30 Mayıs 2017 Salı

2. UZUNKÖPRÜ KÜLTÜR, SANAT VE TARIM FESTİVALİ

       


          29-30 Eylül ve 1 Ekim 2016 tarihlerinde yapılan Uzunköprü Kültür, Sanat ve Tarım Festivalinin ikincisinin, bu yıl Uzunköprü Belediye Meclisinin aldığı karar uyarınca 14-15-16-17 Eylül 2017 tarihleri arasında yapılacağı açıklandı. Üzerinde çok uzun süredir konuşulan Festival, geçen yıl belediyenin hazırlık süresinin çok kısa olmasına rağmen başarılı oldu. Uzunköprü halkı da ilgisini esirgemedi.
       
          Dünyanın en uzun taş köprüsüne sahip Uzunköprü, Türklerin 1427 yılında Trakya’da kurduğu ilk yerleşim alanıdır. İlçe verimli topraklara, yer altı zenginliklerine sahiptir. 30 yıl öncesine kadar da ülkemizin en zengin ilçeleri arasındaydı. Ancak şimdi göç vermektedir. Ergene Nehrinin kirliliği, tarım ve hayvancılığın eskisi kadar para kazandırmaması dolayısıyla artık tarlalar satılıyor, fabrikalar kapanıyor, gençler de sanayi kentlerine gidiyor. Bu şartlar altında festival, ilçeye ekonomik ve sosyal alanlarda bir canlılık getirdi. Kuşkusuz bu canlılığın sürekli olması önemlidir. Halk, yapılanlara büyük ilgi göstererek yoğun bir özlem içerisinde olduğunu belli etmiştir. 

         Festivalde tanınmış sanatçılar yerine yerel sanatçılara yer verilirse, bu, hem daha ekonomik hem de yerel sanatçılar için destek ve teşvik olur. Festivaller, günümüzde adeta eskiden yapılan panayırların yerlerini almışlardır. Yapıldığı kente ekonomik ve sosyal bir hareketlenme getirdiği açıktır. Bu festivalin kurumsallaşması için hazırlık çalışmasına bir komisyon tarafından en az bir yıl önceden başlanması gerekir. Bir diğer önemli bir konu da festival alanının seçimidir. Geçen yıl özel arazilerde yapılan festival, bir süre sonra o arsalarda binalar yükseldiğinde yeni bir yer aranmak zorunda kalınacaktır.
        
           Vaktiyle Uzunköprü, böyle bir festival alanına sahipti. Şehir merkezinde Tarihi Köprünün sol tarafında Eski Ticaret Borsası Binası ile Shell Benzin İstasyonu arasındaki 65 dönümlük arazi şehir imar planlarında festival ve fuar alanıydı. 1989’dan sonra işbaşına gelen belediye başkanı ve meclisi, bu alanı imara açarak bu konudaki fırsatı harcamıştır. Yeni Festival alanının, kent merkezine ve Uzunköprü’nün tarihi dokusuna yakın olması gerekir. Mazhar Müfit Kansu Parkı ve civarı Festivalin merkezi olabilir. Sergiler için Tarihi Kilise, Atatürk Kültür Merkezi, gösteriler için Adalet Meydanı, tiyatro, konferans, panel için AKM, konserler için AKM, stadyum ve eski terminal kullanılabilir. 






orhankalyoncu.blogspot.com.tr  

 30.05.2017
Orhan Kalyoncu
 
      

    

HALK OZANI DERVİŞ KEMAL ÖZCAN'I ANMA

                                    


           Halk Ozanı Derviş Kemal Özcan ile birlikte
                           
     

