9 Kasım 2018 Cuma

10 KASIM ATATÜRK'Ü ANMA GÜNÜ


                                  
     





        Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, her yıl ölüm yıl dönümü olan 10 Kasımlarda Türk Milletince saygıyla anılır.  Onu, 80. ölüm yıl dönümü olan 10 Kasım 2018 tarihinde bir kez daha büyük bir özlem, minnet, şükran ve rahmetle anıyoruz. O sıradan bir insan değildi. O ve arkadaşları bitmiş, tükenmiş bir milleti tekrar ayağa kaldırdı. Modern bir ulus yaratarak, bize özgür, bağımsız bir vatan armağan ettiler.
      
        1881 tarihinde doğan Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsuna çıkarken 38, 1922’de Kurtuluş Savaşını kazandığında 41, cumhuriyeti ilan ettiğinde 42, 10 Kasım 1938’te hayata gözlerini yumduğunda 57 yaşındaydı. Bu kadar kısa süren bir yaşamda büyük işler, büyük devrimler gerçekleştirmiştir.
30 Ağustos 1922’de Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra T.B.M.M, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırdı. Artık padişah ve ayrı bir yönetici zümresi yoktu. Atatürk’ün, “benim en büyük eserim”, dediği 29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilanından ölümüne kadar geçen 15 yılda neler yaptığına bakarsak, gerçekten tarihin en büyük devrimcisiyle karşılaştığımızı anlarız.
       
         Onun öncülüğünde;
  • 3 Mart 1924’te hilafet kaldırıldı. Eğitim ve öğretim devrimi gerçekleştirildi.
  • Düyun-u Umumiye kaldırıldı. Osmanlı Devletinin tüm borçları ödendi
  • Kapitülasyonlar, 1924’te Lozan Barış Antlaşmasıyla yürürlükten kalktı.
  • 25 Kasım 1925’te Şapka ve Kıyafet Devrimi yapıldı. 1925-1931 arası takvim, saat ve ölçülerde Batı ülkeleriyle olan farklılıklar giderildi.
  • “Köylü memleketin efendisidir”, diyerek onlara örnek olacak modern tarım ve hayvan çiftlikleri kuruldu, eğitimleri için okullar açıldı, 1925’te T.B.M.M tarafından çıkarılan bir kanunla bir milyon dönüm toprak, topraksız köylüye verildi.
  • 30 Kasım 1925’te tarikatlar, tekke ve zaviyeler kapatıldı. 17 Şubat 1926 tarihinde Medeni Kanun kabul edildi. 1928-1937’de laiklik kabul edildi.
  • 1 Kasım 1928’de Latin harfleri kabul edilerek Harf Devrimi, 12 Temmuz 1932’de Dil Devrimi yapıldı. 21 Haziran 1934’te Soyadı Kanunu çıkarıldı.
  • 1930-1933 ve 1934 tarihlerinde kadınlara bir takım hakları verildi. Kadınlarımız, dört duvar arasından çıkıp, çalışma hayatına kazandırıldı.
     
        Bu devrimlerin yanı sıra Atatürk döneminde bu sayfaya sığmayacak kadar sanayi tesisi ve yatırımı yapıldı. Bunların başlıcaları; Türkiye Şeker Fabrikaları, T.İş Bankası, Ankara Fişek Fabrikası, Gölcük Tersanesi, Ankara Orman Çiftliği, Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliği, Türkiye Çimento Fabrikaları, Tren hatları, Demiryolları, Elektrik Santralleri, Sümerbank, Devlet Hava Yolları, Petrol Arama ve İşletme idaresi, Altın Arama ve İşletme İdaresi, Nazilli Basma, Bursa Merinos, Gemlik İpek Fabrikaları, Sigara Fabrikaları, Karabük Demir Çelik, Divriği Demir Ocakları, Barajlar v.d
      
