25 Aralık 2018 Salı

ÖNCE EKMEKLER BOZULDU


                                          
                                     
           
                          İsmet İnönü (1884-1973)
          


          Edebiyatçı, yazar Oktay Akbal’ın 1946’da yayınlanan ilk kitabındaki öyküsü “önce ekmekler bozuldu, sonra her şey… Çünkü yeryüzünde savaş vardı”, diye başlar. O dönem bir lise öğrencisi olan Oktay Akbal (1923-2015), kitabında 2. Dünya Savaşının başlarındaki Türkiye’yi anlatır. 2. Dünya Savaşı (1939-1945), insanlık tarihinin en kanlı savaşıdır. Sona erdiğinde 60-65 milyon insan ölmüştür. Bütün büyük devletlerin katıldığı bu küresel savaşta cumhurbaşkanı İsmet İnönü, tüm baskılara rağmen izlediği tarafsızlık politikaları ile Türkiye’yi savaşın dışında tutmayı başarmıştır. Türkiye, Almanya’nın yenilgisi kesinleştikten sonra 23 Şubat 1945’te Müttefiklerin yanında Almanya’ya savaş ilan etti. Ülkemiz, doğrudan doğruya savaşa katılmasa bile savaşın bütün sıkıntılarını ve zorluklarını çekmiştir. O yıllar, “yokluk yıllarıydı”. Savaş bittikten sonra 1946’da ilk defa çok partili sisteme geçildi. Bir gün seçim meydanında muhaliflerin, “sen bizi aç bıraktın”, diye bağırtması üzerine İnönü çocuklara hitaben tarihe geçecek o sözünü söyledi. “Ben sizi aç bıraktım, ama babasız bırakmadım”.
         
          Ülkemiz, çok partili sisteme geçtiği 1946’dan günümüze gelene kadar geçen 72 yılda demokrasi yolunda çok badireler atlattı. Tüm bu olanların ülkenin başına gelmesi büyük talihsizlikti. Türk milleti olarak bu olayları bir daha yaşamamak için bizi birleştiren, ulus yapan; bayrağımıza, vatanın bütünlüğüne, güzelim Türkçemize sonuna kadar sahip çıkmalıyız. Demokrasi, cumhuriyet değerleri ile Atatürk İlkelerinin de milletimizi birleştiren çimento olduğunu unutmamalıyız. Atatürk’ün tanımladığı gibi,” egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”. İşte bu demokrasidir. Hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ile güçlenirse bu da çağdaş anlamda demokrasi olur. Yine Atamızın söylediği “yurtta barış, dünyada barış” sözünü izlersek, dış politikamız şaşmaz.
       
        Ekmek ve demokrasi aslında birbirine sımsıkı bağlı iki sözcüktür. Herkes emeğinin karşılığını ancak demokrasilerde alabilir. Demokrasi ve iyi işleyen bir adalet sistemi yoksa kazanan sadece güçlüler olur. Zayıflar ezilir ya da verilenle idare etmek zorunda bırakılır. Yine yazarımızın yazdıklarıyla bitirelim. “Dünyanın iyi bir dünya olabileceğine, insanın mavi gökyüzünü, denizi, ağaçları seyretmekle mutluluğunu yaşadığı anlara kavuşacağına inanıyoruz. Her şey ekmekle başladı, ekmekle bitecek”.





orhankalyoncu.blogspot.com.tr  24.12.2018


       











19 Aralık 2018 Çarşamba

ÇANTADA KEKLİK


                                        




       


        "Çantada keklik”, deyimini günlük yaşamda "garanti", anlamında kullanırız. Seçimler için de çok geçer. Daha önce çantada keklik gibi görülen seçimlerde, öyle olmadığını çok gördük. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 1983’te yapılan ilk genel seçimlerde Güvenlik Konseyinin desteklediği Em. General Turgut Sunalp’in genel başkanı olduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) seçimin favorisiydi. Ancak yapılan seçimleri Turgut Özal başkanlığındaki Anavatan Partisi (ANAP) kazandı. Necdet Calp başkanlığındaki Halkçı Parti ikinci, MDP ise üçüncü parti oldu. 1989 yerel seçimlerinde de Bedrettin Dalan ANAP’ın İstanbul belediye başkanı olarak girdiği seçimleri kaybetti. Seçimler öncesi kamuoyunda hakim görüş, seçimleri onun kazanacağı yönündeydi. Ancak seçimleri, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) adayı Prof. Dr. Nurettin Sözen kazandı.Yani, seçimlerin çantada keklik olmadığı bir kere daha kanıtlanmış oldu.
        
