30 Kasım 2017 Perşembe

KADINLARIMIZ

  




              
      
              Ülkemizin kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, “Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin", diyerek çoğu Avrupa ülkelerinden önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştır. Toplumun yarısını oluşturan kadınların geri bıraktırılması halinde o toplumun gelişemeyeceği gayet açıktır. 
     
             Büyük Önderimiz, “dünyada her şey kadının eseridir. Kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar", diyor. Gerçekten de kadınlarımız günümüzde ev kadını ve anne olmalarının yanı sıra her alanda çalışarak söz sahibidirler. Öğretim üyesi, öğretmen, doktor, hemşire, teknisyen, tamirci, kamyon şoförü, pilot, bakkal, mali müşavir. banka müdürü, hakim, savcı, müsteşar, milletvekili, bakan, başbakan, parti genel başkanı, yazar, şair, sanatçı, model ve bunun gibi hayatın her alanında kadınlar vardır. Demokrasimiz de gelişecekse, kadınlar sayesinde olacaktır. Çünkü onlar bu konuda daha samimidirler. Bilirler ki; demokrasi, insan hak ve özgürlükleri geri giderse ilk önce kadınlar mağdur olacaktır. Onun için demokrasiye çok sıkı sarılırlar.
       
          Siyasette, erkek politikacıların kadınların yolunu açmak gibi kaygıları yoktur. Ülkemizde, CHP’si kadınların daha aktif bir biçimde siyasi yaşama katılmaları için tüzüğüne %33 oranında “cinsiyet kotası” koymuştur. Bu tüzük maddesiyle Cumhuriyet Halk Partisi, kadınların siyasette daha çok rol almasını hedeflemiştir. 
Siyasette; düşünülenin aksine kadın dayanışmasından çok erkek dayanışması görülür. Bir kadın aday ortaya çıktığında, kendi egemenlik alanlarının ellerinden gideceğini düşünen erkek adaylar işbirliğine gidebilirler. Halbuki, kadın eli değen her şeyde olduğu gibi siyasette de kadının olduğu bir ortamda erkeklerin konuşmaları ve davranışları bile değişir, daha nazik olur. Onun için kavga, gürültünün eksik olmadığı, hakaretlerin havada uçuştuğu siyasete kadınların eli mutlaka değmelidir. Adil, hakkaniyetli, titiz ve hassas yönetimler ancak bu sayede gerçekleşir.       





30.11.2017
Orhan Kalyoncu

27 Kasım 2017 Pazartesi

BARAJ

         









              Fransızca kökenli baraj sözcüğünün konumuzla ilgili tanımı şöyle; “herhangi bir alanda başarılı sayılabilmek için geçilmesi gereken engel." Son günlerde siyaset alanında da tartışılan bir sözcük oldu. Bu tartışmanın konusu 34 yıldır genel seçimlerde uygulanan %10 seçim barajıydı. Bu baraj,1980 darbesinden sonra başa gelen askeri rejim tarafından oluşturulan Danışma Kurulu tarafından 1983 tarihinde çıkarılan seçim yasasıyla yürürlüğe girdi. Askeri yönetimin amacı, yönetimde istikrar için az partili bir sistem kurmaktı. O tarihten bu yana hiçbir iktidar tarafından değiştirilmek istenmedi. Hatta yüksek baraj nedeniyle iktidar olmayı düşünen muhalefet partileri bile güçlü bir şekilde itiraz etmediler.
         
            1995 yılında yapılan genel seçimlerden sonra yapılan hükümet kurma çalışmalarında önce ANAP(%19,65) ile DYP(%19,18)  Anayol hükümetini kurdu. Bu koalisyonun bozulmasının ardından DYP ile Refah Parti(%21,38) Refahyol hükümetini kurdu. 1999 genel seçimlerinde de yine koalisyon hükümetleri kuruldu. DSP: %22,19, MHP: % 17,98, ANAP: % 13,22 oranında oy alarak 3’lü koalisyon kurdu. Bu hükümetlerin kurulmasında dikkat çeken en önemli husus hükümeti kurmakla görevlendirilen partilerin en çok %22 oranında oy almalarıydı. %22 ile iktidar olunan bir seçim sisteminde %10 seçim barajı çok yüksek, değil mi?
         
