31 Aralık 2019 Salı

SİYASET İNSANI HASTA EDİYOR



                             
                            



             “ABD’deki Nebraska Lincoln Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, siyaset insan sağlığını olumsuz etkiliyor. Ankete katılanların % 40’ı siyasetin kendilerinde stres yarattığını, %20’si uykusuzluk sorunu yaşadığını, % 20’si de arkadaşlarıyla siyaset yüzünden ilişkilerinin bozulduğunu söylemiş.” Bu haber Sözcü Gazetesinin 27.09.2019 tarihli sayısında yayınlandı. Bu haber üzerine çeşitli yorumlar yapabilir, mesela şöyle düşünebiliriz; “o zaman siyasetten uzak duralım, rahat edelim” ya da “başkaları uğraşsın, biz karışmayalım, böylece hiç stres yaşamayız”. Ancak bu düşünceler gerçeklerle bağdaşmıyor. Çünkü siyaset sadece siyasetçilere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Halkın kendi sorunlarına sahip çıkması, yurttaşların siyaset yapması ile yakından ilgilidir. Soluduğumuz havadan, ürün yetiştirdiğimiz toprağa yediğimiz ekmekten, içtiğimiz suya, kullandığımız elektrikten, yaktığımız kömüre, sağlığımızdan, aldığımız eğitime kadar toplumu ilgilendiren her türlü konunun belirleyicisidir, siyaset.          
             Siyaset toplum için yapıldığında güzeldir. Bireysel çıkar ve siyasi rant için yapıldığında bu güzellikten bahsedemeyiz. "Siyasetten ne kazanırım hesabını yapmak yerine, topluma ne kazandırabilirim", diye düşünmek gerekir. Çoğu kişiyi siyasetten uzaklaştıran, “aman siyasetin pisliğine hiç bulaşmayalım”, dedirten çekişmeler, dedikodular, kavgalar, ayak oyunları yok mudur? Vardır. İlkesiz ve kuralsız politikaların yapılması da bunda etkendir. Ama tarihe kalan bu gibi siyaset yapanlar değil, halkına hizmet edenlerdir. Kadınlarımızın siyasetteki yerine gelince; Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk, bir çok Avrupa ülkesinden önce genç Türkiye Cumhuriyetinde kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan yasalar çıkardı.1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanındı.                                    
          
         Kadın politikacılara, pozitif ayrımcılık uygulanarak, ülkenin yarısını oluşturan kadınların aktif rollerde yer alması demokrasimizi güçlendirecektir. Ancak kadınların sadece kadın oldukları için değil, yetişmiş bir kişi olarak çok iyi donatıldıkları için sorumluluk mevkilerinde olmaları gerekir. İyi bir eğitim, emek, birikim ve deneyim erkekler için olduğu kadar, kadın siyasetçiler içinde olmazsa olmazdır. Sorumluluk mevkiindeki kadın siyasetçilerin başarılı olamamaları halinde sadece kendilerinin değil, kendilerinden sonra gelecek kadın siyasetçilerin de önünü kapayabileceklerini unutmamaları gerekir. Gezici araştırma Merkezinin Türkiye genelinde halkın güven duyduğu siyasetçilerde 225 kişilik listeye sadece 4 kadın siyasetçi girebildi. Ancak Atatürk'ün açtığı yolda yürüyen kadınlarımızın bu tabloyu değiştirerek daha başarılı olacaklarına dair inancımız tamdır.



orhankalyoncu.blogspot.com.tr                                       31.12.2019
           
     


25 Aralık 2019 Çarşamba

KONUŞAN TOPLUM


                                                     
                    
              



              Demokrasi, konuşanların rejimidir, çok sesliliktir. Bu çok seslilik, kurallar, yasalar ve edep içerisinde cereyan eder. Her şeye boyun eğip, “büyüklerimiz bizden iyi bilir”, diyerek susan toplum demokrasiyi yaşatamaz. Türkiye Cumhuriyeti,  anayasamıza göre demokratik bir hukuk devletidir. Başkalarının özgürlük alanına girmeden ve hakaret etmeden her yurttaşın ifade özgürlüğü vardır ve anayasanın teminatı altındadır. CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 432 km yolu hak, hukuk, adalet diyerek iktidarı uyarmak için yürümüştür. Sadece iktidarın değil, herkesin bundan ders çıkarması gerekir. Gerçek demokrasilerde gücü ele geçirenlerin her dediğini ve istediğini yapma hakkı yoktur. Yaparlarsa bu keyfi yönetim olur ve demokrasiyle bağdaşmaz.  Siyasi partilerde de bu böyledir. Hiç kimse keyfi hareket edemez. Onları bağlayan da başta anayasa, siyasi partiler yasası, partinin tüzük ve yönetmelikleridir. Bunlara aykırı işlem yapılamaz. 

