6 Şubat 2016 Cumartesi

YAŞAM ÜZERİNE

           









          
          Öyle bir hayat yaşadım ki,
          Cenneti de gördüm, Cehennemi de
          Öyle bir hayat yaşadım ki,
          Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
          Bazıları seyrederken hayatı en önden,
          Kendime bir sahne buldum oynadım.
          Öyle bir sahne vermişler ki,
          Okudum  okudum,
          Anlamadım.
          Kendi kendime konuştum bazen evimde.
          Hem kızdım, hem güldüm kendi halime.
          Sonra dedim ki, “söz ver kendine”,
          Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin.
          Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin.
          Uçmayı biliyorsan, düşmeyi de bileceksin.
          Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
          Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım.
          Öyle çok değerliymiş ki zaman,
          Acele etmem, bundan
          Anladım.

   


        Yukarıda ki dizeler,1844-1900 yılları arasında yaşayan varoluşcu Alman filozof FRİEDRİCH NİETZCHE’nin Salomeye adlı şiirine aittir. İnsan yaşamının dünya üzerindeki kısa yolculuğunun bir iç hesaplaşmasıdır sanki. İşte yaşamda da son basamaklara doğru yol alırken çevremizde ki arkadaşlarımızın, büyüklerimizin de birer birer eksildiğini görüyoruz. Yaşamın sonlarına doğru geldiğimizde, onun çok kısa olduğunu anlarız ama geç olur, keşke dediklerimiz çoğalır. "Yeniden sil baştan olsa, acaba nasıl yaşardık", diye düşünmekten kendimizi alakoyamayız. Şairin dediği gibi "uçmayı biliyorsan, düşmeyi de bileceksin. Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin."
    
       Gazeteci, yorumcu  Reha Muhtar 10 Nisan 2011 tarihli Vatan Gazetesindeki köşesinde insan karakterlerini değerlendirmiş, şöyle yazmış; “Hayatta iki tip insan vardır. Birincisi kaplan gibidir. Mertçe savaşır. Kazanır kazanmaz, yener yenilir önemli değildir. İkinci tip insanlar sivrisinek gibidir. Siz uyurken vızıldayıp, ısırır. Gerçekte had safhada ödlek olan bu tipler, ısırıklarla tatmin olur. Büyük olmak aslında, büyük denizlerde yüzmesini ve gerekirse ölmesini bilecek derecede asil olmak demektir. Oysa sivrisinekler bataklıkta ürerler ve orada tükenir ve giderler.” Bunun üzerinde ne yorum yapılabilir ki? Tüm insanların, sivrisinek gibi değil, insanca, mertçe mücadele etmesini istemekten başka.
   
       Bu ölümlü dünyada mertçe yaşamak, kimseyi aldatmadan, topluma faydalı olmaya çalışmaktan daha büyük bahtiyarlık var mıdır? 

Hür Gazete 06.10.2014

SİYASİ ETİK VE CHP'DE SİYASET


          


           Siyaset, insanları yönetme sanatıdır. Siyasetçi de bunu icra eden kişidir. Demokrasi ile yönetilen çağdaş ülkelerde siyasetçiler, etik kurallara uymak zorundadırlar. Bu kurallara uymayanlar oralarda bir daha siyasetle uğraşamazlar. Ülkemizde de bu kurallara uyulması gerektiği konusunda, siyasetçilerimiz de dahil herkes hemfikirdir. Siyasetin etik (ahlak) kuralları, yazılı olmasa da genel olarak toplumda uyulması istenen genel ahlak kurallarıdır. Bunlar, kuşkusuz öncelikle toplumu yönetmeye aday siyasetçilerden beklenir. Verilen sözü tutmaktan, yalan söylememeye, halkı kandırmamaya, boş vaatlerde bulunmamaya, vatandaşa ve birbirlerine karşı kırıcı olmamaya, kimseye hakaret etmemeye, yolsuzluk, rüşvet ve ahlak dışı olaylara karışmamaya kadar bir dizi kuralları kapsar.