         Bazı Avrupa ülkelerinde baraj olmadığı gibi bazılarında da %2 ile %7 arasında oy barajı uygulanmaktadır.  Ülkemizde 2002’de yapılan genel seçimlerde meclise sadece iki parti ve Bağımsızlar girerek AKP %34,4, CHP %19,4 Bağımsızlar 0.96 oy oranıyla milletvekilliklerini paylaşmıştı. AKP , meclisteki 550 milletvekilinin 365'ini, CHP'si 177'sini, Bağımsızlar da 8'ini  kazanmıştı. Toplamda seçmenin %54,8 i mecliste temsil edildi. Geriye kalan %45,2 sinin oyları çöpe, daha doğrusu seçmenin oy vermediği iki büyük partiye gitti. Onların görüşleri mecliste temsil edilmedi. DYP %9,5 la dışarıda kaldı ve zamanla gücünü kaybetti. ANAP, Genç Parti de öyle. MHP de %8,5 la meclis dışındaydı. Bu durum ülkenin siyasi hayatında bir deprem etkisi yarattı. Merkez sağı temsil eden partiler silindi. 
       
        Nerede kaldı temsilde adalet? Nerede kaldı seçmenin iradesi? Kaldı ki İktidar partisi %34,4 'le mecliste %66'lık bir çoğunluk elde etmişti. 1980 öncesi koalisyonlar dönemlerine tepki için getirilen bu sistem, böylece barajı geçen partilere seçmenin vermediği bir güç vermiş oluyordu. Barajın kaldırılması veya düşürülmesi teklifinin, kimler tarafından, ne için getirildiğine bakmadan, demokrasi, temsilde adalet ve seçmenin iradesinin mecliste tam olarak yansıması için desteklenmesi gerekir. Konulan baraj sadece partilerin ve adayların seçilme hakkına yönelik değil, aynı zamanda seçmenlerin seçme hakkına karşı da yapılan bir haksızlık ve adaletsizliktir. Çünkü sandığa attığı oyun karşılığında, sandıktan tercih ettiği bir siyasi parti ve aday değil, seçmediği bir parti ve aday çıkmaktadır. 








Orhan Kalyoncu

20/11/2017                  
Orhankalyoncu.blogspot.com.tr

         

DEMOKRASİ OYUNU MU BU?

  










                 Siyaset, insanla ve insanlar için yapılır. Siyasette de etik kurallar vardır. Hak, hukuk, adalet, eşitlik, emeğin en yüce değer olması gibi. Halka demokrasi içinde hizmet böyle olur. Bunları göz ardı ederseniz, demokrasi olmaz, keyfi idare olur. Siyaseti rant için yapanlar eşe, dosta, arkadaşa koltuk paylaşımı olarak görenler, halkın vicdanında yer alamazlar. Siyasi partiler, önce kendi içlerinde demokrasiyi uygulayacaklar ki, ülkede demokrasi gelişsin, insan hak ve özgürlükleri konusunda yol alalım. Demokratik kurallara, önce kuralları koyanlar uymalıdır. Demokrasinin en temel bir kuralı da halkın kendi yöneticilerini özgür iradesiyle kendisinin seçmesidir. Tüm siyasi partilerde bu konuda son söz sahibi genel merkezdir, genel başkandır. Cumhurbaşkanı, milletvekillerini, belediye başkanlarını, diğer meclis üyelerini aday yapanlar, onlardır. Böyle olunca halk,yalnızca oy vererek, önüne konan adayı seçer..   