              Ancak uygulamada öyle olmadığına şahit oluyoruz. Mesela: Tüzük diyor ki; seçimlerde %33 kadın kotası vardır. Bir seçimde kadın aday adayı olduğu halde, aday listesinde kadın adaya yer verilmiyorsa burada keyfi yönetim var demektir. Mesela: Tüzük ve genelgeler; “seçimlerde aday adaylıkları için, şu tarihe kadar müracaat edilmesi, görevi varsa istifa etmesi ve partiye ödeme yapılması gerekir”, diyor ama buna uyulmuyorsa; orada hak, hukuk, adalet yerine keyfi idare var demektir. Mesela: Partinin genel sekreter vekili tarafından genelge gönderilerek delege seçimlerinin tümünün aynı gün, aynı saat ve aynı yerde yapılmayacağı, yine her muhtarlık bölgesine mutlaka sandık konularak oyların sandığa atılması şeklinde oy kullanılacağı yazılıyor ama buna uyulmuyorsa, burada keyfi idare var demektir. Mesela: Genel Başkanın belediye başkanlarının örgüt seçimlerine karışmayacaklarını söylemesine rağmen belediye başkanı, tüm gücüyle seçimlere müdahale ediyorsa, burada hak, hukuk, adalet değil, keyfi idare var demektir.
         
             Demokrasilerde keyfi idareye yer yoktur. Yasalar, tüzük, yönetmelik ve genelgelere uyulmak mecburiyeti vardır. Eğer uyulmuyorsa, gereken yapılır. Ama çoğu kişi bu durumlarda üç maymunu oynuyor. Siyasi partilerde eleştiri ve özeleştiri yapılmaz, haksızlıklar karşısında “kol kırılır, yen içinde kalır”, denilirse eninde sonunda bundan o parti büyük zarar görür.  Parti, ya o üyeyi küstürür, aktif olarak çalıştıramaz ya da partiden ümidini kesen üye ayrılır. Halbuki iktidara gelmeyi amaçlayan bir partinin hiç kimseyi dışlama veya kaybetme lüksü yoktur. Bu konulara dikkat edeceklerin başında da il-ilçe başkanları ve yönetim kurulları gelir. Çünkü onlar, yalnızca bir grubun değil, seçilmişler dahil o il ve ilçedeki tüm üyelerin başkanı ve yönetimidir. Bu nedenle il-ilçe başkanları ve yönetim kurulları benden-senden ayrımı yapmadan sözde değil, özde hak, hukuk, adalet, eşitlik ve liyakat çerçevesinde görev yapmalıdırlar.


 


orhankalyoncu.blogspot.com.tr    25.12.2019


19 Aralık 2019 Perşembe

HANEDANLIK


                                                               
               


        Hanedan; hükümdar veya devlet büyüğü bir kişiye dayanan soy, büyük aile, demektir. Eski Türk devletlerinin yönetiminde ülke, hanedanın ortak malı sayılır, hanedan üyeleri yönetimde söz sahibi olurdu. Bu durum, taht kavgalarını da beraberinde getirmiş, zamanla devletlerin yıkılış sürecini etkilemiştir. Günümüzde de bazı gelişmiş Avrupa ülkelerinde hanedanlık söz konusudur. Bunların en ünlüsü İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda devletlerinin birleşmesinden oluşmuş Birleşik Krallıkta (United Kingdom) 1917’den beri hüküm süren Windsor Hanedanıdır. Birleşik Krallığın yönetim şekli anayasal monarşidir. Siyaset üstü bir konuma sahip olan kral veya kraliçe devlet başkanı olarak sembolik bir değere sahiptir. Birleşik Krallıkta sistem kişilere değil, kurallara bağlıdır.
            
         Geçmişi tarihe dayanan hanedanlıkların bazı Avrupa ülkelerinde de halen varlığını sürdürdüğünü görmekteyiz. Ancak bunların üyeleri sadece temsil görevini yaparlar. Asıl söz sahibi demokrasinin vazgeçilmez kuralı gereği, halktır. Halk özgür seçimlerini yapar, temsilcilerini seçer ve her platformda düşüncelerini ifade etme hakkına sahiptir. Basın hürdür. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Az gelişmiş ülkelerde nasıl olur? Demokrasi olduğu söylenir ama esas hanedanlık bu ülkelerde uygulanır. Bir bakarsın bir rektör tüm sülalesini yönetici atamış, bir milletvekili yakınını danışman yapmış, bir belediye başkanı eşini, kardeşini yetkili kılmış ya da tanıdıklarını işe almış. Nepotizm (akraba kayırıcılığı) bu ülkelerde yaygındır. 
           
       Adalet bir devleti ayakta tutan en önemli kavramdır. Adalet çökerse devlet çöker. Bu devlette olduğu gibi bir siyasi parti ya da bir aile için de aynıdır. Aile içinde bile adaletsiz davranılır,  ortaya eşitsizlik çıkarsa orada huzurdan bahsedilemez. Akraba kayırmacılığına son vermeden, siyasi partiler demokratikleşmeden, üyelerine hesap vermeden o ülkede demokratikleşme olmaz, gerçek demokrasi gelmez. Sadece demokrasicilik oynanır. Seçimlerde en antidemokratik uygulamalar yapılır ama söze gelince demokrasi şöleninden bahsedilir. Kim inanır?

11 Aralık 2019 Çarşamba

ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK BENİM KARAKTERİMDİR


      
      
            Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir”, “Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım”, sözünü adeta Türk milletinin her ferdine vasiyet etmiş, her birinin böyle davranmasını istemiştir. “Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim”, sözleri bunu ortaya koyar.
         
