20 Nisan 2021 Salı

DÜNYA LİDERİ ATATÜRK

 

Dünya Lideri ATATÜRK

                                 

                           

 

             Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO, 1981 yılını Atatürk’ün 100. doğum yılı münasebetiyle, dünyada, “ Atatürk Yılı” olarak kutlanmasına karar vermişti. Kararın gerekçesinde şöyle yazılıydı; “Atatürk, uluslararası anlayış, iş birliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi, olağanüstü reformlar gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk lider, insan haklarına saygılı dünya barışının öncüsü, bütün hayatı boyunca insanlar arasında renk, din ve ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı, Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu.”        

            Atatürk, kendisine verilen bu payeye ve dünyaca gösterilen ilgiye nasıl yanıt verirdi? İttihatçıların Lideri Cemal Paşa ile aralarında geçen bir konuşmada şöyle diyordu: “Büyüklük odur ki; hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, ülke için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin karşında bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen buna dayanacaksın. Önüne sonsuz engeller yığacaklardır. Kendini büyük değil, küçük, zayıf ve araçsız bir hiç gibi düşünerek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanmış olarak bu engelleri aşacaksın. Ondan sonra da sana büyüksün, derlerse, bunu diyenlere de güleceksin.”

          Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu değil, aynı zamanda 20. asrın en büyük lideri ve devlet adamıydı. Atatürk, 57 yıllık kısa yaşamında birçok askeri zaferler kazanmış, devrimler yaparak yokluklardan kısa zamanda modern bir ülke yaratmıştır. Atatürk, 101 yıl önce 23 Nisan 1920’de Türk Milletinin sinesinden doğan Türkiye Büyük Millet Meclisini toplayarak,  Türk Milletinin kurtuluşuna ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna giden yolu açmıştır.  Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu Türkiye Büyük Millet Meclisinin duvarlarına silinmez harflerle yazdırmış, Türk Milletinin, ilelebet bağımsız ve özgür yaşamasını hedeflemiştir. Devrimler, bunun için yapılmış, saltanat ve hilafet bunun için kaldırılmıştır.

          Ölümünden 82 yıl sonra bile Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşleri, hedefleri ve ilkelerinin geçerliliğini koruması, onun çağının çok ilerisinde olduğunu, yüzyılın Dünya Lideri olduğunu gösterir. Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan her Türk yurttaşının Atatürk ve arkadaşlarına şükran borcu vardır.

          Son söz: “Ey Türk Gençliği; Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir”  Gazi Mustafa Kemal Atatürk

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr           20.04.2021

 

 


13 Nisan 2021 Salı

HER YER KIRMIZI

 




                                                      


                                    

          Ülkemizde her gün gündem değişiyor. Ancak bir gündem maddesi var ki, uzun zamandır değişmiyor. Bir yılı aşkındır dünyayı ve ülkemizi derinden sarsan, her geçen gün etrafımızdaki çemberi daraltan Coronavirus (Covid-19) salgınından bahsediyorum. Bu konudaki bilim adamlarının uyarılarını ve alınması gereken önlemleri ne yazık ki yeterli ciddiyette uygulayamadık. Sonuç olarak artık salgının neredeyse uğramadığı hane kalmadı. T.C Sağlık Bakanlığı’nın 13 Nisan 2021 tarihli Covid-19 tablosuna göre ülkemizdeki günlük vaka sayısı 59,187, vefat sayısı 273’tür. Toplam vaka sayısı 3,962,760, vefat sayısı ise 34,962’dir. Türkiye haritası yüksek riski gösteren kırmızı renge boyandı. Nüfusa göre vaka sayısı açısından Avrupa’da birinci, dünyada da ilk sıralardayız. Bu durum iç açıcı bir tablo değil. Uzun süredir dükkanları kapalı esnafı, işsiz kalan emekçileri, okula gidemeyen öğrencileri, çok yoğun çalışan hekim ve sağlık çalışanlarını düşünürsek, bu tablonun bu şekilde sürdürülemeyeceği çok açıktır.