     Uzunköprü'nün yetiştirdiği Halk Ozanı Derviş Kemal Özcan’ın (1930-25.04.2015) ölümünün ikinci yılı dolayısıyla 25 Nisan 2017 salı akşamı Uzunköprü Belediyesi Atatürk Kültür Merkezi'nde bir Anma Gecesi düzenlendi. Aynur Haşhaş, Hasan Öztürk ve diğer sanatçılar geceye renk kattılar. Türkiye'nin her tarafından gelen sanatçıların verdikleri emek için, onları kutlamak gerek. Halk ozanı Derviş Kemal Özcan, sağlığındayken her gün Uzunköprü Kavak Mahallesindeki evinden 1,5 km uzaktaki çarşıya iner, ekmeğini ve gazetesini alıp, evine giderken Anabacı Caddesindeki Sobacı Kadir Ören’in dükkanına uğramadan geçmezdi. Orada oturur, oradakilerle sohbet ederdi. Bu sohbetin konuları genellikle ülkenin içinde bulunduğu durum ve siyasi gelişmeler olurdu. Kadir Ören, Kemal Özcan'ın ile geçen konuşmalarını aktarırken şöyle diyor; “rahmetli Kemal Amca kıymetinin bilinmediğini sık sık dile getirirdi." Geç de olsa bu Anma Gecesi Derviş Kemal Özcan'ın  kıymetinin anlaşıldığını gösterdi. Ülkemizde hangi değerli insanın sağlığındayken değeri anlaşılıyor ki? Tam tersine onlara Nazım Hikmet'e yapılan gibi hayatı zehir ediyoruz.
                                
      Derviş Kemal Özcan'ın Anma Gecesinden sonra 28 Nisan 2017 Cuma akşamı Lüleburgaz Belediyesi Kent Konseyi Tiyatro topluluğu da Yedi Kocalı Hürmüz oyununu AKM’ de başarılı bir şekilde sergilediler. Oyuncular, amatör ruhla profesyonelce bir oyun ortaya koydular. Seyirciye 3 saate yakın hoşça vakit geçirttiler. Aynı zamanda güldürürken, düşündürdüler. Daha sonraki sanat faaliyetlerinden Belediyenin Müzik Korosunun, Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği konserlerini de zevkle dinledik. Tüm amatör sanatçılarımızı ve Belediyemizi sanata verdiği önemden dolayı kutlarım. Burada bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Gösterilen yoğun ilgiden dolayı biraz geç kalanlar basamaklara oturmak zorunda kaldılar. Böyle olurken bazı konukların çantalarını ya da paltolarını koyarak koltuk ayırdıklarını gördük. Aslında davetiye usulüyle bu kargaşalığı önlemek mümkün.
                            
      Bu sanatsal faaliyetlerle biraz siyasi havadan uzaklaştık. 16 Nisan 2017 Anayasa Referandumu ile Anayasada bazı değişiklikler kabul edildi. Seçim günü oylama devam ederken YSK mühürsüz oyların da sayılacağını açıkladı. CHP, buna bir gün sonra itiraz edince, "atı alan Üsküdar'ı geçti", dendi. Yerel seçimlerde Uzunköprü'de bir büyüğümüz aday olduğu seçimlerde her gittiği yerde çok konuşuyor, dinleyenlere fenalıklar geliyordu. Bir gün partinin ileri gelenleri, “Bu böyle olmaz, seçimleri kaybedeceğiz. Ona söyleyelim de kısa konuşsun”, dediler. Adayla konuşmak için 3 kişi seçtiler ve konuşmak için bir kafeteryada buluştular. Parti sözcüsü söze nasıl başlayacağını bilemiyordu. Söze, “sayın adayım halk çok sıkılıyor, az ve öz konuşsanız”, diyecek oldu. Aday hemen atıldı. “Yok”, dedi. “Halk çok konuş, boş konuşmaktan hoşlanır.” Tabii parti sözcüleri bir şey diyemedi ama "atı alan Üsküdar'ı geçti." Yani aday seçimleri kaybetti. 
                                                                                           
 



Orhan Kalyoncu
 24.05.2017





2 Mayıs 2017 Salı

16 NİSAN 2017 ANAYASA REFERANDUMU SONUÇLARI

   
                                 Uzunköprü/Kırcasalih


               Ülkemizi 4 ayı aşkındır kilitleyen anayasa değişiklik paketine ilişkin referandumu gerçekleştirdik. Ancak çıkan sonuçlar ve Yüksek Seçim Kurulunun oylama sürerken son anda aldığı karar, yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. YSK, 2010 yılında mecliste kabul edilen, mühürsüz oy pusulası ve zarflarının geçersiz olacağına dair seçim yasasına ve daha önce kendi yayınladığı genelgeye aykırı bir karar alarak seçim güvenliği ve adaleti konusunda şüpheler yarattı. Yüksek Seçim Kurulu tarafsız olması gereken anayasal bir kurumdur. Alacağı kararlar, son karardır ancak bu ona kanunları yorum yoluyla uygulamama hakkı vermez. Yani yasa koyucu yerine kendisini koyamaz. Her kurum kanunların yerine kendi görüşlerini uygulamaya başlarsa, o zaman hukuk devletinden bahsedemeyiz.
     
