5 Ocak 2020 Pazar

NE LÜZUMU VAR?


                                                  
                 

          Geçenlerde bizim partinin ilçe kongresi oldu. Bizimkiler ,”hocam, sen tecrübelisin, seni divanda görmek istiyoruz”, dediler. “Yapmayın, etmeyin. Ben 2-3 saat boyunca orada oturmaktan sıkılırım. Hem ben geleni gideni karşılayayım, delegelerle konuşur, belki onları bizim tarafa oy vermeye ikna ederim”, dedim. Ama dinletemedim. Diyeceksiniz ki sizin taraf neresi? Benim tarafım muhalefet tarafı. Ben oldum olası iktidarı hiç sevemedim. Muhalefeti tutmak her zaman bana daha demokratik geldi. İktidarı tutan zaten yeteri kadar vardı. Öyle ya,  bal oradaydı. Genel politikada da, parti içinde de muhalefet etmek zahmetlidir, zor iştir. Zorluklarla savaşırsın. İktidar yandaşları işleri bozulacağı korkusuyla muhaliflere soğuk dururlar. Halbuki muhalefet olacak ki iktidar olsun. Muhalefet olmazsa demokrasi olmaz. Kuşlar bile uçmak için iki kanada ihtiyaç duyarlar. Demokrasilerde de iktidarla muhalefet böyledir.
                  
          Neyse, kongre başladı. Kongredeki delegeler verilen önergeye uygun olarak yakın illerden birinin milletvekilini divan başkanı, beni 2. başkan, 3 delegeyi de divan katibi görevlerine seçtiler. Başkan adayları ve taraftarları adeta nefeslerini tutmuş kongrenin gidişatını takip ediyor, herhangi bir aksilik yaşanmasını istemiyorlardı. Her şey usulüne göre giderken sıra konuşmalara geldi. Sadece iki delege konuşmak için ismini yazdırdı. Ben de konuşmak isteyenlerin başına kendi ismimi yazdım. Delege değildim ama eski ilçe başkanı olduğum için kongrenin onur üyesiydim ve konuşma hakkım vardı. Bunu yasaklayan herhangi bir yasa, tüzük ya da yönetmelik yoktu.

            Ancak divan başkanı, “yok”, dedi. “Konuşamazsın”.
“Niye başkan, niye konuşmayayım?”
“Siz, divanda olduğunuz için tarafsız olmanız gerekir, konuşursanız tarafsızlığınız bozulur. Olmaz.”
“Başkan, siz divan başkanı olarak 15 dakika konuştunuz tarafsızlığınız bozulmadı. Ben 5 dakika konuşursam mı tarafsızlığım bozulur. Hem ne biliyorsunuz taraflı konuşacağımı?”
“Olmaz, konuşamazsınız”.
“Ben 2 yıldır kongrede konuşmayı bekliyorum. Burada konuşamazsam, nerede konuşacağım?”
“Olmaz.”
“ O zaman divandan çekiliyorum. İstifa ediyorum. Konuşma hakkımı kullanacağım. ”
“Olmaz, çekilemezsiniz."

           Bu konuşmalar aramızda sürerken divan başkanı diğer 3 katip üyeye dönerek, “arkadaşlar, Orhan bey konuşmak istiyor. Ne dersiniz?”
Bayan katip üye, “olmaz, olmaz. Nerede görülmüş divan üyesinin konuşması?”
Diğer iki katip üye, “ne lüzum var, hocam? Konuşursan ne olacak? Konuşmayıver.”
Oylama sonucu konuşma hakkım kullandırılmayınca vekile, “Ankara’ya geleceğim, orada konuşacağım”, dedim.
O da, “gel, misafirim ol. Başımın üstünde yerin var”.
Şimdi Ankara’ya gideceğim günleri iple çekiyorum.

           Ne mi Konuşacaktım? Konuşma hakkı verilseydi, aşağıdaki metni okuyacaktım.

           DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

       Ülkemizi 17 yıldır yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi, artık yorgunluk alametleri göstermekte, iç ve dış politika konularında yeni çözüm yolları bulamamaktadır. Ülkemiz, ekonomide hayat pahalılığı, enflasyon, döviz artışları, işsizlik ve iflaslar gibi dev sorunlarla karşı karşıyayken, dış politikada da, başta Suriye konusu olmak üzere Amerika ve Avrupa Birliği ile olan ilişkilerde istikrarlı ve olumlu bir tablo sergileyememiştir. Bu tabloyu değiştireceği söylenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden de AKP, beklediği itici gücü bulamamıştır.

          DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

       Ülkemizin bu durumunda; kökleri Kuvva-i Milliye’ye dayanan, Cumhuriyeti kuran ve ülkemize çok partili sistemi getirerek demokrasiye çok önemli katkılar sunan Cumhuriyet Halk Partisi, 31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimlerde özellikle büyük şehirlerden aldığı destek ile günümüzde de halkın umudu olmuştur. Başta genel başkanımız, milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız olmak üzere bu umudu boşa çıkarmaya kimsenin hakkı yoktur. İktidara giden yol parti içinde demokratik kanalların açılmasından geçer. Gruplaşmaları önlemek, birlik ve beraberlik içinde çalışmalarda tüm üyelerin katılımını sağlamak için ön seçimlerin uygulanması şarttır. Tüm üyelerin; yöneticilerden eşit, adil, hakkaniyetli, saydam, hesap verebilir bir yönetim anlayışını görmek istemesi en tabii hakkıdır. 

            DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

         İki yıldır yönetimde olan CHP Uzunköprü İlçe Yönetimi ne yazık ki 2 yılın sonunda izledikleri yönetim biçimiyle geçen kongrede kendilerine gösterilen güveni boşa çıkarmışlar, değişim ve demokrasi diye yola çıkmışlarsa da, tam aksini yapmışlar ve bir grup gibi davranarak kucaklayıcı olamamışlardır. Yerel seçimler öncesi bir kısım aday adayları, STK başkanları, Kadın ve Gençlik Kolu başkanları dilekçe vererek belediye ve il genel meclisi üyelikleri için sandık konulmasını istemişler ama CHP ilçe yönetimi oy sandığını üyelerin önüne getirmemiş, il genel meclis üyeliği için Edirne'nin 4 ilçesi eğilim yoklaması yaparken Uzunköprü ilçe yönetimi, o ilçeler kadar demokratik olamamıştır. Bu nedenle 15 kadar meclis üyesi aday adayı istifa ederek adaylıktan çekilmiştir. Bu durum sonucunda hem üyelerin seçme, hem de aday adaylarının seçilme hakkı elinden alınmıştır. Seçim öncesi parti binasında ilçe başkanının çağrısı üzerine yapılan “Eski İlçe Başkanları” toplantısında eski bir ilçe başkanı olarak, İlçe Danışma Kurulunun toplanmasını, seçim komitelerinin kurulmasını önermiştim. Bunlar da yapılmadı. Belediye ve il genel meclis üye listeleri dar bir grupta hazırlanıp yönetime getirilerek kabul edildi. Geçen 9 ayda gerek belediyede, gerekse yönetimde işlerin yolunda gitmemesinin nedeni, seçim sürecindeki izlenen bu yanlış yol ve yönetim anlayışıdır. Eskiden yapılan yanlışları aynen tekrar etmişlerdir.

            DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

      Partiye, ilkelerine sahip çıkmak, iktidar olması için çalışmak suçsa, ben suçluyum.

         Demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla ülkemde yerleşmesini istemek suçsa, ben suçluyum.

     30 yılı aşkındır karda kışta partimin her mitingine, toplantısına, seçim çalışmasına katılmaya çalışmak suçsa, ben suçluyum.

         Öğrencilerime bilgilerimi aktarırken; insanı sevmeyi, ilkeli olmayı, önce toplum demeyi öğretmeye çalışmak suçsa, ben suçluyum.

         Ancak unutulmasın ki; biz ideallerimizden, Atatürk’ün yolundan, cumhuriyet ve demokrasi sevdamızdan ölsek bile vazgeçmeyiz.

            DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

  Size sağlıklı, mutlu günler diliyorum. Hepinize sevgi saygılar sunuyorum.                                

           Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti. Yaşasın Cumhuriyet Halk Partisi.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr      5 Ocak 2019

            
              
            

31 Aralık 2019 Salı

SİYASET İNSANI HASTA EDİYOR



                             
                            



             “ABD’deki Nebraska Lincoln Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, siyaset insan sağlığını olumsuz etkiliyor. Ankete katılanların % 40’ı siyasetin kendilerinde stres yarattığını, %20’si uykusuzluk sorunu yaşadığını, % 20’si de arkadaşlarıyla siyaset yüzünden ilişkilerinin bozulduğunu söylemiş.” Bu haber Sözcü Gazetesinin 27.09.2019 tarihli sayısında yayınlandı. Bu haber üzerine çeşitli yorumlar yapabilir, mesela şöyle düşünebiliriz; “o zaman siyasetten uzak duralım, rahat edelim” ya da “başkaları uğraşsın, biz karışmayalım, böylece hiç stres yaşamayız”. Ancak bu düşünceler gerçeklerle bağdaşmıyor. Çünkü siyaset sadece siyasetçilere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Halkın kendi sorunlarına sahip çıkması, yurttaşların siyaset yapması ile yakından ilgilidir. Soluduğumuz havadan, ürün yetiştirdiğimiz toprağa yediğimiz ekmekten, içtiğimiz suya, kullandığımız elektrikten, yaktığımız kömüre, sağlığımızdan, aldığımız eğitime kadar toplumu ilgilendiren her türlü konunun belirleyicisidir, siyaset.          
             Siyaset toplum için yapıldığında güzeldir. Bireysel çıkar ve siyasi rant için yapıldığında bu güzellikten bahsedemeyiz. "Siyasetten ne kazanırım hesabını yapmak yerine, topluma ne kazandırabilirim", diye düşünmek gerekir. Çoğu kişiyi siyasetten uzaklaştıran, “aman siyasetin pisliğine hiç bulaşmayalım”, dedirten çekişmeler, dedikodular, kavgalar, ayak oyunları yok mudur? Vardır. İlkesiz ve kuralsız politikaların yapılması da bunda etkendir. Ama tarihe kalan bu gibi siyaset yapanlar değil, halkına hizmet edenlerdir. Kadınlarımızın siyasetteki yerine gelince; Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk, bir çok Avrupa ülkesinden önce genç Türkiye Cumhuriyetinde kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan yasalar çıkardı.1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanındı.                                    
          
         Kadın politikacılara, pozitif ayrımcılık uygulanarak, ülkenin yarısını oluşturan kadınların aktif rollerde yer alması demokrasimizi güçlendirecektir. Ancak kadınların sadece kadın oldukları için değil, yetişmiş bir kişi olarak çok iyi donatıldıkları için sorumluluk mevkilerinde olmaları gerekir. İyi bir eğitim, emek, birikim ve deneyim erkekler için olduğu kadar, kadın siyasetçiler içinde olmazsa olmazdır. Sorumluluk mevkiindeki kadın siyasetçilerin başarılı olamamaları halinde sadece kendilerinin değil, kendilerinden sonra gelecek kadın siyasetçilerin de önünü kapayabileceklerini unutmamaları gerekir. Gezici araştırma Merkezinin Türkiye genelinde halkın güven duyduğu siyasetçilerde 225 kişilik listeye sadece 4 kadın siyasetçi girebildi. Ancak Atatürk'ün açtığı yolda yürüyen kadınlarımızın bu tabloyu değiştirerek daha başarılı olacaklarına dair inancımız tamdır.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr                                       31.12.2019
           
     


25 Aralık 2019 Çarşamba

KONUŞAN TOPLUM


                                                     
                    
              