      Her şeyin başı sağlıktır. Ekonomik kayıpları telafi etmek mümkün ama insan kaybı ne olacak? Hastanelerde, boş yatak bulunmuyor. Başta İstanbul olmak üzere pek çok yerde vaka sayıları katlanarak arttı. Bazı sağlık otoritelerinin söylediği gibi tam kapanmaya bir türlü gidilmedi. Geçen yıldan beri peyderpey kademeli olarak bazı önlemler alındıysa da bunların çok etkili olamadığı, bazen de kurallara riayet edilmediği görüldü. Kalabalık cenazeler, parti kongreleri, açılışlar ve ziyaretler sosyal izolasyonu bozunca geriye sadece maske, mesafe, temizlik kaldı. Bu da salgının yayılmasını önlemeye yetmedi. Böylece salgın adeta pik yaptı.

    13 Nisan 2021 Salı akşamı, daha önce uygulanan kısıtlamalara ilaveten bazı tedbirler açıklandı. Tam kapanma içermeyen bu önlemlerin etkisinin ne kadar olacağını iki hafta sonunda göreceğiz. Öte yandan bilim adamlarımızdan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necmettin Ünal 9 Nisan 2021 tarihli Sözcü Hafta Sonu gazetesinde salgının yayılmasının durdurulması için alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:

1-Tüm ülkede 3-4 haftalık tam kapanma uygulaması başlamalı.

2-Kapanma sonrası kısıtlamalar belirlenmeli, yeterli aşılama oranları sağlanıncaya kadar bu kısıtlamalar sürmeli. Kısıtlamalar küçük adımlı ve sürece yayarak gevşetilmeli.

3-Bu süreçte tüm veriler günlük ve tamamen şeffaf olarak paylaşılmalı.

4-Uygulamalardan zarar gören tüm sektörler ekonomik olarak desteklenmeli.

5-Aşı çeşitliliği ve gerekli aşı dozu sayısı, en kısa zamanda temin edilmeli ve hemen uygulanmalı.

6-Çift doz aşı yapılan ve bunun üzerinden 3-4 hafta geçenlerin, yani bağışıklığı oluşanların aktiviteleri bir aşı kimliği ibrazı şartı ile kademeli olarak arttırılmalı.

7-Ülkemize yurt dışından girişlerde aşı kimliği istenmeli. Bunun olmadığı şartlarda PCR ve karantina zorunlu hale getirilmeli.

    

Son söz: Kurallara, önce kuralları koyanların uyması gerekir.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr              13.04.2021

                            

 

      


6 Nisan 2021 Salı

İNSAN SEVGİSİ

 



   

 

                              

MEVLANA (1207-1273)

                              

 

                1238 ve 1320 yılları arasında Anadolu’da yaşamış, Türkçe şiirin öncüsü tasavvuf ve halk şairi Yunus Emre, insan sevgisinden bahsettiği bir şiirinde şöyle diyor;

                  Ben gelmedim dava için,

                  Benim işim sevi için

                  Dostun evi gönüllerdir,

                  Gönüller yapmaya geldim                   

Son yıllarda yaşanan salgın hastalıkla beraber, göz açıp, kapayıncaya kadar geçen sürede sevdiklerimizin yaşamdan koptuklarını, ömürlerinin baharındaki insanların, sevdiklerine veda edemeden, dünyayı terk ettiklerini gördük. İnsanlar, bu durumu gördükten sonra bile, niye birbirlerini halen ezmeye, yok etmeye çalışırlar?

            1207-1273 yılları arasında günümüzdeki Afganistan veya Tacikistan’da doğmuş, Anadolu’da yaşamış Müslüman şair, alim, ilahiyatçı ve mutasavvıf Muhammed Celaleddin-i Rum-i kısa adıyla Mevlana’da şiirlerinde insan sevgisini öne çıkarmıştır.

