17 Şubat 2016 Çarşamba

SİYASETİN OKULU







              1988 yılında, Uzunköprü'de Sosyal Demokrat Halkçı Parti'ye (SHP) kayıt olduğumda bir parti büyüğü bana şöyle demişti; "siyasetin okulu yoktur, siyaset yaşayarak öğrenilir." Aradan 28 yıl geçti. Bu süre zarfında bu sözün doğruluğunu yaşayarak öğrendim. "Siyaseti, tam olarak öğrendiniz mi", derseniz. Öğrendiğimi söyleyemem. Çünkü bu süreç yaşam boyu sürer. Ancak siyasette verilen sözlerin tutulmadığını, takım (hizip) oyunu oynandığını, samimiyetin olmadığını ve her zaman iki kere ikinin dört etmediğini öğrendim. 

               Başka neler öğrendim?
   
              "Siyaset bir maratondur." Siyaset yapmak isterseniz kendinizi hayat boyu sürecek uzun soluklu bir yarışa hazırlamalısınız. Kısa zamanda geçici başarılar kazanabilirsiniz ama bu, siyasette kalıcı olmanıza yetmez. Kalıcı olmanız için gerçekten halka samimi yaklaşmanız ve yalansız, dolansız hizmet etmeniz gerekir. 

             "Siyasette her zaman hatalar yapılır." Bunlar bireyseldir ve faturasını herkes kendi öder. Ancak yönetimlerde görevliyseniz hatanızın bedelini halk öder. 

             "Siyaset ekiple yapılır."  Aynı düşünce etrafında birleşen insanlar bir araya gelip, bir ekip, bir kadro kurup, hedeflerine ulaşmaya çalışabilirler. Ancak bu kadrolaşma,(çamurdan olsun, benden olsun, anlayışıyla) hizip halini alırsa, bu durum, parti içinde ayrışmaya yol açar ve partiye zarar verir.
       
             "Düşmanlık üzerine siyaset yapılmaz." Siyasette bugün düşman olan, yarın dost olabilir. Onun için çıkarken kapıyı sert kapamamak lazım. Siyaset düşman üreterek yapılmaz. 
 
            "Seçilenlere saygı gösterilmeli."  Seçilen yöneticiler, seçildikten sonra tüm üyelerin hatta vatandaşların yöneticileridir. Saygı görmeyi hak ederler. Buna karşılık yöneticiler de halka tepeden bakmayıp, herkese kucak açmalıdırlar.        
            
            "Siyaset toplum için yapılmalıdır."  Ancak öyle yapılıyor mu?. Okuduğumuz, gördüğümüz kadarıyla bireysel çıkarlar ön planda. 1980’den sonra izlenen politikalar sonucu artık her şey parayla, lüks yaşamla ölçülür oldu. Onun için idealist siyasetçiler bir avuç kalırken, siyaset-çıkar ilişkisi kuran siyasetçilerin sayısı arttı.
             
            "Siyasette de kurallar vardır." Bu kuralları siyasi partiler yasası, partinin tüzük ve yönetmelikleri belirler. Genel başkanlar, MYK ve Parti Meclisleri partinin sahibi değil, geçici olarak yöneticileridir. Partilerin gerçek sahipleri üyelerdir, halktır. Onun için yönetimdekiler kurallara aykırı hareket edip, kendilerine yönelik avantajlar sağlayamazlar. Eğer keyfi davranılırsa, partiye oy ve gönül veren insanların karşısında inandırıcı olunamaz. Parti de halka değil, bir kısım siyasetçiye hizmet eder duruma düşer.
        
             Sonuç olarak siyaset; yediğimiz ekmekte, içtiğimiz suda, soluduğumuz havada, eğitimde, sağlıkta, savaşta, barışta, her yerde var. Toplumun huzur ve refahı ile çocuklarımızın geleceği için siyasette tüm yurttaşlarımıza görev düşmektedir. O da vatanımıza, bayrağımıza, cumhuriyetimize, Atatürk ve onun devrimlerine, demokratik, laik, sosyal hukuk devletine sahip çıkmaktır.

