18 Şubat 2020 Salı

CHP EDİRNE 37. OLAĞAN İL KONGRESİNİN ARDINDAN


               
             
           Cumhuriyet Halk Partisi, Edirne’de 2002 yılından beri genel ve yerel seçimlerde merkez ilçe ve il genelinde devamlı birinci parti olmuş, 24 Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminde, cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce ile %55,6, milletvekili seçimlerinde %45,4 oy almıştır. 31 Mart 2019’da yapılan yerel seçimlerde ise CHP’nin adayı Recep Gürkan İYİ Parti ittifakı ile Merkezde %44,87 oy alarak belediye başkanlığında AKP adayının 4 puan önünde seçimi kazanmıştır. Ülkemiz genelinde olduğu gibi Edirne’de de CHP’ye verilen destek cumhuriyet ve Atatürk ilkelerine verilen önemden ileri gelmektedir.  Bu yüzden CHP’ye verilen oyları kimse kendine mal edemeyeceği gibi kimse de garanti sayamaz. Nitekim 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde Kırklareli'nde belediye başkanlığını partiden ayrılan bağımsız aday kazanırken, Keşan ve Havsa da da kaybedilmiştir. Edirne halkı dayatmayı sevmez. Oy oranlarının düşmesi de bunu gösterir. Bu tabloyu iyi okumak lazımdır.                
          
          Bölgemizi ilgilendiren CHP Edirne İl kongresine gelirsek; iki il başkan adayının çıktığı kongre sonucunda kazanan taraf, beklendiği gibi başta “hodri meydan”, diyerek parti içinde muhalif kanada meydan okuyan Edirne belediye başkanı Recep Gürkan ile Uzunköprü, Meriç, Enez, Süloğlu belediye başkanlarının desteklediği mevcut il başkanı Fevzi Pekcanlı oldu. Pekcanlı 520 delegeden, geçerli oyların yaklaşık %62’sini alarak seçimi kazandı. Keşan, Havsa ve İpsala ilçe örgütlerinin desteklediği il başkan adayı Serkan Liznak 120 sayı farkı ile kaybeden taraf oldu. Bu seçimlerde sürpriz olmadı. Olması için de bir neden yoktu. Çünkü ilçe örgütlerinin delege sayıları aşağı yukarı neticeyi veriyordu.
           
          Edirne’de 2012 il kongresinden beri 4 dönemdir Edirne belediye başkanı Recep Gürkan’ın (2012’de milletvekiliydi) desteklediği taraf kazanıyor. Partinin muhalif kanadı bir türlü başarılı olamıyor. Bunun nedenleri arasında, muhalefetin çok parçalı olmasını ve yeterli çalışmayı önceden yapmamasını sayılabiliriz. Bundan dolayı önceki dönem belediye meclis üyeliği yapan ve parti içi muhalefet tarafından son anda aday gösterilen Serkan Liznak’ın kazanması için gereken şartlar oluşmadı.
           
        “ CHP ilçe kongrelerini belediye başkanları belirledi. İl kongrelerini de belediye başkanlarının uzlaşması belirleyecek. CHP’sinin ilçe kongrelerinde hiçbir yapısal sorunu tartışılamadı. CHP’nin ilçe kongrelerinde CHP’sinin o ilçedeki kayıpları, kazançları tartışılamadı. İl kongrelerinde de olmadı. “ diye yazıyor, İstanbul Gerçeği adlı internet gazetesinde, CHP’yi çok yakından izleyen gazeteci İmambakır Üküş. Doğru bir tespit. Siyasi partiler demokratikleşmeden, Türkiye demokratikleşemez. CHP genel başkanı diyor ki; “belediye başkanları örgüt seçimlerine karışmasın”. Ancak bırakın belediye başkanlarını, adayların teke indirilmesi için genel merkez dahi karışıyor.
        