             Bunun için “Hayır” verenlerin lokomotifi olan ana muhalefet partisi CHP, bu kararı adil ve kanunlara uygun bulmayarak, seçimlerin yenilenmesi için önce YSK sonra Danıştay'a başvurmuş ancak her ikisinden de ret yanıtı almıştır. YSK’da 10 üye ret, 1 üye kabul, Danıştay da 4 üye ret, 1 üye de seçimlerin yenilenmesi yönünde karar vermiştir. CHP’sinin itirazları bu kurumlarda oy çokluğuyla reddedildiği için, bundan sonra büyük olasılıkla bireysel başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yolları izlenecektir.
      
            Anayasa metinleri tüm toplumu yakından ilgilendirdiği için toplumsal mutabakatla oluşturulması istenir. Bundan dolayı mecliste anayasa değişikliği için nitelikli çoğunluk aranır. Yani 550 milletvekilinin 3/2 si olan 367 oyla anayasayı değiştirebilirsiniz. Bu nedenle halk oylamasında %50 artı 1 olması ne derece doğrudur?  Anayasa hukukçularının bu soruyu yanıtlaması gerekir.
     
           Hükümetin daveti üzerine referandum sürecini izlemek için ülkemize gelen Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) ön raporunda şu tespitler yer almıştır. 1-“Evet” ve “Hayır”ın tarafları eşit propaganda yapma hakkına sahip olamadı. 2- “Evet” kampanyası basın ve televizyonlarda çok geniş yer buldu. Çoğulculuk bitti. 3- Valiler, OHAL yetkisini ifade özgürlüklerini kısıtlamak için kullandı. 4- Referandum Avrupa Konseyi standartlarını karşılamadı. Gerçek bir demokratik sürecin işlemesi için uygun değildi. 4- Kamu adına yayın yapan kuruluş, partilere eşit zaman tanımadı. Tercihini iktidardan yana kullandı. 5- Yerel kamu görevlileri “Evet “kampanyası yaptı. 6- YSK, oy verme günü yayınladığı mühür kararı mevcut yasayla çelişti. 7- Üst düzey yetkililerin “Hayır”cıları terörist olarak göstermesi, kampanya dilini lekeledi. Dünyayı sadece kendimizden ibaret sayamayacağımıza göre, 2 ay sonra kesin raporunu hazırlayacak bu kuruluşun raporunu Avrupa’dan kopmak istemiyorsak, ülke olarak dikkate almak zorundayız.
       
          Yüksek Seçim Kurulunun açıkladığı referandum sonuçlarına göre; Türkiye genelinde katılım %85,43’tür.“Evet” %51,41, “Hayır” %48,59 olarak görünmektedir. Kullanılan oylarda “Evet”ler 1 milyon 378 bin oy farkla öndedir. Ancak şu unutulmamalıdır ki bu yarış devletin tüm gücünü arkasına alan bir iktidarla eşit ve adil olmayan bir düzlemde yapılmıştır. Yüksek Seçim Kurulunun seçim yasasına aykırı müdahalesi de buna eklendiğinde çıkan sonuç vicdanları ne derecede tatmin etmiştir? Rejim değişikliği gibi ülkemiz açısından son derece önemli olan sadece bizleri değil, gelecek kuşakları dahi etkileyecek bir halk oylaması söz konusudur.  

         Geçen anayasa değişiklik oylamalarına göre "hayır" oylarında yükselme görülmekte, 3 büyük şehirle beraber, her zaman ki gibi Trakya, Ege, Akdeniz tavrını muhalefetten yana ortaya koymaktadır.  Trakya da, hayırlar %65, Edirne’de %70,5 (2010 da 73,53), Uzunköprü’de  %72,80 (2010 da %77.08). Bu bölgelerde ve tüm ülkemizde “hayır” tarafına verilen oylar, sadece muhalefet partilerine değil, demokratik parlamenter rejime inanmış olan seçmenlerin oylarıdır. 