         Atatürk bunları kısa ömrüne sığdırdı. Onu düşmanları bile takdir etmişti. Esir aldığı Yunan komutan Trikupis (1868-1959) her 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında Atina’daki Türkiye Büyükelçiliğine gidip Atatürk’ün büyük boy fotoğrafının önünde saygı duruşunda bulunurdu. O, büyük bir kahraman, büyük bir devrimci, büyük bir lider ve devlet adamıydı.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr   09.11.2018
       
    


3 Kasım 2018 Cumartesi

İRFAN



                                                   
                                     İrfan Kurt (1955-2018)


    

         

        7 Ağustos 1955 tarihinde Uzunköprü’nün Hamidiye köyünde orta halli bir çiftçi ailesinin bir çocukları oldu. Çocuklarının adını ilim, irfan sahibi olmasını istedikleri için bilme, sezme anlamına gelen İrfan koydular. İrfan, hareketli ve zeki bir çocuktu. İsmi gibi derslerinde de başarılıydı. İlkokulu Hamidiye Köyü İlkokulunda, ortaokulu Uzunköprü Gazi Turhan Bey Ortaokulunda, Liseyi de Uzunköprü Lisesinde okuduktan sonra hayali olan Hava Kuvvetleri İzmir Gaziemir Havacılık Okuluna girdi.

        Okulu bitirdikten sonra ilk tayini Hava Kuvvetleri Komutanlığı Eskişehir 7. Anajet Üssüne yapıldı. Eskişehir’de görev yaparken evlendi. Burada 4 yıl görev yaptıktan sonra Malatya 1.Anajet Üssü Komutanlığına tayin oldu. Malatya’da (5 yıl) görev yaparken iki kız evladı oldu. Sonra tekrar Eskişehir’de 6 yıl görev yaptı. En son yine Malatya’dan 1996 yılında emekli oldu. Emekli olduktan sonra çocuklarının tahsili dolayısıyla değişik özel sivil havacılık şirketlerinde uçak teknisyeni olarak çalışmaya devam etti. Eğitim amacıyla Amerika’nın Dallas Eyaletine gitti. Buradan helikopter teknisyenliği sertifikasını aldı.

       Eğitim ve çalışma amacıyla dünyanın çeşitli ülkelerinde bulundu. Bunlardan başlıcaları; Amerika (Teksas, Miami), Almanya, İtalya, Suudi Arabistan, Kanada v.d. En son İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı Metro Ulaşım A.Ş’de VIP uçuş teknisyeni olarak dokuz yıl görev yaptı. Kızlarının biri İngiltere’ye yerleşmişti, diğeri ise İstanbul’da öğretmen olarak çalışıyordu. İki de torunu vardı. İş yaşamı artık onu yormuştu. Evlatlarını da yetiştirmişti. Bundan sonra dinlenmek onun hakkıydı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşadıktan sonra emekliliğini doğup, büyüdüğü memleketi Uzunköprü’de geçirmek istiyordu. 
       
       Uzunköprü'ye yerleştikten sonra liseden sınıf arkadaşım İrfan Kurt, ortak tanıdıklarımıza benimle görüşmek istediğini söylemiş fakat bir türlü buluşmak kısmet olmamıştı. Uzunköprü küçük bir ilçeydi, nasılsa buluşurduk. Ama buluşamadık. Hiçbir zamanda bu dünyada buluşamayacaktık. Çünkü Uzunköprü-Halkalı seferini yapan yolcu treninin Tekirdağ Çorlu ilçesi Sarılar köyü yakınlarında raydan çıkarak 5 vagonun devrilmesi sonucu 8 Temmuz 2018’de hayatını kaybeden 25 candan biriydi. 25 ocak sönmüştü. Gülerek, güvenerek bindikleri tren onların sonu olmuştu. Halbuki daha yaşayacak, sevdikleriyle geçirecek günleri olmalıydı. Onların da sağlıklı, esenlikli yaşam hakları vardı. Ne yazık ki onlara güvenli bir yolculuk sağlayamadık. Affedin bizi 24 can. Affet bizi arkadaşım İrfan Kurt.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr   06.11.2018


        
    

MEGALOMAN


                                       



        