           Bundan demokrasi çıkmaz. Demokrasi insanoğlunun asırlardır erişmek istediği bir yönetim şeklidir. Ülkemizde de inişli çıkışlı süreçlerden ilerleyerek bu duruma geldik. 1980 sonrası izin verildiği kadarıyla demokratik hakları kullanabiliyoruz. Bu dönemde demokrasi kültürünü tanımayarak yetişen bir kesim de, onun sadece seçim kazanmaktan ibaret olduğunu zannediyor. Halbuki demokrasi, sandıktan daha fazlasıdır. Eşitliktir, saydamlıktır, hesap verilebilirliktir, hak, hukuk adalettir, halkın özgürce seçim yapmasıdır, seçilme hakkıdır.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr            18.02.2020    




                             

14 Şubat 2020 Cuma

CHP'DE TEK ADAY DÖNEMİ


                          
           

            "CHP’de kurultay süreçleri, genel merkez destekli tek aday dönemine dönüştü. İstanbul ve İzmir’de tek aday çıktı. İstanbul’da Canan Kaftancıoğlu yeniden il başkanı seçildi. İstanbul seçiminde kullanılan 571 oyun 510’u geçerli, 61’i geçersiz sayıldı. Ancak İzmir’de tek aday ters tepti ve yeniden seçilen Deniz Yücel, 611 delegenin sadece 253’ünün oyunu alabildi. CHP’de 26 Ocak itibarıyla ilçe kongreleri tamamlandı ve 156 ilçe başkanlığı için birden fazla aday yarışırken, 244 ilçe kongresine ise tek adayla gidildi. Böylece ilçe kongrelerinin yüzde 61’inde tek adayda uzlaşı sağlanmış oldu. Kongreler, CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “uzlaşı” talebi doğrultusunda gerçekleşiyor. Tek adaylı sürecin “kavga görüntüsü vermeyelim” endişesi nedeniyle uygulandığı belirtildi."
                      
              Yukarıda okuduğunuz yazı, 11 Şubat 2020 tarihli Sözcü Gazetesinin Başak Kaya imzalı haberinden alınmıştır. Deneyim sahibi partililer, 28-29 Mart 2020 tarihlerinde yapılacak 37. CHP Olağan Kurultayına giderken, bu şekilde bir kongre sürecinin demokrasiye, hele parti içi demokrasiye nasıl hizmet edeceğini anlamakta güçlük çekiyorlar. Başka partilerdeki tek adaylı seçimlere demokrasi dışı diyen CHP’de şimdi ne değişti de, o partileri örnek aldı? Yoksa partililer, henüz kavga etmeden kongre yapma olgunluğuna erişemediler mi?
                     
                Çok adaylı seçimler demokrasinin gereğidir. Asla kavga anlamı taşımaz. Türkiye Büyük Millet Meclisi 1920’de Kurtuluş Savaşı ortamında, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”, diyerek açılmıştır. Cumhuriyetimiz halk egemenliğine dayalıdır. 1946’dan sonra da çok partili sisteme geçilmiş, arada çok sancılı dönemler yaşanmış, bedeller ödenmiş, deneyimler kazanılmış olmasına rağmen hala “siz, kavgasız seçim yapmasını bilmezsiniz”, demek, geçirdiğimiz onca deneyime, mücadeleye haksızlıktır. Demokrasi sözünün etimolojik kökeni, (demos)  halk ve (kratos) egemenlik kelimelerine dayanır. Halk egemenliği demektir. Demokrasi yukarıdan emirle uygulanmaz, bir mücadele sürecidir. Siyasi partiler de demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Demokrasi onların içinde uygulanmazsa ülkede nasıl uygulanacaktır?
                    