Orhan Kalyoncu 
02.05.2017
              

22 Nisan 2017 Cumartesi

2015 CHP UZUNKÖPRÜ İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

  
                                  




         Değerli arkadaşlar;
           
        Son ilçe kongresi üzerinden yaklaşık 3.5 yıl geçti. Ülkemizde bu geçen 3.5 yıl içinde olumsuz bir çok gelişme oldu. En son Rusya’ya ait bir uçağın düşürülmesi sonucu savaşın eşiğine geldik. Ondan önce Ankara’da canlı bombaların kendilerini patlatması sonucu 101 masum vatandaşımız hayatını kaybetti. Daha öncelere gidersek Diyarbakır, Suruç, Reyhanlı, Ermenek, Soma faciaları yaşandı. İçimiz yandı. Şehitlerimiz artmaya başladı. Gezi olaylarını, 17/25 Aralık operasyonlarını, Balyoz, Ergenekon davalarını anımsadığımızda sanki uyanıkken kabus görür gibi olduk. Hayat pahalılığını, dövizin fırlamasını, iç ve dış borcumuzu, komşu ülkelerle olan sorunlarımızı , kadın cinayetlerini, hukukun katledilmesini, basına, medyaya konan sansürü, eğitim ve sağlıktaki geri gidişi ve daha bir çok olumsuzluğu eklersek, ülkemizin gidişatının iyi olmadığını, bunun bir an önce düzeltilmesi gerektiğini anlarız.
       Son yıllarda gerçekleşen, kısaca özetlediğim bu olaylardan sonra ülke olarak rotasını şaşırmış bir gemi gibi dalgalarla boğuşuyoruz. İşte bu noktada CHP’si  ülkeyi kurtarmak için AKP iktidarına karşı seçenek olmak zorundadır.
Ancak CHP’sinin son yıllarda yapılan tüm seçimlerde % 25 gibi bir oy oranına saplanıp kalması ve adeta patinaj yapması bu partiye oy veren seçmenlerinin ve üyelerinin hayal kırıklığına uğramasına neden olmaktadır. Burada oy vermeyen seçmenleri suçlamak,”ne yapalım bu kadar çalışıp, ekonomik vaatlerde bulunduğumuz halde, halk bizi anlamıyor”,demek olayın özünü kavramamak,
kolaycılığa kaçmaktır. CHP her ne kadar Türkiye’nin en demokratik partisi olarak gözükse ise de üst yönetimden başlayarak üye, örgüt yapısına ve işleyişine kadar yapısal sorunları vardır. Liderin değişmesi seçmene ve üyeye güven vermek için yeterli değildir. Bununla birlikte parti içinde katılımcı, demokratik, saydam, eşitlikçi, hesap verebilir bir yönetim anlayışına ihtiyaç vardır. Tekrar “emek en yüce değerdir” zihniyetinin partide egemen olması gerekir.
       Parti içinde üye kayıtları kongrelere yönelik değil, iktidar olmak için olmalıdır. Parti içinde yarışlar eşitlikçi ve adil olmalı, tüzük keyfi uygulanmamalıdır. Parti içinde yükselmek ve bir yerlere gelebilmek için öncelikle emek, liyakat aranmalıdır. Kongrelerde ve ön seçimlerde üyenin ya da delegenin özgür iradesine  belediye başkanlarının, milletvekillerinin ve  üst yönetimlerin müdahalesi önlenmelidir. Eğer bunlar önlenmezse, şimdiye dek olduğu gibi güçlülere dayanmak, biat etmek geçerli kılınırsa bu da kısır döngüye neden olur. Üye çalışmak, kendini geliştirmek yerine en kolayından güç sahiplerine yanaşmayı seçer. Parti de samimi, gönüllü çalışacak üye yerine çıkarını düşünen üyeye sahip olur. Bu da partiye zafiyet getirir.
       2008’de yapılan 14.Olağanüstü Program ve Tüzük Kurultayında genel başkana MYK üyelerini, parti meclisi içinden seçme hakkı tanındı. Bu yetkiyi sayın genel başkanımız da kullanmış, değiştirme gereğini duymamıştır. Nitekim 2010 yılından bu yana MYK üyeleri defalarca değiştirilmiştir. Genel başkanın bu yetkileri, üst yönetimin il ve ilçe başkanlıklarını kolayca görevden alabilmeleri partide genel merkezi güçlendirmiş, üst yönetime yakın olmayanların yükselmeleri güçleşmiş, yine zincirin halkalarından biri olan yerel seçimlerdeki adayların genel merkezce atanmaları, hizipleşmeyi ve bunun doğal sonucu olarak yalnızca bir avuç insanın politika yapmasını getirmiştir.
