığın yeterince desteklenmesi, çevreye duyarlı sanayi ve enerji yatırımlarına öncelik verilmesi, ülkede yaşayanların sağlıklı olması, sağlıklı yaşaması için gıda terörüne karşı devletin her türlü tedbiri alması gerekir.
             
         21. asrın ilk çeyreğini tamamlamamıza az bir süre kala, iyi bir dünyada yaşadığımızı söyleyemeyiz. İnsanlarımız; bir yandan Coronavirus (Covid 19) salgını ile mücadele ederken bir yandan da işsizlik, dövizin yükselmesi, hayat pahalılığı ile mücadele etmeyi sürdürüyor. Devlet adamlarına düşen görev, yurttaşlarımız için daha uygar, çağdaş ve gelişmiş bir ülke yaratmaya çalışmak olmalıdır.
             





orhankalyoncu.blogspot.com.tr        12.05.2020


5 Mayıs 2020 Salı

KÜRESEL FELAKET CORONAVIRUS İLE KAPSAMLI MÜCADELE

Kavala-Greece

                  
           Tüm dünyayı sararak küresel bir felaket haline gelen Coronavırus (Covit 19) salgını ile yapılan mücadelenin de küresel olması gerekir. Ülkeler, birbiriyle dayanışma içine girmek zorundadır. Zira, salgın dünyanın diğer bir ucundaki ülkeyi de ilgilendiriyor, yaşadığımız ülkemizi de. Bu mücadele, dünyada bir ilaç ya da aşı bulunana kadar sürecektir. O zamana kadar onunla yaşamayı öğreneceğiz.  Yasaklara, kısıtlamalara ve kurallara uyacağız. Yani dışarıda maske takacağız, sosyal mesafeye uyacağız, ellerimizi sabunla yıkayacağız. İşimiz yoksa kaç yaşında olursak olalım ve özellikle 20 yaşın altında veya 65 yaşın üzerindeysek evde kalacağız.
                  
           Şu an ülkemizin virüsle mücadelesinde toplumda iki tür insan var. Birinci tip, olayın ciddiyetini kavrayıp, her türlü tedbire ve izolasyona uyanlar. İkinci tip ise bize bir şey olmaz diyerek Coronavirusu önemsemeyenler. Toplumsal izolasyona toplumun her kesiminin uyması gerekir. Yarısı uyar yarısı uymazsa sonuç alınamaz. Şu ana kadar geçen 45-50 gün içinde başta doktorlarımız ve sağlık çalışanları olmak üzere toplum olarak çok fedakarlıklar yapıldı. Merkezi iktidar ve yerel yöneticiler de ellerinden geleni yaptılar. Ancak bu fedakarlıkların boşa gitmemesi ve virüsün etkilerinin bir an önce azalması için kurallara sıkı sıkıya uymaya devam etmemiz gerekir.
              
          Şu bir gerçek ki; bu virüs çok kolay bulaşabilen ve gecikildiğinde ölüm riski yüksek bir virüstür. Henüz belirli bir ilacı ve aşısı yoktur. Çeşitli yöntemler ve ilaçlarla tedavi olanakları yaratılmaya çalışılıyor. Ancak dünya çapında kayıplar devam ediyor. Dünya ülkeleri bir taraftan bununla mücadeleye devam ederken, bir yandan da normalleşme çalışmaları yapmaya başladı. Ülkemizde de tedbirler yapılan son açıklamayla giderek hafifletilmeye başlanıyor. Ancak bir plan dahilinde sağlık tedbirlerinin yanı sıra ekonomik ve sosyal tedbirlerin de alınması gerekir.
               
           Döviz fiyatlarının, hayat pahalılığın ve işsizliğin arttığı bir dönemde buna ilaveten salgının neden olduğu ekonomik sıkıntılar göz ardı edilemez. Yaklaşık bir buçuk aydan fazla bir süredir zorunlu olarak dükkanı, bürosu, fabrikası, işyeri kapalı olduğu için evine para girmeyen insanlar var.  Bu kişilerin krizi atlatabilmesi için desteğe gereksinimleri olacaktır. 2 Mayıs 2020 tarihli Sözcü Gazetesinde, Prof. Dr. Emre Alkin Türkiye'nin Coronavirus sonrası vatandaşına yardımda yetersiz kaldığını, milli gelirin % 3’ü civarında yardım yaptığını ama Almanya’da bu oranın %28,3 olduğunu belirtmiştir. Bu noktada Anayasamızda yazılı olan sosyal devlet ilkesi gereği hibe veya uzun vadeli ucuz kredilerle bu kişiler desteklenmeli, sosyal barış korunmalıdır.


orhankalyoncu.blogspot.com.tr      05.05.2020