31 Ocak 2016 Pazar

30 MART 2014 YEREL SEÇİMLERİNE BAKIŞ














                Geçtiğimiz Pazar günü yapılan yerel seçimlerde vatandaşlık görevini yerine getirerek oylarımızı kullandık. Ortalık henüz sakinleşip, durulmadı. Seçimlerden sonra itirazların her zamankinden fazla arttığını gözlüyoruz. Güven ortamı kaybolmuş, Son aylarda yaşadığımız olaylardan sonra hiçbir şey şaşırtıcı gelmemeye başladı. Anımsayacağınız gibi 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonları diye adlandırılan olaylardan sonra her gün yeni bir ses bandı yayınlanmaya başlandı, internet ortamında. Neler olduğunu anlamaya çalıştık. Bir taraf hükümeti yolsuzluk, partizanlık yapmakla suçluyor, hükümet tarafı da paralel devletten (Pensilvanya’dan) bahsediyordu. Adeta bir macera ya da ajan filmi izler gibiydik. Ama sinema filmi değildi.

             Çağdaş, demokratik bir hukuk devletinde herkes Anayasa ve yasalara uymakla yükümlüdür. Kimse yasaların üzerinde olamaz. Kanun ve kurallar herkes için geçerlidir. Uymadığın taktirde çeşitli yaptırımları olmalıdır. Yoksa devleti yönetemezsin. Hiçbir dünya ülkesinde olmayanlar oldu ama seçimlerde çok şey değişmedi. İktidar partisi %45 civarında oy alarak yerini muhafaza etti. Seçimlerde şaibe iddiaları havada uçuşurken “durmak yok, yola devam”, denildi.

           Seçim sonuçlarına baktığımızda seçimlerden önce yapılan tahminlere uygun olduğunu, geçen dönemdeki seçim sonuçlarıyla karşılaştırırsak birkaç şehir dışında çok büyük değişiklik olmadığını görüyoruz. CHP her zaman ki yerlerde Tekirdağ, Kırklareli, Edirne, Çanakkale, İzmir, Aydın, Muğla, Eskişehir, Zonguldak, Sinop ve Giresun'u elinde tutmuş, Mersin, Antalya, Ordu ve Artvin’i kaybetmiş, onlara karşılık Hatay ve Burdur’u kazanmıştır. MHP’de Manisa, Isparta, Bartın, Kars, Adana, Osmaniye ve yeni olarak Karabük ve Mersin’i kazanmış, buna karşılık Balıkesir, Uşak ve Kastamonu’yu kaybetmiştir. BDP ise geçen seçimlerde kazandıkları Diyarbakır, Tunceli, Batman, Siirt, Şırnak, Hakkari, Van, Iğdır’ın yanı sıra bu kez Bitlis ve Ağrı’yı da kazanmıştır. Mardin de de eski BDP eş başkanı Ahmet Türk’ün bağımsız olarak kazandığını unutmamalıyız. İktidar partisi AKP'ye gelince ellerinde tuttukları Bitlis, Ağrı, Kars, Hatay, Karabük ve Mardin’i kaybetmelerine karşın Balıkesir, Uşak, Antalya, Kastamonu, Artvin, Ordu, Sivas ve Bayburt’u kazanmışlardır. Ankara ve Yalova’da bu yazının yazıldığı anda bazı sandıklarda ki oyların tekrar sayılması söz konusuydu.

         İtirazları dikkate almaksızın şu anda ki duruma göre AKP 49, CHP 13, BDP 10, Bağımsız 1, MHP ise 8 il kazanmıştır.
Sonuçların neden böyle olduğunu siyasi partiler kuşku yok ki enine boyuna inceleyecek, irdeleyeceklerdir. Ama ilk önce muhalefet partilerinin özellikle iktidar alternatifi olan ana muhalefet partisi CHP’sinin oturup, düşünmeleri gerekir. En büyük hata, daha önceleri olduğu gibi hiçbir şey olmamış gibi davranmaları olur. Mazeret değil, gerçekçi saptamalar yapıp, gereğini yapmalılar. Üst yönetimlerin özeleştiri yapma, yeni politikalar saptamalarının tam zamanıdır. Artık parti içinde demokrasinin tam anlamıyla uygulanması, tüm seçimlerde genel merkezin değil üyelerin özgür iradesiyle oy kullanarak adaylarını saptaması zamanı gelmişte, geçmiştir bile.