          Özgürlük ve bağımsızlık ülkemiz için olduğu kadar bireysel yaşamımız içinde çok önem taşır. Her şeyin menfaate dayandığı günümüzde artık özgür ve bağımsız davranan kişilere çok az rastlamaktayız. Özgür düşünen, bunun sonucunda hür iradesiyle davranan kişiler her geçen gün azalmaktadır. “Büyüklerimiz bizden iyi bilir”, dediğinizde artık yapılacak bir şey kalmamış demektir. Bağlandığınız gemi nereye giderse, siz de oraya gidersiniz. Biat ederseniz, müridi olduğunuz şeyhin kararını beklersiniz. Bu kolaycılıktır. Sürü psikolojisiyle hareket edenler, düşünmeye gerek duymazlar. Şeyhleri gittiğinde de kendilerine yön verecek yeni şeyhler ararlar.
             
          Ancak kendi kafanızla, beyninizle düşünür ve karar verirseniz, o zaman özgür bir birey olduğunuzun farkına varır ve o özgürlüğünüzün tadını çıkarırsınız. Özgür birey olmak yaratıcılığın anahtarıdır ve özgür bir ülkede olur. Egemen güçler bu özgürlükten pek hoşlanmazlar ve bunu önlemek için her türlü baskıyı yapabilirler. Unutmayalım ki baskı yapanların bugün tarihte adı bile okunmazken, Galileo ve Sokrates gibi baskı görüp, düşünceleri uğruna ölüme gidenlerin isimleri tarihin altın sayfalarında yer almaktadır.

         Düşüncenin özgürleşmesi öyle aniden ortaya çıkmaz. Eğitimden, kültürden, siyasetten, ekonomiden, yaşam tarzından, çevreden etkilenir. Yalnız başına oluşmaz. Bir mücadeledir, bir hayat tarzıdır, bir süreçtir. Kiralık kafalarda buna ihtiyaç yoktur. Böyle kişilerle hiçbir konuyu tartışamazsınız. Hazır fikirleri vardır. Şablon kullanırlar. Esnek değildirler. Bu, ya biat kültürüyle yetiştikleri ya da menfaatleri öyle gerektirdiği içindir. Gün gelecek düşünceye pranga vurmaya kalkanlar değil, çağdaş ülkelerde olduğu gibi düşüncelerini özgürce söyleyenler, özgürlük türkülerini haykıracaklardır. Çünkü insanlığa en yakışan özellik özgürlüktür. Özgür beyinler çoğu kişiyi ürkütürler ve yalnızdırlar. Ancak insanlık onların sayesinde vardır ve yükselmiştir.
           


orhankalyoncu.blogspot.com.tr          11.12 2019

8 Aralık 2019 Pazar

ÇIFIT ÇARŞISI




Balat/İSTANBUL


                                    

            Kadın, çarşıda elektrik direğinin dibinde kendisini bekleyen kocasını görünce sevindi. Çünkü kocası evden çıkarken ona kızmıştı. Ama şimdi oradaydı. Ağır, ağır bastonuna dayanarak ona doğru yürüdü. Kadının şekeri ileri safhadaydı, gözlerine vuruyordu. Bu yüzden gözleri pek görmüyordu. Son zamanlarda kilo da almış, iyice şişmanlamıştı. Bunlara rağmen en güçlü olduğu yönü çenesi ve sivri diliydi. Her önüne geleni konuşmalarıyla yerin dibine sokmakta mahirdi.
              
          Kocasını onu beklerken bulmuştu ya, evde yarım kalmış tartışmayı sürdürebilirdi. Çarşı, marşı onu ilgilendirmezdi. Kocasına açtı ağzını yumdu gözünü, “adam adam ben senin ağzına s….m. Neden bana istediğim tektaşı almadın? Bak şu karşıda kuyumcu var”. Adamcağız ne yapsın? “Tamam”, dedi, tartışmayı bitirmek için. Ama ne mümkün? Bir süre daha söylendi. Sonra sustu. Adam da ona, karşı kuyumcudan 1500 liraya bir tek taş yüzük aldı.
               
         Daha alacakları bitmemişti. Geldikleri yer İstanbul’da Balat Çarşısı ya da diğer adıyla Çıfıt Çarşısı idi. "Çıfıt", sözcüğünün anlamı "düzensiz ve türlü şeylerin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer", demekti. Osmanlılar döneminde, Yahudiler o zamana kadar tek tek kurulu olan dükkanları Balat’ta her şeyin bir arada bulunduğu bir duruma getirerek bir çarşıda toplamışlardı. Çıfıt Çarşısı terimi de buradan geliyordu.
              
