21 Ocak 2020 Salı

BİZ BU KENTE İHANET ETTİK

Tarihi Uzunköprü


                                                       
           
Biz bu kente ihanet ettik. 576 yıl önce Anadolu’dan Avrupa’ya köprü olması için Osmanlı padişahı 2. Murat tarafından kurulan UZUNKÖPRÜ'ye ihanet ettik.
Havasını kirleterek ihanet ettik.
Ona can ve bir zamanlar adını veren Ergene nehrini kirleterek ihanet ettik.
576 yıldır zamana meydan okuyarak ayakta kalan tarihi taş köprümüzü yıkılmaya terk ettiğimiz için ihanet ettik
Tarihi taş köprümüzün bir kısım gözlerini yok ederek ihanet ettik.
Edirne belediye binasının benzeri tarihi belediye binamızı yıkarak ihanet ettik.
Tarihi sokak çeşmelerini yok ederek ihanet ettik.
Yıllanmış ağaçların gölgesinde oturduğumuz iki parkımızı betona gömerek ihanet ettik.
Sokaklarımızda sıralanan binaları testere dişi gibi iki ileri bir geri yaptırarak ihanet ettik.
Dar cadde ve sokaklarda evlerin güneş almasını önleyerek ihanet ettik.
Tehlikeli olabileceğini düşünmeden yerin altına düğün salonu yaparak ihanet ettik.
Kale gibi belediye binasını ve yüksek binaları şehrin merkezine dikip, rüzgarların, isli-dumanlı havayı dağıtmasını önleyerek ihanet ettik.
Tarihi Muradiye Caminin etrafını gelişigüzel bina ve barakalarla çevreleyerek ihanet ettik.
Çocuklarımızın oyun oynayacağı oyun alanları, halkın vakit geçireceği kent meydanları, parklar yapmayarak ihanet ettik.
Trafik keşmekeşini önlemeyerek ihanet ettik.
Otopark yapmayarak ihanet ettik.
Yolların, kaldırımların çukur ve engebeli durumuna seyirci kalarak ihanet ettik.
İş ve aş imkanları için gençlere ufuk açmayarak ihanet ettik.
Bu şehirde yetişen ancak doğduğu yerde yaşama, hizmet etme olanağı yaratamadığımız gençlerimiz ve yaşanabilir bir Uzunköprü bırakamadığımız gelecek nesillerimiz, başta sorumlular olmak üzere bizi affetsin.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr     21.01.2020

                 

                                                                       

16 Ocak 2020 Perşembe

UZUNKÖPRÜNÜN OTOBÜS GARAJI

Uzunköprü Otobüs Terminali

                                                 
                                 
             Uzunköprü'nün, 1984 yılına kadar Tarihi Köprü'nün yanı başında birkaç binadan oluşan küçük bir otobüs garajı vardı. Uzun yıllar hizmet vermişti. 1984 yılında yapılan yerel seçimlerde Uzunköprü belediye başkanlığına gelen Anavatan Partili (ANAP) belediye başkanı, ilk önce yeni bir otobüs terminali yapılması kararı aldı. Eski tanımıyla “otobüs garajı” artık ihtiyaca cevap vermiyor ve şehir içinde kalıyordu. Belediye başkanının görev süresi bitmeden yeni otobüs terminali Cumhuriyet Mahallesindeki yeni yerine taşınmıştı. 1989-1994 yıllarında Doğru Yol Partisi (DYP) belediye başkanlığı döneminde otobüs terminali faaliyetine devam etti. 1994-2004 Demokratik Sol Parti (DSP) belediye başkanlığı döneminde terminal binası esaslı bir tadilat gördü. 2004 yılında Demokrat Parti’den (DP) seçilen belediye başkanı terminalin şehirden uzak olmasını öne sürerek, eski yerine bir cep terminali açılmasına izin verdi. Ancak geçici olan cep terminali zamanla esas terminalin yerine geçti.
                