              Demokrasi, konuşanların rejimidir, çok sesliliktir. Bu çok seslilik, kurallar, yasalar ve edep içerisinde cereyan eder. Her şeye boyun eğip, “büyüklerimiz bizden iyi bilir”, diyerek susan toplum demokrasiyi yaşatamaz. Türkiye Cumhuriyeti,  anayasamıza göre demokratik bir hukuk devletidir. Başkalarının özgürlük alanına girmeden ve hakaret etmeden her yurttaşın ifade özgürlüğü vardır ve anayasanın teminatı altındadır. CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 432 km yolu hak, hukuk, adalet diyerek iktidarı uyarmak için yürümüştür. Sadece iktidarın değil, herkesin bundan ders çıkarması gerekir. Gerçek demokrasilerde gücü ele geçirenlerin her dediğini ve istediğini yapma hakkı yoktur. Yaparlarsa bu keyfi yönetim olur ve demokrasiyle bağdaşmaz.  Siyasi partilerde de bu böyledir. Hiç kimse keyfi hareket edemez. Onları bağlayan da başta anayasa, siyasi partiler yasası, partinin tüzük ve yönetmelikleridir. Bunlara aykırı işlem yapılamaz. 

              Ancak uygulamada öyle olmadığına şahit oluyoruz. Mesela: Tüzük diyor ki; seçimlerde %33 kadın kotası vardır. Bir seçimde kadın aday adayı olduğu halde, aday listesinde kadın adaya yer verilmiyorsa burada keyfi yönetim var demektir. Mesela: Tüzük ve genelgeler; “seçimlerde aday adaylıkları için, şu tarihe kadar müracaat edilmesi, görevi varsa istifa etmesi ve partiye ödeme yapılması gerekir”, diyor ama buna uyulmuyorsa; orada hak, hukuk, adalet yerine keyfi idare var demektir. Mesela: Partinin genel sekreter vekili tarafından genelge gönderilerek delege seçimlerinin tümünün aynı gün, aynı saat ve aynı yerde yapılmayacağı, yine her muhtarlık bölgesine mutlaka sandık konularak oyların sandığa atılması şeklinde oy kullanılacağı yazılıyor ama buna uyulmuyorsa, burada keyfi idare var demektir. Mesela: Genel Başkanın belediye başkanlarının örgüt seçimlerine karışmayacaklarını söylemesine rağmen belediye başkanı, tüm gücüyle seçimlere müdahale ediyorsa, burada hak, hukuk, adalet değil, keyfi idare var demektir.
         
             Demokrasilerde keyfi idareye yer yoktur. Yasalar, tüzük, yönetmelik ve genelgelere uyulmak mecburiyeti vardır. Eğer uyulmuyorsa, gereken yapılır. Ama çoğu kişi bu durumlarda üç maymunu oynuyor. Siyasi partilerde eleştiri ve özeleştiri yapılmaz, haksızlıklar karşısında “kol kırılır, yen içinde kalır”, denilirse eninde sonunda bundan o parti büyük zarar görür.  Parti, ya o üyeyi küstürür, aktif olarak çalıştıramaz ya da partiden ümidini kesen üye ayrılır. Halbuki iktidara gelmeyi amaçlayan bir partinin hiç kimseyi dışlama veya kaybetme lüksü yoktur. Bu konulara dikkat edeceklerin başında da il-ilçe başkanları ve yönetim kurulları gelir. Çünkü onlar, yalnızca bir grubun değil, seçilmişler dahil o il ve ilçedeki tüm üyelerin başkanı ve yönetimidir. Bu nedenle il-ilçe başkanları ve yönetim kurulları benden-senden ayrımı yapmadan sözde değil, özde hak, hukuk, adalet, eşitlik ve liyakat çerçevesinde görev yapmalıdırlar.


 


orhankalyoncu.blogspot.com.tr    25.12.2019


19 Aralık 2019 Perşembe

HANEDANLIK


                                                               
               


        Hanedan; hükümdar veya devlet büyüğü bir kişiye dayanan soy, büyük aile, demektir. Eski Türk devletlerinin yönetiminde ülke, hanedanın ortak malı sayılır, hanedan üyeleri yönetimde söz sahibi olurdu. Bu durum, taht kavgalarını da beraberinde getirmiş, zamanla devletlerin yıkılış sürecini etkilemiştir. Günümüzde de bazı gelişmiş Avrupa ülkelerinde hanedanlık söz konusudur. Bunların en ünlüsü İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda devletlerinin birleşmesinden oluşmuş Birleşik Krallıkta (United Kingdom) 1917’den beri hüküm süren Windsor Hanedanıdır. Birleşik Krallığın yönetim şekli anayasal monarşidir. Siyaset üstü bir konuma sahip olan kral veya kraliçe devlet başkanı olarak sembolik bir değere sahiptir. Birleşik Krallıkta sistem kişilere değil, kurallara bağlıdır.
            