                 Yüzde ısrar etme, doksan da olur,

                 İnsan dediğinde, noksan da olur,

                 Sakın büyüklenme, elde neler var?

                 Bir ben varım deme, yoksan da olur.

                 Hatasız kul arayan, dosttan da olur.

Büyüklenmenin, insanı insandan soğutan en önemli menfi özellik olduğunu bundan daha iyi vurgulayan ve 750 yıl önce yazılmış başka bir şiir var mıdır? Statülerin geçici olduğunu 8 asır sonra halen öğrenemeyen, yönetici sıfatı alanlar, kendilerini başkalarından üstün sayarlarsa, bu kibir olmaz mı? Mevlana’nın dediği gibi “bir ben varım deme, yoksan da olur.”

           Mevlana, başka bir şirinde de şöyle diyor;

             Her şey vaktini bekler,

             Ne gül vaktinden önce açar,

             Ne güneş vaktinden önce doğar,

             Bekle, senin olan sana gelecektir.

           İnsan sevgisini içeren ve insanlar arasında eşitliği dile getiren Mevlana’ya atfedilen meşhur  “Gel, gel, ne olursan ol yine gel”, şiirinden de bahsetmeden geçemeyiz. Bu şiirin Mevlana’ya ait olmadığı Ebu Said-i Ebu’l-Hayr’a ait olduğu iddia edilir. İçerik olarak Mevlana'nın felsefesine denk düştüğü ve döneminin en önemli şairi olduğu için ona isnat edildiği düşünülür.

 Gel, gel, ne olursan ol yine gel,

 İster kafir, ister mecusi, İster puta tapan ol yine gel,

 Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
 

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...

Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz,                    

                                                                                                                                      Şu tertemiz tarlaya sevgiden başka bir tohum ekmeyiz biz...
 

Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?

Mademki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...

Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!

Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.

         Mevlana, “her şeye canını sıkma ey gönül, ne bu dertler kalıcı, ne de bu ömür”, derken Türk mutasavvıf ve sosyolog Erzurumlu İbrahim Hakkı’da (1703-1780) şöyle demiş; “Mevlâ, görelim neyler, neylerse güzel eyler.”

 

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr          06.04.2021

 

        

 

 

 

 

                 

            

 

        

       

 

 

30 Mart 2021 Salı

AYDIN OLMAK

 


UĞUR MUMCU ( 22.08.1942-24.01.1993)




                                                    

           "Yüzeyde kalıp, çoğunluğa uymak kolaydır.” “Gerçek hep derindedir, atıldığı kuyunun dibinde çıkarılmayı bekler, durur.” “Aydın, arayan, bulan, tepki gösterendir. İtibariyle yalnızlığı göğüsleyebilen düşün insanıdır.” Yazar Soner Yalçın, 9 Aralık 2020 tarihli Sözcü Gazetesindeki Hakikat adlı köşesinde yayınlanan, “Modern Mandacılık”, başlıklı yazısında bu cümlelerle, bir aydın tanımı yapıyor. Ardından, “bugün en büyük sıkıntımız yalnızlıktan korkan aydının ölümüdür”, diyerek aydınların sağlık konusundaki korkaklığı, ürkekliğinden yakınıyor. Büyük devletlerin sağlık politikalarını körü körüne takip eden, sorgulamayan aydınları ve tıp adamlarını eleştiriyor.