         2009-2019 yıllarında bu kez Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) belediye başkanı göreve geldi. O da Cumhuriyet Mahallesindeki atıl kalan ve zamanla bakımsızlıktan çökmeye başlayan terminal binasının yıkılmasına karar verdi. Artık terminalimiz kalmamıştı. Sadece ilk terminalin yerindeki cep terminali vardı. Orası da çok yetersizdi. Hem yolcular, hem de çalışanlar yaz-kış zor şartlar altındaydı. Geçici terminal neredeyse 15 yıldır böyleydi. Belediye bu kez yeni otobüs terminali için Uzunköprü’de uygun yer aramaya başladı. Kavak mahalle çıkışında yeni çevre yoluna ve köprüye yakın bir yer bulundu. Bu arada yeni seçimler oldu. 31 Mart 2019 yerel seçimler sonucu işbaşında yine CHP’li belediye başkanı vardı. Ancak yer sahiplerine, açılan mahkeme sonucu tespit edilen bedel ödenemeyince, bulunan yerin kamulaştırması yapılamadı. Takas önerileri de kabul edilmeyince bu kez yeni başkan ve yönetimi, başka seçenekler aramaya başladı. Geçtiğimiz günlerde de imar komisyonundan ve belediye meclisinden geçen kararla yeni terminal yerinin, Atatürk Mahallesinde, Esentepe mevkii olduğunu öğrendik.

         Uzunköprü'den ulaşılması zor olan bir yer tespit edilmiş. Bir süre sonra tekrar terminal yeri aranmaması için bir ulaşım planlaması yapılarak terminalin şehir içine bağlantısı için yeni bir yol açılmalı ya da mevcut yollar standartlara uygun olarak genişletilmelidir. Bununla birlikte terminalin çevre yoluna çıkışı (kavşak) alt ve üst köprülerle olmalıdır.  Böyle olursa Uzunköprü’nün 15 yıldır çözümlenmemiş bir sorunu çözülmüş olur.


orhankalyoncu.blogspot.com.tr        15.01.2020
                    


9 Ocak 2020 Perşembe

KİBİR ABİDESİ

Beylikdüzü-İstanbul

                                      
                
            “Kibir, başkalarını kullanmak için en iyi araçtır. Dinlerde-kadim öğretilerde kibir günahtır. Bu günahın insanın kalbinden geldiği, bencilliği, hırsın, kıskançlığın büyümesi ve eksik sevgi neticesinde ortaya çıktığı bilinir. Kibir sahibi, kendisini olduğundan büyük görür. Aşırılık halidir. Kibirli insana bir şey öğretilemez; çünkü o, çok bildiğine inanır. Bilmediğini bilmez”.
             
           Yukarıda yazılanlar, 17.12.2019 tarihli Sözcü Gazetesindeki Soner Yalçın’ın Hakikat Köşesinde yazdığı Şeytanın Avukatları adlı yazısından alınmıştır.  Soner Yalçın, bu köşe yazısında Amerikalı yazar Andrew Neiderman’ın romanından “Şeytanın Avukatı”  adıyla sinema filmi yapılan eserinden ve filmden bahsetmektedir.  Yazarımız bu filmden yola çıkarak büyük ilaç firmalarının Kara Kutu Yüzleşme Vakti adlı kitabına ve kendisine yaptıkları karalama kampanyasına cevap vermektedir. Soner Yalçın Kara kutu Yüzleşme Vakti adlı kitabında dev ilaç firmalarının yaptıkları ilaç sömürüsünü anlatmakta, o firmaları savunanlar için de şeytanın avukatları demektedir.
          