          Uzunköprü’de de yerel seçim sonuçları tarafsız gözlemcilerin beklediği gibi çıkmıştır. Kutular ve evlerde çıkan dolarların etkisiyle AKP’ye olan tepki sandığa yansımış ve fark daha da büyümüştür. Seçilen Belediye başkanımıza, belediye ve il genel meclisi üyelerimize yeni seçilmiş oldukları görevlerinde başarılar dilerim. Seçimler Ülkemize ve İlçemize hayırlı, uğurlu olsun. Zira buna çok ihtiyacımız var.



Hür Gazete 04.04.2014

SİYASET SANATI

                          M. Kemal Atatürk


                                                  
               

    Sözlük anlamında siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş ve anlayış demektir. Aynı zamanda siyaset belli bir toplumda çatışma halinde olan çıkarların uzlaştırılması faaliyetidir. Siyaset kelimesi Arapça seyis (at bakıcısı) kelimesinden türemiştir. Politika da Latince “çok yüzlü” anlamındadır. Bu kavramların günümüzde olumlu algılandığını söyleyebilir miyiz? Pek değil. Sözünde durmayan biri için, “bana siyaset yapma" ya da iki yüzlü biri için, ”politik davranıyorsun”, deriz. Gerçekten de günümüzde siyasetçinin çok itibarlı olduğunu söyleyemeyiz. Bu olumsuz anlamlar dışında, aslında ülkeyi yöneten kişidir siyasetçi. Onun için iyi yetişmiş olması, insanları ve ülkeyi adil yönetmesi beklenir.
     Dünya yakın tarihinde ülkemizde Musrafa Kemal Atatürk, İngiltere’de Winston Churchill, Fransa’da Charles de Gaulle, Almanya da Willy Brandt, ABD de Dwight Eisenhower gibi dünya da iz bırakmış, ülkesine damgasını vurmuş, gerçek devlet adamı olmuş pek çok siyasetçi tanırız. Günümüzde de herkes kendi bakış açısına göre siyasetçileri değerlendirebilir ancak gerçek yargıyı tarih verecektir.
     Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal umut olduğu dönemlerde hatırladığım kadarıyla siyaset yapma konusunda şöyle demişti; “politika, yalnızca politikacılara bırakılamayacak kadar önemli bir iştir. Onun için tüm vatandaşlarımız politikayla ilgilenmelidir. İşçi, çiftçi, esnaf, memur, öğretmen, üniversiteli ve sade vatandaş politika yapmalıdır.” Ben de bu sözleri her zaman önemsedim, bana göre de her kesimden insan politikayla ilgilenmelidir. Çünkü yediğimiz ekmekten, içtiğimiz suya , yaşadığımız çevreye kadar her şeyi politika ve politikacı belirliyor.
     Ancak bizim gibi demokrasisi tam olgunlaşmamış bir ülkede politika yapmak da o kadar kolay değildir. Yerelde politika yapmak ise her zaman daha zor olmuştur. Karşınızda her zaman kurşun askerler bulursunuz. Bir parti de yükselmek için hemen hizip ve gruplaşmalara başvurulur. Bunun sonucu olarak nitelikli insanların önü açılmaz. Bir de politikanın başka bir sancısı politikanın profesyonel olmasıdır. Defalarca tüm görevlere aynı kişilerin talip olması bunun sonucudur. Bu durumun önlenmesi için tüm kesimlerin yurttaşlık görevi olarak politikayla ilgilenmesi önem taşır.
  
