6 Şubat 2016 Cumartesi

NASIL BİR MİLLETVEKİLİ ?


      









           





             Ülkemiz zor bir dönemden geçerken bir yandan da 7 Haziran 2015 genel seçimlerine gitmeye hazırlanıyor. Halk, hükümetin uyguladığı ekonomik, siyasi ve sosyal politikalarından pek memnun görünmüyor. Bu koşullar içinde siyasi partiler milletvekili adaylarını saptamaya çalışıyor. Ülkemizdeki zorluklarının aşılmasında siyasi partilere ihtiyacımız var. Sorunlara siyaset adamları çare bulacaktır.Onların da demokratik yolla seçilmesi halinde halka gerçek anlamda yararı dokunacaktır. 
   
            Öyle ya, halkı temsil edecek siyasetçiler, halk tarafından seçilirse ancak halk onlara sorunlarını anlatabilir. CHP’sinin dışındaki partiler, eğilim yoklaması, anket, mülakat gibi yöntemlerle adaylarını tespit ediyorlar. Bu yöntemde belirleyici olan genel merkez ve liderdir. 15 şubat 2015 tarihinde toplanan MYK’da alınan karar gereği CHP fermuar sistemiyle genel merkeze tanınan kontenjanlar dışında 45 seçim bölgesinde hakim huzurunda önseçim, 10 ilde örgüt denetiminde eğilim yoklaması, 30 seçim bölgesinde ise merkez yoklaması yapacaktır.
 
         Edirne'de üye bazında önseçim yapılacak iller arasında yer almaktadır. 
Bu nedenle  bir aydan fazla bir süredir neredeyse CHP’de mini bir genel seçim 
havası içinde 17 aday adayı var gücüyle, yaklaşık 10 bin 
üyeye kendilerin tanıtmaya çalışıyorlar. Demokrasinin güzelliği buradadır. Üyeye değer verilmekte, onun görüşü sorulmakta, onlara söz ve oy hakkı verilmektedir. Sandık, demokrasi için her şey değilse de, çok şeydir.
  
         Nasıl bir milletvekili ?

  • Önce vatan diyen, 
  • kendi çıkarından önce toplumun çıkarını düşünen,
  • bir hizip başı gibi hareket etmeyen,
  • seçildikten sonra partide taraf olmayan,
  • ötekileştirmeyen,
  • örgütlere karışmayan,
  • insanları bölmeyen,
  • mahalle delege seçimlerine, kadın kolları seçimlerine müdahale etmeyen,
  • milletvekillerinin kıyak yasalarına evet demeyen,
  • partilileri hatırlayan,
  • telefonlarını açan,
  • dönemini sonuna kadar tamamlayan,
  • transfer olmayan,
  • seçildikten sonra ortadan kaybolmayan
  • bölge ayrımı yapmayan,
  • güler yüzlü, disiplinli, planlı,
  • güçlüden yana değil, haklıdan yana olan,
  • akçalı işlere karışmayan,
  • "küçük dağları ben yarattım”,demeyen.
         "Benim temsilcim”,diyebileceğim bir milletvekili olsun.




Hür Gazete 24.03.2015

TÜRKİYE’NİN DEMOKRASİ SINAVI



                 SAFRANBOLU




             4 Temmuz 1776’da yayınlanan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi sonradan ABD’nin başkanı olan siyasi önder ve düşünür Thomas Jefferson tarafından yazılmıştır. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinde ;
“Şu gerçeklerin su götürmez olduğu kanısındayız. Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır ve Yaradan onları yaşam özgürlük ve mutlu olmak gibi geri alınamaz bazı haklar bağışlamıştır. İnsanlar bu hakların güvence altına alınması için, yasal yetkilerini halkın onayından alan hükümetler kurmuşlardır. Bu haklarını yok etmeye kalkışan herhangi bir hükümeti değiştirmek ve yerine yeni bir hükümet kurmak halkın hakkıdır,” der.