         Geçmişi tarihe dayanan hanedanlıkların bazı Avrupa ülkelerinde de halen varlığını sürdürdüğünü görmekteyiz. Ancak bunların üyeleri sadece temsil görevini yaparlar. Asıl söz sahibi demokrasinin vazgeçilmez kuralı gereği, halktır. Halk özgür seçimlerini yapar, temsilcilerini seçer ve her platformda düşüncelerini ifade etme hakkına sahiptir. Basın hürdür. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Az gelişmiş ülkelerde nasıl olur? Demokrasi olduğu söylenir ama esas hanedanlık bu ülkelerde uygulanır. Bir bakarsın bir rektör tüm sülalesini yönetici atamış, bir milletvekili yakınını danışman yapmış, bir belediye başkanı eşini, kardeşini yetkili kılmış ya da tanıdıklarını işe almış. Nepotizm (akraba kayırıcılığı) bu ülkelerde yaygındır. 
           
       Adalet bir devleti ayakta tutan en önemli kavramdır. Adalet çökerse devlet çöker. Bu devlette olduğu gibi bir siyasi parti ya da bir aile için de aynıdır. Aile içinde bile adaletsiz davranılır,  ortaya eşitsizlik çıkarsa orada huzurdan bahsedilemez. Akraba kayırmacılığına son vermeden, siyasi partiler demokratikleşmeden, üyelerine hesap vermeden o ülkede demokratikleşme olmaz, gerçek demokrasi gelmez. Sadece demokrasicilik oynanır. Seçimlerde en antidemokratik uygulamalar yapılır ama söze gelince demokrasi şöleninden bahsedilir. Kim inanır?

11 Aralık 2019 Çarşamba

ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK BENİM KARAKTERİMDİR


      
      
            Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir”, “Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım”, sözünü adeta Türk milletinin her ferdine vasiyet etmiş, her birinin böyle davranmasını istemiştir. “Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim”, sözleri bunu ortaya koyar.
         
          Özgürlük ve bağımsızlık ülkemiz için olduğu kadar bireysel yaşamımız içinde çok önem taşır. Her şeyin menfaate dayandığı günümüzde artık özgür ve bağımsız davranan kişilere çok az rastlamaktayız. Özgür düşünen, bunun sonucunda hür iradesiyle davranan kişiler her geçen gün azalmaktadır. “Büyüklerimiz bizden iyi bilir”, dediğinizde artık yapılacak bir şey kalmamış demektir. Bağlandığınız gemi nereye giderse, siz de oraya gidersiniz. Biat ederseniz, müridi olduğunuz şeyhin kararını beklersiniz. Bu kolaycılıktır. Sürü psikolojisiyle hareket edenler, düşünmeye gerek duymazlar. Şeyhleri gittiğinde de kendilerine yön verecek yeni şeyhler ararlar.
             
          Ancak kendi kafanızla, beyninizle düşünür ve karar verirseniz, o zaman özgür bir birey olduğunuzun farkına varır ve o özgürlüğünüzün tadını çıkarırsınız. Özgür birey olmak yaratıcılığın anahtarıdır ve özgür bir ülkede olur. Egemen güçler bu özgürlükten pek hoşlanmazlar ve bunu önlemek için her türlü baskıyı yapabilirler. Unutmayalım ki baskı yapanların bugün tarihte adı bile okunmazken, Galileo ve Sokrates gibi baskı görüp, düşünceleri uğruna ölüme gidenlerin isimleri tarihin altın sayfalarında yer almaktadır.