         Az sayıda bazı yerlerde CHP'sinin eğilim yoklaması yapması dışında tüm siyasi partiler, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde yarışacak adaylarını genel merkezden belirledi." Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesidir", denilse de, siyasi partilerin üyeleri, kendi adaylarını belirleyemiyor. Halk, genel merkezlerin seçtiği adaylara oy vermek zorunda kalıyor. Buna da biz demokrasi diyoruz. Siyasi partilerin içinde demokrasi olmazsa, ülkede demokrasi olur mu? Sonuç olarak genel merkezler, 1980 darbesinden sonra çıkarılan siyasi partiler ve seçim yasalarına göre yetkilerini kullanıyorlar. Siyasi partiler yetkilerini kullanırken, tercihlerini liyakatli, birikimli, tecrübeli ve emek harcayanlardan yana mı, yoksa kendilerine yakın olanlardan yana mı kullanacaklar? Bütün mesele bu. Siyasi partiler halka hizmet için kurulur ve faaliyet gösterirler. Onun için objektif kriterlere göre hareket etmek onların halka karşı sorumluluğudur. Uzunköprü’de CHP’si 10 yıldır elinde olan belediye başkanlığında adayını yeniledi. Oy oranlarına bakarsak CHP yerel seçimlerde Uzunköprü’de birinci partidir. Ancak seçimler, “çantada keklik” değildir.

    


    orhankalyoncu.blogspot.com.tr      19.12.2018



10 Aralık 2018 Pazartesi

KARA TREN GELMEZ OLA


                                                            

 
         
    


               Kara tren gecikir, belki hiç gelmez.
               Dağlarda salınır da derdimi bilmez.
               Dumanın savurur, halimi görmez.
               Gam dolar yüreğim, gözyaşım dinmez.
     
      “Hu! Gız Atçe, ne bu türkü ?”
      “Asiye inge, tren kazasından beri uyku tutmuyo.
        Komşumuzun gencecik kızı  gitti."     
      “He ya, tam yirmi beş can kayboldu. On üç can bizim 
        kasabadanmış. Gader mi gız bu?"
              
     “Gader mi yoğsam iimal mi?”
     “İimal, iimal. Baksana, yaamırdan rayların altı
       boşalmış.”
     “İç mi bakmazlar?”
     “Bu kere bakmamışlar.”
     “Olan bu günaasızlara oldu. Ana baba kuzuları na yere 
       gittiler.”
     
     “N’olcak şimdi? Esap sorcaklar mı?”
     “Giden gittiğiyle kalmasın.”
     “He ya. Bi daa olmaması için görevini yapmayanlardan 
       esap sorulmalı.”
     “Adalet yerini bulmalı. 
       Geride kalanların gözyaşlarının biraz olsun dinmesi için 
       esap sorulmalı."
       
     “Bu acı iç dinmez.”
     “Üle amma devlet onların yanında olduunu issettirmeli, 
       onların yaralarını sarmalı."
     “Devlet, devletse üle yapar."
         
            Kara tren gecikir, belki hiç gelmez. 
            Dağlarda salınır da derdimi bilmez.
            Dumanı savurur, halimi görmez. 
            Gam dolar yüreğim, gözyaşım dinmez.
   
    


orhankalyoncu.blogspot.com.tr    10.12.2018



     

25 Kasım 2018 Pazar

DEMOKRASİ, CUMHURİYET VE ATATÜRK İLKELERİ


           

        
         
       
            Cumhuriyet ve Atatürk ilkeleri nedir? Demokrasi,Türk Ulusu için ne ifade eder? Ülke olarak geldiğimiz aşamayı görebilmek için zaman zaman yakın geçmişimize bakmak gerekir. 30 Ağustos 1922‘de Kurtuluş Savaşını kazandıktan sonra TBMM, ilk önce 1 Kasım 1922’de saltanata son verdi. 29 Ekim 1923’te de Cumhuriyeti ilan etti. Bundan böyle artık hiç bir sınıfın ya da zümrenin egemenliği söz konusu değildi. Cumhuriyet ilan edildikten sonra Atatürk ilkeleri etrafında yeniden yapılanan Türkiye Cumhuriyeti, demokrasiyle taçlanarak günümüze geldi.
       
          Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesi, hiçbir sınıfa ayrımcılık yapılmaması, herkesin eşit ve özgür birer yurttaş olmasıdır.
Cumhuriyet ise yine özgür ve serbest seçimlerle iktidara gelen siyasi partilerce ülkenin yönetilmesidir. Her rejim cumhuriyet olabilir ama demokratik olamaz. Cumhuriyet rejimleri, demokrasiyle taçlanırsa gerçekten halkın idaresi olur.
       
         Türkiye Cumhuriyetinin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün bize birleştirici unsur olarak bıraktığı Atatürk İlkelerinin de kısaca ne olduğunu hatırlamakta fayda vardır.
1-Cumhuriyetçilik: Ana ilke ve esas değerdir. Cumhuriyeti benimsemek, egemenliğin halka ait olduğunu kabul etmektir.
2-Milliyetçilik: "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir", görüşüyle ırk ayrımına dayanmayan birleştirici bir anlayışla, milleti sevme, yüceltme, bu uğurda çalışmaktır.
3-Halkçılık: Halkın, halk tarafından yönetilmesi, devletin halka hizmet etmesidir.
4-Devletçilik: Ülkenin güçlü bir ekonomiye sahip olması için devletin öncü olması, özel teşebbüsün yapamayacağı yatırımların devlet eliyle yapılmasını öngörür.
5-Laiklik: Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Aynı zamanda vicdan hürriyetini korumayı, dinin şahsi ve siyasi yarar uğruna sömürülmesini önlemeyi amaçlar.
6-Devrimcilik: Çağın gerisinde kalmamak, iyiye, güzele, doğruya ulaşma kararlılığıdır.Atatürk devrim ve ilkelerini korumayı amaçlar.
          