         “ Öyle ya, şeytan sayesinde güç kazanmışlardır, kaale alınmaya başlamışlardır ve sınıf atlamışlardır. Artık kibir sahibidirler; istediğiniz kadar hakikati göstermeye çalışın aradıkları gerçek filan değildir. Şeytanın avukatı olmuşlardır. Gıdayı, ilacı bozarak cehennemi dünya yapmışlardır”, diye yazısını sürdürür. Yazarın anlattıkları yalnızca ilaç dünyasını mı tanımlar? Hayatın her alanında bu gibi davranışlara rastlayabiliriz. Etrafımıza baktığımızda kendini dünyanın merkezine koyan, herkesi kendisinin etrafında dönen uydu sanan kibir abidesi siyaset insanları yok mudur? Pek çok. Bu tavrı özgüven diye tanımlayanlar da olabilir, ama bu tavır özgüvenden çok küçük dünyaları ben yarattım tavrıdır. Bu kibirli tavır aslında kendisine hazırladıkları tuzaktır. Çünkü toplum böyle davrananları elinin tersiyle iter.
           
           Kibirli insanlar, başkalarının kendilerine hayranlık duymasını isterler. Tevazu ve alçakgönüllülükten nasibini almadıkları için daima haklıdırlar. Bu nedenle kendi görüşlerini başkalarına dayatmak için mevkilerini veya otoritelerini kullanırlar. Sürekli olarak başkalarının onlar hakkında ne düşündüklerini bilme ihtiyaçlarını hissederler. Bunun için de bu bireylerin sosyal medyaya verdikleri önem oldukça dikkat çekicidir. Yukarıdaki satırlar da birçok okuyucumuza tanıdık gelmiştir. Çünkü etrafımızda böyle insanlar her gün artmakta tevazu sahibi insanlar azalmaktadır. Bunun nedeni yetişme tarzı mı, eğitim mi, karakter mi yoksa yazarımızın dediği gibi sevgi eksikliği mi?
           


orhankalyoncu.blogspot.com.tr    09.01.2020
            

5 Ocak 2020 Pazar

NE LÜZUMU VAR?


                                                  
                 

          Geçenlerde bizim partinin ilçe kongresi oldu. Bizimkiler ,”hocam, sen tecrübelisin, seni divanda görmek istiyoruz”, dediler. “Yapmayın, etmeyin. Ben 2-3 saat boyunca orada oturmaktan sıkılırım. Hem ben geleni gideni karşılayayım, delegelerle konuşur, belki onları bizim tarafa oy vermeye ikna ederim”, dedim. Ama dinletemedim. Diyeceksiniz ki sizin taraf neresi? Benim tarafım muhalefet tarafı. Ben oldum olası iktidarı hiç sevemedim. Muhalefeti tutmak her zaman bana daha demokratik geldi. İktidarı tutan zaten yeteri kadar vardı. Öyle ya,  bal oradaydı. Genel politikada da, parti içinde de muhalefet etmek zahmetlidir, zor iştir. Zorluklarla savaşırsın. İktidar yandaşları işleri bozulacağı korkusuyla muhaliflere soğuk dururlar. Halbuki muhalefet olacak ki iktidar olsun. Muhalefet olmazsa demokrasi olmaz. Kuşlar bile uçmak için iki kanada ihtiyaç duyarlar. Demokrasilerde de iktidarla muhalefet böyledir.
                  
          Neyse, kongre başladı. Kongredeki delegeler verilen önergeye uygun olarak yakın illerden birinin milletvekilini divan başkanı, beni 2. başkan, 3 delegeyi de divan katibi görevlerine seçtiler. Başkan adayları ve taraftarları adeta nefeslerini tutmuş kongrenin gidişatını takip ediyor, herhangi bir aksilik yaşanmasını istemiyorlardı. Her şey usulüne göre giderken sıra konuşmalara geldi. Sadece iki delege konuşmak için ismini yazdırdı. Ben de konuşmak isteyenlerin başına kendi ismimi yazdım. Delege değildim ama eski ilçe başkanı olduğum için kongrenin onur üyesiydim ve konuşma hakkım vardı. Bunu yasaklayan herhangi bir yasa, tüzük ya da yönetmelik yoktu.