            Yukarıdan atananlar da bir kez daha atanmak için halka değil, onu oraya getiren iradeye yaranmak isteyecektir. Genel merkez de gücünü, göreve getirdiklerinden alacaktır. Böylece “al gülüm, ver gülüm” politikası geçerli olacaktır. ” Seçilen yöneticiler, artık halkı değil, yukarısını gözlerler. Çünkü bir daha seçilmek her şeyin önündedir. O da liderden geçer. Zordur, bizde demokrat olmak. Lider, eline geçirdiği yetkiyi sonuna kadar kullanır. Hiç kimse artık onu, o istemediği takdirde oradan indiremez. Demokrasiyi tabana yaymak, katılımcılığı sağlamakön seçim yapmak, yetkilerinin bir kısmından vazgeçmek liderin aklından dahi geçmez. Tek seçicidir. Tüm adayları o seçer, MYK üyelerini de, danışmanlarını da. Boşuna mıdır, adayların liderle fotoğraf çektirmeleri, karşılama kuyruğuna girmeleri? 

            Siyasi partilerin ilkeleri, hedefleri, amaçları olmalıdır. Üyeler, o ilkeler etrafında birleşir. Bir davaya inanmaları gerekir. Sayıları çok olmasa da partileri ayakta tutan, onlardır. Bu üyeler bilinçlidir. Gömlek değiştirir gibi parti değiştirmezler. Siyasi partilerde birliği sağlamak, genel başkandan başlayarak en küçük belde başkanına kadar görev alan parti yöneticilerinin işidir. Bu görevi yaparken adaleti, eşitliği öncelikli olarak düşünmelidirler. Partide adaleti ve eşitliği sağlamak için de her yerde ön seçim, kongrelerde de demokratik olan “çarşaf liste” yöntemlerinin uygulanması gerekir. Üye, eğer partide çalışarak yükseleceğini, emeğe ve liyakata önem verileceğini görürse, gönüllü çalışır. Ama şimdiye kadar olduğu gibi güçlülere dayanmak geçerli olursa, yalnızca bir avuç kimse siyaset yapar. Yönetenler de halktan uzaklaşarak, hiyerarşi ve protokol kuralları arkasına sığınırlar. 






Orhan Kalyoncu 

15/11/2017
orhankalyoncu.blogspot.com.tr
         

     

9 Kasım 2017 Perşembe

KENT YAŞAMI VE KÜLTÜRÜ





        İnsan, sosyal bir varlıktır ve bir arada yaşama ihtiyacı duyar. Yerleşim alanları da bunun sonucu ortaya çıkar. Kalabalık nüfusa sahip kentler de yaşamanın bir adabı ve usulü vardır. Kentlerde yaşayanların uyması gereken yazılı ya da yazısız davranış kuralları, kent yaşam kültürünü oluşturur. Toplum yaşamında bir kimsenin özgürlük alanının, bir başkasının özgürlük alanı sınırına kadar olduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir. Kimse gece yarısı pencereye çıkıp bağıramaz, arabasının egzozunu bağırtarak hız yapamaz, dinlediği müziğin sesini sonuna kadar açamaz, kahvede ayakkabısını çıkarıp ayaklarını başka bir sandalyeye uzatamaz. Bu örnekler çoğaltılabilir. Yine geleneklerimize bağlı saygı kuralları vardır. Herkesle, özellikle büyüklerimizle saygılı konuşmak, küçüklerimizi sevmek ve korumak, kadınlara öncelik vermek, özürlü yurttaşlarımıza yardımcı olmak gibi. Toplumu bir arada tutan bu davranışlardır. Bu durum bozulduğunda toplum da bozulur. Çağdaş toplumları sadece yaptırımlar değil manevi duygular da ayakta tutar.
        
      Gençlerine önem vermeyen, yaşlılarına saygı göstermeyen toplumların geleceği de olmaz. O ülkede yaşam çekilmez olur. Bir toplumun huzurlu olması kentlerde ya da taşrada yaşayan insanların sosyal ilişkilerinin bütünü ile özgür olmasına bağlıdır. Herkesin hayat tarzı, siyasi görüş ve dini inanış bakımından özgürce hareket etmesi, bu konularda baskı görmemesi çağdaş yaşam için çok önemlidir. Ekonomik refah da insanların mutluluğunu ve davranışlarını olumlu yönde etkiler. Kentte yaşayan insanların, binaların sıkışıklığından, trafik yoğunluğundan uzak düzenli ve temiz bir çevrede yaşaması hem anayasal, hem de doğal hakkıdır. Bunu sağlamak genel ve yerel iktidar sahiplerinin asli görevidir. Komşu ülkelere gidenler orada köpeklerin başıboş gezmediğini, binaların durmadan yıkılıp testere dişi gibi bir ileri bir geri olmadığını, tarihin korunduğunu, meydanların geniş ve yeşil alanların bol, sokakların tertemiz ve güler yüzlü insanlarla dolu olduğunu görürler.  
           