        Atatürk İlkelerinin kaynağı milli kültürdür. Taklitçi değildir, kabul edilmesinde hiçbir dış baskı ve zorlama yoktur. Evrensel ve barışçıdır. Türk Milletinin ihtiyaçlarından doğmuştur. Hak ve hürriyetleri koruyucudur. Akılcı ve bilimseldir. Birbiriyle uyumlu, birbirini tamamlayıcıdır. Laik düşünce ve hukuka dayanır. Milli egemenlik ve bağımsızlık temeline dayanır.
          
        Demokrasi, cumhuriyet değerleri ve Atatürk ilkeleri, Türk Ulusu olarak ortak paydamızdır. Bizim bir arada olmamızı, tasada, kıvançta buluşmamızı sağlayan temel yapı taşlarımızdır. Bu yapı taşlarımız ile "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir", diyerek halkın egemenliğini, "yurtta barış, dünyada barış", diyerek yurt ve dünya barışını savunan Ata'mızın yol göstericiliği, Türkiye Cumhuriyetini sonsuza dek yaşatacaktır. 

Son söz: “Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz. Mustafa Kemal Atatürk (1924,Dumlupınar)





Orhankalyoncu.blogspot.com.tr     01.12.2018





24 Kasım 2018 Cumartesi

SERBEST PİYASA EKONOMİSİ











                                     
-“İsiin, n'aber?”
-“İiilik be Asan, sen n’abıyon?”
-“N’olsuun beya?”
-“Duydun mu? suğan depolarını basmışlar.”
-“Yaa. İii amma serbest piyasa ekonomisi yok mu? Bi ocaya soralım bakalım. Ocam, büle bi şey olabilir mi?”
- “Hayır olamaz. Serbest piyasa ekonomisinde müdahale olmaz. Hele polisiye tedbirlere hiç başvurulmaz.“Vay, sen soğan depoladın, gel bakalım buraya”, diyemezsiniz. Eğer her şey faturalıysa da adama bir şey yapamazsınız.”
-“Pekala, bunun gibi başka şeylerde müdaale olabilir mi?”
-“ Hayır. Adam döviz, altın, hisse senedi, arsa, ev almış ya da tüccar buğday, ayçiçeği, soğan, patates depolamış, artacak diye bekliyor. Bekler. Niye aldın? diyemezsiniz. Zamanlaması ona kalmış. Kar da edebilir, zarar da. Serbest piyasa müdahaleyi sevmez. Bakanlık, piyasayı düzenlemek, arz-talep dengesini kurmak isterse de elinde Toprak Mahsülleri Ofisi var. Onu kullanabilir".
-“O zaman hökömat nee büle yapıyo ?”
-“Bu icraat, halkın fiyat artışlarına karşı oluşan tepkisini önlemeye yöneliktir. Yoksa zabıta kuvvetleriyle fiyatları indiremezsiniz. Enflasyon da inmez, döviz de inmez, soğan fiyatları da inmez”. 
-"Saaol, ocam".
-"Siz de sağ olun".



Orhankalyoncu.blogspot.com.tr     29.11.2018

       

23 Kasım 2018 Cuma

TARIM POLİTİKALARININ UZUNKÖPRÜ'YE ETKİSİ


                       
                                      UZUNKÖPRÜ

                     
       


           Uzunköprü, çok değil bundan 20-30 sene önce Türkiye'nin parmakla gösterilen, ekonomik yönden güçlü, gelişen bir ilçesiydi. Şimdi ise köyler boşalıyor, fabrikalar kapanıyor, gençler de iş bulabilmek için sanayi kentlerine göç ediyor, daha yoksul vatandaşlar da ancak sosyal yardımlarla yaşamını sürdürebiliyorlar. Bir zamanlar parklarında oturacak yer bulunmayan, caddeleri her zaman kalabalık olan Uzunköprü'ye, ekonomik sıkıntılardan dolayı artık boş sokaklar kalmış. Her şeyin bağlı olduğu ekonomi kötüye gittikçe, bu durumu en başta esnaflar fark eder. Çünkü işleri bıçak gibi kesilir. Ekonomik hayatın canlanması Uzunköprü’de yıllardır, çiftçinin eline para geçmesiyle olmuştur. Çoktan beridir tarım ürünlerinin artmaması için ithale dayalı tarım politikaları üreticinin ve buna bağlı olarak Uzunköprü ekonomisinin belini bükmüştür. Tarımda yaşanan bu sorunlar sadece Uzunköprü’ye ait değil, genel olarak ülkemizin sorunlarıdır. Ancak bunlara ilaveten Ergene Nehri ve havzasının kirlenmesi sorunları ikiye katlamıştır.
     