         Torunu için bir şeyler almak isteyen kadın iki katlı bir dükkanın önünde durdu oraya girmeye niyetlendiler ancak karşı dükkandan da esnaf oldukları belli genç bir erkekle, bir kadın müşterinin önünü kesip, kendi dükkanlarına girmeleri için ısrar etmeye başladılar. Kadınla, kocası ne yapacaklarını şaşırmış bir vaziyette kalakaldılar. Satıcılar, özellikle kadını kollarına girip dükkanlarına sokmak için çekiştirmeye başladılar. Kadının kocası dükkanın kapısında kalmış, esnaf çift, yüz kiloluk kadını uçurur gibi dükkana sokmayı başarmıştı. Adam kapıda bir sandalye bularak, karısını orada beklemeye başladı. Yaklaşık yarım saat sonra o çok konuşan kadın oflaya, puflaya bir kucak eşya ile dükkandan çıktı. Nasılsa kredi kartı kendisindeydi. Artık neşesi yerine gelmişti. Var mı, yok mu dinlememiş, istediklerini almıştı. Kadın, “hadi, kocacığım artık gidebiliriz”, deyince, adam pek keyifsizdi. Aklından geçeni anlamak mümkün değildi ama kafasının içi sanki Çıfıt Çarşısı gibiydi.






orhankalyoncu.blogspot.com.tr                          09.12.2019


2 Aralık 2019 Pazartesi

CUMHURİYET HALK PARTİSİNDE DELEGE SEÇİMLERİNE DAİR BİR DEĞERLENDİRME


              
               
                 
                 
                      
         
         Cumhuriyet Halk Partisinin tüzüğünün siyasal yaşam anlayışı başlıklı bölümündeki 3. maddede, “Cumhuriyet Halk Partisi ve üyeleri için siyasal yaşamda görev almak onurlu bir toplum hizmetidir. Erdemli olmak CHP’li olmanın ön koşuludur”, der. CHP’liler için bu ilke vazgeçilmezdir. Her üye diğer üyelere ve yurttaşlara saygılı davranmak, onların hak ve hukukuna riayet etmek zorundadır. Büyüklere saygılı olmakta bu kuralın içindedir. Çünkü geçmişine sahip çıkmayanın geleceği olmaz.   
  • Siyaset, halka hizmet için yapıldığında kişiye kıvanç verir. Makam mevki için yapıldığında ise bu kıvanç sıkıntıya dönüşür.
  • Hırs ölçülü olduğunda insanı motive eder, ancak fazla olduğunda yanlışa sürükler. 
  • Siyaset bir günlük, bir yıllık bir iş değildir. Yapılmak istendiğinde uzun bir maratondur. Hep başarı yoktur. Başarı da vardır, başarısızlıkta. Kazanmakta vardır, kaybetmekte. Sabırla, iğneyle kuyu kazar gibi insanların gönlünü almak gerekir. 
  • Herkesi tehdit ederek, hakaret ederek, baskı kurarak, menfaat dağıtarak kazanmaya çalışmak, belki kısa vadede o kişiye kazandırabilir ama bu uzun sürmez.  
        Ülkemizin ikinci büyük partisi ve iktidar alternatifi Cumhuriyet Halk Partisi 2020 yılının Nisan ayında olağan kurultayını yaparak Genel Başkanını ve üst yönetimini seçecektir. Bu nedenle yapılacak ilçe ve il kongrelerinin başlangıcı olarak üyeler; (muhtarlık bölgesi temsilcilerini) mahalle kongre delegelerini seçtiler. Delegeler, ilçe kongresinde ilçe başkanını, yönetimini ve il delegelerini seçecek, bir daha da seçim olmazsa onlara 2 yıl pek iş düşmeyecektir. Burada önemli olan her üyenin hiç bir baskı ve etki altında kalmadan kendi hür iradesiyle seçimini yapmasıdır. Parti içi yarışlarda, yarın beraber çalışacak olan üyelerin davranışlarında, ölçülü, saygılı ve erdemli olması gerekir. Bu siyasetin alfabesidir.
                 
        Genel ve yerel seçimlerde ön seçimlerin yapılmaması, yani üyelere söz hakkı verilmemesi ve adaylıkların saptanmasında genel merkezlerin ve ilçe yönetimlerinin yetkilendirilmesi dolayısıyla ilçe başkanlıkları çok önemli oluverdi aday olmayı düşünenler ya da seçilmişler için. Bütün mesele bu. Halbuki siyasi partilerin amacı parti içinde iktidar olmak değil, ülkede iktidar olmak, ülkemizde yaşayan insanların mutlulukları için belirledikleri politikaları hayata  geçirmektir. Cumhuriyet Halk Partili üyeler için yazımın başında belirttiğim tüzük maddesinin bir başka bendini daha hatırlatmak isterim. O da şudur; “siyasal yaşamda erdemliliğe, üretkenliğe, yeteneğe ve emeğe uygun yükselmek esastır. Partililer, bu ilkelere bağlı olarak toplum hayatının ve parti görevlerinin gerektirdiği nitelikleri kazanmak; sorumluluk yerlerine başarılı, bilgili, dürüst ve yetenekli üyelerin seçilmelerini sağlamak için sürekli çaba harcarlar."



orhankalyoncu.blogspot.com.tr                                 02.12.2019      
        



23 Kasım 2019 Cumartesi

HER DEVRİN ADAMI





                                        
                                     
              Ona, "her devrin adamı", derlerdi. Gerçekten de her devirde baştakilerin en yakın adamı oluyordu. Yeni seçilen belediye başkanını kutlamaya gitti. Daha başkanın odasına girer girmez hemen başkanın eline sarılıp, öpecek gibi yaptı. Oysa başkan ondan gençti. Başkan elini zorla geri çekti. Hemen söze girdi, “sayın başkanım ben, oğlum ve eşim her zaman emrinizdeyiz. Ne zaman isterseniz bizi arayabilirsiniz. Emrinizi bekliyoruz”. Onun için yeni bir devir başlamıştı. Bu devrin de adamı olmalıydı. Yoksa hem işlettiği belediye dükkanından çıkarılabilir, hem de askerlikten sonra güç bela belediyeye taşeron işçi olarak yerleştirdiği oğlu işinden olabilirdi.
                 