            239 yıl önce Amerika’da yayınlanan bu bildirge demokrasi mücadelesine ışık tutan bir meşale gibidir. Bu temel haklardan hiç kimse vazgeçemez. Günümüzde de insanlar müreffeh ve adil yönetilen bir ülkede eşit ve özgür bir şekilde yaşamak istemektedirler. Çalışanın hak ettiğini aldığı, demokratik haklarını kullanabildiği, yaşam tarzlarına karışılmadığı, gençlerinin yeteneklerine göre iş bulabildiği, ekonomik yönden üreten, ürettiğini hakça paylaşan bir Türkiye’yi özlemek, yaratmaya çalışmak bir hayal midir? Bu idealler uğruna ülkemizin yetiştirdiği ne değerli aydınlarımızı, yazarlarımızı, gençlerimizi, askerlerimizi kaybettik. Demokrasi mücadelesi uzun yıllar alan bir süreçtir.

           Ancak örgütlü bir toplum demokrasi mücadelesi verebilir. Demokrasinin yerleşmesi, gelişmesi örgütlü toplum olmaktan geçer. Siyasi partiler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, odalar, barolar , dernekler vb. kuruluşlar bu örgütlenmeyi oluştururlar. Bu örgütlerin en büyüğü siyasi partilerdir. Demokrasinin, tam anlamıyla yerleşmesi için buradaki kilit nokta, siyasi partilerin demokrasiye bağlı olması ve demokratik kurallarla yönetilmesidir. Öyle ya, demokrat olmayan siyasi partiler, ülke de demokrasiyi geliştirebilir mi? Mecliste grubu olan 4 siyasi partiden AKP, MHP, HDP milletvekillerini genel merkezden belirliyor. Büyük çapta burada genel başkan söz sahibidir. CHP’si de ön seçim yapan tek parti ise de CHP liderine 110 isimlik kontenjan sağlayan “fermuar sistemi” gündemdedir.

          Liderlerin egemenliğinde ki siyasi partilerden seçilen milletvekillerimiz, bir daha ki seçimleri düşünmeden hareket edebilirler mi? Bundan dolayı halkın kendi milletvekillerini kendisinin saptayamadığı, önüne konan listelere oy vermeye mecbur bırakıldığı bir sistemden, güçlü bir demokrasi çıkar mı?


Hür Gazete 02.03.2014

GELMELİ Mİ?

          






       Doğal gaz; fosil kaynaklı, renksiz, kokusuz ve havadan hafif olan çeşitli gazlardan oluşan yanıcı bir gazdır. Günümüzde oldukça değerli ve stratejik bir enerji kaynağı olarak konut, işyeri, resmi kurum ve endüstride kullanılmaktadır. Gazların bir çoğu zehirleyici bir madde içerir ancak doğal gaz karbonmonoksit içermediğinden dolayı kanın vücuda oksijen taşımasını engellemez ve dolayısıyla zehirlemez. Ancak kapalı alanlarda sızma olduğunda, havadan hafif olduğundan yukarıda toplanır. Çok miktarda bulunduğunda ortamda oksijen kalmayacağından dolayı boğulmaya neden olabilir. Ortamın derhal havalandırılması sonucu bu sorun ortadan kalkmaktadır.
      
       Doğal gazın ne olduğunu kısaca açıkladıktan sonra gelelim uzun süredir  Uzunköprü halkının gündeminde olan doğal gazın Uzunköprü'ye getirilmesi konusuna; ilçemiz ile beraber Keşan ve İpsala’ya da doğal gazın gelmesi söz konusu idi. Bildiğimiz kadarıyla bu ilçelerimiz bu konuda epey mesafe aldılar. Şimdi sıra Uzunköprü’de. Doğal gazın getirilmesi için  elektrik abone sayısının %15’inin müracaat ederek ön abone olması istenmişti. Bunun içinde 335-TL yatırılması gerekmekteydi. Hedeflenen 3450 sayısının 1450’ye yakını  ön abone oldu. Geriye kalan kısmı içinde 27 şubat 2015 tarihine kadar süre verildi. İlçemiz halkının büyük bir çoğunluğu ilçemize doğal gazın getirilmesi gerektiğine inanmakta ancak ön abonelik sistemi akıllarda tereddüt yaratmaktadır. Her şeye rağmen doğal gazın bir an önce Uzunköprü'ye getirilmesi gerekir. Bunun için bir çok neden gösterebiliriz. Bu nedenlerin en başında hava kirliliği ve bunun sebep olduğu kanser vakaları gelir. 