            1980 den sonra çıkarılan seçim ve siyasi partiler yasaları ne yazık ki; Türkiye de siyaseti dar bir alana sıkıştırmıştır. Genel seçimler için konulan %10 oy barajı ile %9.99 oy alan bir siyasi parti hiç milletvekili çıkaramazken, %34 oy alan bir siyasi parti Meclis’teki milletvekillerinin %65’ini elde edebilmekte, bu da ,o partiye, Türkiye'nin kaderini etkileyecek, anayasayı tek başına değiştirme imkanı verebilmektedir. Yine siyasi partiler yasası ile parti liderine sonsuz imkan sağlanmaktadır. Bu anti-demokratik iki yasayı 30 yıldır iktidardaki hiçbir parti değiştirmek istememiştir.

           Son zamanlarda yoğunlaşan CHP ve onun çalışma düzeni ile ilgili yazılardan şu anlaşılıyor ki, CHP'sinde yolunda gitmeyen bir şeyler var. Bunları duyması gereken yöneticiler ya duymazlıktan geliyor ya da duysalar bile hoşlarına gitmiyor. Aslında çözüm yolları önerenler boşuna çırpınmıyor. Halkın içinde oldukları için halkın tepkilerini dile getiriyorlar. Halkın tek umudu, tek çıkış yolu CHP. Ama kendi içinde demokrasiyi hayata geçirememiş bir parti, ülkede demokrasiyi geliştirebilir mi? Bu konuda AKP'yİ demokrasi çizgisine çekmeye çalışırken, o partiye benzemek çıkar yol mu? Yalnızca lider değiştirmekle de parti demokratik olamaz. Topyekun partide bir değişim gerekir. Bir zihniyet değişimi. Tüm üyelerin parti çalışmalarına aktif olarak katılması, bunun için de her kademede üyelerin katılımıyla önseçim ve kongrelerde de blok liste yerine çarşaf liste uygulaması olmalıdır. Tüm kademelerdeki seçilmiş yöneticiler; saydam, katılımcı, özgürlükçü, hesap verebilir ve eşitlikçi hareket etmelidir. Parti, böylece üyeye ve halka güven verebilir.

               2010 yılında, o zaman ki CHP genel başkanı sayın Deniz Baykal’ın talihsiz bir olay sonucu istifa etmesiyle yapılan kurultay sonrası sayın Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlığa gelir gelmez 2011 genel seçimlerine yönelik ülke çapında mitinglere katıldı. Halkta ve partide bir heyecan dalgası yarattı. Parti içinde eşitlik ve demokrasi vaat etti. Yapılan genel seçimlerde beklenen kadar olmasa da parti oylarını birkaç puan arttırınca genel başkana kredi açıldı. Ancak 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde antidemokratik uygulamalar ve sonrasındaki cumhurbaşkanlığı adayını belirleme sürecinde tek başına aldığı kararlar, işin başında aldığı kredileri eritti.

             Şimdi CHP yol ayrımındadır. Bir kez daha ülkeyi AKP iktidarına mahkum etmemek için iktidar seçeneği olmak zorundadır. Ülkenin demokratik yaşamı son hızla ayaklarımızın altında kaymakta, iç ve dış sorunlar devasa durumda, ekonomik kriz kapımızda ve CHP halen halka umut olamamaktadır. CHP, kendine çeki düzen vererek ülkeyi bu çıkmazda kurtarmak için gereken açılımı yapmak zorundadır.


Hür Gazete 02.09.2014

2014 CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDE CHP






             Ülkemizde son aylarda yaşanan ve gelişen olaylara yetişmek adeta imkansız. Geçen yıldan bu yana, Gezi olaylarını, 17 -25 Aralık soruşturmalarını, 30 Mart 2014 yerel seçimlerini, Irak’taki rehine krizini, ve son olarak Balyoz tutuklularının tahliyelerini konuştuk. Bu olayların etkileri bir yandan sürerken, şimdi de gündemimize cumhurbaşkanlığı seçimi girdi. Şu an adaylar henüz kesinleşmemekle beraber iki muhtemel adaydan bahsedebiliriz. Birincisi, iktidar partisinin adayı başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ikincisi iki muhalefet partisinin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu.
        