           Küçücük salon iğne atsan yere düşmeyecek gibi doluydu. Dinleyicilerin bir kısmı oturmuş, bir kısmı da güç bela ayakta yer bulmuştu. Kalabalık, heyecanla adaylarının konuşma yapmasını beklerken, bir yandan dışarıdan vuran güneşin sıcaklığı, bir yandan da kalabalıktan dolayı oksijenin azlığı içeride nefes almayı güçleştiriyordu. Belediye başkan adaylarından biri konuşma yapacaktı. Onun için toplanmışlardı. Gelenlerin büyük bir kısmı da paralı tutulmuş alkışçılardı. Aday konuşmasına başladı. Alçak boylu, tıknaz, patlak gözlü, kel kafalı biriydi. Konuşurken kan ter içinde kalıyor, terini silmek için verilen peçeteler yetmiyor, ancak konuşmayı da kısa kesmek istemiyordu. Çünkü aklına koymuştu. Köyden biraz hallice olan bu kasabaya belediye başkanı olacaktı. Parası da vardı. Bıraksalar, sabaha kadar konuşacaktı. Kendini methetmekte sınır tanımıyordu. “Küçük dağları ben yarattım”, demesine az kalmıştı.
“Analar ne cevherler doğurmuş,” dedi dinleyenlerden biri.
“ Ya”,dedi arkadaşı. “Çok biliyor, her şeyden anlıyor.”
          
         Başkan adayı anlatmayı sürdürüyordu, yaklaşık üç saat olmuştu. Bırakmaya da niyeti yoktu. Sonunda en yakın arkadaşı onu uyardı da konuşmayı bitirdi. Herkes derin bir soluk aldı. Beş dakika içinde de salonu boşalttılar. Yakındaki bir kahveye gittiler. Samimi arkadaşı, “yahu arkadaşım, çok uzattın. Kısa ve öz konuşsaydın daha iyi olurdu. İnsanlar sıkıldı." Bizim ki şöyle bir gözlerini devirdi, dönmekte zorlanan ensesini çevirerek yüzünü döndü, “arkadaşım”, dedi “insanlar, boşta konuşsan, çok konuşmaktan hoşlanır.  Ancak adayımız girdiği seçimleri kaybetti.
      
         Halk arasında “kibirli”, burnu büyük”, diye nitelenen kendini beğenmiş bu tip insanları, toplumun her kesiminde rastlayabildiğimiz gibi siyaset dünyasında da çok sık görürüz. Megaloman bir kişide kendini beğenme, kendini her şeyden büyük görme, sürekli kendisini övme gibi belirtiler görülür. Kendisini, dünyanın merkezine koymuş, başkalarını kendisinin etrafında dönen zavallılar gibi görmeye çalışan bu kişiler, normal toplum içinde rahat edemezler, huzur duyamazlar, huzur da vermezler.
         
Son söz: Bir insanın en büyük sermayesi sahip olduğu servet değil, taşıdığı karakterdir.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr  06.01.2019

       


28 Ekim 2018 Pazar

KONKORDATO İLANI


                                      


         



          24 Haziran 2018 tarihinde gerçekleşen cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinden sonra ertelenen ekonomik sıkıntılar kendini göstermeye başladı. Birden döviz fiyatları ve buna bağlı banka faizleri arttı. Bu da zamları tetikledi. Enflasyon oranı yükseldi. Şimdilerde dövizin ateşi biraz düştü gibi gözükse de her an yine artabilir. Bunların ardından esnaf, tüccar, sanayici hatta büyük şirketler “imdat” işaretleri vermeye başladı. Hep duyduğumuz, “piyasada yaprak kımıldamıyor”, nakit yok” sözlerinden sonra bir sözcük daha ekonomi dünyasında gündem oldu. “Konkordato”.
         