          



Hür Gazete 11.02.2016

6 Şubat 2016 Cumartesi

CHP 35. OLAĞAN KURULTAY’ININ ARDINDAN

               




         Cumhuriyet Halk Partisi, 35.Olağan Kurultayını 16-17 Ocak 2016 pazar günü gerçekleştirdi. Birinci günde, tek aday olan sayın Kemal Kılıçdaroğlu, kullanılan 990 oyun tamamını alarak tekrar genel başkan oldu. İkinci gün, il örgütlerinin istemesiyle çarşaf liste yöntemiyle Parti Meclisi seçimi yapıldı. 462 adayın olduğu Parti Meclisi seçimlerinde 60 üye seçilecekti. Bunun 8’ini Bilim Yönetim ve Kültür Platformu oluşturacaktı. Yine bu listelerde tüzüğe göre %33 cinsiyet kotası (kadın kotası olarak bilinir),%10’da gençlik kotası uygulanacaktı. Blok liste (kemik liste diye de adlandırılır) yerine çarşaf liste uygulandığı için genel merkezin desteklediği anahtar listenin dışından 28 kişi Parti Meclisine girdi.
        
          Bu genel bilgilerden sonra gelelim kurultayın Edirne yönüne. Çünkü kurultay bitti ancak Edirne’deki yankıları bitmedi. Edirne’de eleştiriler, 3 kurultay delegesinin oy kullanmadan geri dönmesi ve genel başkanın anahtar listesinde yer alan milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun gerektiği kadar desteklenmemiş olmasına idi. Bu eleştirilerde haklılık payı yok değil. Kurultay delegeleri açısından da, il başkanı tarafından da siyasi bir hatadır. Siyasi hatalar da siyaseten ödenir.

          Ankara’ya kulis için 3 gün önce gidilirken ve yapılan toplantılarda iki vekilden birisinin mutlaka Parti Meclisi’ne girmesinden bahsedilirken, şimdi ne oldu da üye bazında yapılan milletvekili önseçiminde birinci olan milletvekili desteklenmemiştir? İl başkanı ve ilçe başkanı artık seçildikten sonra sadece kendilerini seçenlerin değil tüm üyelerin il ve ilçe başkanlarıdır. Dolayısıyla görevlerinin başında, parti içinde üyeler arasında birliği, eşitliği sağlamak ve adil bir yönetim göstermek gelir. Kurultay delegelerinin görevlerini sağlıklı ve tam yapmasından da il başkanı sorumludur.

              Ayrıca, tartışmayı genişleterek eski kurultayları, gündeme taşıyarak, savunma yapmak partiye fayda getirmez. Ancak CHP Edirne tarihine not düşmek için CHP Uzunköprü eski ilçe başkanı (2007) ve 2008’de yapılan 32. Olağan Kurultayda, kurultay delegesi olarak görev yapan bir parti üyesi olarak ortaya atılan bir iddiaya açıklık getirmek istiyorum. Deniyor ki; "o kurultayda, kurultay delegeleri o zamanki bir milletvekilimizin Parti Meclisi’ne girmesini önledi." İddia bu. Doğrusu ise şöyle;

             O dönemde sayın Deniz Baykal’ın parti içindeki gücü tartışılmazdı. CHP 32. Olağan Kurultayında genel başkan Deniz Baykal'ın karşısına genel başkan aday adayı olarak Haluk Koç çıkmıştı. Edirne il yönetimi ve kurultay delegeleri olarak tek adamlığa karşı çıkmak ve parti içinde demokrasiyi sağlamak için Haluk Koç’a destek vermeyi kararlaştırmıştık. O zaman aday olmak için toplam kurultay delegesi sayısının %20’si olan 253 delegenin imzasını almak gerekiyordu. Sayı 168’de kaldı ve Divan’da açık imza vermemize rağmen imza sayısı yetmediğinden sayın Koç aday olamadı. Tek aday olarak rakipsiz kalan Deniz Baykal genel başkan seçildi. Onun hazırladığı Parti Meclis listesi blok liste olarak oylanarak kabul edildi. O Kurultayda Haluk Koç'a açık destek veren Edirne delegasyonunu Deniz Baykal’ın dinlemesi söz konusu değildi. Listeler tek olduğu halde, yine de saatlerce kuyrukta bekleyip oy verme görevimizi eksiksiz yerine getirdik.