                 Başta genel başkan ve üst yönetimleri olmak üzere siyasi partilerin, Anayasa, siyasi partiler yasası ve tüzüklerine bağlı kalıp, onlara uymak zorunluluğu vardır. Bunun için şartları taşıyan herkes aday olabileceği gibi, seçmen vasfını taşıyan herkes de özgür ve serbest iradesiyle kararını vererek oyunu kullanabilmelidir. Genel merkezin görevi rekabet şartlarına uygun sağlıklı seçim ortamı sağlamaktır. İl kongreleri sonucu seçilecek kurultay delegeleri kurultaydan sonra gelen en üst organ olan genel başkanı ve parti meclisini seçecektir. Bundan dolayı sürecin tarafsız, objektif ve adil bir şekilde yönetilmesi, kongrelerin eşit şartlarda yapılması demokrasi açısından büyük önem taşımaktadır.


orhankalyoncu.blogspot.com.tr       15.02.2020



11 Şubat 2020 Salı

DEMOKRASİ ŞÖLENİ


                                    

                   “Şölen” sözcüğü, belli bir amaçla düzenlenen eğlence, sanat gösterisi ya da ziyafet anlamına gelmektedir. “Demokrasi şöleni”, sözünü son zamanlarda çok duyar olduk. Futbol şöleni, müzik şöleni, yemek şöleni gibi terimlerden sonra demokrasi şöleni de dilimize yerleşti. Demokrasi şölenini, demokrasi ziyafeti olarak anlayabiliriz. Ancak bildiğimiz kadarıyla ziyafet tek yemekle olmaz. En azından yemek çeşitleri olması gerekir.  O zaman “demokrasi şöleni” sözünün de çok adaylı ve çekişmeli seçimleri ifade etmek için kullanılması gerekir. Ama öyle mi oluyor?  Bir seçimde güdümlü bir aday çıkarılıyor. Başka adayların çıkması önleniyor ya da çıkmaması hissettiriliyor. Cansız, sönük bir seçim gerçekleşiyor. Sonra da filan partide “demokrasi şöleni”, oldu, deniyor.
                   
                   Büyük bir partinin sevilen, başarılı bir belediye başkanı şöyle bir mesaj paylaşıyor; ……….  tarihinde yapılacak  ………. ……  İl Kongresi’nin Genel Merkezimiz’in de temennisi doğrultusunda, ‘Partimizin tüm kademelerinde bir uzlaşı kültürüyle tek aday ile yapılması’ benim de tercihimdir.
Ülkemizin içinde bulunduğu iç ve dış güçlüklerin giderek arttığı bir dönemde hedefimiz, parti içi iktidar yerine ülke iktidarına giden yolda olumlu bir örnek yaratmak olmalıdır.

                   İnanılması güç ama demokratik olduğu söylenen bir partide potansiyel adayların bir araya gelip tek aday üzerinde anlaşarak delegelerin önüne öyle çıkılması isteniyor. Bu durum, bir de genel merkezin temennisiymiş. Sebep olarak da ülkemizin içinde bulunduğu iç ve dış problemler gösteriliyor. O zaman biz hiçbir zaman demokratik seçim yapamayacağız, demektir. Çünkü ülkenin sorunları her zaman olacaktır. Her şey tekelci bir anlayışla yukarıdan empoze ve dizayn edilmeye kalkışılırsa o partinin demokratik dinamiği yok edilir. O da başkanlık sisteminden farksız olur. 

                   Otoriterliğin karşısına demokrasiyi koyarsanız, kazanırsınız. Yoksa merkeziyetçilikle değil. 1980 sonrası siyasi partilerin giderek merkeziyetçi bir yapıya bürünmeleri sonucu demokrasiyi sadece seçim kazanmaktan ibaret zanneden yeni bir siyaset anlayışı oluştu. Ancak demokrasi emir-komuta sistemini kaldırmaz. Milletvekili, belediye başkanı, hatta divan başkanından sonra il başkanları da atanırsa seçimler artık göstermelik olur. Bu durum; siyaset adamlarının, çalışmak yerine, genel merkezden destek beklemelerine ve dolayısıyla onların, halkla ilişkilerinin kopmasına yol açar.
           