       Son yıllarda komşu ülkelere turist olarak giden binlerce vatandaşımız var. Komşu ülkeler alt yapı sorunlarını bitirmiş, düzenli şehirlere sahipler. Bacasız sanayi olan turizmden çok kazanıyorlar, bilhassa Türk vatandaşlarından. Orada hizmet sektörü çok gelişmiş. Bizde de, yanı başımızda Enez, Şarköy, Gelibolu, Tekirdağ, Çanakkale gibi sahil kentlerimiz var. Adalarımız da öyle. Ama aynı rağbeti görmüyorlar. Bağımsızlık tarihi 200 yılı bulmayan bir ülkenin kentleri bir yanda ve güzelim ülkemizin 600 yıllık tarihe sahip Trakya'daki kentleri bir yanda. Bizde, yerel yönetimler halen alt yapı çalışmalarıyla uğraşırken, biz yurttaşlar da havasıyla, meydanlarıyla, parklarıyla, sokaklarıyla, pazar yeriyle, terminaliyle çağdaş bir kentte yaşamanın hayalini kuruyoruz.







Orhan Kalyoncu
09.11.2017

 orhankalyoncu.blogspot.com.tr
         

29 Ekim 2017 Pazar

KURTLAR SOFRASI

                                                         











            “Siyaset, bir kurtlar sofrasıdır”, sözünü ilk duyduğumda üzerinde pek durmamış, alelade bir benzetme diye düşünmüştüm. Ancak 29 yılın sonunda bu sözün gerçekliğini yeniden değerlendirmem gerektiğini anladım. Hiç yabana atılacak bir hüküm değildi. Önce birkaç sözcükle bu benzetmenin nereden kaynaklandığını anlatayım. Kurtlar sofrasında, aç kalan kurtlar, ilk düşen kurda saldırarak yer, böylece ayakta kalarak hayatlarını ve nesillerini devam ettirirlermiş. Siyaseti de buna benzetmişlerdi. 

          Halbuki benim anladığım siyaset, halka hizmet etmenin bir yoluydu. Siyaseti, kurtlar sofrasına çevirmemek tabii ki öncelikle siyasetçilerin elindedir. İnsanların gözünün içine bakarak yalan söylenmez, ikili oynanmaz, menfaat karşılığı oy satın alınmaz, haksız olarak her tartışmada üste çıkmaya çalışılmaz, her şeyi ben bilirim denilmez ve siyaseti çete savaşına çevirip, benden-senden ayrımı yapılmaz ise siyaset kurtlar sofrasına dönmez. Gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi doğrultu tutarlılığına önem verilir, toplumun çıkarı gözetilir, kişilerin değil, ilkelerin peşinden gidilir, eşitlikçi, saydam, hesap verebilir ve özü sözü bir olunursa siyaset dünyası aydınlık olur.                                                                        
        
         Mademki demokrasinin tam anlamıyla ülkemizde uygulanmasını istiyoruz, o halde siyasetçilerin yukarıdaki prensiplere uyması sağlanmalıdır. Bunun yanı sıra seçimlerde de eşit propaganda hakkı, sandık güvenliği, açık sayım gibi şartların olması gerekir. Seçimle gelenin seçimle gitmesi, gerekli şartları taşıyan her Türk yurttaşının seçme seçilme hakkının olması da çok önem taşır. Bunlar demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. Siyasi partiler yasasında gerekli değişiklikler yapılarak, en basitinden kendini yönetecek adayları halkın tespit etmesi, yani partilerdeki tüm (nitelikli) üyelerin oy kullanarak adaylarını ve parti yöneticilerini kendi seçmesi gerekir. O zaman kimse, suç işlemediği takdirde, halkın seçtiği yöneticileri görevden alamaz.
        