          Konkordato; bir borçlunun ticari durumunun sarsılmış olmasıyla alacaklıların, alacaklarını belli bir plana göre almaları konusunda kendi aralarında vardıkları ve mahkemece onaylanan anlaşmadır. Bu hukuksal işleyiş, kurtulabilecek şirketlerin kurtulmasına ve alacaklıların alacaklarını belli bir oranda alabilmelerine imkan vermeyi amaçlamaktadır. 2018 Ekim ayının başına kadar konkordato ilan eden şirket sayısının 3 bini geçtiği, yıl sonuna kadar bu sayının 5 ila 7 bin arasında olabileceği tahmin ediliyor. Bu şirketlerin % 75’inin inşaat şirketleri, beton santralleri, yapı malzemeleri satanlar ve hırdavatçılar oluşturuyor. Enerji şirketleri, sağlık kuruluşları, temizlik, hayvancılık-besicilikle uğraşanlar, araç kiralama şirketleri ve ayakkabı firmaları da, onları takip ediyor.                                                                               
        Konkordato, en fazla 2 yıl 5 ay içinde sonuçlandırılması gereken bir süreçtir. Şirket bu sürede kurtulamazsa sonuç iflastır. Şirketlerin bankalara borcu 330 milyar dolara ulaşmış, kriz ortamında yılbaşından bu yana %50 artan döviz karşısında şirketler bu borcu ödemekte zorlanıyorlar Konkordato talep eden firmaların ortak özelliği, yüksek tutarlı (özellikle döviz cinsinden) borçlanma yapmış olmalarıdır. Üretim yapan, istihdam sağlayan, vergi veren şirketlerin batması ülke ekonomisini sarsar. Bunu önlemek için gereken önlemlerin alınması tabiidir. Ancak bu konuyu suistimal edip ödeme gücü varken bu yola giren şirketlere de müsaade edilmemesi gerekir.
         
         Şimdi bu konuda can alıcı soru şudur; Çok sayıda firma konkordato ilan ederse, alacaklılar kendi borçlarını nasıl ödeyeceklerdir? Nakit sıkışıklığı çok sayıda şirketi ve verdiği krediyi geri alamayan bankaları zincirleme etkileyecektir. Bunun sonucu olarak her şirket nakit çalışmak isteyecek, bankalar kredileri kısacak ya da geri çağıracaktır. Bu da, ekonominin çarklarının dönmesini zorlaştıracaktır.

Son söz: Borç iyi güne kalmaz.





orhankalyoncu.blogspot.com.tr   02.11.2018





17 Ekim 2018 Çarşamba

DEMOKRASİ, DEMOKRASİ, DEMOKRASİ


                                             
        




        Gelişmiş ülkelerin büyük bir çoğunluğu demokratik kurallara göre yönetilirler. Demokrasi; saydamlık, hesap verilebilirlik, eşitlik, hak, hukuk, adalet demektir. Bu rejim, sadece insanların özgürce yaşaması için değil, her türlü mal, can ve yatırım güvenliği için de gereklidir. Ülkemizde de demokrasinin tam anlamıyla uygulanabilmesi için önce siyasi partilerin buna uyması gerekir. Ancak öyle olmuyor. Yerel seçimlerde seçime girecek tüm adaylar, genel merkez tarafından tayin ediliyorlar.31 Mart 2019 tarihinde yapılacak yerel seçimler öncesi de siyasi partiler, adaylarını saptamak için harekete geçti.
       
      Kökleri Kuva-i Milliye’ye dayanan, asırlık çınar Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’yi çok partili yaşama geçirdiği gibi parti içi demokrasi konusunda da, tüm adaylıklarda sandığı koyarak, diğer partilere örnek olabilir. CHP'sinde önseçimin olması liyakatın, eşitliğin ve emeğin öne çıkmasına ve parti örgütünün daha sağlıklı çalışmasına olanak verecektir. Zor dönemlerden geçen ülkemizde, siyasi partilere özellikle CHP’sine görev düşmektedir. Yurttaş olarak biz de ”siyasetin toplum için yapılmasında” aktif görev almalıyız. Siyasette görev almazsak, yakınmaya da hakkımız olmaz. Kenarda durarak demokrasi ve ekmek mücadelesi yapılamaz. 
  