            Bu yazımda, İktidar Partisi’nin adayı ya da adayın saptanması üzerinde değil de muhalefet partilerinin ortak adayının belirleniş biçimi üzerinde durmak istiyorum. Zira, iktidar partisinde başbakanın istediğinin olacağını biliyoruz. Bu konuda önemli olan demokratik olduğunu iddia eden, iktidar alternatifi ana muhalefet parti’sinin davranışları ve kararlarıdır. Atatürk,”egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”, sözünü yıllar önce söyleyerek milletin kendi kaderini tayin etme hakkının olduğunu, bundan da vazgeçilemeyeceğini bu kısa sözde ifade etmişti. Şimdi alınan kararlarda millet bu işin neresindedir? Madem ki İslamcı bir cumhurbaşkanı adayı seçilecekti, günlerce neyin araştırması yapıldı? Parti meclisine, üyelerine, halka soruldu mu? Yoksa dar bir yönetim kadrosu ve iki lider mi karar verdi?

            Zaten itiraz noktası, muhalefet adayının saptanma biçiminin saydamlıktan ve katılımcılıktan uzak olmasıdır. Adayın kişiliği, kariyeri dürüstlüğü tartışma konusunun dışındadır. Yalnız şunu belirtmek gerekir, benzer adaylar birbirine alternatif oluşturamazlar. Yoksa CHP’sinin alternatifi CHP, AKP’nin alternatifi de AKP olurdu. O zaman da herkes aynı düşündükten sonra demokrasiden bahsedemezdik. İlkelerine uygun aday bulacaksın. Benzerini bularak kazanacağın garanti mi? Kazansan bile senin parti olarak ilkelerin hayata geçecek mi? Kaybedilirse, sadece adayı seçenler değil, ülke de kaybetmeyecek mi?. Bunun sonucunda doğal olarak partinin tutarlılığı tartışılacaktır. Siyasi partiler, programları ve ilkeleriyle ayakta kalırlar ve büyürler.

          Sonuç olarak; ülkemizde zaman zaman demokrasinin askıya alındığı dönemler olmuştur. Bu ara dönemlerde hiçbir demokratik kurala uyulmamış, en basit insan hakları bile çiğnenmiştir. Şimdi de sancılı bir dönemden geçmekteyiz. Günümüzde de demokratik bir hukuk devletinde olması gereken saydamlık,katılımcılık ve hesap verilebilirlikten bahsedemeyiz. Bu durumda buna karşı çıkması gereken Türkiye Cumhuriyet’ini kuran, ülkemizi çok partili hayata geçirerek demokrasinin temellerini atan, köklerini Kuvayi Milliye’den alan, 90 yıllık çınar Cumhuriyet Halk Partisi olmalıdır. Bunu yaparken de ATATÜRK’ün Kurtuluş Savaşı sürerken Millet Meclisini Ankara da topladığı gibi kararlarını milletin desteğiyle alması gerekmektedir.



Hür Gazete 23.06.2014

UZUNKÖPRÜ'DE DEĞİŞİM


      


      Edirne'nin ekonomisi güçlü ilçesi Uzunköprü'nün artık eski  canlılığından eser kalmamış, köyler ve ilçe merkezi göç verir duruma düşmüştür. İnşaat, bankacılık ve hizmet sektörleri cılız da olsa şimdilik ekonomiyi ayakta tutmakta ancak bu yalancı bahar da nereye kadar sürer? Uzunköprü’nün ekonomik durumu bu haldeyken, sosyal hayatı nasıldır? Hemen söyleyelim, eskiyi aratır haldedir. Belediyenin getirdiği tiyatro, düzenlediği halk konserleri de olmasa, kültürel faaliyetler yok sayılır. Son dönemde, Uzunköprü Belediyesinin yaptığı bazı projeler biraz da olsa ilçeye bir hareket getirmiştir. Bunların başında, çocukluğumuzda çevresinde oyun oynadığımız, o tarihlerde depo olarak kullanılan Tarihi Kilisenin restore edilerek Kültür ve Sanat Evi olarak açılması ve yine tarihi eser olan Eski Tekel Binasının restore edilerek Kent Müzesi olarak hizmete girmesi geliyor. Tarihi eserleri genç nesillere göstererek müze ve kentlilik bilincinin yaratılması ilçemizde hatta çevre ilçelerde hiç yapılamayan ama yapılması gereken bir faaliyettir. 
 