       
Hür Gazete 21.09.2013

UZUNKÖPRÜMÜZ

                                        UZUNKÖPRÜ

                                 



                

           Trakya’da, Türkler tarafından kurulan ilk Türk Kent’i olan Uzunköprü 570 yıldan beri emanet edildiği Uzunköprülüler için yalnızca atalarından kalan bir miras değil aynı zamanda gelecek kuşaklara korunarak ve geliştirilerek bırakılacak bir değerdir. Temiz havasıyla, bereketli topraklarıyla, akarsularıyla, tarihsel anıtlarıyla, kentsel mekanlarıyla, çalışkan ve aydın insanlarıyla Uzunköprü eşsizdir. Bu kenti insanlarıyla beraber mutlu etmek, huzurlu kılmak, onlara ve çocuklarına doğdukları yerde iş ve aş olanağı yaratmak görevi yine Uzunköprü'de yaşayanlara düşmektedir. Çağına göre çok parlak dönemler geçiren kent son yıllarda, eski parlak yıllarını arar olmuştur. Tarım, hayvancılık, tarıma dayalı sanayi ve madenciliğin gerek uygulanan ekonomik politikalar, gerekse piyasaların uluslararası tekellerin hakimiyetine girmesiyle artık eskisi gibi kazanamadığını ve ilçemize kazandırmadığını yaşayarak gördük. Bu nedenle de gençlerimiz çevredeki sanayi kentlerine göç etmiş dolayısıyla nüfusumuz da azalmıştır.
    
         İnşaat, tekstil, bankacılık ve hizmet sektörleri ekonominin çarklarını yeterli hacimde çalıştırmadığından ekonomi borçla dönmekte, istenilen iş gücünü yaratamamaktadır. Zaten çalışan kesimin, emeklinin, esnafın alım gücü her geçen gün azalmakta ve geleceği borçlanarak ipotek altına alınmaktadır. Hazır vermenin de çözüm olmayacağı çok açıktır. Uzunköprü’nün şartları, ülkemizin ve hatta dünyanın şartlarından soyutlanamaz. Yine de Uzunköprüyü canlandırmanın yollarını bulmak zorundayız. Mesela;

  • Uzunköprü'de Tarihi ve kültürel turizm canlandırılabilir. Yerel gıda ve el işleri pazarlanmasında ortak girişim olabilir.
  • Uzunköprü Belediyesi, UTSO, UZTB ve girişimciler çevreyi kirletmeyen temiz sanayi için işbirliği yapabilir.
  • Meyvecilik, sebzecilik, arıcılık, hayvancılık, konservecilik gibi alanlarda soğuk hava deposu, ambalaj ve pazarlama konularında yardımcı olunabilir
  • Konferans ve toplantı turizmi teşvik edilebilir.
  • Eskiköy Sınır Kapısının bir an önce açılması sağlanabilir.
       Bunların dışında kentleşmemiz ve kent kültürünü yakalamamız için bu dönem ve önümüzdeki dönemlerde yerel yönetimlerden yapmasını beklediklerimizi de şöyle sıralayabiliriz;
       
  •   Modern bir kente yakışan bir terminal,
  •  Çağdaş kapalı ve açık Pazar Yeri,
  •  Açık otoparklar ve kapalı çok katlı otoparklar,
  •  Büyük bir Cumhuriyet Meydan,
  •  Kırkavak Deresinin yanlarının taş örülmesi ve etrafının çevre düzenlemesi,
  •  Tarihi Hamamın restore edilmesi ve çevre düzenlemesi,
  •  Eski Askerlik Şubesinin restore edilmesi ve çevre düzenlemesi,
  •  Bülbül Korusu, Çamlık ve Ördekli Göl'ün piknik alanı olarak düzenlenmesi.
  •  Telli Çeşme Meydanının düzenlenmesi,
  •  Beyaz saray ve Atatürk Parkının tekrar projelendirilip yapılması.
       Önümüzdeki dönemlerde yukarıdaki önerilerin projelendirilip hayata geçirilmesi halinde Uzunköprü değişir ve gelişir.. İşte o zaman gençler doğdukları yerleri terk etmez, memleketlerin de  çalışır ve gururla Uzunköprülüyüm diyebilirler.

Hür Gazete 03.03.2013

VATANDAŞ RIZA





        Geçen gün 5 Ocak 2013 tarihli bir gazetenin ekonomi sayfasında şöyle bir başlık vardı; "vatandaş Rıza’yı  %6,16'lık enflasyona inandırmak çok zor." Sonra şöyle devam ediyordu, "2012’de enflasyon TÜİK rakamlarına göre 29 yılın en düşük seviyesine çekildi." Öte yandan, 2012 de bazı ürünlerin artışları da şöyle olmuş; cepten görüşme %312,7, sağlık ürünleri %302,06, zorunlu sigorta %53,10, doğal gaz %28,56, banliyö tren %27,36, elektrik ücreti %20,69, odun kömür %19,59, köprü geçişi %19,36, vapur ücreti %19,01, su %18,98, metro ücreti %16,65, LPG %15,95, ekmek %14,72, Ayçiçek yağı %%14,36, çamaşır deterjanı  %14,05, tavuk eti %13,49, makarna %12,80 v.d. 
     