         Uzunköprü halkı, yılın yarısında kömür dumanından dolayı kirli hava solumaktadır. Temiz bir çevrede yaşamak her yurttaş gibi Uzunköprülülerin de hakkıdır. Doğal gaz önce temiz ve sağlıklı bir hava sağlayacaktır. Bunun yanı sıra;
  •        banyo, mutfak ve ısınmada kullanılan doğal gaz,şimdi kullandığımız elektrik, tüp gaz ve kömüre göre çok daha ekonomik olacak,
  •        kombi sisteminde herkes yaktığı kadar ödeyeceğinden, site ve apartmanlarda yakıt parası toplama konusu sorun olmaktan çıkacak, 
  •        belediyenin kül, cüruf toplama masrafları düşecek,
  •        işe, gezmeye  veya kışın uzun süreli tatile gidildiğinde yakıt faturası olmayacak,
  •        kalorifer dairesine, kömürlüğe veya depoya gerek kalmayacak,
  •        kül indirip, kömür çıkarma derdine son verilecek, boya, badana masrafı azalacak,
  •        kömür kamyonlarının şehir trafiğini olumsuz etkilemesi ve kömür çuvallarının yolu kapatması son bulacak,
  •        kaloriferci, hamaliye ve nakliye masrafları olmayacak,
  •        kullanılmayan doğal gaza para ödeyen ülkemizin  ekonomisine katkı sağlanacaktır.

          İlçe kaymakamı ve belediye başkanının öncülüğünde meclis üyeleri ile diğer görevlilerden oluşan bir heyet doğal gazın getirilmesi konusunda mahallelerde toplantılar yaparak çalışmalarda bulundular. Bunun dışında site, apartman ve toplu konutlardaki yöneticilerle işbirliği yapılarak süreç hızlandırılabilir. Temiz bir havaya kavuşmak için tüm sorumluları ve Uzunköprü'de yaşayanları bu sürece katılmaya davet ediyorum. 

Hür Gazete 18.01.2015

DEMOKRASİNİN TEMELİ VE ÖNSEÇİM

       






        


         2015 Haziranının ilk haftasında ülkemizin kaderini belirleyecek genel seçimler yapılacaktır. Parlamenter demokratik bir rejimin uygulandığı ülkemizde seçimlerin demokratik, açık ve saydam olması rejimin olmazsa olmazıdır. Seçmenler oylarını  gizli kullanırlar, sayımlar açık olur. Her ne kadar trafolara kediler girse de, tutanaklar yanlış tutulsa da, ikametgaha dayalı nüfus sayımlarında oynamalar olsa da seçimler yine de yargı denetiminde yapılmaktadır. Bu sistemle yapılan seçimler sonucunda çıkan sonuca biz çok sevilen deyimle, "milli irade", diyoruz. Acaba öyle mi? Yani halk istediği kişiyi milletin temsilcisi yapabiliyor mu?
   
          Demokrasilerde belli bir zümrenin ya da kişinin değil de, halkın menfaatlerini sonuna kadar savunacak kişileri halkın temsilcisi yapmak önemlidir. Burada milletvekili adayları, "nasıl saptanacak", sorusu akla geliyor. En son yapılan 2011 genel seçimlerinde bazı bölgelerde önseçim yapan CHP hariç, tüm partiler, merkez yoklaması yaptılar. Yani milletvekili adaylarını kendileri atadılar. Siyasi partiler,1983 yılında çıkarılan ve hiçbir iktidar tarafından değiştirilmeyen anti demokratik seçim ve siyasi partiler yasalarına dayanarak bu atamaları yaptılar. Bu durumda lider ve genel merkez parti içinde aykırı gördükleri sesleri kesmekte, onları liste dışı bırakabilmektedir. Halkın ve parti üyesinin söz hakkının olmadığı bu sistemde liderler, kendi rotasından ayrılmayacak milletvekili istemektedirler.
     