         Aydın, sadece okumuş adam demek değildir, etrafını aydınlatan, topluma önderlik yapandır. Doğru bildiğini sakınmadan söyleyendir. Aydın, yaşadığı dünyaya önderlik yapan, insanlığa katkı sunan, hizmet eden, ışık saçan kişidir. Aydınlar, ürkekliği ile değil cesaretleriyle tarihe geçmişlerdir. Kurtuluş savaşı bunun örnekleriyle doludur. Dünyada da günümüze gelene kadar birçok aydın, bilim adamı zamanının tutucularına karşı mücadele ederek bilimin ilerlemesini sağlamışlardır. Yunan filozof ve bilgesi Aristoteles (M.Ö 384-M.Ö 322) bunlardan biridir. Mantık, fizik, biyoloji zooloji, astronomi, metafizik, etik, estetik, ruh, psikoloji, dilbilim, ekonomi, siyaset ve retorik olmak üzere birçok disiplinin kurucusu olmuş ve eserler vermiştir. Kendisine dine saygısızlık davası açılması üzerine Atina’yı terk ederek Eğriboz Adasına Helke’ye gitmesinden bir yıl sonra 62 yaşında hayata veda etmiştir.

        Tarihte bilim uğruna ölümü göze almış bir başka bilim adamı da Galileo Galilei’dir. İtalyan astronom, fizikçi, mühendis, filozof ve matematikçi Galileo (1564-1642), dünyanın, güneşin etrafında döndüğünü söylemesi üzerine 1633’te Engizisyon Mahkemesi tarafından yargılanarak müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Sonradan bu ceza ev hapsine çevrilmiş, gözleri kör olduğu halde, ölene dek ev hapsi cezasını çekmiştir. “2 Ana Dünya Sistemi Üzerine Diyalog”, kitabı yasaklanmıştır. Bir efsaneye göre Galileo dünyanın güneşin etrafında döndüğü teorisini yalanladıktan sonra, “ama yine de dönüyor” gibi bir cümle sarf etmiştir. 

        Bizde de kendini topluma adayan, onları aydınlatan birçok bilim insanı ve aydın olmuştur. Bunlar saymakla bitmez. Onlar aydın cesaretine sahipti. Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Türkan Saylan gibi pek çok aydınımız hayatlarını bu uğurda kaybettiler. 1935 yılında doğan tıp doktoru, akademisyen, yazar, eğitimci, aktivist Prof. Dr.Türkan Saylan bu bilim insanlarından biriydi. Cüzzamla mücadelede başarılı sonuçlar alarak hastalarını iyileştirdi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni (ÇYDD), kurarak binlerce kız öğrencinin okumasını sağladı. Son 17 yıldır meme kanseri hastası olan Saylan, 18 Mayıs 2009 tarihinde vefat etti. Vefat ettiğinde gönüllü kuruluş olarak ÇYDD’nin genel başkanlığını, TÜRKÇAĞ ve KANKEV Vakfı Başkanlığı ile Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı Başkanlığı’nı sürdürmekteydi.

        Örnek aydınlardan bahsederken, yazılarıyla bir çok olaya ışık tutan Uğur Mumcu’yu anmadan geçemeyiz. 22 Ağustos 1942’de Kırşehir’de doğan araştırmacı gazeteci ve yazar Uğur Mumcu 1965’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra aynı üniversitede 1969-72 arasında asistan olarak çalıştı. 1962’de Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan “Türk Sosyalizmi”, makalesiyle Yunus Nadi Ödülünü kazandı. Yeni Ortam ve1975’ten sonra Cumhuriyette yazmaya devam etti. 1991’de İlhan Selçuk ile birlikte gazeteden ayrıldı, 1 Şubat-3 Mayıs 1992 arası Milliyette yazdı. Yönetim değişikliği ardından 7 Mayıs 1992’de Cumhuriyete döndü. 24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirdi.

        Zordur aydın olmak, yürek ister. Meşakkatlidir. Aydın, mum gibi etrafını aydınlatırken, kendi erir.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr                            30.03.2021

 

                                 


20 Mart 2021 Cumartesi

ŞANSSIZ MEMLEKETİM

 


            

UZUNKÖPRÜ/ERGENE NEHRİ VE OVASI

                                               

      