        Yukarıda ki rakamlardan sonra Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), nasıl oluyor da 2012 yılındaki enflasyon artışını %6.16 buluyor? Nasrettin Hoca’nın dediği gibi, "kedi buradaysa ciğer nerede, ciğer buradaysa kedi nerede?" Yukarıda ki rakamlar doğruysa %6,16 nereden çıkıyor, %6,16 doğruysa yukarıda ki rakamlar hayal mi?
     
       İster kabul edin ister kabul etmeyin yetkililer diyor ki; "biz çalışan ve emeklilere bu enflasyon oranına  (%6.16) göre maaş artışı veririz. Geçen yıl çalışanlara ve emeklilere yıllık  %8, bu yıl da %6 civarında artış veren hükümet bu enflasyona inandığına göre acaba vatandaş Rıza inandı mı?
                               
                                            

                                               FABRİKA
       
               Fabrikalar üretim merkezleridir. İştir, ekmektir, aştır. Bir fabrikanın çalışması için sanayici (işveren), işçi, mal ve sermaye gereklidir. Bunların kendi aralarında dengeli ve uyumlu olması için de iyi bir yönetim şarttır. Gel gör ki; rekabete ve çağa ayak uyduramayanları da, küresel ekonominin dev aktörleri acımasızca yok eder. Fabrikalar kapanınca da işsizlik çığ gibi büyür, eve ekmek götüremeyenler çoğalır. 

             İş hayatında çeşitli badireler atlatmış yılların sanayicileri yeni piyasa şartlarına ayak uyduramayınca da; fabrikalar ya el değiştirir ya da  iflas edip, batarlar. Batarken de kendileriyle beraber kendisine mal veren birçok irili ufaklı üretici ve tüccarı da beraberinde sürüklerler. Ticari ahlak sahibi ticaret adamları batsalar da borçlarını ödemeye çalışır, bazıları da kanunların boşluklarından faydalanıp, fabrikasının içini boşaltır, mallarını kaçırırlar. Hayatlarına hiç bir şey olmamış gibi devam ederler.

           Yurt dışında bir şirket iflas ettiğinde artık tüm mal varlığı ile sorumludur. Onun bunun üzerine önceden mal kaçırıp, benim bir şeyim yok deyip, kenara çekilemezler. Orada tüm mal ve para hareketleri denetim altındadır. Alacaklıların hakları da korunur. Burada, "iflas ettim", deyince iş bitiyor. Türkiye'de bu şirketlere mal verip, alacaklı olanlar sonunda bir bardak su içiyorlar. Şirket sahipleri ise yüzleri kızarmadan hiç bir şey olmamış gibi hayatlarına devam edebiliyorlar.
      
           Bunu nasıl açıklayabiliriz? "Burası Türkiye, burada her şey olabilir'', dersek yanlış mı söylemiş oluruz?
 


Hür Gazete 22.01.2013

İNSAN HAKLARI VE YENİ DÜNYA DÜZENİ

                  

              İnsan hakları; her insanın, insan olmaktan gelen en doğal hakkıdır. Bu hakkı teslim etmesi gereken yine insanlardır. İnsanlık, tarih boyunca insana yakışır bir düzen kurma peşinde koşmuştur. 10 aralık 1948, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun, İnsan Hakları Evrensel Bildirisini kabul ettiği gündür. Bu yıl 64. yıl dönümünü kutladık. 1215 yılında, İngiltere Kralı’na karşı yayınlanan Magna Carta da halkın haklarını savunan ilk bildirge sayılır. Ardından Amerika Bağımsızlık Bildirisi ve 1789 Fransız Devrimin de ki İnsan Hakları Bildirisi gelmektedir. 