          Bu tip kişilerde hakim olan “giden ağam, gelen paşam” zihniyetiydi. Yönetimde kimin olduğu fark etmezdi. Önemli olan yönetime yakın olmalarıydı. Her devrin adamı olmak için her devirde iktidardan yana olmak gerekirdi. Buradaki asıl marifet kimin iktidar olabileceğini önceden sezmek idi. Eğer zamanında güçlüden yana tavır alınabilirse, iktidarın sevdiği kişi olurdunuz. Yok, sonradan iktidara yanaştı iseniz ilki kadar rağbet göremezdiniz. Çünkü iktidar sahipleri de bilir ki iktidardan düştüklerinde ilk önce bu adamlar ortadan kaybolacaktır.
                
          Tehlike anında renk değiştiren bukalemuna benzeyen bu kişiler bukalemun kadar bile dik duramazlar. Çünkü bukalemun tehlike anında ortama uyar. Halbuki bu sözünü ettiğimiz kişiler sadece çıkarları emrettiği için böyle davranır. Her devre hemen ayak uydururlar. İktidar kimdeyse, onların yanındadırlar. İktidarın nimetlerinden yararlanmak isteyen “her devrin adamları” içinde her meslekten adamlar vardır. Çünkü yağcılık her daim revaçtadır. İktidar da onları kullanabildikleri kadar besler. 
               
           Fikir değiştirmek, fikirleri değiştiğinde parti değiştirmek ya da dün beraber olduklarını beğenmeyince başkaları ile birlikte hareket etmekten farklıdır, her devrin adamı olmak. Daha düne kadar birilerinin peşinden giden, onun için methiyeler düzen biri nasıl olur da, o kişi gözden düştüğünde hemen yeni güçlünün yanında yer alır ve eski güçlünün aleyhinde olur? Bazıları tarafından “oportünist” (fırsatçı) ya da “dönek” diye adlandırılan bu kişiler güçlü olanları da yanıltır, gerektiğinde onları da satarlar. İnsanlar için önemli olan her devrin adamı olmak değil, her devirde adam olmaktır. 






orhankalyoncu.blogspot.com.tr                                 25.11.2019




18 Kasım 2019 Pazartesi

SİYASİ PARTİLERDE KATILIMCI DEMOKRASİYE GEÇİŞ



             

             Demokrasi, kısaca halkın kendi kendini yönetmesidir. Dünya ülkelerinin yönetim şekillerine baktığımızda demokratik sistemi, en uygun sistem olarak görürüz. Siyasi partiler de demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Ülkemizde de çok partili demokratik sisteme 2.Dünya Savaşının bitmesinin ardından 1946 yılında geçtik. İnişli çıkışlı birçok aşamadan geçtikten sonra 73 yılda günümüzdeki demokratik sisteme geldik. Ne kadar demokratik sorusuna herkes bulunduğu yere göre değişik yanıtlar verebilir. Ancak bir ülkenin demokratik sayılabilmesi için temel ölçüt, erkler ayrılığıdır. Yasama, yargı ve yürütmenin ayrı, bağımsız olması ve birbirlerini denetlemesi gerekir.
             
           Ülkede demokrasinin gelişmesi ve kökleşmesi için bir başka önemli konu da siyasi partilerin demokratik olması ve katılımcı demokrasiye uygun yönetilmesidir. Bu durum var mı? Siyasi partiler, anayasa, 1983 yılında kabul edilen siyasi partiler yasasına ve kongrelerinde kabul edilen tüzük ile yönetmeliklerine göre yönetilirler. Siyasi partiler yasası geçen 36 yılda pek değişmedi. Sadece 2018’de yapılan bazı değişikliklerle ittifaklara yol açıldı. Genel merkezler egemen oldukları kurultaylarda tüzük ve yönetmeliklerini bu yasaya uygun çıkarmakla beraber tabanın, üyenin söz hakkını öne çıkarmamakta ısrarlıdırlar. Bunun için genel başkanları ve yönetimlerini değiştirmek, kendileri istemediği takdirde olanaksıza yakındır. Siyasi partilerin gerçek sahibi (sayılan) üyelerin yönetimde söz sahibi olabilmesi, kendi yöneticilerini ile adaylarını seçebilmeleri için mutlaka partilerin demokratik, katılımcı, saydam ve hesap verebilir olmaları gerekir. Parti içi demokrasinin temeli de nitelikli üye yapısına geçmek ve her aşamada üyenin katılımını sağlamaktır. Bunun için izlenecek yol şöyle olmalıdır.
            