Hür Gazete 26.01.2016

RÜZGAR GİBİ GEÇTİ

      




                  Bu yazımın başlığı, Margaret Mitchell'in romanından uyarlanmış 1939 Amerikan yapımı “Rüzgar Gibi Geçti”, adlı filmden alınmıştır. Zamanımız da aynı rüzgar gibi hızlı geçiyor. Hem hızlı, hem de acımasız. Bir daha da asla geri alınamıyor. Bu durum, insanlar için geçerli olduğu kadar, ülkeler ve kurumlar içinde geçerli. Ülkemizin kurucu partisi, demokrasiyi hayata geçiren, kökleri Kuva-ı Milliye’ye dayanan, 92 yıllık Cumhuriyet ile yaşıt olan Cumhuriyet Halk Partisi içinde geçerli olup, zaman akıp, gitmektedir. 
  
                2010 yılında yapılan kurultayda Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlığa seçilince partide yeni bir heyecan ve umut yaratmış, o heyecanla 2011’genel seçimlerinde CHP %26 oy almıştı, Ancak bu umutlar 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde devam etmedi. %27.8 oy alınmıştı ama belediye başkanlıklarında yapılan atamalar, önseçim kararları, keyfilikler parti içi demokrasiye, uymuyordu.
        
              2014 Ağustos’unda yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise CHP ve MHP  birlikte İslamcı gelenekten gelen bir kişiyi çatı adayı olarak gösterdi. Ortak aday, seçimlerde, %38.44 oranındaki oy ile iki partinin aldığı toplam oydan daha az oy aldı.  RecepTayyip Erdoğan %51.79 oy alarak cumhurbaşkanı seçildi. CHP, ondan sonra yapılan 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde %25, tekrarlanan 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde de %25.3 oy aldı. 
         
              Tüm bu sonuçlar, partinin bir türlü istenilen yükselişe geçemediğini, alınan oy bakımından adeta patinaj yaptığını gösterdi. Oy vermedikleri için halk suçlanamayacağına göre, bu durumdan başta genel başkan ve genel merkez olmak üzere yöneticilerin sorumluluklarını kabul edip, özeleştirilerini yapmaları gerekmez mi? Kurultaylar niye var?

             16-17 Ocak 2016 tarihinde yapılacak 35. Olağan Kurultay’da beklentiler karşılanmazsa, gelecek kurultayı bekleyecek vaktimiz kalacak mı? Rejimin değiştirilme tehlikesi varken, tek amaç, parti içi iktidar ise yapılanlara diyecek bir şey yok. Her şey bu duruma uygun.  Ama ülkede iktidarı almak, demokrasiye sahip çıkmak, halka umut olmak ise partide, hiçbir şey buna uygun değil.


Hür Gazete 14.01.2016

CHP EDİRNE İL KONGRESİNE GİDERKEN

      




            Ülkemizde ana muhalefet partisi CHP'si, iktidarda olmasa da hep gündemde. "Türkiye'nin cumhuriyetle yaşıt, cumhuriyeti kuran partisi gündemde olmayacak da, hangi parti gündemde olacak", diye sorabilirsiniz. Bu konuları ben de yazılarımda sık sık dile getiriyorum. Bu yalnızca benim Cumhuriyet Halk Partili olmamdan kaynaklanmıyor, bununla birlikte Türkiye'nin de ihtiyacından kaynaklanıyor. Her dört seçmenden birinin oyunu alan CHP'si ana muhalefet partisi olarak iktidar alternatifidir. İktidar partisi başarısız olduğunda CHP'sinin onun yerine geçmeyecek mi? Onun düzgün çalışması, ülkemizin yararına değil midir? CHP, iyi olmazsa, Türkiye iyi olur mu?
     
          Ülkemizde son yıllarda yaşanan tüm olumsuzluklara karşın umudumuzu yitirmiyor isek ülkenin sigortası olan CHP’den dolayıdır. Gemi su alırken de hiç kimsenin lüks kamara kavgası yapma hakkı yoktur. CHP iyi yönetilirse, oylarını arttırıp, iktidar umudu olabilir. İşte o yüzden CHP iyi yönetilmeli, birilerinin değil, halkın ve üyenin egemenliğinde olmalıdır. Yöneticilerinin her zaman demokratik, adil, saydam, eşitlikçi, hesap verebilir olma yükümlülüğü vardır.
       