       Serhat kenti Uzunköprü, 1960-70 ve 80’li yıllarda Çorlu, Lüleburgaz, Keşan ilçeleri ile birlikte Trakya’nın 4 büyük ilçesinden biriydi. Ekonomik yönden de birincisi sayılabilirdi. İlçenin vergi rekortmenleri, Türkiye’de ilk 500’e giren sanayi kuruluşları vardı. Ancak bu çok geride kaldı. Şanssız memleketim Uzunköprü, günümüzde artık o ilçelerle yarışamıyor. Tarıma dayalı olan ekonomisinin çarkları eskisi gibi dönmüyor. Köyleri ile birlikte ilçenin nüfusu eskiden 100 bini geçerken bu yıl, 60 bine, merkez nüfusu 40 binin altına indi. Gençler sanayi bölgelerine gidiyor, köyler boşalıyor. Köylerde tarım yapacak genç nüfus kalmadı.

       Küçük bir ülkeyi doyuracak kadar tarım ürünü yetiştirecek potansiyeli olan Uzunköprü’nün en bereketli topraklarına sahip Ergene Ovası 30 yıldır çevre felaketine maruz bırakılıyor. Çorlu ve Çerkezköy’deki sanayi tesislerinin, kirli sularını, yeterli arıtmaya tabi tutmadan Ergene Nehri’ne vermesi yüzünden Ergene Nehri ve ovası artık can çekişiyor. İlçenin tarımını etkileyen birinci neden bu olmakla birlikte ülke tarımının içinde bulunduğu genel sorunlar da çiftçilerimizi derinden etkiliyor. Bunların başında; tarım ürünlerinin para yapmaması, girdilerin pahalı olması, teşviklerin geç ve yetersiz verilmesi, kredi faizlerinin yüksek olması geliyor. Hayvancılık ve sütçülük de izlenen ithalat politikaları nedeniyle para kazanamaz durumdadır. Stratejik bir sektör olan tarım bu bölgenin ve ilçemizin bel direğiydi. Sadece tarım ve hayvancılıkla uğraşan çiftçiler değil, ilçe halkı da bundan ciddi bir şekilde etkilendi. Bu duruma, işçi istihdam eden birkaç fabrikanın kapanması, yüksek okul öğrenci kontenjanının azalması ve kömür maden ocaklarının kapasitesinin düşmesi de eklenince Uzunköprü’nün ekonomisi iyice zayıfladı.

      Bir de; son bir yıldır, Coronavirus (Covit 19) salgını nedeniyle alınan önlemlerin uygulanması esnafları vurdu. İş yapamayan veya dükkanları kapalı olan esnafa, hükümet bazı yardımlar yaptı ise de bunlar derde deva olmadı. Bu dönemde bazı yerel yönetimler, devreye girerek halka yardımcı olmaya çalıştılar. Ankara Büyükşehir Belediyesi, çiçekçilere, berberlere, taksicilere, tableti olmayan öğrencilere yardım etti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, askıda fatura, öğrenci bursu, ücretsiz süt gibi sosyal yardımlarda bulundu. Bilecik Belediyesi 100 yıl sonra çiftçiye 700 dut fidanını ücretsiz vererek ipekböcekçiliğini canlandırdı. Adana’nın Seyhan Belediyesi, kent atıklarından organik gübre üretti, kendi ihtiyacını karşıladığı gibi halka da ücretsiz gübre verdi. Boya üretim tesisi kurarak plastik, astar ve yağlı boya imal etti. Hem kendi ihtiyacını karşıladı hem de okullara ücretsiz boya verdi.