           Nitelikli Üye ve parti içi seçimler: Lider egemen siyasi partilerde demokratik yapılanma için önce üye kayıt sisteminin sağlam olması gerekir. Yani bir işe girmek ya da delege seçimlerinde oy kullandırmak için yapılan üye, partileri demokratik yapmaz. “Üye yapımız sağlıklı olmadığı için önseçim yapamayız”, dememek için üyelerin gerçekten o partinin felsefesine inanan, ona karşı görevlerini yapan, aidatını ödeyen, eğitimini alan kişiler olması gerekir. Eğer öyle olursa o zaman delege sistemine de gerek kalmaz. Genel başkan ve üst yönetim dahil tüm yönetim kademeleri ve adaylıklar üyelerin oy kullanmasıyla seçilir.
        
          Kongrelerde demokratik seçim usulü: Çarşaf Liste, parti içinde yapılacak seçimlerde tüm üyelerin oy kullanması için nitelikli üye yapısının şart olduğunu belirtmiştik. Adaylıklar içinde (belirli bir imza sayısı ön koşul olabilir) tek yöntem olarak “Çarşaf Liste” diye adlandırılan (çoktan seçmeli) seçim yönteminin tüm kongrelerde ve adaylıklarda kullanılması gerekir. Siyasi partiler, bu kararları hayata geçirdiklerinde artık demokrasi konusunda belirli bir kesimin egemenliği değil, üyenin (tabanın) iradesi öne çıkacak, adaylar da halkın adayları olacaktır. Kamplaşmalar, gruplar aza inerek parti içinde barış, kardeşlik, amaç birliği sağlanacak, böylece demokrasi tabana yayılacaktır.

 




orhankalyoncu.blogspot.com.tr     18.11.2019



         

12 Kasım 2019 Salı

ZENGİN MEMLEKETİZ


                                                          
                                                  
        Nisan 2011 yılından beri Türkiye “Açık Kapı Politikası” çerçevesinde kapısına gelen hiçbir Suriyeliyi geri çevirmeyerek resmi rakamlara göre 3,7 milyon Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapıyor. Devletimiz onlara bugüne kadar 40 milyar dolar civarında harcamada bulundu. Eğer Suriye’de oluşturulan güvenli bölgeye giderlerse de onlara orada ev verileceğinden bahsediliyor. Güzel bir şey ama bu insanlar orada neyle geçinecek? Hep hazır mı bakılacak? En önemlisi de gitmek isteyecekler mi? Ülkemizde net asgari ücretin 2,020 T.L (350 Dolar) olduğu, 847 bin emeklinin 1,000 T.L’nın altında maaş aldığı, milyonlarca vatandaşın emeklilikte Yaşa Takıldığı, yüz binlerce memurun 3600’ü beklediği, iç ve dış borçlanmada milyarlarca liranın faize gittiği gerçeğini unutmadan bu konuda Sözcü Gazetesi yazarı Rahmi Turan’a bir okuyucusundan gelen ve gazetenin 4 Kasım 2019 tarihli sayısında yayınlanan mektubuna göz atalım.
          
         Bu mektupta yazılanlara göre dört kişilik bir Suriyeli sığınmacı ailenin her bir ferdine sosyal yardım parası olarak 1,250 T.L’dan aylık 5,000 T.L, yedi çocuğu olan bu ailenin her bir çocuğu için de 895 T.L dan 6,265 T.L ödeniyormuş. Böylece bu ailenin aylık toplam geliri 11,265 T.L olmaktaymış.  Market kartları varmış. Markete para yok. Telefon için ayda 5 T.L verip bütün dünya ile görüşebiliyormuş. Biriktirdiği parasıyla otomobil almış, taksicilik yapıyormuş. Polis sormadığı için ehliyet lazım değil, plaka ise geçici olduğu için bedavaymış. İnanamadığımız bu olay şimdiye kadar tekzip edilmedi. Parasız sağlık hizmeti, eğitim, sınavsız üniversite gibi olanakları da bu mektubun yazdıklarına eklemek gerek.
            
         Devletine karşı her türlü yükümlülüğünü yerine getiren dar gelirli bir yurttaşımızın rüyasında göremeyeceği bir hayat bu. Dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkeleri bile sığınmacıları almaktan kaçınırken olanakları sınırlı olan ülkemiz bu yükü daha ne kadar taşıyabilir? Zengin memleketiz. Paramız kısıtlıysa da gönlümüz zengin. Gelen konuklarımıza Türk insanının misafirperverliğini göstermek bizi tabi ki mutlu eder. Ancak kendi yurttaşlarımızın ekonomik sıkıntıları her geçen gün artarken, piyasalarda yaşanan durgunluk devam ederken, konkordato ilanları peş peşe gelirken, zam ve vergiler kapıda beklerken biz bu fedakarlığı daha ne kadar sürdürebiliriz?





orhankalyoncu.blogspot.com.tr      12.11.2019


 

          

10 Kasım 2019 Pazar

ATA'MIZIN İZİNDE




                                                          
                Tarihin akışını değiştiren, ona mührünü vuran büyük tehlikelere mani olan liderlere her memlekette rastlamak mümkün değildir. Atatürk dünya tarihinin nadiren gördüğü bir dehadır. Birinci Dünya Savaşından sonra, hiçbir mağlup devletin direniş göstermediği zamanda siviller ve askerlerle dünyaya meydan okumuştur.” Tarihçi İlber Ortaylı yazdığı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK adlı kitabında Atamızı böyle tanımlıyor. Özgür bir vatanda yaşamasını kendisine borçlu olan her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı gibi bizim de Atamıza minnet borcumuz vardır. Bu minnet borcumuzu da ancak Atamızın izinden giderek ödeyebiliriz.  Bu izleri, Atatürk’ün başta kendi eliyle yazdığı Nutuk ve diğer konuşmalarında görebiliriz.
             