         Düşüncenin özgürleşmesi öyle aniden ortaya çıkmaz. Eğitimden, kültürden, siyasetten, ekonomiden, yaşam tarzından, çevreden etkilenir. Yalnız başına oluşmaz. Bir mücadeledir, bir hayat tarzıdır, bir süreçtir. Kiralık kafalarda buna ihtiyaç yoktur. Böyle kişilerle hiçbir konuyu tartışamazsınız. Hazır fikirleri vardır. Şablon kullanırlar. Esnek değildirler. Bu, ya biat kültürüyle yetiştikleri ya da menfaatleri öyle gerektirdiği içindir. Gün gelecek düşünceye pranga vurmaya kalkanlar değil, çağdaş ülkelerde olduğu gibi düşüncelerini özgürce söyleyenler, özgürlük türkülerini haykıracaklardır. Çünkü insanlığa en yakışan özellik özgürlüktür. Özgür beyinler çoğu kişiyi ürkütürler ve yalnızdırlar. Ancak insanlık onların sayesinde vardır ve yükselmiştir.
           


orhankalyoncu.blogspot.com.tr          11.12 2019

8 Aralık 2019 Pazar

ÇIFIT ÇARŞISI




Balat/İSTANBUL


                                    

            Kadın, çarşıda elektrik direğinin dibinde kendisini bekleyen kocasını görünce sevindi. Çünkü kocası evden çıkarken ona kızmıştı. Ama şimdi oradaydı. Ağır, ağır bastonuna dayanarak ona doğru yürüdü. Kadının şekeri ileri safhadaydı, gözlerine vuruyordu. Bu yüzden gözleri pek görmüyordu. Son zamanlarda kilo da almış, iyice şişmanlamıştı. Bunlara rağmen en güçlü olduğu yönü çenesi ve sivri diliydi. Her önüne geleni konuşmalarıyla yerin dibine sokmakta mahirdi.
              
          Kocasını onu beklerken bulmuştu ya, evde yarım kalmış tartışmayı sürdürebilirdi. Çarşı, marşı onu ilgilendirmezdi. Kocasına açtı ağzını yumdu gözünü, “adam adam ben senin ağzına s….m. Neden bana istediğim tektaşı almadın? Bak şu karşıda kuyumcu var”. Adamcağız ne yapsın? “Tamam”, dedi, tartışmayı bitirmek için. Ama ne mümkün? Bir süre daha söylendi. Sonra sustu. Adam da ona, karşı kuyumcudan 1500 liraya bir tek taş yüzük aldı.
               
         Daha alacakları bitmemişti. Geldikleri yer İstanbul’da Balat Çarşısı ya da diğer adıyla Çıfıt Çarşısı idi. "Çıfıt", sözcüğünün anlamı "düzensiz ve türlü şeylerin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer", demekti. Osmanlılar döneminde, Yahudiler o zamana kadar tek tek kurulu olan dükkanları Balat’ta her şeyin bir arada bulunduğu bir duruma getirerek bir çarşıda toplamışlardı. Çıfıt Çarşısı terimi de buradan geliyordu.
              
         Torunu için bir şeyler almak isteyen kadın iki katlı bir dükkanın önünde durdu oraya girmeye niyetlendiler ancak karşı dükkandan da esnaf oldukları belli genç bir erkekle, bir kadın müşterinin önünü kesip, kendi dükkanlarına girmeleri için ısrar etmeye başladılar. Kadınla, kocası ne yapacaklarını şaşırmış bir vaziyette kalakaldılar. Satıcılar, özellikle kadını kollarına girip dükkanlarına sokmak için çekiştirmeye başladılar. Kadının kocası dükkanın kapısında kalmış, esnaf çift, yüz kiloluk kadını uçurur gibi dükkana sokmayı başarmıştı. Adam kapıda bir sandalye bularak, karısını orada beklemeye başladı. Yaklaşık yarım saat sonra o çok konuşan kadın oflaya, puflaya bir kucak eşya ile dükkandan çıktı. Nasılsa kredi kartı kendisindeydi. Artık neşesi yerine gelmişti. Var mı, yok mu dinlememiş, istediklerini almıştı. Kadın, “hadi, kocacığım artık gidebiliriz”, deyince, adam pek keyifsizdi. Aklından geçeni anlamak mümkün değildi ama kafasının içi sanki Çıfıt Çarşısı gibiydi.