         27/12/2015 Pazar günü CHP Edirne il kongresinde iki başkan adayı var. Parti içinde olan gruplaşmaları, çekişmeleri ve ileriye yönelik mevzii kapma yarışlarını burada yazmayacağım. Bu konuları her partili biliyor ancak benim bildiğim bir konu daha var. Bu kısır tartışmaların sonu yoktur. Onun için yapılacak kurultayda ya da daha sonraki tüzük kurultayında ele alınması gereken bazı konu ve önerilerden bahsedeceğim.

  • Kongrelerde herkesin aday olma hakkı olabilmeli, bu nedenle gruplaşmaya neden olan blok liste yöntemi yerine, demokratik seçim yöntemi olan çarşaf liste yöntemi tek seçim yöntemi olarak tüzükte yer almalıdır.
  • Kurultay delege sayısı saptanırken, o ilde alınan oy oranı göz önüne alınmalıdır.
  • MYK üyelerini genel başkan değil, Parti Meclisi kendi içinde oylama yaparak belirlemelidir. MYK içindeki görev bölümü de seçimle olmalıdır.
  • Kadın kolları ve gençlik kollarının yeniden yapılanması ve yönetim kurullarıyla koordineli çalışması sağlanmalıdır.
  • Cinsiyet ve gençlik kotalarının oranı ve uygulamalardaki aksaklıkları gözden geçirilmelidir.
  • Liyakata ve emeğe dayalı “nitelikli üye” tanımı hayata geçirilip, delege sistemine son verilmelidir.
  • Önseçim şart olmalıdır. Genel merkeze tanınan genel seçimlerdeki kontenjan sayısı %5’le sınırlandırılmalıdır.
  • Yerel yönetimlere kesinlikle atama yapılmamalı,il genel ve belediye meclisi dahil hepsinde önseçim yapılmalıdır. 

        Son olarak siyasi partiler ve seçim yasaları değiştirilerek, seçim barajı %2’ye indirilmeli,milletvekili emekliliği kaldırılmalı, siyaset bir rant ve zenginleşme aracı olmaktan çıkarılmalıdır. Böylece profesyonel politikacılığa son verilerek gerçek ülke sorunlarıyla ilgilenecek gençlerin önü açılmış olur. 





Hür Gazete 25.12.2015

CHP’SİNDE KONGRELER

   





          CHP’de hızlandırılmış bir kongre takvimi uygulanıyor. Parti, en son Uzunköprü ilçe kongresini 2012 yılının Mart ayında yapmıştı. Aradan 3 yıl 8 ay geçtikten sonra nihayet 29 Kasım 2015’te ilçe kongresi yapılabildi. Siyasi partiler yasasına ve CHP'sinin tüzüğüne göre parti içi seçimler, 2 yılda bir yapılır ancak yerel ve genel seçimler öncesinde bir kareye mahsus 1 yıl ertelenir. Buna göre  seçimler ertelemeden sonra da 8 ay gecikmiş oldu. Yine de geç olsun da güç olmasın.
        
            CHP, cumhuriyeti kuran, cumhuriyet ile yaşıt bir partidir. Kongreleri her zaman heyecanlı olmuştur. Onlardan 5-7 Mayıs 1972'de yapılan 5.Olağanüstü Kurultay, tarihi bir öneme sahiptir. O kurultayda, genel başkan İsmet İnönü'ye karşı çıkan Bülent Ecevit'in parti meclis listesi kazanmış, bunun üzerine 14 Mayısta toplanan ikinci kurultayda ismet İnönü adaylıktan çekilerek tek aday kalan Bülent Ecevit genel başkan olmuştur.12 Eylül 1980 darbesinden sonra partiler kapatılınca yerlerine yenileri kuruldu. Sosyal demokrat olan iki parti Halkçı Parti ve SODEP birleşerek SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) adını aldı.
  
             1988 yılında SHP'sine üye oldum. O zamandan bu zamana (öğretmenliğe döndüğüm 1998-2003 yılları hariç) çok  kongreler geçirdim. Unutamadığım kongrelerin başında 1988 kongresi gelir. O kongrede çarşaf liste ile yapılan seçimleri eski ilçe yönetimine karşı genç bir ekip olarak kazandık. Önce yönetim kurulu üyesi, ardından sayman üye oldum. 1989 yerel seçimler öncesi de ilçe başkanının, belediye başkanı adayı olmak için beklenmedik istifası sonucu toplanan SHP ilçe yönetim kurulu beni ilçe başkanı olarak seçti. Seçime girmek üzere olan bir partiyi başkansız bırakmamak için seçimleri sonuçlandırana kadar görevi kabul ettim. 1989 yerel seçimlerini az bir oy farkıyla kaybettikten sonra da istifa ettik.12 Eylül 1980 askeri darbe yönetiminin kapattığı CHP’si yıllar sonra Deniz Baykal'ın girişimiyle 9 Eylül1992 tarihinde yeniden açıldıktan sonra da CHP'sine üye oldum ve Uzunköprü’de yaptığı ilk kongrenin divan başkanlığını yaptım.
       