                   Fo                     Demokrasinin evrensel kuralları vardır. O da seçimlerin, özgür, tarafsız, eşit bir ortamda gizli oy ve açık sayımla yapılmasıdır. Şartları taşıyan herkes aday olabileceği gibi seçmen vasfını taşıyan herkes de özgür ve serbest iradesiyle kararını vererek oyunu kullanabilmelidir. Genel merkezler, il kongreleri sonucunda oluşacak kurultay delegeleri tarafından seçileceklerdir. O sürece müdahale sayılacak bu gibi temennilerden vazgeçmelidirler. Aksi halde onları seçecek irade şimdiden sakatlanmış olacaktır.

Son söz: Demokrasi şöleninde, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr       11.02.2020
                

demokarsinin evrensel kuralları vardır
         
                            
Formun Altı


Formun Üstü



4 Şubat 2020 Salı

SANA KIRMIZI ÇOK YAKIŞIYOR




                             

                                Vedalaşırken üzülmüş gibi
                                Tutma ellerimi acıyarak,
                                Kendine dev aynasında değil,
                                Boy aynasında bir bak.
                                Belki biraz bozuldun
                                Ruhun belki can çekişiyor
                                Belki biraz da kızardın ama
                                Sana kırmızı çok yakışıyor.

            Yukarıdaki dizeler, 2004 yılında Hande Yener’in söylediği ve çok popüler olan “Sana Kırmızı Çok Yakışıyor”, adlı şarkısından alınmıştır. Son zamanlarda kırmızı yine pek revaçta. ”Devrimin rengi”, “aşkın rengi”, diyorlar. Aşkı bilmem ama neyin devrimi? Renklere bir güç vehmedenlerin söyleyecek sözleri tükenmiş, simgelerden yardım istiyorlar sanki.
             
            Renklere bir güç vehmedenler unutmasınlar ki her renk güzeldir. Önemli olan her renge değer vermektir. Tek renk sadece dünyayı tek pencereden görenler için geçerli olabilir. Ama tek renk, tek görüş, tek adam, tek otorite asla tüm renklerin olması gereken demokrasi dünyasında tek başına yeterli olamaz. Düşünün herkesin mavi elbise giydiğini, her evin kahverengi ya da dağın, taşın, ovaların, denizlerin kırmızıyla boyalı olduğunu, ne tatsız olurdu, değil mi? Her renk kendine göre güzeldir. Önemli olan her renge değer vermektir.
            
             Renkler masumdur. Ayrıştırmanın aracı olamazlar. Kat kat açan dünyanın en güzel çiçeklerinden güller bile rengarenktir. Tek renk gül bahçesi ne tatsız olurdu. Sadece güllerin dikeni vardır. Koklamak isterken eline batar insanın. Ama güller dikensiz olmaz. Gül dikeniyle güzeldir.
            
            Son söz: Dikensiz gül bahçesi yaratmak isteyen, elindeki gül bahçesini de kaybeder.





orhankalyoncu.blogspot.com.tr    05.02.2020

2 Şubat 2020 Pazar

BURASI TÜRKİYE


                                                 
             Burası Türkiye…
             Burada siyaset, kandırmaca üzerine inşa edilir.
             Burada siyaset, kitleleri uyuşturan algı üzerine inşa edilir.
             Burada siyaset, halk yağcılığı/popülizm üzerine inşa edilir.
              
              Yukarıdaki cümleler, yazar Soner Yalçın’ın 30 Ocak 2020 tarihli Sözcü Gazetesindeki Hakikat Köşesinde yayınlanan "İmamoğlu", başlıklı yazısından alındı. Teorik olarak siyasetin, topluma hizmet etme amacıyla yapıldığı söylenir. Ancak gerçekte öyle olmadığını, yukarıdaki satırlar bize anlatmış. Her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var, ülkesini, vatanını, bayrağını, milletini seven ilkeli, idealist siyasetçilere.
                