              

              Osmanlı Devletinde de 1876’da 1.Meşrutiyet, 1908’de 2.Meşrutiyet ile demokrasi arayışları başladı. Yine 104 yıl önce 1908’de Osmanlı Devletinde İlk ÖZGÜRLÜK ANITI Uzunköprü’de kaymakam Mazhar Müfit Kansu'nun girişimiyle açıldı. Anıtın dört bir yanına Özgürlük (Hürriyet), Adalet, Eşitlik (müsavat) ve Kardeşlik (Uhuvvet) yazıları yer aldı. Dünyada ve Osmanlı Devletinden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyetinde de demokrasi ve insan hakları arayışları hiç durmadı. Günümüzde de bu arayışlar halen sürmektedir.

             
             Bir anlamda yaşadığımız çağın tanığıyız. Yalnızca çevremizde olan bitenleri değil, dünyanın öteki ucunda olanları bile görebiliyoruz, duyabiliyoruz. Günümüzdeki teknolojik olanaklar, dünyayı küçük bir köy haline getirdi. Adım atışımız bile izlenir oldu, uydudan. Nasıl bir dünyada gözümüzü açtık, nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Daha mı mutluyuz yoksa dünya küresel (ekonomik) devlerin bir oyun sahası, bizler de onların figüranları mıyız? Demokrasiyi ve insan haklarını bu çerçevede irdelememiz gerekir.
        
           Geçen yüzyılda, 2. Dünya savaşında milyonlarca insan öldü. Bugün de bölgesel savaşlar devam ediyor. Küresel güçler (dünya şirketleri) dünyaya kendi çıkarları açısından çeki düzen veriyorlar. Günümüzde, Hitler, Mussolini, Stalin, Franco, Pinochet’ler yaşamasa da insanlık, sanki merhamet, sevgi, acıma duygularından yoksunlaşmış adeta birer robot halini almış gibi.
       
           Dünyanın bu gidişine karşı, insanlığın da harekete geçmesi, bir şeyler yapması gerekir. Herkes tarihin sınavından geçmektedir. Çare, demokrasiye, insan haklarına, eşitliğe, kardeşliğe ve bu ilkeleri savunanlara sıkı sıkıya sarılmak ve sahip çıkmaktır. Eninde sonunda insanlık, daha iyiye daha güzele erişecektir.

Hür Gazete 12.12.2012

DEMOKRAT OLMAK

  



             Ülkemizde yaşanan onca sorunun arasında yukarıdaki konu başlığının pek önemli ve sıralı olmadığını düşünenler olabilir ancak iyi düşünürsek, sorunların temelinde ve derininde bu konunun yattığını görürüz. Zordur 'demokrat olmak'. Tahammül ister, hoşgörü ister, sabır ister, öz eleştiri yapmayı ve empati kurmayı gerektirir. Halbuki otoriter olmak kolaydır. Otoriter bir yönetim anlayışında yukarıda saydığım özelliklerin hiçbirisine gerek yoktur. Emir verirsiniz, sonuç istersiniz. Her istediğinizi yaptırır, hesap verme gereği de duymazsınız. Böyle yönetmek son derece rahattır. Ancak, bence bu vücuda alınan bir morfin gibi geçici bir rahatlık sağlar. Sonrasında vücut olarak gördüğümüz toplumda dayanılmaz ağrılar ve acılar baş gösterir. 
 
           Otoriterlik bulaşıcı bir hastalık gibidir. Yukarıdan aşağı çok çabuk yayılır ve herkes küçük birer kral kesilebilir. Hatta bu demokrat olduğunu iddia eden kesimlerde de baş gösterir. İşte bu demokrasi kültürünün eksikliğindendir. Eğer öz güveniniz yoksa, siz de bu kuyunun içine çok çabuk düşersiniz. Kuyu diyorum, çünkü yalnızlaşırsınız, etrafınızda samimi hiç kimse kalmaz. Güce tapanlar bile yeni güçlüler arar. Ama ne var ki bir kez o yola girildi mi, artık geri dönüşü çok zordur. 

          Toplumların yaşamlarında da insanların ki gibi çok dalgalanmalar olur. Her şey her zaman düzgün gitmeyebilir. İki adım öne gittiyseniz, komşumuz İran da olduğu gibi dört adım geriye de düşebilirsiniz. Bunun yanı sıra etrafımızda "küçük dağları ben yarattım" diyenler çıkabilir. Bu durum ancak toplumun demokrasiye sahip çıkmasıyla önlenir. Bu noktada "toplum demokrasiye sahip çıkar mı?" sorusu karşımıza çıkıyor. İşte işin özü bu soruda yatmaktadır. 