      Belki böyle yüzlerce belediye vardır. Bu örnekler çoğaltılabilir. Üreten, planlayan, halkla beraber, halk için çalışan bu belediyeler birçok proje geliştirerek ellerini taşın altına koydular. Genel ekonomik zorlukların ve salgın hastalığın ülkemizi etkilediği bu zor zamanda, yerel yönetimlerin, güçsüz vatandaşa, işini kaybeden işçiye, beli bükülen esnafa, yardım elini uzatması, sosyal devlet anlayışının bir gereğidir. Ve görevidir.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr                    19.03.2021

 



12 Mart 2021 Cuma

AZ GİTTİK UZ GİTTİK

 

UZUNKÖPRÜ


    


    Uzunköprü’nün tarihi, 595 yıl önce Osmanlı Padişahı 2. Murat’ın, Avrupa fetihlerine çıkarken, kışın taşmasıyla doğal engel olan Ergene Nehri'nin üzerine taştan bir köprü yapılmasını, emretmesiyle başlar. 1426-1443 yılları arasında Başmimar Muslihiddin ile Mimar Mehmet birlikte köprüyü inşa ederler. Köprü’nün yanına bugünkü Uzunköprü’nün temeli olan Ergene Şehri kurulur. O zamandan, bugüne 600 yıla yakın  bir süre geçti. 21. yüzyılda Uzunköprü'de ne kadar yol alınmış? Alttaki sözcüklere bir göz atarak bu soruya birlikte yanıt bulmaya çalışalım. Bir yabancı için bu sözcükler bir şey ifade etmese de ,Uzunköprülüler için çok şey ifade eder. Ergene-Çakmak-Eskiköy-Doğalgaz-Huzurevi-HükümetBinası-Hastane-Muradiye Cami-Tarihi Çeşmeler-Tarihi Uzun Köprü-Pancar Şirketi-Otopark-Meydan-Terminal-Pazaryeri- Kırkkavak Deresi

Ergene Nehri: Ergene Nehri ve ovasının kirliliği artık kronikleşti. “Balık tutacağız”, sözü verilmesine rağmen henüz bunu göremedik. Uzunköprü ve havalisi bu kirliliğin acısını 30 yıldır çekmeye devam ediyor. Uygulanacak proje ne zaman sonuç verecek? Bekliyoruz. 

Çakmak Barajı;  2007 yılında yapımı başlanan önce 2011, sonra da 2015 de bitmesi öngörülen baraj 14 yılda kaplumbağa hızıyla ilerlemekte, 2020 yılının Eylül ayında barajın kazı dolgusu ve tüm gövde inşaatı dahil her türlü işlemi tamamlanmış olup, suyu tarlalara dağıtacak sulama sisteminin sadece % 10’luk kısmı tamamlanabilmiştir. 

Eskiköy Sınır Kapısı: Eskiköy, Uzunköprü’ye 7 km uzaklıkta, Meriç Nehri boyunda bir sınır köyümüzdür. Uzunköprü’nün 20 km batısında da, Yunanistan’ın Dimetoka kasabası vardır. Uzun yıllardır, Uzunköprü Ticaret ve Sanayi Odasının öncülüğünde Uzunköprülüler, buraya bir sınır kapısı açılmasını istiyorlar. Şimdi, Temmuz 2020’de CHP Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun, “iki ülke halkının da istediği, Selanik ve Uzunköprü Ticaret Odalarının da anlaştığı, Gümrük Bakanlığının onay verdiği Eskiköy sınır kapısının açılması yönünde bir çalışmanız var mı”, diye ilgili bakana yönelttiği sorunun yanıtı bekleniyor.                                                                                   

Doğalgaz:  Doğal gazın gelmesi için Uzunköprü ve komşu ilçemiz Keşan birlikte müracaat etmesine rağmen Keşan 4 yıldır doğal gazın rahatlığını yaşarken Uzunköprülüler, kirli havayla yaşamaya devam ediyorlar. Doğalgaz boruları bir türlü 20 km uzaklıktaki Kurtbey’den Uzunköprü’ye getirilemedi. Sadece bir mahallemizde tankerle doğal gaz verilmeye çalışılıyor.                                                                    

Huzurevi: Uzunköprü merkezden yaklaşık 5 km uzaklıkta 50 dönüm arazisi olan eski yüksek okul binası çürümeye yüz tutarken, oraya bir huzurevi yapılması kararı verildi. Şimdi onun uygulanması bekleniyor.                  