        Bir siyasi partinin ideolojisi ve ilkeleri olmalıdır. CHP, Atatürk ilkelerine ve hukukun üstünlüğüne inanan özgürlükçü, sosyal demokrat bir partidir.Takım tutar gibi bir siyasi partiye üye olunmaz. İnandığın bir fikir için o partinin üyesisindir. CHP, bir lider partisi de değildir. Liderler değişir ama CHP 95 yıldır olduğu gibi yoluna devam eder. 2019 yerel seçimler öncesi tek ağacı değil, ormanı görmek gerekir. Orman tüm Türkiyedir. 


orhankalyoncu.blogspot.com.tr     18.10.2018



14 Ekim 2018 Pazar

BEDAVA YAŞIYORUZ !


                                           
                                    
                                     
ORHAN VELİ Kanık



                                     Bedava yaşıyoruz, bedava;
                                     Hava bedava, bulut bedava;
                                     Dere tepe bedava;
                                     Yağmur, çamur bedava;
                                     Otomobillerin dışı,
                                     Sinemaların kapısı,
                                    
                             Camekanlar bedava;
                             Peynir ekmek değil ama
                             Acı su bedava;
                             Kelle fiyatına hürriyet,
                             Esirlik bedava;
                             Bedava yaşıyoruz bedava.
         


       Yukarıdaki şiir, ünlü Türk şairlerinden Orhan Veli Kanık’a (1914-1950) aittir. Şiiri Sokağa Taşıyan Şair diye tanınan şairimiz Garip Akımının öncülerindendir. Orhan Veli, şiirinde, etkiyi arttırmak için bir şeyin tersini söyleyerek ironinin eşsiz bir örneğini veriyor. "Bedava yaşıyoruz", derken aslında her şeyin parayla olduğunu kastediyor. Günümüzde de, bizde sadece insan hayatı sudan ucuz, adeta bedavadır. Başka ülkelerde rastlanmayan kazalar, bizim başımıza gelir. İnsan hayatı bedava Onun dışında her şey, hava, su, nefes almak bile parayla.




orhankalyoncu.blogspot.com,tr  24.10.2018
      


6 Ekim 2018 Cumartesi

KÖYLÜ MEMLEKETİN EFENDİSİDİR


                           
       


        "Bu geziler sırasında, köylülerde gördüğü sağlamlığı da takdir etmeye başlamıştı. Bir gün danslı çay saatinde, Sofya’da şık bir gazinoda oturmuş, orkestrayı dinliyordu. O sırada köylü kılığında bir Bulgar girip, yanındaki masaya oturdu. Garsonu üst üste çağırdı; garson önce onu önemsemedi, sonra da ona servis yapmayı reddetti. Arkadan da gazinonun sahibi, köylüye çıkıp gitmesini söyledi. Köylü, “beni buradan nasıl atmaya cesaret edersiniz”, diye kalkmayı reddetti. “Bulgaristan’ı benim çalışmam yaşatıyor. Bulgaristan'ı benim tüfeğim koruyor.” Bunun üzerine polis çağırdılar. O da köylüden yana çıktı. Köylüye çay ve pasta getirmek zorunda kaldılar, o da bunların parasını tıkır tıkır ödedi. Mustafa Kemal sonra, bu olayı arkadaşlarına anlatırken, “İşte ben Türk köylüsünün de böyle olmasını istiyorum,” dedi. “Köylü memleketin efendisi durumuna gelmedikçe, Türkiye’de gerçek bir ilerlemeden söz edilemez.” Kafasında, ilerideki Kemalist slogan böyle filizlenmişti: köylü memleketin efendisidir.” Yukarıdaki satırlar İngiliz gazeteci ve yazar Lord Kinross’un ( 1904-1976 ) ATATÜRK Bir Milletin Yeniden Doğuşu adlı kitabına aittir. Yazar bu kitabını hazırlamak üzere Türkiye’de uzun bir süre kalmış, bu önemli incelemeyi beş yılda tamamlamıştır.  Bu olay, Mustafa kemal’in Sofya’da ateşemiliter olduğu dönemde (20 Kasım 1913- 20 Ocak 1915) geçmektedir. 
     