orhankalyoncu.blogspot.com.tr                          09.12.2019


2 Aralık 2019 Pazartesi

CUMHURİYET HALK PARTİSİNDE DELEGE SEÇİMLERİNE DAİR BİR DEĞERLENDİRME


              
               
                 
                 
                      
         
         Cumhuriyet Halk Partisinin tüzüğünün siyasal yaşam anlayışı başlıklı bölümündeki 3. maddede, “Cumhuriyet Halk Partisi ve üyeleri için siyasal yaşamda görev almak onurlu bir toplum hizmetidir. Erdemli olmak CHP’li olmanın ön koşuludur”, der. CHP’liler için bu ilke vazgeçilmezdir. Her üye diğer üyelere ve yurttaşlara saygılı davranmak, onların hak ve hukukuna riayet etmek zorundadır. Büyüklere saygılı olmakta bu kuralın içindedir. Çünkü geçmişine sahip çıkmayanın geleceği olmaz.   
  • Siyaset, halka hizmet için yapıldığında kişiye kıvanç verir. Makam mevki için yapıldığında ise bu kıvanç sıkıntıya dönüşür.
  • Hırs ölçülü olduğunda insanı motive eder, ancak fazla olduğunda yanlışa sürükler. 
  • Siyaset bir günlük, bir yıllık bir iş değildir. Yapılmak istendiğinde uzun bir maratondur. Hep başarı yoktur. Başarı da vardır, başarısızlıkta. Kazanmakta vardır, kaybetmekte. Sabırla, iğneyle kuyu kazar gibi insanların gönlünü almak gerekir. 
  • Herkesi tehdit ederek, hakaret ederek, baskı kurarak, menfaat dağıtarak kazanmaya çalışmak, belki kısa vadede o kişiye kazandırabilir ama bu uzun sürmez.  
        Ülkemizin ikinci büyük partisi ve iktidar alternatifi Cumhuriyet Halk Partisi 2020 yılının Nisan ayında olağan kurultayını yaparak Genel Başkanını ve üst yönetimini seçecektir. Bu nedenle yapılacak ilçe ve il kongrelerinin başlangıcı olarak üyeler; (muhtarlık bölgesi temsilcilerini) mahalle kongre delegelerini seçtiler. Delegeler, ilçe kongresinde ilçe başkanını, yönetimini ve il delegelerini seçecek, bir daha da seçim olmazsa onlara 2 yıl pek iş düşmeyecektir. Burada önemli olan her üyenin hiç bir baskı ve etki altında kalmadan kendi hür iradesiyle seçimini yapmasıdır. Parti içi yarışlarda, yarın beraber çalışacak olan üyelerin davranışlarında, ölçülü, saygılı ve erdemli olması gerekir. Bu siyasetin alfabesidir.
                 
        Genel ve yerel seçimlerde ön seçimlerin yapılmaması, yani üyelere söz hakkı verilmemesi ve adaylıkların saptanmasında genel merkezlerin ve ilçe yönetimlerinin yetkilendirilmesi dolayısıyla ilçe başkanlıkları çok önemli oluverdi aday olmayı düşünenler ya da seçilmişler için. Bütün mesele bu. Halbuki siyasi partilerin amacı parti içinde iktidar olmak değil, ülkede iktidar olmak, ülkemizde yaşayan insanların mutlulukları için belirledikleri politikaları hayata  geçirmektir. Cumhuriyet Halk Partili üyeler için yazımın başında belirttiğim tüzük maddesinin bir başka bendini daha hatırlatmak isterim. O da şudur; “siyasal yaşamda erdemliliğe, üretkenliğe, yeteneğe ve emeğe uygun yükselmek esastır. Partililer, bu ilkelere bağlı olarak toplum hayatının ve parti görevlerinin gerektirdiği nitelikleri kazanmak; sorumluluk yerlerine başarılı, bilgili, dürüst ve yetenekli üyelerin seçilmelerini sağlamak için sürekli çaba harcarlar."



orhankalyoncu.blogspot.com.tr                                 02.12.2019