           Demokrasiye sahip çıkmak kolay değildir. Meşakkatli iştir. Ancak, yaşamı da demokrasi güzelleştirir. İstediğin eğitimi almak, laik, hukuk devletinde istediğin tarzda, kurallara uyarak özgürce yaşamak demokrasiyle mümkündür. Ona ve onun insanlığa sağladığı güzelliklere sahip çıkmanın yolu  da örgütlü toplum olmaktan geçer. Üniversiteler, sendikalar, dernekler, barolar, diğer sivil toplum örgütleri ve en önemlisi siyasi partiler örgütlü toplumu oluştururlar. Siyasi partiler, demokrasinin olmazsa olmaz unsurlarının başında gelir.  Demokrasinin tam olarak işletilmesi için de öncelikle siyasi partilerin demokratik kurallarla yönetilmesi gerekir.

Hür Gazete 22.10.2012

HALUK KOÇ'UN UZUNKÖPRÜ ZİYARETİ

                    


Prof. Dr. Haluk Koç ile.














                                                     

               Prof. Dr. Ahmet Haluk Koç 3 Ekim 1954 de İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesini, ardından Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesini dereceyle bitirdi. İç hastalıkları Ana bilim Dalı ve Hematoloji (kan bilimi,kan ve kan bozuklukları ile ilgili tıp dalı) Yan Dal Uzmanlığını Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana bilim Dalı ve Hematoloji Yan Bilim Dalında tamamladı.1990’da doçent, 1996’da profesör oldu. A.Ü Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesinde Hematoloji Bilim Dalı öğretim üyesi ve daha sonra başkanı olarak görev yaptı. Türk Hematoloji Derneği Genel Sekreterliği ve Kemik İliği Transplantasyonu Alt Grup Başkanlığı görevlerini yürüttü. Avrupa Kan ve Kemik İliği Transplantasyonu Kongre Başkanlığı yaptı. Yurt içi ve yurt dışında 200’ün üzerinde makalesi yayınlandı. 7 Mayıs 2008’de ciddi bir trafik kazası geçirdi ve ameliyat oldu.
                   
              22- 23. ve 24. dönem CHP Samsun milletvekili olarak seçildi. 2008’de yapılan CHP'sinin 32.Olağan Kurultayında Deniz Baykal'a karşı genel başkan aday adayı oldu. 2010 CHP Kurultayında Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel başkan seçilmesinin ardından Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığına getirildi ve 3 Kasım 2010’da bu görevden ayrıldı. 30 Temmuz 2012 tarihinden itibaren CHP yönetiminde Kamu Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü oldu. Evli ve 2 çocuk babasıdır.
              
         Haluk Koç siyasi çalışmaları dolayısıyla Uzunköprü'yü üç kez ziyaret etmiştir. İlk gelişi 30 Kasım 2007 tarihinde idi. O tarihte Grup Başkan Vekilliğinden yeni ayrılmış ve 32. Olağan Kurultayda CHP Genel Başkanlığı’na aday adayı olmuştu. Uzunköprü ve Edirne'den benim de içinde olduğum 8 kurultay delegesi her türlü baskıya rağmen kendisine destek vermişti. CHP 32. Olağan Kurultayı parti içi demokrasi konusunda önemli bir dönüm noktasıdır. O kurultayda CHP genel başkanı Deniz Baykal'ın karşısında genel başkan aday adayı olarak Haluk Koç'tan başka Umut Oran ve Ayhan Yalçınkaya da vardı. Delegeden yeterli imzaları toplayamadıkları için aday olamadılar. Deniz Baykal tek aday olarak kaldı. Aday olabilmek için toplam 1231 delegeden (%20'si olan) 253'ünün imza vermesi gerekiyordu. Baykal'a rakip aday adaylarından Haluk Koç 168, Umut Oran 15, Ayhan Yalçınkaya 1 imza toplayabildi. Delege imzalarının divanda, açık olarak verilmesi isteniyordu. Bunun açık oy kullanmaktan farkı olmadığı için bir çok delege muhalif aday adaylarına oy vermekten kaçındı. 
           