         2000’li yıllardan sonra tarıma ve hayvancılığa verilen desteklerin yeterli olmaması nedeniyle tarım ve hayvancılıkta üreticilerimiz, yabancı ülkelerin hükümetlerince desteklenen çiftçileriyle, rekabet edemez duruma düşmüştür. Halbuki tarım ürünleri stratejik ürünlerdir. Yani o ülkenin savaş ya da barış zamanında ihtiyacı olan ürünlerdir. İthale dayalı bir tarım politikası çiftçilik yapmayı karlı olmaktan çıkarmış, üreticileri ayakta kalma mücadelesi verir duruma getirmiştir. Bu durumun sonucu olarak bir yandan işsiz gençler köyleri terk ederek kentlere göçmüş, öte yandan da bu plansız göç kent hayatını alt üst etmiştir.
       
        Bu kısır döngüyü kırmak için şimdiye dek uygulanan tarım ve hayvancılık politikalarının değiştirilmesi, çiftçinin kullandığı girdilerin (mazot, gübre, tohum, zirai ilaç, elektrik, su v.d) ucuzlatılması gerekir. Böyle olursa, çiftçi de kazanır, tüketici de. Hayvancılıkta da yem fiyatlarının ucuzlatılması ile beraber mera ıslahı, veteriner hizmeti ve Et, Balık ve Süt kurumu gibi bir zincirin kurulması son derece faydalı olacaktır. Şeker fabrikalarının satılması pancar üreticisini, Tekelin özelleştirilmesi tütün ekicisini, Sümerbank’ın kapatılması pamuk üreticisini, Et, balık ve Süt kurumunun etkisizleştirilmesi hayvan yetiştiricisini mağdur etmiştir. Bu politikalar, üretici dostu politikalar değildir. Böyle giderse bu politikaların sonucunda sadece üreticiler değil, Uzunköprü gibi tarım ve hayvancılığın merkezi olan yerlerde yaşayan geniş halk kesimi de olumsuz etkilenmeye devam edecektir. Bu nedenle iktidarın tarım ve hayvancılığa acilen el atması, bu konuyu çok yönlü olarak masaya yatırıp, bir program dahilinde çözmesi gerekmektedir.




Orhankalyoncu.blogspot.com.tr    23.11.2018





13 Kasım 2018 Salı

DOĞAL GAZ HANGİ BAHARA KALDI?


                        
       








             Çevre ve Şehircilik Bakanlığının hava ölçümlerine göre Türkiyenin en kirli havasına sahip ilçelerinden biri olan komşu ilçemiz Keşan'a 2016 yılının ortalarından itibaren verilen doğal gazın, erişilebilirlik oranı 2017 yılının sonunda %70’e ulaşmış. Zorlu Enerji Grubu şirketlerinden Gazdaş’ın yetkilileri, hedeflerinin kısa zamanda % 90’ a ulaşmak olduğunu belirtmişler.
      
            Doğal gazın getirilmesi konusunda aynı şartları ve süreci yaşayan Uzunköprü ise ne yazık ki bu konuda geri kaldı. Hava kirliliği, tehlike boyutlarında olan Uzunköprü’de, 2018 yılının Ekim ayında şehir içinde doğal gaz borularının döşeneceği ve yıl sonuna kadar bazı mahallelerde ilk doğal gazın yanacağı söylenmesine rağmen bu konuda her hangi bir gelişme olmadı.
       
            İpsala’dan Uzunköprü ve Meriç’e doğal gaz taşıyacak boruların döşenme işleminin Salarlı köyünde durduğu, yüklenici firmanın işi bıraktığı ileri sürülmekte ise de, bu konuda da hiçbir yetkili açıklama yapmıyor. Müjdeler verilmesine rağmen bu sonbaharda da doğal gaz getirilemedi. Bakalım, daha kaç bahar geçecek? Doğal gaz hangi baharda gelecek?





orhankalyoncu.blogspot.com.tr     12.11.2018


12 Kasım 2018 Pazartesi

UZUNKÖPRÜ'NÜN KURTULUŞU


                                  
          


          Uzunköprü, Türkiye'nin kuzeybatısında yer alan Trakya'nın Edirne'ye bağlı bir ilçesidir. Adını sahip olduğu dünyanın en büyük taş köprüsünden almaktadır. Uzunköprü kenti, Sultan 2. Murat tarafından Ergene şehri adı ile 1427-1444 yıllarında Türklerin Balkanlara geçmek için inşa ettikleri taş köprünün yanı başında Trakya’da kurdukları ilk Türk kentidir. Kurulduktan bugüne dek 4 kez düşman işgali görmüş, halkı çok acılar çekmiştir. Halen yaşlılar, büyüklerinden dinledikleri işgal yıllarındaki düşman mezalimini anlatırlar.
       