 Hükümet Binası; Adliye ve kaymakamlığın olduğu miadı dolan Hükümet Binasının yıktırılıp, yerine yenisinin yapılmasını bekliyoruz.

Hastane; Keşan Devlet Hastanesinin hizmete girmesinden 2 yıl sonra, Uzunköprü’nün ihtiyacı olan hastanenin ihalesinin yapıldığı ve inşaatına başlandığı haberlerini aldık.                                                                                                           

Muradiye Cami: Uzun süredir beklenen restorasyon çalışmalarının başladığını biliyoruz. Caminin tuvaletleri, yerin altına alınarak etrafı açılır ve planlı bir çevre düzenlemesi yapılırsa 577 yıllık tarihi Caminin güzelliği ortaya çıkacaktır.   

Tarihi Çeşmeler: 12 adet tarihi çeşmenin ayağa kaldırılması, yok edilenlerin yerlerine konması Uzunköprü’de yaşayanların özlemidir.  

Tarihi Uzun Köprü: 2014 yılından beri onarım görmesi beklenen tarihi taş köprümüzün nihayet onarım ihalesi yapıldı. Bir an önce köprünün onarımı aslına uygun olarak başlanarak gözleri temizlenmeli ve çevre düzenlemesi yapılmalıdır.

 Pancar Şirketi Binaları: 19 Mayıs Caddesi üzerinde, hastanenin hemen yanında

Pancar Şirketine ait harabeye dönmüş binalar ve bahçe mevcut. Hukuki durumu nedir? Bilmiyorum. Ancak orası bir park olarak değerlendirilebilir.

 

Otopark: Uzunköprü’nün otopark ihtiyacı gün geçtikçe artıyor, neredeyse acil duruma geliyor. Yakında araçlardan dolayı yollardan ve caddelerden geçmek mümkün olmayacak. Cadde ve sokaklar otopark değildir. Belediye, inşaatlardan daire başına bir ücret alıyor, o yüzden yeni yapılan binalar otopark yapmıyorlar. Keşan'daki gibi büyük bir kapalı otopark yapılmalıdır.                           

 

Meydan: Uzunköprü’nün büyük bir kent meydanına ihtiyacı var. Bu proje pazaryeri ve festival alanı ile birlikte değerlendirilecektir, sanırım.


Terminal: Yeri tespit edilen terminalin yapılmasını bekliyoruz.


Pazaryeri; Uzunköprülüler, pazar yerinin de bir an önce projesinin hazırlanıp, hayata geçirilmesini bekliyor.


Kırkkavak Deresi: Kırkavak deresinin boydan boya temizlenip, etrafının çevre düzenlemesi yapılmalıdır.

Yukarıda belirtilen 16 hizmeti, son durumlarına göre 4 kategoriye ayırabiliriz. 1-Başlanmış ama henüz bitirilememiş olanlar: Ergene Projesi, Çakmak Barajı İletim Kanalları, Doğal gaz boruları. 2-Yapılmaya yeni başlananlar/başlayacak olanlar: Şehir Hastanesi, Tarihi Köprü, Muradiye Cami, Terminal. 3-Tasarı olanlar: Huzurevi, Hükümet Binası, Tarihi Çeşmeler. Meydan. 4-Hiç başlamamış olanlar: Otopark, Eskiköy Sınır Kapısı, Kırkkavak Deresi.

                                                                                                





orhankalyoncu.blogspot.com.tr                    12.03.2021

 

      

 

      

 

 

        


                     

                                           

                                                              




                                                       

5 Mart 2021 Cuma

GÜZEL TÜRKÇEMİZ

 





                       

         Ana dil, bir kişinin ailesinden öğrendiği ve konuştuğu ilk dil demektir. İlk dil, kişinin sosyolojik kimliğinin oluşmasında önemli rol oynar. Ülkemizde, yerel olarak konuşulan Kürtçe, Pomakça, Lazca, Çerkesçe gibi bazı diller varsa da Türkiye'nin resmi dili Türkçedir. Her ülke kendi diline özen gösterir. Ülke olarak bizim de ana dilimize önem vermemiz, onu yozlaştırmaktan kaçınmamız ve başka dillerin baskısından korumamız gerekir. 1976’da öğrenciyken gittiğim Fransa’nın başkenti Paris’te, sokak levhalarının sadece Fransızca olduğunu,  bildikleri halde İngilizce konuşmaktan kaçındıklarını fark etmiştim. Bu konuda, fark ettiğim ve dikkat çekmek istediğim başka birkaç nokta daha var.