       Örgütlerdeki keyfi uygulamalarına örnek vermek gerekirse, şunları söyleyebiliriz; İl ve ilçe örgütlerinin, herkesin uyması gereken partinin anayasası sayılan tüzüğüne göre (madde 29) en geç 2 ayda bir genişletilmiş yönetim kurulu toplantısı, 57/C maddesi gereğince 3 ayda bir il-ilçe danışma toplantısı ve her seçimden sonra 2 ay içinde seçim değerlendirme toplantısı yapması gerekirken bunların yapılmadığını görmekteyiz. Trakya, Ege ve İzmir’de yüksek oranda oy almaktayız. Tabii ki bu sevindirici bir durumdur. Ancak bu sonucu sadece örgütlerin başarısına bağlarsak, orada yaşayan insanlara haksızlık etmiş oluruz. Bu bölgelerde aldığımız oylar, buradaki  halkımızın bilinç düzeyinin yüksekliğini, Atatürk’e ,onun ilkelerine ve Cumhuriyete bağlılığını gösterir. Çağdaş Türkiye özlemini gösterir. Onun için hiç kimse şöyle başarılıyız, böyle başarılıyız kibrine girmesin. Bu oylar hiçbir zaman çantada keklik değildir. Kaldı ki başarı kıstasını yalnızca yüksek oranda oy almaya bağlarsak, Türkiye de genel olarak AKP en yüksek oranda oy almaktadır. O halde iktidar partisi olan AKP başarılı mı sayılmalıdır?                                                                                                               
      Geçen 30 Mart 2014 yerel seçimler öncesi ve sonrasında partimizde 30 yıla yaklaşan  parti üyeliğimde görmediğim olaylara değinmeden geçemeyeceğim. Bu seçimlerde genel merkez, Edirne ve ilçelerinde il genel ve belediye meclis listeleri için eğilim yoklaması kararı almıştı ancak ne olduysa bu karardan on gün sonra karar değişti. Sandık koyup, koymama yetkisi yönetim kurullarına bırakıldı. Uzunköprü’de eğilim yoklaması yapılması için üç günde toplanan 700’e yakın üyenin imzasına rağmen sandık üyenin önüne konmadı. 1400’e yakın üyenin söz ve oy hakkı elinden alındı. Aday adaylarının da demokratik bir şekilde seçilme imkanı yok edildi. Eşitliğin, hakkın, hukukun, adaletin ve emeğe saygının olması gereken sosyal demokrat bir partide bu yetki bunlara uyulmayarak keyfi bir şekilde kullanıldı. Sonrasında ne oldu?  Yönetim kurulunda 9 kişi tüm kararları ve sorumluluğu alarak belediye ve il genel meclis listelerini oluşturdular. Buna göre yönetim kurulunda görev alan iki bayan üyenin eşleri belediye ve il genel meclis listelerinin başında, yine yönetime destek veren iki kooperatif başkanından birinin eşi, diğerinin kardeşi belediye meclisinde yer aldı. Diğer meclis ve il genel meclis üyelerinin de, yönetime yakın olanlardan seçildiğini söyleyebiliriz.
Tüzüğümüze göre tüm üyelerimize eşit ve adil davranarak birliğimizi ,beraberliğimizi sağlaması gereken ilçe başkanı ve yönetimi bu görevlerini hakkıyla yerine getirmemişler, üyeler arasında ayrımcılık ve kayırmacılık yapmışlardır.
       Halkımızın büyük çoğunluğu demokratik, laik, hukuk devletinden ve parlamenter rejimden  yanadır. Yargı, yasama ve yürütme ayrılığına dayalı sisteme inanır. Anayasaya saygılıdır. Bunun yanı sıra, insanlarımız aralarında yer almak istediğimiz tüm çağdaş ülkelerde olduğu gibi bireysel özgürlüklere ve hayat tarzlarına karışılmadığı, medya ve basın özgürlüğünün tam anlamıyla yaşandığı, fırsat eşitliğinin olduğu, çatışmasız, savaşsız, huzurlu ve müreffeh bir ülkede yaşamak istemektedir. Bu istekler, katılmak istediğimiz Avrupa Birliği normlarıdır. İşte tüm bu istekleri yerine getirebilmek için Cumhuriyet Halk Partisi’ne  ihtiyaç vardır. Nasıl bir CHP ? CHP’sinde tepeden tırnağa zihniyet devrimi yapılmalıdır. En geniş şekilde, üst yönetimden başlayarak parti içinde; saydamlık, eşitlik, hesap verilebilirlik, katılımcılık ilkeleri hayata geçirilmeli, ortak akıl işletilerek ve emeğe değer verilerek demokratikleşme hamlesi yapılmalıdır. Yoksa taşıma kadrolarla, yalnızca vitrin düzenleyerek iktidar olunmaz. Bunun sonucunda parti olarak, yerimizde saymaya devam ettiğimiz gibi ülkemizin de geleceğini karartmış oluruz. Hepinize, sağlıklı, mutlu günler diliyor, saygılar sunuyorum. "Yaşasın Cumhuriyet Halk Partisi.".         