         1. İşgal (1829 Rus İşgali): Ruslar, 1828’de Tuna’yı geçerek Osmanlı Devletine savaş açtı. Bu savaşta yenilgiye uğradık. Ruslar 1829’da Edirne’yi ve İstanbul’a kadar bütün Trakyayı işgal etti. Böylece Uzunköprü’de 20 Ağustos 1829’da Ruslar tarafından işgal edildi. Rus işgali üç ay sürdü. 14 Eylül 1829’da Edirne’de imzalanan barış antlaşmasına göre Edirne ve Uzunköprüyü 20 Kasım 1829 cuma günü boşalttılar.
       2. İşgal (1878 Rus İşgali): Elli yıl sonra Uzunköprü 2. Kez Rusların işgaline uğradı. Ruslar Sırp, Karadağ ve Bulgarları korumak için 1877 Nisanında Osmanlı Devletine savaş ilan etti. Plevne'de Osman Paşa, Şipka Geçitlerinde Süleyman Paşa komutasındaki Türk orduları kahramanca savaşmalarına rağmen yenik düştüler.  20 Ocak 1878’de Edirne ve 21 Ocak 1878’de Uzunköprü işgal edildi. 1 yıl, 1ay, 22 gün süren işgal, Ayastefanos Antlaşmasıyla son buldu. 13 Mart 1879’da Ruslar, Uzunköprüyü boşalttılar.
      3. İşgal (1912-1913 Bulgar İşgali): Balkan Harbi sırasında bir yüzbaşı komutasındaki bir Bulgar askeri müfrezesi Meriç kıyısındaki Ede köy’e gelerek köyü yakıp, halkını kılıçtan geçirdiler. 2 Kasım 1912’de de Uzunköprü’yü işgal ettiler. Genç kurmay binbaşı Mustafa Kemal’in yönettiği öncü Türk birliği 19 Temmuz 1913’te Uzunköprü’yü kurtardı.
      4. İşgal (1920-1922 Yunan İşgali): 25 Temmuz 1920’de Uzunköprü Yunanlılar tarafından işgal edildi. Bu acı işgal, 2 yıl, 3 ay, 23 gün sürdü. Halk çok acı çekti. Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra Mudanya Ateşkes Antlaşması yapıldı. 14-15 Ekim 1922 de yürürlüğe giren bu anlaşmaya göre TBMM tarafından görevlendirilen bir Türk Heyeti gelerek, Yunanlıların ara bulucu olarak kenti bıraktığı, İngiliz askerlerinden 18 Kasım 1922 cumartesi günü, saat 09.30’da Uzunköprü’yü teslim aldılar. 
     
          Uzunköprü’nün yerli halkı ile 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşmasıyla 1923 ve 1924 yıllarında gelen Mübadele Muhacirleri bu işgalleri, katliamları, zorunlu göçün ıstıraplarını görmüş, geçirmiş insanlardı. En son işgalden kurtuluşumuzun üzerinden 96 yıl geçmesine rağmen biz 3. kuşak, çocukluğumuzda bu savaş hikayelerini dinlerdik. Düşman askerlerinin nasıl bebekleri havaya atıp süngülediklerini, çocuk yaştayken samanların içine saklanıp, öküz arabalarıyla nasıl düşmandan kaçtıklarını, düşman askerinin yakaladıklarını kurşuna dizdiklerini, kadınlara yaptıklarını hep dinleyerek büyüdük. Osman Paşanın Plevne Destanını dinlerdik. “ Tuna nehri akmam diyor. Etrafımı yıkmam diyor. Şanı büyük Osman Paşa Plevne’den çıkmam diyor”. 1906 Selanik/Kayalar doğumlu dedem, o doğmadan 28 yıl önce olmuş 93 Rus Harbini (1878) babalarından duydukları gibi bize anlatırdı.  
         
           Özgür, bağımsız bir vatanda yaşamanın bir bedeli vardır. O bedeli atalarımız ödediler. Biz onu sadece geçmiş nesillerden değil, gelecek nesillerden de emanet aldık. Onun için bize düşen vatanımıza sahip çıkmak, onu göz bebeğimiz gibi korumaktır.




Orhankalyoncu.blogspot.com.tr      15.11.2018


9 Kasım 2018 Cuma

10 KASIM ATATÜRK'Ü ANMA GÜNÜ


                                  
     





        Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, her yıl ölüm yıl dönümü olan 10 Kasımlarda Türk Milletince saygıyla anılır.  Onu, 80. ölüm yıl dönümü olan 10 Kasım 2018 tarihinde bir kez daha büyük bir özlem, minnet, şükran ve rahmetle anıyoruz. O sıradan bir insan değildi. O ve arkadaşları bitmiş, tükenmiş bir milleti tekrar ayağa kaldırdı. Modern bir ulus yaratarak, bize özgür, bağımsız bir vatan armağan ettiler.
      
        1881 tarihinde doğan Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsuna çıkarken 38, 1922’de Kurtuluş Savaşını kazandığında 41, cumhuriyeti ilan ettiğinde 42, 10 Kasım 1938’te hayata gözlerini yumduğunda 57 yaşındaydı. Bu kadar kısa süren bir yaşamda büyük işler, büyük devrimler gerçekleştirmiştir.
30 Ağustos 1922’de Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra T.B.M.M, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırdı. Artık padişah ve ayrı bir yönetici zümresi yoktu. Atatürk’ün, “benim en büyük eserim”, dediği 29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilanından ölümüne kadar geçen 15 yılda neler yaptığına bakarsak, gerçekten tarihin en büyük devrimcisiyle karşılaştığımızı anlarız.
       