         Bazen parasal güçle, siyasi gücün birleşmesi kötü niyetli olanların elinde, toplum için bir dinamit etkisi yaratabilir. Bu durumda, toplumun dikkatli olması gerekir. Zannedilenin aksine siyasette de, ticarette de güven çok önemlidir. Güvenini kaybedersen, başta kredini, saygınlığını sonra da her şeyini kaybedersin. Siyaset uzun bir maratondur, kısa koşu yapanlar buna dayanamaz ve alanı terk etmek zorunda kalırlar. Kazanmak için her şeyi mübah görenler, alavere dalavereyle işleri bir yere kadar sürdürebilirler ama bu sonsuza kadar gitmez. Gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkma gibi bir özelliği vardır.





Orhan Kalyoncu
29.10.2017    

orhankalyoncu.blogspot.com.tr
         

28 Ekim 2017 Cumartesi

DİNOZORLAR

                   
Mencilis Mağarası yolu-SAFRANBOLU
                                       
              

              Araştırmacılar, 160 milyon yıl kadar kara hayatına egemen olmuş dinozorların yaklaşık 66 milyon yıl önce neslinin tükendiğini ortaya koydu. Dinozor, Yunanca'da “korkunç kertenkele” anlamına gelir. Günümüzde dinozorlar kalmasa da, bu sözcüğün bazen yaşlılar için kullanıldığını duyarız. Tabii ki, insanoğlu doğar, büyür ve ölür. Bu doğanın kanunudur. Hiç kimse ölümsüz değildir. Önemli olan insanın yaşarken içinde bulunduğu topluma, diğer insanlara faydalı olmasıdır. Bu ailemizden başlayarak halka şeklinde tüm insanlığı kapsar. Bir aşının bulunması gibi nice buluşlar böyledir.

         Ülkemizde ortalama insan ömrü, kazaya belaya uğramazsa, yaklaşık 75-80 yıldır. Yaşam tecrübesi olan insanlara gereken saygıyı gösterip, onların yaşam tecrübelerinden neden yararlanmayalım? Bunu yaparsak, yaşanan deneyimleri tekrar denemek zorunda kalmayız. Başarılı olabilmenin en önemli şartlarından biri de geçmişteki insanların tecrübelerinden yararlanarak onların düştüğü hataları tekrarlamamaktır. Yaşlı adamın gençlere dediği gibi, “ben gençliğin ne demek olduğunu biliyorum ama sen ihtiyarlığın ne demek olduğunu bilmiyorsun." Gençler, her ülkenin geleceğidir. Onların iyi yetişmesi, eğitimli, kültürlü olması sayesinde toplumlar gelişir. Ancak denenmişi, denememek için tecrübeli insanların rehberliğine her zaman ihtiyaç vardır. Bu dengeyi sağlamak toplumun yararınadır.
              
       
 Ülkemizde de devletin yüksek kadrolarında görev yaptıktan sonra emekli olmuş yaşları ilerlemiş insanlar, Encümen-i Daniş (Büyük Devlet Jürisi) adlı bir düşünce grubu oluşturarak devleti yönetirken edindikleri tecrübeleri iş başındaki devlet adamlarına iletmişlerdir. Aslında bu yöntemi, belediyeler, dernekler, odalar ve partiler gibi diğer kuruluşlar da uygulayabilirler.
            
        Geçmişine sahip çıkmayan toplumlar, geleceğini de kuramazlar. Yaşlı ve tecrübeli insanlar toplumların hafızalarıdır. Eğer onlarla iletişimi kesersek, belleğimizi kaybederiz. Her yıl 18-24 Mart tarihleri arasında  “Yaşlılara Saygı Haftası” kutlanır. Yoksa bu kutlama sadece kağıt üzerinde midir? Son olarak İngiliz yazar Virginia Woolf’un (1882-1941) Kendine Ait Bir Oda adlı eserinde yaşlı insanlar hakkında dile getirdiği bir gerçekliğe kulak verelim, “Yaşlanmanın tek tesellisi, bu işte diye düşündü. Tutkular hep güçlü kalır, fakat insan var oluşuna o eşsiz tadı ekleyen o gücü kazanmıştır. Deneyimlerini! Artık avuçlarındaki yaşamı, ışığın altında yavaşça çevirerek gözden geçirebilmektedir.”  