        Demokrasi, eğer partilerin içinde yaşanmıyorsa, ülkemizde nasıl yaşatılacaktır? Demokrasinin yerleşmesi ancak parti içi demokrasinin olmasıyla mümkündür. Bir yere seçilenler, genel merkez’in değil de üyelerin oylarıyla aday olsalardı, üyelere sırtını dönebilirler miydi? Sandıktan öcü görmüş gibi korkup kaçarlar mıydı? Kayırmacılık, nepotizm (akraba koruyuculuğu) olur muydu? Demokrasinin vazgeçilmez unsurları siyasi partilerdir. Halkın örgütlenebildiği en büyük kitle örgütleridir. Onun için lider demokrasisi (egemenliği) yerine halkın demokrasisi gerçekleşirse, halk kendi temsilcilerini seçebilir, onlara hesap sorabilir.
     
        Yolsuzluk, haksızlık, kayırmacılık, torpil, kötü yönetimlerden yakınıyorsak bunu arka planında demokrasinin eksikliği gelmektedir. Ancak gerçek demokrasilerde hesap verilebilirlik, saydamlık, eşitlik, hak, hukuk, adalet vardır. Bunu talep etmekte bir yurttaş olarak en tabii hakkımızdır. Bunun verilmesi de bir lütuf değildir. Onun için tüm siyasi partiler, seçimlerde yargı gözetiminde demokratik önseçim yapmalıdırlar.


Hür Gazete 29.11.2014

YAŞAM ÜZERİNE

           









          
          Öyle bir hayat yaşadım ki,
          Cenneti de gördüm, Cehennemi de
          Öyle bir hayat yaşadım ki,
          Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
          Bazıları seyrederken hayatı en önden,
          Kendime bir sahne buldum oynadım.
          Öyle bir sahne vermişler ki,
          Okudum  okudum,
          Anlamadım.
          Kendi kendime konuştum bazen evimde.
          Hem kızdım, hem güldüm kendi halime.
          Sonra dedim ki, “söz ver kendine”,
          Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin.
          Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin.
          Uçmayı biliyorsan, düşmeyi de bileceksin.
          Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
          Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım.
          Öyle çok değerliymiş ki zaman,
          Acele etmem, bundan
          Anladım.

   


        Yukarıda ki dizeler,1844-1900 yılları arasında yaşayan varoluşcu Alman filozof FRİEDRİCH NİETZCHE’nin Salomeye adlı şiirine aittir. İnsan yaşamının dünya üzerindeki kısa yolculuğunun bir iç hesaplaşmasıdır sanki. İşte yaşamda da son basamaklara doğru yol alırken çevremizde ki arkadaşlarımızın, büyüklerimizin de birer birer eksildiğini görüyoruz. Yaşamın sonlarına doğru geldiğimizde, onun çok kısa olduğunu anlarız ama geç olur, keşke dediklerimiz çoğalır. "Yeniden sil baştan olsa, acaba nasıl yaşardık", diye düşünmekten kendimizi alakoyamayız. Şairin dediği gibi "uçmayı biliyorsan, düşmeyi de bileceksin. Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin."
    
       Gazeteci, yorumcu  Reha Muhtar 10 Nisan 2011 tarihli Vatan Gazetesindeki köşesinde insan karakterlerini değerlendirmiş, şöyle yazmış; “Hayatta iki tip insan vardır. Birincisi kaplan gibidir. Mertçe savaşır. Kazanır kazanmaz, yener yenilir önemli değildir. İkinci tip insanlar sivrisinek gibidir. Siz uyurken vızıldayıp, ısırır. Gerçekte had safhada ödlek olan bu tipler, ısırıklarla tatmin olur. Büyük olmak aslında, büyük denizlerde yüzmesini ve gerekirse ölmesini bilecek derecede asil olmak demektir. Oysa sivrisinekler bataklıkta ürerler ve orada tükenir ve giderler.” Bunun üzerinde ne yorum yapılabilir ki? Tüm insanların, sivrisinek gibi değil, insanca, mertçe mücadele etmesini istemekten başka.
   
       Bu ölümlü dünyada mertçe yaşamak, kimseyi aldatmadan, topluma faydalı olmaya çalışmaktan daha büyük bahtiyarlık var mıdır? 