ORHAN  KALYONCU
 29.11.2015   










BİREY OLMAK











             Birey olmak, bir insanın düşünceleriyle, karakteriyle özgürce kendi olması demektir. Özgür toplumun yolu, özgür birey olmaktan geçer. İnsanların düşünce ve kararlarında özgür olması, özgürce hareket etmesi, onun  yaratıcılığında önemli rol oynar. Özgün düşünce böyle oluşur. Bizim gibi demokrasisi emekleyen ve gelişmekte olan ülkelerde ise bu durum güç sahiplerince pek istenmez. “özgür düşünen kafalara, zararlı fikirler üşüşür”, diyenler bile olmuştur. 
        
          20. yüzyılın İngiliz yazarlarından George Orwell’in 1949 yılında yayınladığı “1984” adlı eserinde kahramanlardan biri şöyle der, “partinin dünya görüşü, onu hiç anlamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı. Çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından bir şey kalmıyordu.” Bu eser 1949 yılında, 1984 yılı tahayyül edilerek yazılmıştı. Bu kitapta kısaca; Büyük Birader tarafından bir ülkenin baskıcı yöntemlerle nasıl yönetildiği, gözetlendiği, dinlenip takip edildiği, rejim karşıtları ile aydınlarının hapishane ve işkenceyle susturulmaya çalışıldığı anlatılıyordu. Böylece tek tip insan modeli yaratılarak bireylerin özgür davranmaları engelleniyordu. Buna karşılık yönetici sınıf lüks içindeydiler. 68 yıl önce 1984 yılı hayal edilerek yazılan bu kitaptaki olaylar, günümüzdeki dünyada hayalden ibaret midir? 
        
         Aslında, hazır kalıplara değil, beynin ve aklın süzgecinden geçirilen fikirlere inanmak önemlidir. Biat eden, her şeye körü körüne inanan değil, bilimin ışığında düşünen insanlar olmamız gerekir. Yazar, yönetmen, müzisyen Zülfü Livaneli, Orta Zekalılar Cenneti adlı kitabında şöyle der, “sürüden ayrılan insanı, hiçbir rejim sevmez. Sürüden ayrılmanın, birey olmanın ve kendi kafasıyla düşünmenin en önemli göstergesi okumaktır." Yunan Felsefesinin kurucularından Sokrates (M.Ö 469-399 Atina) “kişilerin değil, ilkelerin peşinden gideceksin” diyerek asırlar önce, kişilerin değil, ilkelerin önemini vurgulamıştır.

        Özgür insan, özgür düşünce ve birey olmanın önemini ülkemizin kurucusu, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Mart 1923 tarihli Meclis açılış konuşmasındaki şu sözlerinde de bulabiliriz, “ Bir insan belki kendi isteği ile kişisel özgürlüğünü bir kenara bırakabilir. Fakat bu girişim koca bir ulusun hayatına ve özgürlüğüne zarar verecekse, büyük ve onurlu bir milli yaşam bu yüzden sönecekse, o milletin evlatları ve torunları bu yüzden yok olacaklarsa bu girişim hiçbir zaman meşru ve kabul edilebilir bir konu olamaz. Ve hele böyle bir girişim hiçbir zaman özgürlük adına hoşgörü ile düşünülemez.”