             Atatürk diyor ki, “Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum.  Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.
            Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.
            Cumhuriyeti ve onun gereklerini yüksek sesle anlatınız. Bunu yüreklere yerleştirmek için elverişli olan hiçbir durumu kaçırmayınız.
            Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ulus kişisinin kafasına koyacağız. Bilim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
            Bir ulusun asker ordusu ne kadar güçlü olursa olsun, Kazandığı zafer ne kadar yüce olursa olsun, bir ulus ilim ordusuna sahip değilse, savaş meydanlarında kazanılmış zaferlerin sonu olacaktır. Bir an önce büyük, mükemmel bir ilim ordusuna sahip olma zorunluluğu vardır.”
             
            Ata’mızın Nutuk’ta yer alan bizi idare edenlerle ilgili bir tavsiyesi daha var.
Atatürk diyor ki; “Efendiler, sırası gelmişken, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın!” Bugün 10 Kasım 2019. Kurtuluş Savaşının başkomutanı, devrimlerinin lideri, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü 81.ölüm yıl dönümünde saygı, minnet, şükran ve rahmetle anıyoruz.  Ruhu şad olsun.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr                                           10.11.2019


4 Kasım 2019 Pazartesi

HİZİP



                                      



                                             
                 "Hizip", bir topluluk içinde ayrı bir grup oluşturan küçük topluluk, klik demektir. Daha çok siyasi partilerin içinde küçük gruplaşmalar için kullanılır. Emek ve liyakatın arka plana atıldığı, üyelerin fikirlerinin alınmadığı yani ön seçimlerin yapılmadığı siyasi partilerde yükselmenin en kolay yoludur, grup kurmak. Grup kurarak örgüt içinde örgütsüz çoğunluğa kolaylıkla hakim olabilir, kendinize yol açabilirsiniz. Sonra da, diyet borcu olduğunuz arkadaşlarınızı kollamak zorunda kalırsınız. Çünkü hizipçiliğin ana temeli “çamurdan da olsa benim adamım iyidir”, felsefesidir. Bir siyasi partinin içinde hizipçilik dediğimiz dar grupçuluk alıp başını gittiyse, kanser hücreleri gibi çürüme başlamış demektir. O partiden başarı beklenemez. Halkın dertlerine çare bulmak yerine her şeyin üstünde gördükleri grup çıkarlarını savunurlar. Bu yol, kişisel siyasi çıkarlar için uygun bir yol gibi gözükebilir ancak bir siyasi parti için asla doğru bir yol değildir. Çünkü oluşturulan grup, partinin çıkarlarından önce kendi çıkarlarını ön plana alarak aynı hedefe yürümesi gereken partideki üyelerin birlik ve beraberliğini temelinden sarsacaktır.
             
                 Ülkemizde, 1980 öncesi tüm partilerde adaylıklar delegelerin hür iradesiyle sandıkta belirlenirdi. 1983’te kabul edilen siyasi partiler yasasına göre adaylıkların belirlenme usulü partilerin tüzüklerine göre genel merkezlere bırakıldı. Ondan sonra da yavaş yavaş önseçimler azaltıldı ya da tümden kaldırıldı. Şimdi tüm adaylıklar, (gayrı resmi eğilim yoklaması veya anketler yapılarak) genel merkezlerce belirlenmektedir. Bu yöntem, yasal olabilir ancak demokratik değildir. Halkın aday yapmak istedikleri ile genel merkezin aday yapmak istedikleri çakışmayabilir. Zaten adaylıkları yukarıdan atama olarak gelenlerin de halkı değil genel merkezi dinledikleri bir gerçektir. Liyakat, emek ve üyelerin teveccühü yerine genel merkezin ve liderin teveccühünü arayanlar bunun için grup kurarak güçlü olmak peşine düşmektedirler. En küçük beldenin belediye başkan adayının bile genel merkez tarafından atanmasını da ancak genel merkezlerin güçlerini ellerinden bırakmak istememesi ile açıklayabiliriz.
              
                Siyasi partilerdeki yükselmeler ya da adaylıklar emek, çalışma, birikim ve liyakat üzerine oturtulur ve ön seçim yapılarak bu konudaki söz hakkı üyelere verilmiş olsa gruplaşmalar önlenir, partinin bütünlüğü ve amaç birliği sağlanır. Böylelikle hem partilerin hem de ülkemizin demokrasi çıtası yükselir.





orhankalyoncu.blogspot.com.tr
              

29 Ekim 2019 Salı

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?




                                        

Bülent Ecevit (1925-2006)


                                     


                                        
                                    


           Adam olmak”, deyişi erdem sahibi olmayı, dürüst olmayı içerir. Yalnız başına da kalsan doğru bildiğini herkese karşı savunmayı, dik durabilmeyi gerektirir. Kısaca adam olmak, insan olmaktır.
    