           Aşağı yukarı yüz dört yıl önce yaşanmış bir olay Atatürk’ün üzerinde büyük bir etki yaratmıştı. Türkiye’nin temellerini atarken tarıma, hayvancılığa ve bunlarla uğraşan köylüye büyük önem vermesi, “Köylü memleketin efendisi durumuna gelmedikçe, Türkiye’de gerçek bir ilerlemeden söz edilemez”, fikrine sahip olması boşuna değildi. Üretim için Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1925’te kabul edilen bir kanunla topraksız köylüye bir milyon dönümden fazla toprak dağıtıldı. Atatürk 1925 yılından itibaren kendisine ait çiftliklerde geleneksel tarım anlayışını kökten değiştiren uygulamalar gerçekleştirdi. Ankara’da Gazi Orman Çiftliği, Silifke’de Tekir, Yalova’da Baltacı, Tarsus’ta Piloğlu, Dörtyol’da Karabasamak çiftlikleri ile Ankara’da kurulan bira fabrikasını 1937’de devlete bağışladı. Yine çeşitli illerde hububat, pamuk, patates, mısır, ipek böceği, yonca, sıcak iklimler bitkileri ıslah istasyonları ve tarım makineleri ile ilaçlarının tanıtımı için Zirai Kombinalar İdaresi kuruldu.  Tarımsal eğitim için 1927’de Ankara’da ve çeşitli illerde veterinerlik okulları, 1930’da orta ziraat okulları ve Ankara’da Ankara Yüksek Ziraat Okulu açıldı.

            1925’te o yıllarda dünyadaki gelişmelere paralel olarak hayvancılıkta da çok önemli adımlar atıldı. Islah edilmek üzere Macaristan’dan Simental ırkı sığır getirilerek ıslah çalışmaları başlatıldı. Sonraki yıllar Atatürk’ün büyük bir ileri görüşlülükle başlattığı bu çalışmalar devam ettirilmediği için Türkiye bugün milyarlarca döviz ödeyerek hayvan ithal etmek zorunda kaldı. Türkiye olarak yalnız hayvan değil buğdaydan mercimeğe, fasulyeden pirince kadar her çeşit tarım ürününü ithal ediyor ve milyarlarca döviz ödüyor. Üretici toplam milli hasıladan hak ettiği desteği alamadığı için yapılan gümrük anlaşmalarıyla yabancı ülkelerin çiftçisi karşısında korunmasız kalmaya devam ediyor. Bundan dolayı da  köyler boşalıyor, ekilemeyen tarlalar satılıyor, genç nüfus çiftçiliği bırakıp, çalışmak üzere sanayi bölgelerine gidiyor. Trakya'da Çorlu, Çerkezköy, Kapaklı gibi çok yoğun göç alan sanayi şehirlerinde, başta çarpık yapılaşma olmak üzere çeşitli sosyal sorunlar baş gösteriyor.
       
         Ülkemizdeki tarım ve hayvancılığın yeniden canlandırılması için öncelikle uygulanan tarım ve hayvancılık politikalarının değiştirilerek “yerli ve milli” politikalara geçilerek, gerçek üretici desteklenmelidir. Bu destek mal satıldıktan sonra ürünün kg başına prim vermekle değil, girdileri ucuzlatmak ile olmalıdır. Çünkü zaten çok az olan ürün destek primleri daha üreticinin cebine girmeden banka borçlarına ve faizlerine gitmektedir. Girdiler olarak, mazot, tohum, gübre, zirai ilaç, elektrik, su fiyatları ucuzlatılırsa, ürünün maliyeti aşağı çekilmiş, üretici borç ve faiz yükünden önemli oranda kurtulmuş olur. Böylece üretim artar. Hem üretici hem de uygun fiyatla ürün alan tüketici kazançlı olur, ülkemiz de döviz ödemekten kurtulur.


orhankalyoncu.blogspot.com.tr        06.10.2018