         Onun öncülüğünde;
  • 3 Mart 1924’te hilafet kaldırıldı. Eğitim ve öğretim devrimi gerçekleştirildi.
  • Düyun-u Umumiye kaldırıldı. Osmanlı Devletinin tüm borçları ödendi
  • Kapitülasyonlar, 1924’te Lozan Barış Antlaşmasıyla yürürlükten kalktı.
  • 25 Kasım 1925’te Şapka ve Kıyafet Devrimi yapıldı. 1925-1931 arası takvim, saat ve ölçülerde Batı ülkeleriyle olan farklılıklar giderildi.
  • “Köylü memleketin efendisidir”, diyerek onlara örnek olacak modern tarım ve hayvan çiftlikleri kuruldu, eğitimleri için okullar açıldı, 1925’te T.B.M.M tarafından çıkarılan bir kanunla bir milyon dönüm toprak, topraksız köylüye verildi.
  • 30 Kasım 1925’te tarikatlar, tekke ve zaviyeler kapatıldı. 17 Şubat 1926 tarihinde Medeni Kanun kabul edildi. 1928-1937’de laiklik kabul edildi.
  • 1 Kasım 1928’de Latin harfleri kabul edilerek Harf Devrimi, 12 Temmuz 1932’de Dil Devrimi yapıldı. 21 Haziran 1934’te Soyadı Kanunu çıkarıldı.
  • 1930-1933 ve 1934 tarihlerinde kadınlara bir takım hakları verildi. Kadınlarımız, dört duvar arasından çıkıp, çalışma hayatına kazandırıldı.
     
        Bu devrimlerin yanı sıra Atatürk döneminde bu sayfaya sığmayacak kadar sanayi tesisi ve yatırımı yapıldı. Bunların başlıcaları; Türkiye Şeker Fabrikaları, T.İş Bankası, Ankara Fişek Fabrikası, Gölcük Tersanesi, Ankara Orman Çiftliği, Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliği, Türkiye Çimento Fabrikaları, Tren hatları, Demiryolları, Elektrik Santralleri, Sümerbank, Devlet Hava Yolları, Petrol Arama ve İşletme idaresi, Altın Arama ve İşletme İdaresi, Nazilli Basma, Bursa Merinos, Gemlik İpek Fabrikaları, Sigara Fabrikaları, Karabük Demir Çelik, Divriği Demir Ocakları, Barajlar v.d
      
         Atatürk bunları kısa ömrüne sığdırdı. Onu düşmanları bile takdir etmişti. Esir aldığı Yunan komutan Trikupis (1868-1959) her 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında Atina’daki Türkiye Büyükelçiliğine gidip Atatürk’ün büyük boy fotoğrafının önünde saygı duruşunda bulunurdu. O, büyük bir kahraman, büyük bir devrimci, büyük bir lider ve devlet adamıydı.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr   09.11.2018
       
    


3 Kasım 2018 Cumartesi

İRFAN



                                                   
                                     İrfan Kurt (1955-2018)


    

         

        7 Ağustos 1955 tarihinde Uzunköprü’nün Hamidiye köyünde orta halli bir çiftçi ailesinin bir çocukları oldu. Çocuklarının adını ilim, irfan sahibi olmasını istedikleri için bilme, sezme anlamına gelen İrfan koydular. İrfan, hareketli ve zeki bir çocuktu. İsmi gibi derslerinde de başarılıydı. İlkokulu Hamidiye Köyü İlkokulunda, ortaokulu Uzunköprü Gazi Turhan Bey Ortaokulunda, Liseyi de Uzunköprü Lisesinde okuduktan sonra hayali olan Hava Kuvvetleri İzmir Gaziemir Havacılık Okuluna girdi.

        Okulu bitirdikten sonra ilk tayini Hava Kuvvetleri Komutanlığı Eskişehir 7. Anajet Üssüne yapıldı. Eskişehir’de görev yaparken evlendi. Burada 4 yıl görev yaptıktan sonra Malatya 1.Anajet Üssü Komutanlığına tayin oldu. Malatya’da (5 yıl) görev yaparken iki kız evladı oldu. Sonra tekrar Eskişehir’de 6 yıl görev yaptı. En son yine Malatya’dan 1996 yılında emekli oldu. Emekli olduktan sonra çocuklarının tahsili dolayısıyla değişik özel sivil havacılık şirketlerinde uçak teknisyeni olarak çalışmaya devam etti. Eğitim amacıyla Amerika’nın Dallas Eyaletine gitti. Buradan helikopter teknisyenliği sertifikasını aldı.

       Eğitim ve çalışma amacıyla dünyanın çeşitli ülkelerinde bulundu. Bunlardan başlıcaları; Amerika (Teksas, Miami), Almanya, İtalya, Suudi Arabistan, Kanada v.d. En son İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı Metro Ulaşım A.Ş’de VIP uçuş teknisyeni olarak dokuz yıl görev yaptı. Kızlarının biri İngiltere’ye yerleşmişti, diğeri ise İstanbul’da öğretmen olarak çalışıyordu. İki de torunu vardı. İş yaşamı artık onu yormuştu. Evlatlarını da yetiştirmişti. Bundan sonra dinlenmek onun hakkıydı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşadıktan sonra emekliliğini doğup, büyüdüğü memleketi Uzunköprü’de geçirmek istiyordu. 
       