            Kimi zaman yönetici olanların düşündüğünün aksine milleti her zaman kandırmanın mümkün olmadığını tarih bize göstermiştir.
                
             Yani siyaset;
             Bir yalan söyleme sanatı değildir.
             Bir illüzyon değildir.
             Bir algı yönetimi değildir.

            Gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkma gibi bir özelliği vardır. Millet gerçekleri öğrendiğinde gereken yanıtını verir.
                 
             Kimi yöneticiler de halka hizmet etmek için seçildiklerini unuturlar, etrafındaki yağcıların söylediklerinden, “küçük dağları ben yarattım”, havasına girerler. Bazen de yalnız kaldıklarında aynaya baktıklarında karşılarında bir dev görürler. Bu tavır da, sağlıklı bir tavır değildir.
            
             Demokrasilerde; hesap vermek, şeffaf davranmak, adil olmak, yasalara uymak zorunluluğu vardır.
             
             Akıllı bir siyasetçi kısa zamanda çok düşman yaratmaz.
             
             Bir filin, züccaciye dükkanına girmesi gibi hareket eden, kırılmadık bir şey bırakmayan siyasetçi ilk seçimde yenilgiye mahkumdur. O zaman da, “ben ne yaptım”, demenin pek bir anlamı olmayacaktır.
              
Son söz: Sel (siyasetçi) gider, kum (millet) kalır.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr     02.02.2020
              
              

                                      

28 Ocak 2020 Salı

HAVADAN SUDAN



                                     
                                   
           

       Sabah erkenden kahvaltıdan önce yürüyüşe çıkmıştım. Bozuk yollarda yürümeye çabalarken, kapı komşumuz Hüseyin ile karşılaştım. Çiftçilikle uğraşan Hüseyin ilkokuldan sonra okumamıştı ama çok okumuşa taş çıkartırdı. Kafası iyi çalışır, olayları yerli yerine oturtur, boşa konuşmazdı. Aslen kasabaya yakın bir köydendi. Zaten işlediği tarlaları da, iş zamanı kaldıkları evde, oradaydı.

“ Ocam, günaydın.  Ayrola spor mu yapıyon?”
“ Evet, Hüseyin yolda düşmemeye çalışarak yürüyüş yapıyorum. Her gün 45 dakika yürüyüş yapmak, iyiymiş.”
“ Aman ocam dikkat edin. Geçendeki gibi düşmeyesiniz.
 “ Merak etme Hüseyin daha dikkatli yürüyorum. Geçenlerde düştüğümde                    kaldırımın bozuk olması kadar spor ayakkabıya yapışan kumlar da sanki paten                  gibi beni kaydırdı. Nasıl yeni seçilen köyünüzün muhtarından memnun                            musunuz?”

 “ Ah, ocam. Gelen gideni aratır, derler ya, aynen üüle oldu. İç bi şey yapmaz. Sade       kaavede pişpirik oynar, durur. Yollar bozuk, çöplerden, köpeklerden geçilmez.                 Sanki o mııtar olmamış, bana mısın demez. Vaasa yoksa valiyle, kaymakamla                   fotograf çektirsin. Face’mi nedir, orda paylaşsın, çok iş yaparmış gibi. Bi de                     köyün dünya kadar geliri sıfırlanmış, onun için köyün arazilerini satışa çıkarmış.         Eski mııtarı arıyoz”.
 “ Eh, Hüseyin, gelen gideni aratır.  Bu gibi deyimler defalarca denenerek yılların           imbiğinden geçmiştir. Her şeyi dört sözcükle özetleyiverir. Bu söz, halk arasında            yöneticiler için de söylenir. Gelenin, gideni aratmaması için gidenin yanlışlarını              yapmamaktır, onlardan ders çıkartmaktır asıl olan.
  “Evet, ocam.
        