Orhan Kalyoncu 
14.04.2017

ANAYASA ÜZERİNE

    

             
                                      Vadi kent-Beylikdüzü/İstanbul


            Anayasalar; kamu düzeni için tüm toplumu kapsayan, herkesin hakkını ve hukukunu koruyan aynı zamanda ülkenin idari yapısını ve şeklini de düzenleyen toplumsal uzlaşma metinleridir. İnsanlar, beraber yaşamaya başladıklarından beri hep insan haklarına saygılı bir düzen istemişlerdir. İnsan hakları, her insanın insan olmaktan gelen en doğal hakkıdır.  Bu konuda ilk kilometre taşı, 1215 yılında İngiltere Kralına karşı insan haklarını savunan ilk bildirge olan “Magna Carta”dır. 1776’da Amerika’da yayınlanan “Amerika Bağımsızlık Bildirgesinde de tüm insanların eşit yaratıldığı ve halkın, memnun olmadıkları yönetimleri değiştirme haklarının olduğu belirtilir.
 
          Yine 1789’da Fransız Devrimi sonunda Monarşinin yerine Cumhuriyet ilan edilmiş, Fransız Ulusal Meclisi tarafından “Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” yayınlanmıştır. Bu bildiri, insanların eşit doğduğunu ve eşit yaşamaları gerektiğini ve her türlü egemenlik hakkının millete dayalı olduğunu, mutlak egemenliğin bir kişi ya da bir grubun elinde bulunamayacağını belirtir. 10 Aralık 1948’de de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini” kabul etmiştir. İnsanların özgürlük, eşitlik ve kardeşliğine vurgu yapan bu bildirinin imzalandığı 10 Aralık günü tüm dünyada “İnsan Hakları Günü” olarak kutlanır.
    
          Osmanlı’nın İmparatorluk döneminde de bu arayışlar sürmüş,  bu konu ile ilgili Fermanlar yayınlanmıştır. 1839’da Tanzimat Fermanı, 1856’da Islahat Fermanı, 1860’ta Sultan Abdülaziz Fermanı daha sonra 1876’da 1.Meşrutiyet, 1908’ de 2.Meşrutiyet ilan edilmiştir. 1921’de ilk anayasamız Teşkilatı Esasiye Kanunu kabul edilmiştir. İlk iki maddesi,” hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir ve icra kudreti Büyük Millet Meclisinde tecelli eder”, şeklindedir. 20 Nisan1924’te ikinci anayasa kabul edilerek 1921 Anayasası yürürlükten kalkmıştır. Bu Anayasanın 3. maddesinde de “Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir. Bu egemenliğin tek temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir”, der. Daha sonra da 1961 ve 1982 anayasalarını ülke olarak hayata geçirdik. Bu anayasalara göre de egemenlik milletindir ve onu Millet Meclisi vasıtasıyla kullanır. 1982 Anayasası uzlaşma yoluyla mecliste bir çok kez, referandum yoluyla da iki kez değiştirilmiştir.
     
         Son anayasamızın omurgası yasama, yürütme ve yargı organlarının ayrı olması üzerine oturmuştur. Buna biz güçler ayrılığı diyoruz ve bu ayrılık devlet idaresinde denge ve denetimi sağlamaktadır. Getirilmek istenen anayasa değişiklik paketinde bu ortadan kaldırılarak hepsi cumhurbaşkanlığında toplanmak isteniyor. Seçilecek cumhurbaşkanı aynı zamanda bir partinin genel başkanı olacak ve genel seçimlerde kendi partisinin milletvekili listesini hazırlayacaktır. Bununla birlikte dışarıdan sayısı belirsiz cumhurbaşkanı yardımcıları atama, kararname çıkarma, bütçe hazırlama, olağanüstü hal ilan etme, idari yapıyı değiştirme, yüksek yargıyı belirleme yetkilerine de sahip olacaktır. Böylece yürütme, yasama ve yargı tek elde toplanmaktadır.
        