            Ancak divan başkanı, “yok”, dedi. “Konuşamazsın”.
“Niye başkan, niye konuşmayayım?”
“Siz, divanda olduğunuz için tarafsız olmanız gerekir, konuşursanız tarafsızlığınız bozulur. Olmaz.”
“Başkan, siz divan başkanı olarak 15 dakika konuştunuz tarafsızlığınız bozulmadı. Ben 5 dakika konuşursam mı tarafsızlığım bozulur. Hem ne biliyorsunuz taraflı konuşacağımı?”
“Olmaz, konuşamazsınız”.
“Ben 2 yıldır kongrede konuşmayı bekliyorum. Burada konuşamazsam, nerede konuşacağım?”
“Olmaz.”
“ O zaman divandan çekiliyorum. İstifa ediyorum. Konuşma hakkımı kullanacağım. ”
“Olmaz, çekilemezsiniz."

           Bu konuşmalar aramızda sürerken divan başkanı diğer 3 katip üyeye dönerek, “arkadaşlar, Orhan bey konuşmak istiyor. Ne dersiniz?”
Bayan katip üye, “olmaz, olmaz. Nerede görülmüş divan üyesinin konuşması?”
Diğer iki katip üye, “ne lüzum var, hocam? Konuşursan ne olacak? Konuşmayıver.”
Oylama sonucu konuşma hakkım kullandırılmayınca vekile, “Ankara’ya geleceğim, orada konuşacağım”, dedim.
O da, “gel, misafirim ol. Başımın üstünde yerin var”.
Şimdi Ankara’ya gideceğim günleri iple çekiyorum.

           Ne mi Konuşacaktım? Konuşma hakkı verilseydi, aşağıdaki metni okuyacaktım.

           DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

       Ülkemizi 17 yıldır yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi, artık yorgunluk alametleri göstermekte, iç ve dış politika konularında yeni çözüm yolları bulamamaktadır. Ülkemiz, ekonomide hayat pahalılığı, enflasyon, döviz artışları, işsizlik ve iflaslar gibi dev sorunlarla karşı karşıyayken, dış politikada da, başta Suriye konusu olmak üzere Amerika ve Avrupa Birliği ile olan ilişkilerde istikrarlı ve olumlu bir tablo sergileyememiştir. Bu tabloyu değiştireceği söylenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden de AKP, beklediği itici gücü bulamamıştır.

          DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

       Ülkemizin bu durumunda; kökleri Kuvva-i Milliye’ye dayanan, Cumhuriyeti kuran ve ülkemize çok partili sistemi getirerek demokrasiye çok önemli katkılar sunan Cumhuriyet Halk Partisi, 31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimlerde özellikle büyük şehirlerden aldığı destek ile günümüzde de halkın umudu olmuştur. Başta genel başkanımız, milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız olmak üzere bu umudu boşa çıkarmaya kimsenin hakkı yoktur. İktidara giden yol parti içinde demokratik kanalların açılmasından geçer. Gruplaşmaları önlemek, birlik ve beraberlik içinde çalışmalarda tüm üyelerin katılımını sağlamak için ön seçimlerin uygulanması şarttır. Tüm üyelerin; yöneticilerden eşit, adil, hakkaniyetli, saydam, hesap verebilir bir yönetim anlayışını görmek istemesi en tabii hakkıdır. 

            DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

         İki yıldır yönetimde olan CHP Uzunköprü İlçe Yönetimi ne yazık ki 2 yılın sonunda izledikleri yönetim biçimiyle geçen kongrede kendilerine gösterilen güveni boşa çıkarmışlar, değişim ve demokrasi diye yola çıkmışlarsa da, tam aksini yapmışlar ve bir grup gibi davranarak kucaklayıcı olamamışlardır. Yerel seçimler öncesi bir kısım aday adayları, STK başkanları, Kadın ve Gençlik Kolu başkanları dilekçe vererek belediye ve il genel meclisi üyelikleri için sandık konulmasını istemişler ama CHP ilçe yönetimi oy sandığını üyelerin önüne getirmemiş, il genel meclis üyeliği için Edirne'nin 4 ilçesi eğilim yoklaması yaparken Uzunköprü ilçe yönetimi, o ilçeler kadar demokratik olamamıştır. Bu nedenle 15 kadar meclis üyesi aday adayı istifa ederek adaylıktan çekilmiştir. Bu durum sonucunda hem üyelerin seçme, hem de aday adaylarının seçilme hakkı elinden alınmıştır. Seçim öncesi parti binasında ilçe başkanının çağrısı üzerine yapılan “Eski İlçe Başkanları” toplantısında eski bir ilçe başkanı olarak, İlçe Danışma Kurulunun toplanmasını, seçim komitelerinin kurulmasını önermiştim. Bunlar da yapılmadı. Belediye ve il genel meclis üye listeleri dar bir grupta hazırlanıp yönetime getirilerek kabul edildi. Geçen 9 ayda gerek belediyede, gerekse yönetimde işlerin yolunda gitmemesinin nedeni, seçim sürecindeki izlenen bu yanlış yol ve yönetim anlayışıdır. Eskiden yapılan yanlışları aynen tekrar etmişlerdir.

            DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

      Partiye, ilkelerine sahip çıkmak, iktidar olması için çalışmak suçsa, ben suçluyum.

         Demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla ülkemde yerleşmesini istemek suçsa, ben suçluyum.

     30 yılı aşkındır karda kışta partimin her mitingine, toplantısına, seçim çalışmasına katılmaya çalışmak suçsa, ben suçluyum.

         Öğrencilerime bilgilerimi aktarırken; insanı sevmeyi, ilkeli olmayı, önce toplum demeyi öğretmeye çalışmak suçsa, ben suçluyum.

         Ancak unutulmasın ki; biz ideallerimizden, Atatürk’ün yolundan, cumhuriyet ve demokrasi sevdamızdan ölsek bile vazgeçmeyiz.

            DEĞERLİ ARKADAŞLARIM,

  Size sağlıklı, mutlu günler diliyorum. Hepinize sevgi saygılar sunuyorum.                                

           Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti. Yaşasın Cumhuriyet Halk Partisi.

 

 

orhankalyoncu.blogspot.com.tr      5 Ocak 2019

            
              
            

31 Aralık 2019 Salı

SİYASET İNSANI HASTA EDİYOR



                             
                            



             “ABD’deki Nebraska Lincoln Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, siyaset insan sağlığını olumsuz etkiliyor. Ankete katılanların % 40’ı siyasetin kendilerinde stres yarattığını, %20’si uykusuzluk sorunu yaşadığını, % 20’si de arkadaşlarıyla siyaset yüzünden ilişkilerinin bozulduğunu söylemiş.” Bu haber Sözcü Gazetesinin 27.09.2019 tarihli sayısında yayınlandı. Bu haber üzerine çeşitli yorumlar yapabilir, mesela şöyle düşünebiliriz; “o zaman siyasetten uzak duralım, rahat edelim” ya da “başkaları uğraşsın, biz karışmayalım, böylece hiç stres yaşamayız”. Ancak bu düşünceler gerçeklerle bağdaşmıyor. Çünkü siyaset sadece siyasetçilere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Halkın kendi sorunlarına sahip çıkması, yurttaşların siyaset yapması ile yakından ilgilidir. Soluduğumuz havadan, ürün yetiştirdiğimiz toprağa yediğimiz ekmekten, içtiğimiz suya, kullandığımız elektrikten, yaktığımız kömüre, sağlığımızdan, aldığımız eğitime kadar toplumu ilgilendiren her türlü konunun belirleyicisidir, siyaset.          
             Siyaset toplum için yapıldığında güzeldir. Bireysel çıkar ve siyasi rant için yapıldığında bu güzellikten bahsedemeyiz. "Siyasetten ne kazanırım hesabını yapmak yerine, topluma ne kazandırabilirim", diye düşünmek gerekir. Çoğu kişiyi siyasetten uzaklaştıran, “aman siyasetin pisliğine hiç bulaşmayalım”, dedirten çekişmeler, dedikodular, kavgalar, ayak oyunları yok mudur? Vardır. İlkesiz ve kuralsız politikaların yapılması da bunda etkendir. Ama tarihe kalan bu gibi siyaset yapanlar değil, halkına hizmet edenlerdir. Kadınlarımızın siyasetteki yerine gelince; Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk, bir çok Avrupa ülkesinden önce genç Türkiye Cumhuriyetinde kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan yasalar çıkardı.1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanındı.                                    
          