Hür Gazete 06.10.2014

SİYASİ ETİK VE CHP'DE SİYASET


          


           Siyaset, insanları yönetme sanatıdır. Siyasetçi de bunu icra eden kişidir. Demokrasi ile yönetilen çağdaş ülkelerde siyasetçiler, etik kurallara uymak zorundadırlar. Bu kurallara uymayanlar oralarda bir daha siyasetle uğraşamazlar. Ülkemizde de bu kurallara uyulması gerektiği konusunda, siyasetçilerimiz de dahil herkes hemfikirdir. Siyasetin etik (ahlak) kuralları, yazılı olmasa da genel olarak toplumda uyulması istenen genel ahlak kurallarıdır. Bunlar, kuşkusuz öncelikle toplumu yönetmeye aday siyasetçilerden beklenir. Verilen sözü tutmaktan, yalan söylememeye, halkı kandırmamaya, boş vaatlerde bulunmamaya, vatandaşa ve birbirlerine karşı kırıcı olmamaya, kimseye hakaret etmemeye, yolsuzluk, rüşvet ve ahlak dışı olaylara karışmamaya kadar bir dizi kuralları kapsar.

            1980 den sonra çıkarılan seçim ve siyasi partiler yasaları ne yazık ki; Türkiye de siyaseti dar bir alana sıkıştırmıştır. Genel seçimler için konulan %10 oy barajı ile %9.99 oy alan bir siyasi parti hiç milletvekili çıkaramazken, %34 oy alan bir siyasi parti Meclis’teki milletvekillerinin %65’ini elde edebilmekte, bu da ,o partiye, Türkiye'nin kaderini etkileyecek, anayasayı tek başına değiştirme imkanı verebilmektedir. Yine siyasi partiler yasası ile parti liderine sonsuz imkan sağlanmaktadır. Bu anti-demokratik iki yasayı 30 yıldır iktidardaki hiçbir parti değiştirmek istememiştir.

           Son zamanlarda yoğunlaşan CHP ve onun çalışma düzeni ile ilgili yazılardan şu anlaşılıyor ki, CHP'sinde yolunda gitmeyen bir şeyler var. Bunları duyması gereken yöneticiler ya duymazlıktan geliyor ya da duysalar bile hoşlarına gitmiyor. Aslında çözüm yolları önerenler boşuna çırpınmıyor. Halkın içinde oldukları için halkın tepkilerini dile getiriyorlar. Halkın tek umudu, tek çıkış yolu CHP. Ama kendi içinde demokrasiyi hayata geçirememiş bir parti, ülkede demokrasiyi geliştirebilir mi? Bu konuda AKP'yİ demokrasi çizgisine çekmeye çalışırken, o partiye benzemek çıkar yol mu? Yalnızca lider değiştirmekle de parti demokratik olamaz. Topyekun partide bir değişim gerekir. Bir zihniyet değişimi. Tüm üyelerin parti çalışmalarına aktif olarak katılması, bunun için de her kademede üyelerin katılımıyla önseçim ve kongrelerde de blok liste yerine çarşaf liste uygulaması olmalıdır. Tüm kademelerdeki seçilmiş yöneticiler; saydam, katılımcı, özgürlükçü, hesap verebilir ve eşitlikçi hareket etmelidir. Parti, böylece üyeye ve halka güven verebilir.

               2010 yılında, o zaman ki CHP genel başkanı sayın Deniz Baykal’ın talihsiz bir olay sonucu istifa etmesiyle yapılan kurultay sonrası sayın Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlığa gelir gelmez 2011 genel seçimlerine yönelik ülke çapında mitinglere katıldı. Halkta ve partide bir heyecan dalgası yarattı. Parti içinde eşitlik ve demokrasi vaat etti. Yapılan genel seçimlerde beklenen kadar olmasa da parti oylarını birkaç puan arttırınca genel başkana kredi açıldı. Ancak 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde antidemokratik uygulamalar ve sonrasındaki cumhurbaşkanlığı adayını belirleme sürecinde tek başına aldığı kararlar, işin başında aldığı kredileri eritti.