         İnsanlık, geçirdiği tüm demokratik evrimlerden sonra tek bir kişiye bu kadar yetkinin verilmemesi gerektiğini bize göstermiştir. Siyasi ve toplumsal hayatımızın daha demokratik ve çağdaş olması isteniyorsa, gücün tek bir kişide toplanması yerine katılımcılığın arttırılması gerekir. Bunun içinde öncelikle, seçim ve siyasi partiler yasalarının değiştirilerek, dünyanın hiçbir yerinde olmayan %10 seçim barajının ve partilerdeki lider sultasının kaldırılması sağlanmalıdır.





Orhan Kalyoncu 
10.04.2017

9 Nisan 2017 Pazar

BİR SABAH UYANINCA

      



            Bir sabah uykudan uyanınca kendimi, sakin, mutlu, birbirine saygılı, eğitimli, sağlıklı insanların yaşadığı bir ülkede bulmak isterim. Bunun bir rüya değil, gerçek olmasını isterim.  Çocuklarımızın, yanı başımızdaki gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bu cennet vatanda özgürce yaşamaları erişilmesi imkansız bir hülya mı olur? Şehit kanıyla sulanmış bu topraklarda özgürce yaşayalım diye atalarımız canlarını vermişler. Bize düşen birbirimize düşman olmak değil, kardeşçe, uygarca bu ülkede yaşamaktır.
     
           Ancak gelin görün ki öyle bir yaşamdan uzaktayız. Neredeyse her gün stres ve gerginlikle uyanıyoruz. Siyasetteki sertlik ve kırıcılık ister istemez hepimizi etkiliyor. Buna son verilmesi gerekirken ve ülkenin o kadar bekleyen acil sorunları varken şimdi de deyim yerindeyse dört aydır anayasa referandumu ile yatıp kalkıyoruz. Halbuki, ülkemizde çözüm bekleyen dev gibi sorunlarla karşı karşıyayız. Hepsi de çok tatsız. Dış işlerinde Avrupa Birliği ülkeleri ve komşu ülkelerle çeşitli konularda gerginlik yaşamaktayız. Bir taraftan Güneydoğuda terörle mücadele sürerken, Suriye’de de sınırlı bir savaş içindeyiz. Ege Adalarında Yunanistan adalarımıza el koymakta, Kıbrıs içinde taviz istenmektedir. 

          Tüm bu dış politikadaki olumsuzluklar sürerken, içte de işsizlik, enflasyon, döviz fiyatları artmakta, tarım, hayvancılık ve sanayide de alarm zilleri çalmaktadır. Son yıllarda turizm, ihracatımız gelirlerimiz azalmış, dış borcumuz da artmıştır. Basın, medya ve gösteri özgürlükleri ile insan hakları konusunda da notumuz düşmüştür. Ülkemiz, son üç yılda olağanüstü olaylar geçirdi. 2014’te yerel ve cumhurbaşkanlığı ardından 2015’te önce 7 Haziran sonra 1 Kasım genel seçimleri oldu. Bu dönemde bilhassa 2015 Haziranından sonra patlayan bombalar, katledilen insanları gördük. Bunlar yetmezmiş gibi devletin içine yuvalanan hainlerin 15 Temmuz 2016’da darbe kalkışmasına şahit olduk. Şehitlerimiz oldu, Bunlar, önlenemez olaylar değildi.
      
         Tüm yaşanan bu sorunların dışında şimdi yeni bir konumuz var, “referandum”. Anayasa değişikliği ile tek bir kişiye tüm yetkilerin verilmesi isteniyor, böylece mevcut sistemle çözülemeyen sorunlar tek adamla mucizevi bir şekilde çözülecek deniyor. Ama evrensel kurallar bunun tam tersini, yani yönetimlerin demokratik, katılımcı, saydam, eşitlikçi ve hesap verebilir olduğu takdirde, o ülkenin gelişeceğini söylüyor. Bu referanduma harcanan zaman, para ve enerji ülkenin bekletilen acil sorunlarına harcanabilirdi. Bu değişiklik paketi demokraside geriye gidiştir. Bu sınavı “hayır” oyu vererek başarıyla geçmemiz gerekir. 



09.04.2017 
Orhan Kalyoncu