       Yurt dışına gidenler, ilk önce kentlerin ortasında yer alan büyük meydanları görürler. Meydanlar, insanların buluşma ve konuşma noktalarıdır. Uzunköprü’de geçtiğimiz yıllar da Adalet ve Özgürlük Meydanı oluşturulmuş bilahare Telli Çeşme Meydanı düzenlenmiştir. Özellikle Tarihi Telli Çeşmenin ortaya çıkarılması ve çevresinin meydan özelliğine kavuşması ilçemiz için son derece yararlı olmuştur. Ancak Uzunköprü’nün gerçekten daha büyük bir meydana ihtiyacı vardır. Bu meydan, mevcut Cumhuriyet Meydanının büyütülmesi şeklinde olabilir. Yıllardır arabaların işgali altındaki Gazi Caddesinde kaldırımlar genişletilerek vatandaşın rahat yürümesi sağlandı. Arabalar da ara sokaklara çekildi. Onlara da merkeze yakın açık ve kapalı otoparklar yapılmalıdır.

        Belediyenin yaptığı diğer işlerden biri Atatürk, diğeri de Cumhuriyet Mahallesinde iki tane park yapılması olmuş, Öğretmen Evi çay bahçesinin karşısında Kırkkavak Deresi boyunca Hayrabolu Caddesine kadar olan kısmı da yeniden düzenlenmiş. Düzenlenen kısımlar gayet güzel olmuş ancak diğer kısımlar mezbelelik halinde içler acısı bir durumda. Esaslı bir proje kapsamında özel bir Kırkkavak Deresi etrafı düzenleme çalışması yapılması gerekir. Derenin her iki tarafında yerleşim alanının dışına kadar ağaçlandırılarak yürüyüş ve bisiklet yolları ile derenin etrafının taşla örülmesi, oyun alanları, kafeler, çay bahçeleri ve bunun gibi düzenlemeler bu atıl vaziyette duran yerlere hayat verecektir. Eskişehir'deki Porsuk Çayı hem bu dere için hem de Ergene Nehri için örnek bir projedir. 

         Çöp ve temizlik işlerinin belediyenin kendi araç ve kendi elemanlarınca toplanıp, yılda ekonomik anlamda hatırı sayılır tasarrufta bulunulması, Atık su arıtma tesislerinin tamamlanması, Kırcasalih’ten gelen içme su hatlarının 10 km kadarının çelik borularla değiştirilmesi de olumlu işlerdendir. Bunlara ilaveten Atatürk Kültür Merkezinin inşaatının ihale edilip, inşaatının yükselmesi de sevindirici bir gelişmedir. Tamamlandığında kültür alanında büyük bir ihtiyacı karşılayacaktır. Belediyemizin,otobüs terminalinin Kavak Mahallesinde yapılması konusunda verdiği kararın isabetli olduğunu düşünüyorum. Şehrin karşı yakasını da düşünmemiz gerekir. İzole olmuş kenar mahallelerimizin şehirle bütünleşmesi kolaylaşacaktır. Trafik yönünden de otogarın çevre yoluna bir alt-üst geçitle bağlanması gerekir. 
"Uzunköprü'de hiç bir şey değişmez, sadece mevsimler değişir", anlayışının artık değişmesi gerekir. Çağdaş bir pazar yeri, terminal ve büyütülmüş Cumhuriyet Meydanı projeleri ile yeni iş sahalarının açılması, Uzunköprü'de değişime giden yolun adımları olacaktır. .