,           CHP’sinde 2008’de yapılan ilçe kongresinde partinin bir kaç kişinin hakimiyetinden kurtularak herkese siyaset yapma imkanı tanımasını sağlamaya çalıştık. O kongre berabere bitmiş, başkan kura ile belirlenmişti. 2010 yılındaki lider değişikliğinden sonra parti içi demokrasi konusunda adımların atılmasını bekledik. Ancak, gerek il ve ilçelerde yapılan kongrelerde, gerekse kurultaylarda dar grupçuluğu aşamadık. Özellikle 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde sandığın konulup, partide önseçim yapılmaması sonrasında il genel ve belediye meclis üyeliklerinin eş, dost arasında paylaşılması kırgınlıklara yol açtı. Bu diğer tüm seçimlere yansıdı. Yeni yapılan ilçe kongrelerinde de bunun yansımalarını gördük.
        
         Ülkede nasıl sağlıklı bir iktidar için, güçlü bir bir muhalefete ihtiyaç varsa siyasi partilerde de parti içinde muhalefete ihtiyaç vardır. Bu durum demokrasinin gereğidir. Ancak tüzük dahilinde, öncelikle partinin ve ülkenin menfaatini gözetmek şartıyla. CHP’sinde yıllardır sürüp gelen ve partiyi kemiren bir olgu vardır. Bu da gruplaşma ya da hizip hareketleridir. Siyasi çalışmalarda ekip olabilir, zaten siyasette yalnız çalışamazsınız. Ancak grup ya da hiziplerde partinin değil, sadece grubun çıkarı düşünülür. Bir grup lideri vardır. Grup disiplini adına ondan izinsiz bir şey yapamazsınız. Kendinizi bir grup içerisine dahil ederseniz artık kendiniz değilsinizdir. Bireysel olarak, özgürce kendi düşüncenize göre hareket edemezsiniz. Ona bağlı olursunuz. Gruba ihanet edemezsiniz. Hak edeni, layık olanı değil çamurdan da olsa kendi elemanınızı desteklersiniz. İşbirliğine açık olmazsınız. Parti içi yarışlarda yenilseniz de, o yenilgiyi grubun dağılmaması tam aksine daha çok kamçılaması için kullanırsınız. Grup lideri için grubun dağılmaması ve kendi hedefi önemlidir. Grupçuluk ya da hizipleşme yukarıya kadar gider.
           
            Buna ilaveten kolay politika yapma yollarından bir tanesi de vesayet altında politika yapmaktır. Güçlü birinin kanatları altına girerseniz, size bütün yollar açılabilir. Ancak sırtını dayadığın (makamı) güçlü kişi, gücünü kaybederse ya da yollarınız ayrılırsa şaşkın ördek gibi ortada kalırsınız, aynen lokomotifi ayrı makasta kalan vagonlar gibi. Bunu da kolaycılığın riski olarak kabul etmek gerekir. Gruplaşmalardan ve vesayet altındaki kadrolardan parti  çok çekti. Partilerde kongrelerin birinci amacının, partiyi iyi yönetecek liyakatlı kadroların iş başına gelmesi olmalıdır. 