       Uzunköprü'ye yerleştikten sonra liseden sınıf arkadaşım İrfan Kurt, ortak tanıdıklarımıza benimle görüşmek istediğini söylemiş fakat bir türlü buluşmak kısmet olmamıştı. Uzunköprü küçük bir ilçeydi, nasılsa buluşurduk. Ama buluşamadık. Hiçbir zamanda bu dünyada buluşamayacaktık. Çünkü Uzunköprü-Halkalı seferini yapan yolcu treninin Tekirdağ Çorlu ilçesi Sarılar köyü yakınlarında raydan çıkarak 5 vagonun devrilmesi sonucu 8 Temmuz 2018’de hayatını kaybeden 25 candan biriydi. 25 ocak sönmüştü. Gülerek, güvenerek bindikleri tren onların sonu olmuştu. Halbuki daha yaşayacak, sevdikleriyle geçirecek günleri olmalıydı. Onların da sağlıklı, esenlikli yaşam hakları vardı. Ne yazık ki onlara güvenli bir yolculuk sağlayamadık. Affedin bizi 24 can. Affet bizi arkadaşım İrfan Kurt.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr   06.11.2018


        
    

MEGALOMAN


                                       



        


           Küçücük salon iğne atsan yere düşmeyecek gibi doluydu. Dinleyicilerin bir kısmı oturmuş, bir kısmı da güç bela ayakta yer bulmuştu. Kalabalık, heyecanla adaylarının konuşma yapmasını beklerken, bir yandan dışarıdan vuran güneşin sıcaklığı, bir yandan da kalabalıktan dolayı oksijenin azlığı içeride nefes almayı güçleştiriyordu. Belediye başkan adaylarından biri konuşma yapacaktı. Onun için toplanmışlardı. Gelenlerin büyük bir kısmı da paralı tutulmuş alkışçılardı. Aday konuşmasına başladı. Alçak boylu, tıknaz, patlak gözlü, kel kafalı biriydi. Konuşurken kan ter içinde kalıyor, terini silmek için verilen peçeteler yetmiyor, ancak konuşmayı da kısa kesmek istemiyordu. Çünkü aklına koymuştu. Köyden biraz hallice olan bu kasabaya belediye başkanı olacaktı. Parası da vardı. Bıraksalar, sabaha kadar konuşacaktı. Kendini methetmekte sınır tanımıyordu. “Küçük dağları ben yarattım”, demesine az kalmıştı.
“Analar ne cevherler doğurmuş,” dedi dinleyenlerden biri.
“ Ya”,dedi arkadaşı. “Çok biliyor, her şeyden anlıyor.”
          
         Başkan adayı anlatmayı sürdürüyordu, yaklaşık üç saat olmuştu. Bırakmaya da niyeti yoktu. Sonunda en yakın arkadaşı onu uyardı da konuşmayı bitirdi. Herkes derin bir soluk aldı. Beş dakika içinde de salonu boşalttılar. Yakındaki bir kahveye gittiler. Samimi arkadaşı, “yahu arkadaşım, çok uzattın. Kısa ve öz konuşsaydın daha iyi olurdu. İnsanlar sıkıldı." Bizim ki şöyle bir gözlerini devirdi, dönmekte zorlanan ensesini çevirerek yüzünü döndü, “arkadaşım”, dedi “insanlar, boşta konuşsan, çok konuşmaktan hoşlanır.  Ancak adayımız girdiği seçimleri kaybetti.
      
         Halk arasında “kibirli”, burnu büyük”, diye nitelenen kendini beğenmiş bu tip insanları, toplumun her kesiminde rastlayabildiğimiz gibi siyaset dünyasında da çok sık görürüz. Megaloman bir kişide kendini beğenme, kendini her şeyden büyük görme, sürekli kendisini övme gibi belirtiler görülür. Kendisini, dünyanın merkezine koymuş, başkalarını kendisinin etrafında dönen zavallılar gibi görmeye çalışan bu kişiler, normal toplum içinde rahat edemezler, huzur duyamazlar, huzur da vermezler.
         
Son söz: Bir insanın en büyük sermayesi sahip olduğu servet değil, taşıdığı karakterdir.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr  06.01.2019

       


28 Ekim 2018 Pazar

KONKORDATO İLANI


                                      


         



          24 Haziran 2018 tarihinde gerçekleşen cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinden sonra ertelenen ekonomik sıkıntılar kendini göstermeye başladı. Birden döviz fiyatları ve buna bağlı banka faizleri arttı. Bu da zamları tetikledi. Enflasyon oranı yükseldi. Şimdilerde dövizin ateşi biraz düştü gibi gözükse de her an yine artabilir. Bunların ardından esnaf, tüccar, sanayici hatta büyük şirketler “imdat” işaretleri vermeye başladı. Hep duyduğumuz, “piyasada yaprak kımıldamıyor”, nakit yok” sözlerinden sonra bir sözcük daha ekonomi dünyasında gündem oldu. “Konkordato”.
         