Hür Gazete 30.05.2014

31 Ocak 2016 Pazar

30 MART 2014 YEREL SEÇİMLERİNE BAKIŞ














                Geçtiğimiz Pazar günü yapılan yerel seçimlerde vatandaşlık görevini yerine getirerek oylarımızı kullandık. Ortalık henüz sakinleşip, durulmadı. Seçimlerden sonra itirazların her zamankinden fazla arttığını gözlüyoruz. Güven ortamı kaybolmuş, Son aylarda yaşadığımız olaylardan sonra hiçbir şey şaşırtıcı gelmemeye başladı. Anımsayacağınız gibi 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonları diye adlandırılan olaylardan sonra her gün yeni bir ses bandı yayınlanmaya başlandı, internet ortamında. Neler olduğunu anlamaya çalıştık. Bir taraf hükümeti yolsuzluk, partizanlık yapmakla suçluyor, hükümet tarafı da paralel devletten (Pensilvanya’dan) bahsediyordu. Adeta bir macera ya da ajan filmi izler gibiydik. Ama sinema filmi değildi.

             Çağdaş, demokratik bir hukuk devletinde herkes Anayasa ve yasalara uymakla yükümlüdür. Kimse yasaların üzerinde olamaz. Kanun ve kurallar herkes için geçerlidir. Uymadığın taktirde çeşitli yaptırımları olmalıdır. Yoksa devleti yönetemezsin. Hiçbir dünya ülkesinde olmayanlar oldu ama seçimlerde çok şey değişmedi. İktidar partisi %45 civarında oy alarak yerini muhafaza etti. Seçimlerde şaibe iddiaları havada uçuşurken “durmak yok, yola devam”, denildi.

           Seçim sonuçlarına baktığımızda seçimlerden önce yapılan tahminlere uygun olduğunu, geçen dönemdeki seçim sonuçlarıyla karşılaştırırsak birkaç şehir dışında çok büyük değişiklik olmadığını görüyoruz. CHP her zaman ki yerlerde Tekirdağ, Kırklareli, Edirne, Çanakkale, İzmir, Aydın, Muğla, Eskişehir, Zonguldak, Sinop ve Giresun'u elinde tutmuş, Mersin, Antalya, Ordu ve Artvin’i kaybetmiş, onlara karşılık Hatay ve Burdur’u kazanmıştır. MHP’de Manisa, Isparta, Bartın, Kars, Adana, Osmaniye ve yeni olarak Karabük ve Mersin’i kazanmış, buna karşılık Balıkesir, Uşak ve Kastamonu’yu kaybetmiştir. BDP ise geçen seçimlerde kazandıkları Diyarbakır, Tunceli, Batman, Siirt, Şırnak, Hakkari, Van, Iğdır’ın yanı sıra bu kez Bitlis ve Ağrı’yı da kazanmıştır. Mardin de de eski BDP eş başkanı Ahmet Türk’ün bağımsız olarak kazandığını unutmamalıyız. İktidar partisi AKP'ye gelince ellerinde tuttukları Bitlis, Ağrı, Kars, Hatay, Karabük ve Mardin’i kaybetmelerine karşın Balıkesir, Uşak, Antalya, Kastamonu, Artvin, Ordu, Sivas ve Bayburt’u kazanmışlardır. Ankara ve Yalova’da bu yazının yazıldığı anda bazı sandıklarda ki oyların tekrar sayılması söz konusuydu.

         İtirazları dikkate almaksızın şu anda ki duruma göre AKP 49, CHP 13, BDP 10, Bağımsız 1, MHP ise 8 il kazanmıştır.
Sonuçların neden böyle olduğunu siyasi partiler kuşku yok ki enine boyuna inceleyecek, irdeleyeceklerdir. Ama ilk önce muhalefet partilerinin özellikle iktidar alternatifi olan ana muhalefet partisi CHP’sinin oturup, düşünmeleri gerekir. En büyük hata, daha önceleri olduğu gibi hiçbir şey olmamış gibi davranmaları olur. Mazeret değil, gerçekçi saptamalar yapıp, gereğini yapmalılar. Üst yönetimlerin özeleştiri yapma, yeni politikalar saptamalarının tam zamanıdır. Artık parti içinde demokrasinin tam anlamıyla uygulanması, tüm seçimlerde genel merkezin değil üyelerin özgür iradesiyle oy kullanarak adaylarını saptaması zamanı gelmişte, geçmiştir bile.