  •     Boş sözlerle vakit geçirmediğimiz de,
  •         Kazanmak için her şeyi mübah görmediğimiz de,
  •         Herkesi aptal, kendimizi akıllı sanmadığımız da,
  •         Çıkarımız için insanları kullanmadığımız da,
  •         Karşısındakinin gözlerinin içine bakarak yalan söylemediğimiz de,
  •         Kibirli bir şekilde “küçük dağları ben yarattım”, diye hava basmadığımız da,
  •         Adil, demokrat ve saygılı olduğumuz da,
  •       Kendi fikrimiz kadar başkasının fikrine değer verdiğimiz de, adam olduk n              demektir.
           
            Bu konuda Bülent Ecevit’in çevirisiyle İngiliz şair Rudyard Kipling’in (1865-1936) “Adam Olmak şiirine bir bakalım.

Çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse,
Sen aklı başında kalabilirsen eğer;
Herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır,
Hem kendine güvenebilirsen eğer;
Bekleyebilirsen usanmadan,
Yalanla karşılık vermezsen yalana kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana,
Düşlere kapılmadan düş kurabilir,
Yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer;
Ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir
İkisine de vermeyebilirsen değer;                                           
Söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz
Kandırabilir diye safları dert edinmezsen
Ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz
Koyulabilirsen işe yeniden
Döküp ortaya varını yoğunu
Bir yazı-turada yitirsen bile,
Yitirdiklerini dolamaksızın dile
Baştan tutabilirsen yolunu
Yüreğine sinirine dayan diyecek
Direncinden başka şeyin kalmasa da
Herkesin bırakıp gittiği noktada
Sen dayanabilirsen tek,
Herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen
Unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
Dost da, düşman da incitemezse seni,
Ne küçümser, ne de büyültürsen çevreni
Her saatin her dakkasına,
Emeğini katarsan hakçasına
Her şeyiyle dünya önüne serilir,
Üstelik oğlum adam oldun demektir.




orhankalyoncu.blogspot.com.tr



          
                     




23 Ekim 2019 Çarşamba

MİLLİ SİYASET

                         
               



             Ata’mızın 92 yıl önce yazdığı Nutuk, ülkemiz için her zaman iyi bir rehber olmuştur. Mehmet Akif Ersoy da, “tarihi “tekerrür”, diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi", demiş. Her alanda olduğu gibi dış politikada da geçmişten alınacak derslerin olduğu muhakkaktır. Atatürk, Nutuk’ta geçmişi anlatarak, geleceği tanımlamıştır. 22 Nisan 1920 günü Mustafa Kemal, yakın çalışma arkadaşlarına 23 Nisan 1920 Cuma günü Büyük Millet Meclisinin açılarak çalışmalara başlayacağını bildirir. Açılışta Milli Siyaset ile ilgili konuşmasında şöyle der;
             
          " Efendiler. Dış siyasetin en çok ilgili bulunduğu ve dayandığı temel, devletin iç teşkilatıdır. Dış siyasetin iç teşkilatla uyarlı olması gerekir. Batı’da ve doğu’da başka başka karaktere, kültüre ve ülküye sahip birbirinden farklı unsurları tek sınır içinde toplayan bir devletin iç teşkilatı elbette temelsiz ve çürük olur. O halde, dış siyaseti de köklü ve sağlam olamaz. Böyle bir devletin iç teşkilatı özellikle Milli olmaktan uzak olduğu gibi, siyasi ilkesi de Milli olamaz. Buna göre Osmanlı Devletinin siyaseti Milli değil, belirsiz, bulanık ve kararsızdı.
            
            Çeşitli milletleri, ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu çeşitli unsurlardan oluşan kitleleri eşit haklar ve şartlar altında bulundurarak bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasi görüştür. Fakat aldatıcıdır. Hatta hiçbir sınır tanımayarak, dünyadaki bütün Türkleri bile bir devlet halinde birleştirmek varılması imkansız bir hedeftir. Bu yüz yılların ve yüz yıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylarla meydana koyduğu bir gerçektir. Panislamizm ve Panturanizm siyasetinin başarıya ulaştığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte tesadüf edilememektedir.”
           
            “Bizim kendisinde açıklık ve uygulama imkanı gördüğümüz siyasi ilke, Milli siyasettir. Dünyanın bugünkü şartları, yüzyılların dimağlarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir. Milletimizin, güçlü, mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle Milli bir siyaset izlemesi, bu siyasetin iç teşkilatımıza tam olarak uyması ve ona dayanması gerekir. Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim anlam ve öz şudur; Milli sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak… Genellikle milleti uzun emeller peşinde de yorarak zarara sokmamak… Medeni dünyadan, medeni, insani ve karşılıklı dostluk beklemektir.”
           
           Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Mustafa kemal Atatürk, ülkesini kurtaran bir kahraman olduğu gibi bir asır önce devletin dış siyasette nasıl bir yol izlemesi gerektiğini izah ederek uzak görüşlü büyük bir devlet adamı olduğunu da göstermiştir.







orhankalyoncu.blogspot.com.tr     25.10.2019