          Konkordato; bir borçlunun ticari durumunun sarsılmış olmasıyla alacaklıların, alacaklarını belli bir plana göre almaları konusunda kendi aralarında vardıkları ve mahkemece onaylanan anlaşmadır. Bu hukuksal işleyiş, kurtulabilecek şirketlerin kurtulmasına ve alacaklıların alacaklarını belli bir oranda alabilmelerine imkan vermeyi amaçlamaktadır. 2018 Ekim ayının başına kadar konkordato ilan eden şirket sayısının 3 bini geçtiği, yıl sonuna kadar bu sayının 5 ila 7 bin arasında olabileceği tahmin ediliyor. Bu şirketlerin % 75’inin inşaat şirketleri, beton santralleri, yapı malzemeleri satanlar ve hırdavatçılar oluşturuyor. Enerji şirketleri, sağlık kuruluşları, temizlik, hayvancılık-besicilikle uğraşanlar, araç kiralama şirketleri ve ayakkabı firmaları da, onları takip ediyor.                                                                               
        Konkordato, en fazla 2 yıl 5 ay içinde sonuçlandırılması gereken bir süreçtir. Şirket bu sürede kurtulamazsa sonuç iflastır. Şirketlerin bankalara borcu 330 milyar dolara ulaşmış, kriz ortamında yılbaşından bu yana %50 artan döviz karşısında şirketler bu borcu ödemekte zorlanıyorlar Konkordato talep eden firmaların ortak özelliği, yüksek tutarlı (özellikle döviz cinsinden) borçlanma yapmış olmalarıdır. Üretim yapan, istihdam sağlayan, vergi veren şirketlerin batması ülke ekonomisini sarsar. Bunu önlemek için gereken önlemlerin alınması tabiidir. Ancak bu konuyu suistimal edip ödeme gücü varken bu yola giren şirketlere de müsaade edilmemesi gerekir.
         
         Şimdi bu konuda can alıcı soru şudur; Çok sayıda firma konkordato ilan ederse, alacaklılar kendi borçlarını nasıl ödeyeceklerdir? Nakit sıkışıklığı çok sayıda şirketi ve verdiği krediyi geri alamayan bankaları zincirleme etkileyecektir. Bunun sonucu olarak her şirket nakit çalışmak isteyecek, bankalar kredileri kısacak ya da geri çağıracaktır. Bu da, ekonominin çarklarının dönmesini zorlaştıracaktır.

Son söz: Borç iyi güne kalmaz.





orhankalyoncu.blogspot.com.tr   02.11.2018





17 Ekim 2018 Çarşamba

DEMOKRASİ, DEMOKRASİ, DEMOKRASİ


                                             
        




        Gelişmiş ülkelerin büyük bir çoğunluğu demokratik kurallara göre yönetilirler. Demokrasi; saydamlık, hesap verilebilirlik, eşitlik, hak, hukuk, adalet demektir. Bu rejim, sadece insanların özgürce yaşaması için değil, her türlü mal, can ve yatırım güvenliği için de gereklidir. Ülkemizde de demokrasinin tam anlamıyla uygulanabilmesi için önce siyasi partilerin buna uyması gerekir. Ancak öyle olmuyor. Yerel seçimlerde seçime girecek tüm adaylar, genel merkez tarafından tayin ediliyorlar.31 Mart 2019 tarihinde yapılacak yerel seçimler öncesi de siyasi partiler, adaylarını saptamak için harekete geçti.
       
      Kökleri Kuva-i Milliye’ye dayanan, asırlık çınar Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’yi çok partili yaşama geçirdiği gibi parti içi demokrasi konusunda da, tüm adaylıklarda sandığı koyarak, diğer partilere örnek olabilir. CHP'sinde önseçimin olması liyakatın, eşitliğin ve emeğin öne çıkmasına ve parti örgütünün daha sağlıklı çalışmasına olanak verecektir. Zor dönemlerden geçen ülkemizde, siyasi partilere özellikle CHP’sine görev düşmektedir. Yurttaş olarak biz de ”siyasetin toplum için yapılmasında” aktif görev almalıyız. Siyasette görev almazsak, yakınmaya da hakkımız olmaz. Kenarda durarak demokrasi ve ekmek mücadelesi yapılamaz. 
  
        Bir siyasi partinin ideolojisi ve ilkeleri olmalıdır. CHP, Atatürk ilkelerine ve hukukun üstünlüğüne inanan özgürlükçü, sosyal demokrat bir partidir.Takım tutar gibi bir siyasi partiye üye olunmaz. İnandığın bir fikir için o partinin üyesisindir. CHP, bir lider partisi de değildir. Liderler değişir ama CHP 95 yıldır olduğu gibi yoluna devam eder. 2019 yerel seçimler öncesi tek ağacı değil, ormanı görmek gerekir. Orman tüm Türkiyedir. 


orhankalyoncu.blogspot.com.tr     18.10.2018