          Uzunköprü’de de yerel seçim sonuçları tarafsız gözlemcilerin beklediği gibi çıkmıştır. Kutular ve evlerde çıkan dolarların etkisiyle AKP’ye olan tepki sandığa yansımış ve fark daha da büyümüştür. Seçilen Belediye başkanımıza, belediye ve il genel meclisi üyelerimize yeni seçilmiş oldukları görevlerinde başarılar dilerim. Seçimler Ülkemize ve İlçemize hayırlı, uğurlu olsun. Zira buna çok ihtiyacımız var.



Hür Gazete 04.04.2014

SİYASET SANATI

                          M. Kemal Atatürk


                                                  
               

    Sözlük anlamında siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş ve anlayış demektir. Aynı zamanda siyaset belli bir toplumda çatışma halinde olan çıkarların uzlaştırılması faaliyetidir. Siyaset kelimesi Arapça seyis (at bakıcısı) kelimesinden türemiştir. Politika da Latince “çok yüzlü” anlamındadır. Bu kavramların günümüzde olumlu algılandığını söyleyebilir miyiz? Pek değil. Sözünde durmayan biri için, “bana siyaset yapma" ya da iki yüzlü biri için, ”politik davranıyorsun”, deriz. Gerçekten de günümüzde siyasetçinin çok itibarlı olduğunu söyleyemeyiz. Bu olumsuz anlamlar dışında, aslında ülkeyi yöneten kişidir siyasetçi. Onun için iyi yetişmiş olması, insanları ve ülkeyi adil yönetmesi beklenir.
     Dünya yakın tarihinde ülkemizde Musrafa Kemal Atatürk, İngiltere’de Winston Churchill, Fransa’da Charles de Gaulle, Almanya da Willy Brandt, ABD de Dwight Eisenhower gibi dünya da iz bırakmış, ülkesine damgasını vurmuş, gerçek devlet adamı olmuş pek çok siyasetçi tanırız. Günümüzde de herkes kendi bakış açısına göre siyasetçileri değerlendirebilir ancak gerçek yargıyı tarih verecektir.
     Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal umut olduğu dönemlerde hatırladığım kadarıyla siyaset yapma konusunda şöyle demişti; “politika, yalnızca politikacılara bırakılamayacak kadar önemli bir iştir. Onun için tüm vatandaşlarımız politikayla ilgilenmelidir. İşçi, çiftçi, esnaf, memur, öğretmen, üniversiteli ve sade vatandaş politika yapmalıdır.” Ben de bu sözleri her zaman önemsedim, bana göre de her kesimden insan politikayla ilgilenmelidir. Çünkü yediğimiz ekmekten, içtiğimiz suya , yaşadığımız çevreye kadar her şeyi politika ve politikacı belirliyor.
     Ancak bizim gibi demokrasisi tam olgunlaşmamış bir ülkede politika yapmak da o kadar kolay değildir. Yerelde politika yapmak ise her zaman daha zor olmuştur. Karşınızda her zaman kurşun askerler bulursunuz. Bir parti de yükselmek için hemen hizip ve gruplaşmalara başvurulur. Bunun sonucu olarak nitelikli insanların önü açılmaz. Bir de politikanın başka bir sancısı politikanın profesyonel olmasıdır. Defalarca tüm görevlere aynı kişilerin talip olması bunun sonucudur. Bu durumun önlenmesi için tüm kesimlerin yurttaşlık görevi olarak politikayla ilgilenmesi önem taşır.
  