 

 16/10/2017 

 orhankalyoncu.blogspot.com.tr

                            


NEREDEN BAŞLASAM

                                           
    




             "Küresel ısınmadan dolayı mıdır nedir, havalar son senelerde iyice değişti. Bir bakıyorsunuz, yaz ortasında ortalığı seller basıyor, dolu yağıyor. Bir bakıyorsunuz sonbaharda yazı yaşıyoruz. Bugün de hava kapalı ve yağışlı." Böyle yazmaya başladığım yazımı suya sabuna dokunmadan devam etsem, fincancı katırlarını ürkütmemiş olurum. Ancak yine de,"böyle gelmiş, böyle gider", dememek için demokrasi, özgürlük, siyasi partiler, seçim yasaları ve üyesi olduğum CHP’deki yanlış uygulamalardan bahsetmeye devam edeceğim. CHP'sinin iktidar olması, sadece liderin çalışmasıyla olmaz, partinin demokratik, saydam, hesap verebilir, katılımcı, eşitlikçi ve ortak akılla çalışmasıyla olur. 
       
            Yazımın akışı  yine siyasete geldi. Ama siyaset zaten bizim hayatımızı yakından etkileyen ayrılmaz bir parçamız değil mi? Son yapılan zamlar, taşeron işçiler, eğitim, sağlık ve bunun gibi bir sürü konu biz, yurttaşları etkilemiyor mu? Önümüzdeki iki yıllık süreçte, ülkemizi ardı ardına önemli seçimler bekliyor. Önce 2019’un Mart ayında yerel seçimler, sonra da aynı yılın Kasım ayında genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri olacak. Ülkemizin kaderini belirleyecek kadar önemli bu seçimler. Çünkü 2017 Nisan ayında yapılan referandumdan sonra artık partili bir cumhurbaşkanı olacak ve hükümeti o kuracak. Belli başlı atamalar yine onun tarafından yapılacak. Fiilen parlamenter rejim yerini başkanlık rejimine bırakacak. Siyasi partiler onun için tekrar bir yapılanma ve yenilenme hamlesi içindeler. Buna metal yorgunluğu içinde olduğu söylenen iktidar partisi de dahil. Merkezde yer alacağını söyleyen yeni bir parti de yola çıkmış vaziyette. 25 Ekimde kuruluşunu açıklayacak. Doğal olarak siyasi yelpaze tekrar şekillenecek.
          
        Tüm bu şartlar altında tekrar kongreler sürecine girmiş olan CHP’sine dönersek, belli ki yakında olacak kurultayda bir değişim olmayacak. Ne yazık ki çalışma düzeninde de öyle. Yine en küçük belde belediye başkan adayını, milletvekillerinin çoğunu ve cumhurbaşkanı adayını Genel Merkez (Genel Başkan da diyebiliriz) atayacak. Sistemin değişmesi gerekir. Nitelikli üye sistemine geçerek partili üyelerin, genel başkan dahil partinin tüm yönetim kademelerini, belediye başkanlarını, milletvekilleri adaylarını ve cumhurbaşkanı adayını seçmeleridir. Böylece tüm üyeler bu sürece katkı verir, canla başla partileri için çalışırlar. Kayırma, nepotizm ortadan kalkar, partide eşitlik, emek ve liyakat devreye girer. Her üyenin seçme ve seçilme hakkı olur. İstenirse kurultayda yapılacak tüzük değişikliğinden sonra bu bir ay içinde hayata geçirilebilir. Partinin önünden bile geçmeyen, yalnızca oy için yazılı olan üyeler ayıklanarak, belli nitelikleri olan üyeler partinin gerçek sahibi olur.
     


01.10.2017
Orhan Kalyoncu