 “Toplumu idare etmek iddiasıyla yola çıkanlar, yasalara uymak kadar toplum              vicdanına da uygun davranmak zorundadır.  Bir makama gelen bir yönetici çeşitli            konularda harcama yaparken yasalara uygun hareket ediyor olabilir ama bir de                bunun toplum vicdanında kabul görmesi gerekir. Onun için yöneticiler, her                      bireyin hakkı olan kamunun kaynağını toplumun öncelik taşıyan gerçek                            ihtiyaçlarına harcamak zorundadır. Uygar toplumlarda saydamlık ve hesap                        verilebilirlik ilkeleri vazgeçilmezdir. Orada kör kuruşun bile hesabı sorulur.”
 “ Ee ocam duuru sülersin. Adi bana müsaade, tarlaya gitcem. İi günler.”
 “ İyi günler, Hüseyin.”




             orhankalyoncu.blogspot.com.tr                 29.01.2020

                   
                


25 Ocak 2020 Cumartesi

ANA GİBİ YAR OLMAZ








                                                
                         
     "Ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz", atasözünü asıl deyişinden farklı olarak anne-babanın kıymetini ifade etmek  için, "ana gibi yar, baba gibi diyar olmaz", şeklinde  kullanırız. Gerçekten de anne ve babanın kıymetini hiçbir şeyle ölçemeyiz. Kuran-ı Kerim’e bakıldığında birçok ayette Allah'a imandan sonra ana-babaya iyilik etmek emredilmektedir. Anne, 9 ay karnında taşıdığı, her şeyden koruduğu çocuğu için canını bile feda etmekten çekinmez. Babalar da, çocukları için yemez yedirir, giymez giydirir. Çocukları için koruyucu ve kollayıcıdır. Durum genelde böyledir. Ancak günümüzde şahit olduğumuz bazı olaylarda anne-baba, çocuk ilişkisinin şiddet sarmalında adeta çığırından çıktığını görüyoruz. Eskiden, “Anne babaya el kalkmaz”, “büyüğe kalkan el kurur”, denirdi. Şimdi hayretle, gözlerimiz şaşkınlıkla açılmış vaziyette, çocukları tarafından katledilen anne- babaların haberlerini okuyoruz.
       
       İnternette yayınlanan bir videoda,18 yaşındaki bir genç, yaşlı annesini yerden yere savurarak, elindeki bıçakla onu bıçaklamaya çalışıyor. Çaresiz kadın bir şey yapamıyor, boş çuval gibi savrulduğu duvar dibinde oturuyor. Biz seyrediyoruz. Basın ve sosyal medyada, köpeğine vurdu diye babasını av tüfeğiyle öldüren bir gencin, Mersin Erdemli’de anne-babasını av tüfeğiyle öldüren 35 yaşındaki bir başka gencin haberlerini okuyoruz. Donmuş vaziyette ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. 21 Mart 2019’da Mersin’in Toroslar ilçesinde, 33 yaşındaki bir gencin anne-babasını bıçaklayarak öldürdüğünü, 21 Eylül 2019’da İstanbul Arnavutköy’de 24 yaşındaki bir gencin, beraber oturduğu üvey babası-annesini, kardeşini ve ağabeyini bıçakla öldürdüğünü, 2 Ekim 2019 tarihinde İzmir’de bir gencin içine siyanür koyduğu şerbeti anne- babasına içirerek onları katlettiğini medyadan öğreniyoruz.

        Bunun adını koyamıyoruz. Toplumu saran bir cinnet hali mi? Sadece dehşetle izliyoruz. İnsanları kötü etkileyen bu ve buna benzer olayların altında yatan toplumsal problemler nelerdir? Sağlıklı bir toplum hayatı için; devletin, bir an önce böyle toplum değerlerini alt-üst eden cinayetlerin artmasının sosyo-ekonomik, psikolojik nedenlerini araştırması ve çözüm yollarını hayata geçirmesi gerekir.


            orhankalyoncu.blogspot.com.tr              25.01.2020