       
Hür Gazete 21.09.2013

UZUNKÖPRÜMÜZ

                                        UZUNKÖPRÜ

                                 



                

           Trakya’da, Türkler tarafından kurulan ilk Türk Kent’i olan Uzunköprü 570 yıldan beri emanet edildiği Uzunköprülüler için yalnızca atalarından kalan bir miras değil aynı zamanda gelecek kuşaklara korunarak ve geliştirilerek bırakılacak bir değerdir. Temiz havasıyla, bereketli topraklarıyla, akarsularıyla, tarihsel anıtlarıyla, kentsel mekanlarıyla, çalışkan ve aydın insanlarıyla Uzunköprü eşsizdir. Bu kenti insanlarıyla beraber mutlu etmek, huzurlu kılmak, onlara ve çocuklarına doğdukları yerde iş ve aş olanağı yaratmak görevi yine Uzunköprü'de yaşayanlara düşmektedir. Çağına göre çok parlak dönemler geçiren kent son yıllarda, eski parlak yıllarını arar olmuştur. Tarım, hayvancılık, tarıma dayalı sanayi ve madenciliğin gerek uygulanan ekonomik politikalar, gerekse piyasaların uluslararası tekellerin hakimiyetine girmesiyle artık eskisi gibi kazanamadığını ve ilçemize kazandırmadığını yaşayarak gördük. Bu nedenle de gençlerimiz çevredeki sanayi kentlerine göç etmiş dolayısıyla nüfusumuz da azalmıştır.
    
         İnşaat, tekstil, bankacılık ve hizmet sektörleri ekonominin çarklarını yeterli hacimde çalıştırmadığından ekonomi borçla dönmekte, istenilen iş gücünü yaratamamaktadır. Zaten çalışan kesimin, emeklinin, esnafın alım gücü her geçen gün azalmakta ve geleceği borçlanarak ipotek altına alınmaktadır. Hazır vermenin de çözüm olmayacağı çok açıktır. Uzunköprü’nün şartları, ülkemizin ve hatta dünyanın şartlarından soyutlanamaz. Yine de Uzunköprüyü canlandırmanın yollarını bulmak zorundayız. Mesela;

  • Uzunköprü'de Tarihi ve kültürel turizm canlandırılabilir. Yerel gıda ve el işleri pazarlanmasında ortak girişim olabilir.
  • Uzunköprü Belediyesi, UTSO, UZTB ve girişimciler çevreyi kirletmeyen temiz sanayi için işbirliği yapabilir.
  • Meyvecilik, sebzecilik, arıcılık, hayvancılık, konservecilik gibi alanlarda soğuk hava deposu, ambalaj ve pazarlama konularında yardımcı olunabilir
  • Konferans ve toplantı turizmi teşvik edilebilir.
  • Eskiköy Sınır Kapısının bir an önce açılması sağlanabilir.
       Bunların dışında kentleşmemiz ve kent kültürünü yakalamamız için bu dönem ve önümüzdeki dönemlerde yerel yönetimlerden yapmasını beklediklerimizi de şöyle sıralayabiliriz;
       
  •   Modern bir kente yakışan bir terminal,
  •  Çağdaş kapalı ve açık Pazar Yeri,
  •  Açık otoparklar ve kapalı çok katlı otoparklar,
  •  Büyük bir Cumhuriyet Meydan,
  •  Kırkavak Deresinin yanlarının taş örülmesi ve etrafının çevre düzenlemesi,
  •  Tarihi Hamamın restore edilmesi ve çevre düzenlemesi,
  •  Eski Askerlik Şubesinin restore edilmesi ve çevre düzenlemesi,
  •  Bülbül Korusu, Çamlık ve Ördekli Göl'ün piknik alanı olarak düzenlenmesi.
  •  Telli Çeşme Meydanının düzenlenmesi,
  •  Beyaz saray ve Atatürk Parkının tekrar projelendirilip yapılması.
       Önümüzdeki dönemlerde yukarıdaki önerilerin projelendirilip hayata geçirilmesi halinde Uzunköprü değişir ve gelişir.. İşte o zaman gençler doğdukları yerleri terk etmez, memleketlerin de  çalışır ve gururla Uzunköprülüyüm diyebilirler.

Hür Gazete 03.03.2013