Hür Gazete 12.12.2015

DEMOKRATİK CHP

     

         Ülke olarak seçim yorgunu olduk. Son 19 ayda önce 30 Mart 2014 yerel seçimlerini, ardından aynı yılın Ağustos ayında cumhurbaşkanlığı seçimini, 7 Haziran ve nihayet 1 Kasım 2015 genel seçimlerini yaşadık. Her seçim öncesi Türkiye top yekun gerildi. Ekonomik dengeler bozuldu. Bombalar patladı, yüzlerce masum insan hayatını kaybetti. Her gün yeni şehit haberleri gelmeye başladı. Demokratik, saydam, eşitlikçi bir şekilde yapılan seçimler demokrasinin vazgeçilmez unsurudur. Eskiden seçimleri değişiklik olacak ve Türkiye’ye yeni ufuklar açacak yeni kadrolar gelecek diye heyecanla, ümitle beklerken, şimdi ise neredeyse tek başına iktidar çıktı, istikrar olacak ve 4 sene seçim olmayacak diye sevinir olduk. 
          13 senedir seçimlerden hep aynı kadroların çıkması karşısında muhalefet partilerinin durup, düşünmesi gerekir. Halkın büyük çoğunluğu demokratik, laik, hukuk devletinden ve parlamenter rejimden yanadır. Yargı, yasama ve yürütme ayrılığına dayalı sisteme inanır. Anayasaya saygılıdır. İnsanlarımız,tüm çağdaş ülkelerde olduğu gibi bireysel özgürlüklere ve hayat tarzlarına karışılmadığı, medya ve basın özgürlüğünün tam anlamıyla yaşandığı, fırsat eşitliğinin olduğu, çatışmasız, savaşsız,  huzurlu ve müreffeh bir ülke de yaşamak ister. Bu istekler, katılmak istediğimiz Avrupa Birliği normlarıdır. Siyasi partilerimizin bunların gerçekleşmesi için çaba harcaması, bu konularda iktidar partisi yetersiz kalırsa muhalefet partilerinin, özellikle ana muhalefet partisi CHP’sinin seçenek olması gerekmez mi?
        CHP’sinin yapılan tüm seçimlerde %25 gibi bir oy oranına saplanıp kalması, adeta patinaj yapması bu partiye oy veren seçmenlerinin ve üyelerinin hayal kırıklığına uğramasına neden oluyor. Burada oy vermeyen seçmenleri suçlamak, “ne yapalım bu kadar çalışıp, ekonomik vaatlerde bulunduğumuz halde, halk bizi anlamıyor”, demek olayın özünü kavramamak, kolaycılığa kaçmaktır. CHP, her ne kadar Türkiye’nin en demokratik partisi olarak gözükse de, üst yönetimden başlayarak  üye , örgüt yapısına ve işleyişine kadar yapısal sorunları vardır. Lider’in değişmesi seçmene ve üyeye güven vermek için yeterli değildir. Bununla birlikte parti içinde katılımcı, demokratik, saydam, eşitlikçi, hesap verebilir bir yönetim anlayışına ihtiyaç vardır. Tekrar “emek en yüce değerdir” zihniyetinin partide egemen olması gerekir.
        CHP'sinde üye kayıtları kongreler ve parti içi iktidar olmak için değil, ülkede iktidar olmak için olmalı, yükselmek için öncelikle emek ve liyakat aranmalıdır. Parti içinde yarışlar eşitlikçi ve adil olmalı, tüzük keyfi uygulanmamalıdır. Kongrelerde ve önseçimlerde üyenin ya da delegenin özgür iradesine yerel yönetimlerin, milletvekillerinin ve üst yönetimlerin müdahalesi önlenmelidir. Eğer bunlar önlenmezse  şimdiye dek olduğu gibi güçlülere dayanmak, biat etmek, yalakalık  yapmak geçerli kılınırsa, üye çalışmak, kendini geliştirmek yerine en kolayından güç sahiplerine yanaşmayı seçer. Parti de samimi, gönüllü çalışacak üye yerine çıkarını düşünen üyeye sahip olur. Bu da partiye zafiyet getirir. Genel başkanlar dahil başarısız olan gider, başaracak olan gelir. Bizde öyle olmuyor. Her başarısızlığa mazeret bulunuyor ve delege avcılığıyla o koltukta kalınıyor. Sistem öyle kuruluyor ki, kendi istemedikten sonra hiçbir yönetici koltuktan indirilemiyor.
          2008 yılının Aralık ayının sonlarında, genel başkan Deniz Baykal, CHP 14. Olağanüstü Tüzük ve Program Kurultayını toplayarak kurultayda çok istediği bir tüzük değişikliğini yaptırdı.  Baykal'ın 2010 yılının Mayıs ayında istifa etmek zorunda kalmasından dolayı kullanamadığı bu tüzük değişikliği ile genel başkana olağanüstü bir yetki veriliyor, daha önce parti meclisince seçilen MYK üyelerini genel başkan tek başına seçecek ve istediği zaman da değiştirebilecekti. Bu yetkiyi sayın Kılıçdaroğlu’da kullanarak, 2010’dan bu yana MYK üyelerini bir çok kez değiştirdi.
          Genel başkanın bu yetkileri ve onun seçtiği genel merkezin yerel seçimlerdeki adayları ve milletvekili adaylarının tamamını veya bir kısmını atamaları yukarıda güçlü bir  hizipleşmeyi ve bunun doğal sonucu olarak yalnızca bir avuç insanın politika yapmasını getirdi. İl ve ilçe örgütlerinin partinin anayasası sayılan tüzüğe göre 2 ayda bir  danışma ve her seçimden sonra seçimlerle ilgili değerlendirme toplantılarını yapması gerekirken bunlar yapılmaması, kimsenin hesap verme gereği duymaması da ne yazık ki, partide  bir zafiyet yarattı. İktidar olmak için, CHP’de zihniyet devrimi yapılmalı, en geniş şekilde üst yönetimden başlayarak parti içinde; saydamlık, eşitlik, hesap verilebilirlik, katılımcılık, ortak akıl ve emeğe değer verilmesi gibi ilkeler hayata geçirilmelidir. 