         Birincisi, güzel Türkçe'mizin başka dillerin kuşatması altında olduğu, ikincisi, örnek olması gereken TV sunucularının, dizi oyuncularının bozuk Türkçe ile konuşmaları ve son olarak okullarda Türkçeye eskisi kadar önem verilmemesidir. Öztürkçe karşılıkları varken iştigal (uğraş), iptidai (ilkel) gibi Arapça, alayiş (gösteriş), bedbin (kötümser) gibi Farsça, aktüel (güncel), absürt (saçma) gibi Fransızca, update (güncelleme), brifing (bilgilendirme) gibi İngilizce kökenli sözcükleri neden kullanıyoruz? Dizilerde, “ay kal geldi”, “Oha falan oldum yani!” “iyi günleriniz olsun”, gibi bozuk Türkçeyi duyan gençlerimiz, ana dilinin duruluğu ve sadeliğinden uzaklaşmıyorlar mı? Okullarda, eskiden Türkçe ve Edebiyat derslerinin içinde Kompozisyon dersleri vardı. İyi yazmayı ve konuşmayı öğretir, öykü, roman okunması teşvik edilir, münazara, yani sözlü tartışmalar hatta yarışmaları yapılırdı.

          Ulusların dilleri arasında etkileşim olsa da, her ulus, kendi dilini yabancıların etkisinden korumaya çalışır. Asıl konuşulması ve genç nesle öğretilmesi gereken Standart Türkçedir. Konuşma ve yazıda gramer yapısı ve kelime hazinesi bakımından genellikle İstanbul ağzına göre biçimlenmiş olan ortak Türkçeye “Standart Türkçe”, denir. Bu Türkçe, toplumda ve özellikle sunucu, spiker, devlet adamları, siyasetçiler, öğretmenler gibi topluma rol model olan kişilerde egemen olmalıdır. Uzun yıllar Amerika’da Yale Üniversitesinde akademisyen olarak çalışan kimya mühendisi, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu (1935- 2015), Türkiye'de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok toplumda bir Türkçe bilinci oluşturmaya adadı. Eğitim dilinin Türkçe olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savundu. Yabancı kökenli sözcüklere Türkçe karşılık bulmaya çalıştı. Bu boşuna bir çaba değildi. Türkçe yabancı dillerin istilası altındaydı.

         Mustafa Kemal Atatürk, bu tehlikeyi yıllar önce görmüş, Türkçenin, Arapça ve Farsça kökenli sözcük ve dilbilgisi kurallarından arındırılıp Türkiye Cumhuriyetinin ortak ulusal dili olarak yazı ve konuşma dili haline getirilmesini amaçlayarak 12 Temmuz 1932’de Türk Dilini Tetkik Cemiyetini (Türk Dil Kurumu) kurmuştu. 1982’de kapatılana kadar Türk Dil Kurumu (TDK), Dil Devrimini sürdürmüş, 1928’deki Harf Devrimi ile birlikte Türkçenin 20. yüzyılda geçirdiği büyük yapısal değişikliğin iki temel taşından biri olmuştur. TDK yerine 1983’te Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu kurulmuştur. Atatürk 1930'da bir konuşmasında şöyle demiştir; "millî his ve dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin inkişafında (gelişmesinde) başlıca müessirdir (etkendir). Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla (bilinçle) işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

 

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr             05.03.2021