             Şimdi CHP yol ayrımındadır. Bir kez daha ülkeyi AKP iktidarına mahkum etmemek için iktidar seçeneği olmak zorundadır. Ülkenin demokratik yaşamı son hızla ayaklarımızın altında kaymakta, iç ve dış sorunlar devasa durumda, ekonomik kriz kapımızda ve CHP halen halka umut olamamaktadır. CHP, kendine çeki düzen vererek ülkeyi bu çıkmazda kurtarmak için gereken açılımı yapmak zorundadır.


Hür Gazete 02.09.2014

2014 CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDE CHP






             Ülkemizde son aylarda yaşanan ve gelişen olaylara yetişmek adeta imkansız. Geçen yıldan bu yana, Gezi olaylarını, 17 -25 Aralık soruşturmalarını, 30 Mart 2014 yerel seçimlerini, Irak’taki rehine krizini, ve son olarak Balyoz tutuklularının tahliyelerini konuştuk. Bu olayların etkileri bir yandan sürerken, şimdi de gündemimize cumhurbaşkanlığı seçimi girdi. Şu an adaylar henüz kesinleşmemekle beraber iki muhtemel adaydan bahsedebiliriz. Birincisi, iktidar partisinin adayı başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ikincisi iki muhalefet partisinin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu.
        
            Bu yazımda, İktidar Partisi’nin adayı ya da adayın saptanması üzerinde değil de muhalefet partilerinin ortak adayının belirleniş biçimi üzerinde durmak istiyorum. Zira, iktidar partisinde başbakanın istediğinin olacağını biliyoruz. Bu konuda önemli olan demokratik olduğunu iddia eden, iktidar alternatifi ana muhalefet parti’sinin davranışları ve kararlarıdır. Atatürk,”egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”, sözünü yıllar önce söyleyerek milletin kendi kaderini tayin etme hakkının olduğunu, bundan da vazgeçilemeyeceğini bu kısa sözde ifade etmişti. Şimdi alınan kararlarda millet bu işin neresindedir? Madem ki İslamcı bir cumhurbaşkanı adayı seçilecekti, günlerce neyin araştırması yapıldı? Parti meclisine, üyelerine, halka soruldu mu? Yoksa dar bir yönetim kadrosu ve iki lider mi karar verdi?

            Zaten itiraz noktası, muhalefet adayının saptanma biçiminin saydamlıktan ve katılımcılıktan uzak olmasıdır. Adayın kişiliği, kariyeri dürüstlüğü tartışma konusunun dışındadır. Yalnız şunu belirtmek gerekir, benzer adaylar birbirine alternatif oluşturamazlar. Yoksa CHP’sinin alternatifi CHP, AKP’nin alternatifi de AKP olurdu. O zaman da herkes aynı düşündükten sonra demokrasiden bahsedemezdik. İlkelerine uygun aday bulacaksın. Benzerini bularak kazanacağın garanti mi? Kazansan bile senin parti olarak ilkelerin hayata geçecek mi? Kaybedilirse, sadece adayı seçenler değil, ülke de kaybetmeyecek mi?. Bunun sonucunda doğal olarak partinin tutarlılığı tartışılacaktır. Siyasi partiler, programları ve ilkeleriyle ayakta kalırlar ve büyürler.

          Sonuç olarak; ülkemizde zaman zaman demokrasinin askıya alındığı dönemler olmuştur. Bu ara dönemlerde hiçbir demokratik kurala uyulmamış, en basit insan hakları bile çiğnenmiştir. Şimdi de sancılı bir dönemden geçmekteyiz. Günümüzde de demokratik bir hukuk devletinde olması gereken saydamlık,katılımcılık ve hesap verilebilirlikten bahsedemeyiz. Bu durumda buna karşı çıkması gereken Türkiye Cumhuriyet’ini kuran, ülkemizi çok partili hayata geçirerek demokrasinin temellerini atan, köklerini Kuvayi Milliye’den alan, 90 yıllık çınar Cumhuriyet Halk Partisi olmalıdır. Bunu yaparken de ATATÜRK’ün Kurtuluş Savaşı sürerken Millet Meclisini Ankara da topladığı gibi kararlarını milletin desteğiyle alması gerekmektedir.



Hür Gazete 23.06.2014