Hür Gazete 18.11.2015

1 KASIM 2015 GENEL SEÇİMLERİ ÜZERİNE





          7 Haziran  2015 genel seçimlerinin üzerinden 4 ay geçti. Yaklaşık 3 hafta sonra da yeni bir genel seçimde oy kullanacağız. Çok partili siyasi yaşama geçtiğimiz 1946’dan beri, görmediğimiz bir seçim yenilemesiyle karşı karşıya kaldık. 25. Dönem milletvekilleri, yemin ettikten sonra yapılan koalisyon görüşmeleri sonuçsuz kalınca, yeni yasama yılına başlayamadan vatandaşlar gibi seçimlerin yenilenmesi kararını öğrendiler. İlk olarak kendi iradeleri dışında, anayasa gereği 45 gün içinde hükümet kurulamadığı için tekrar seçime gidilecekti. Halbuki, partilere düşen görev; 7 Haziran genel seçimlerinden çıkan tabloya göre, halkın isteklerine yanıt verecek bir hükümet kurmak olmalıydı. Siyasi partiler bunu yapamadılar. 

         Ülkemiz içte ve dışta ağır sorunlarla karşı karşıyadır. Ekonomik sorunların yanı sıra, terör belası, Suriyeli sığınmacılar problemi, sınırımızdaki çatışmalar, Rusya’nın hava sahamızı ihlal ederek Suriye'ye müdahale etmesi, dövizin artması, işsizlik, sağlık ve eğitimdeki sorunlar, partizanlık dağ gibi duruyor. Siyasi partilerin, seçimlerden sonra işleri hiçte kolay değildir. Ama bu konulara çözüm bulmak zorundadırlar. Siyaset yapmanın amacı budur.  Ülkemizin içinde bulunduğu çıkmazdan, badirelerden kurtulması için şimdi yeni seçimlere umut bağladık. 2 Kasım sabahı bunu göreceğiz.
     
        Siyaset; insanları yönetme, problemlere çözüm bulma sanatıdır. Topluma yön verenlerin, siyasetle uğraşanların öncelikli ilkesi de “önce insan” olmalıdır. Ancak topluma katkıda bulunmayan , yalnızca kendi çıkarını düşünen siyasetçiler bunlara önem vermez. Bu noktada yurttaşlar, seçecekleri partileri ve onların aday olarak gösterdikleri milletvekili adaylarını iyi irdelemeli, seçimlerini ona göre yapmalıdır. Ülkemizde, siyasetle uğraşmanın bilinçli olarak küçümsenmesine rağmen inatla her yurttaşın, görev bilinciyle siyasetle ilgilenmesi gerekir. Çünkü; içtiğimiz sudan, yediğimiz ekmeğe, soluduğumuz havaya kadar her şey siyaset sonucu belirlenmektedir. 1 Kasımda, bu bilinçle oy kullanarak  ülkenin önünü kapayan, kendi çıkarını her şeyin üstünde tutan politikacılara veda etmeliyiz.

Hür Gazete 13.10.2015