         Kadın politikacılara, pozitif ayrımcılık uygulanarak, ülkenin yarısını oluşturan kadınların aktif rollerde yer alması demokrasimizi güçlendirecektir. Ancak kadınların sadece kadın oldukları için değil, yetişmiş bir kişi olarak çok iyi donatıldıkları için sorumluluk mevkilerinde olmaları gerekir. İyi bir eğitim, emek, birikim ve deneyim erkekler için olduğu kadar, kadın siyasetçiler içinde olmazsa olmazdır. Sorumluluk mevkiindeki kadın siyasetçilerin başarılı olamamaları halinde sadece kendilerinin değil, kendilerinden sonra gelecek kadın siyasetçilerin de önünü kapayabileceklerini unutmamaları gerekir. Gezici araştırma Merkezinin Türkiye genelinde halkın güven duyduğu siyasetçilerde 225 kişilik listeye sadece 4 kadın siyasetçi girebildi. Ancak Atatürk'ün açtığı yolda yürüyen kadınlarımızın bu tabloyu değiştirerek daha başarılı olacaklarına dair inancımız tamdır.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr                                       31.12.2019
           
     


25 Aralık 2019 Çarşamba

KONUŞAN TOPLUM


                                                     
                    
              



              Demokrasi, konuşanların rejimidir, çok sesliliktir. Bu çok seslilik, kurallar, yasalar ve edep içerisinde cereyan eder. Her şeye boyun eğip, “büyüklerimiz bizden iyi bilir”, diyerek susan toplum demokrasiyi yaşatamaz. Türkiye Cumhuriyeti,  anayasamıza göre demokratik bir hukuk devletidir. Başkalarının özgürlük alanına girmeden ve hakaret etmeden her yurttaşın ifade özgürlüğü vardır ve anayasanın teminatı altındadır. CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 432 km yolu hak, hukuk, adalet diyerek iktidarı uyarmak için yürümüştür. Sadece iktidarın değil, herkesin bundan ders çıkarması gerekir. Gerçek demokrasilerde gücü ele geçirenlerin her dediğini ve istediğini yapma hakkı yoktur. Yaparlarsa bu keyfi yönetim olur ve demokrasiyle bağdaşmaz.  Siyasi partilerde de bu böyledir. Hiç kimse keyfi hareket edemez. Onları bağlayan da başta anayasa, siyasi partiler yasası, partinin tüzük ve yönetmelikleridir. Bunlara aykırı işlem yapılamaz. 

              Ancak uygulamada öyle olmadığına şahit oluyoruz. Mesela: Tüzük diyor ki; seçimlerde %33 kadın kotası vardır. Bir seçimde kadın aday adayı olduğu halde, aday listesinde kadın adaya yer verilmiyorsa burada keyfi yönetim var demektir. Mesela: Tüzük ve genelgeler; “seçimlerde aday adaylıkları için, şu tarihe kadar müracaat edilmesi, görevi varsa istifa etmesi ve partiye ödeme yapılması gerekir”, diyor ama buna uyulmuyorsa; orada hak, hukuk, adalet yerine keyfi idare var demektir. Mesela: Partinin genel sekreter vekili tarafından genelge gönderilerek delege seçimlerinin tümünün aynı gün, aynı saat ve aynı yerde yapılmayacağı, yine her muhtarlık bölgesine mutlaka sandık konularak oyların sandığa atılması şeklinde oy kullanılacağı yazılıyor ama buna uyulmuyorsa, burada keyfi idare var demektir. Mesela: Genel Başkanın belediye başkanlarının örgüt seçimlerine karışmayacaklarını söylemesine rağmen belediye başkanı, tüm gücüyle seçimlere müdahale ediyorsa, burada hak, hukuk, adalet değil, keyfi idare var demektir.
         
             Demokrasilerde keyfi idareye yer yoktur. Yasalar, tüzük, yönetmelik ve genelgelere uyulmak mecburiyeti vardır. Eğer uyulmuyorsa, gereken yapılır. Ama çoğu kişi bu durumlarda üç maymunu oynuyor. Siyasi partilerde eleştiri ve özeleştiri yapılmaz, haksızlıklar karşısında “kol kırılır, yen içinde kalır”, denilirse eninde sonunda bundan o parti büyük zarar görür.  Parti, ya o üyeyi küstürür, aktif olarak çalıştıramaz ya da partiden ümidini kesen üye ayrılır. Halbuki iktidara gelmeyi amaçlayan bir partinin hiç kimseyi dışlama veya kaybetme lüksü yoktur. Bu konulara dikkat edeceklerin başında da il-ilçe başkanları ve yönetim kurulları gelir. Çünkü onlar, yalnızca bir grubun değil, seçilmişler dahil o il ve ilçedeki tüm üyelerin başkanı ve yönetimidir. Bu nedenle il-ilçe başkanları ve yönetim kurulları benden-senden ayrımı yapmadan sözde değil, özde hak, hukuk, adalet, eşitlik ve liyakat çerçevesinde görev yapmalıdırlar.


 


orhankalyoncu.blogspot.com.tr    25.12.2019


19 Aralık 2019 Perşembe

HANEDANLIK


                                                               
               


        Hanedan; hükümdar veya devlet büyüğü bir kişiye dayanan soy, büyük aile, demektir. Eski Türk devletlerinin yönetiminde ülke, hanedanın ortak malı sayılır, hanedan üyeleri yönetimde söz sahibi olurdu. Bu durum, taht kavgalarını da beraberinde getirmiş, zamanla devletlerin yıkılış sürecini etkilemiştir. Günümüzde de bazı gelişmiş Avrupa ülkelerinde hanedanlık söz konusudur. Bunların en ünlüsü İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda devletlerinin birleşmesinden oluşmuş Birleşik Krallıkta (United Kingdom) 1917’den beri hüküm süren Windsor Hanedanıdır. Birleşik Krallığın yönetim şekli anayasal monarşidir. Siyaset üstü bir konuma sahip olan kral veya kraliçe devlet başkanı olarak sembolik bir değere sahiptir. Birleşik Krallıkta sistem kişilere değil, kurallara bağlıdır.
            
         Geçmişi tarihe dayanan hanedanlıkların bazı Avrupa ülkelerinde de halen varlığını sürdürdüğünü görmekteyiz. Ancak bunların üyeleri sadece temsil görevini yaparlar. Asıl söz sahibi demokrasinin vazgeçilmez kuralı gereği, halktır. Halk özgür seçimlerini yapar, temsilcilerini seçer ve her platformda düşüncelerini ifade etme hakkına sahiptir. Basın hürdür. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Az gelişmiş ülkelerde nasıl olur? Demokrasi olduğu söylenir ama esas hanedanlık bu ülkelerde uygulanır. Bir bakarsın bir rektör tüm sülalesini yönetici atamış, bir milletvekili yakınını danışman yapmış, bir belediye başkanı eşini, kardeşini yetkili kılmış ya da tanıdıklarını işe almış. Nepotizm (akraba kayırıcılığı) bu ülkelerde yaygındır. 
           
       Adalet bir devleti ayakta tutan en önemli kavramdır. Adalet çökerse devlet çöker. Bu devlette olduğu gibi bir siyasi parti ya da bir aile için de aynıdır. Aile içinde bile adaletsiz davranılır,  ortaya eşitsizlik çıkarsa orada huzurdan bahsedilemez. Akraba kayırmacılığına son vermeden, siyasi partiler demokratikleşmeden, üyelerine hesap vermeden o ülkede demokratikleşme olmaz, gerçek demokrasi gelmez. Sadece demokrasicilik oynanır. Seçimlerde en antidemokratik uygulamalar yapılır ama söze gelince demokrasi şöleninden bahsedilir. Kim inanır?