           Haluk Koç'un Uzunköprü'ye ikinci gelişi Deniz Baykal'ın 2010 yılında istifasından sonra yapılan kurultayda Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel başkan olmasından sonra idi. 2010 yılının Mayıs ayıydı. Otobüsle Edirne ve ilçelerini dolaşmışlar, partililere umut ve heyecan vermişlerdi. Haluk Koç 21 Eylül 2012 cuma günü de Uzunköprü'ye üçüncü kez geldi. CHP ilçe örgütünü ve belediyeyi ziyaret ettikten sonra Uzunköprü'den ayrıldı. 

             


Hür Gazete 23.09.2012

ÖZGÜRLÜK DİSİPLİNDİR

          
                              ERİKLİ SAHİLİ


            "Özgürlük disiplindir", cümlesi olan biteni, yaşadıklarımızın özünü ortaya çıkarıyor. Cehaletin, disiplinsizliğin, kural tanımazlığın, keyfiliğin doruğa çıktığı günümüzde, kurallara ve toplum disiplinine uymak çağdaşlığın gereği, değil midir?. Batı ölçülerinde vereceğimiz çağdaş eğitim kurallı toplum olmamızın anahtarı olacaktır. Her zaman verilen bir örnektir; Avrupa da yaşayan bir yurttaşımız orada tüm kurallara uyar da, Türkiye de sınırı geçince neden kuralları çiğner? Çünkü Avrupa da sorumsuz davrandığında, karşısına yaptırımlar çıkar ve ödünsüz uygulanır. Arkasında onu kollayan bulunmaz. Ancak Türkiye de bir kolayını buluverirler.

          Özgürlük; her insanın, her istediğini yapması mıdır? Tabii ki değildir ve olmaması gerekir. Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde senin özgürlüğün, başkasının hakkının başladığı yerde senin hakkın biter ve sorumlulukların başlar, başkalarını rahatsız etmeme gibi. "Ben canımın istediğini yaparım, kimse bana karışamaz", diyemezsin. Dersen, karşında tavizsiz uygulanan yaptırımları bulmalısın.

        Bu konuda somut bazı olaylardan bahsetmek isterim. Ailece her yaz tatilimizi, Keşan'ın mücavir sahası içinde yer alan Erikli Sahilinde geçiririz. Doğa harikası olan bu güzelim sahilimizi çok hor kullanmamıza rağmen yine de yok edememişiz. Son senelerde bu güzelim sahilde istenmeyen olaylar olmaktadır. Adeta disiplinsiz bir özgürlük hüküm sürmektedir. Bu yaz Erikli Otel'de bir cinayet işlendi. Erikli sakini bir vatandaşımız, çevreyi kirletmemesi için uyardığı kişilerden öldüresiye dayak yedi. Geçen yıl, 3 kişi arkadaşlarıyla gece eve dönmekte olan oğlumun yolunu kesip, darp ettiler.

        Artık suların yetersiz ve pis akmasından, yolların bozuk olmasından, kanalizasyon kokusundan, her boş yere ve kumun içine dükkan yapılmasından, tapu sorunlarından bahsetmeyeceğim. Bunlardan daha önce halledilmesi gereken bir konu var. Asayişsizlik ve disiplinsizlik. Yetkililerin, denizin içine bile pisleyen, gürültücü, kural dinlemeyen ve külhanvari davranışlar sergileyen günübirlikçi, kiracı, dışarıdan gelen ya da yerli olan kişilere dur, demesini istiyoruz. 
     
        Özgürlük başıboşluk değildir. Özgürlük disiplindir.


Hür Gazete 13.09.2012

UZUNKÖPRÜ'YE YENİ UFUKLAR



                                            UZUNKÖPRÜ




        


             Uzunköprü, Osmanlı Devletinin 1427 yılında Balkanlar'a geçmek için inşa ettikleri taş köprünün hemen yanı başında, Trakya'da kurdukları ilk Türk kentidir.
Köprü inşasıyla beraber burası ormanlık ve bataklık bir alandan kurtarılmış ve buraya Sultan 2. Murad Vakfına ait han hamam, cami, değirmen ve dükkanlar yaptırılmıştır. Uzun yıllar Cisr-i Ergene olan ismi daha sonra halkın kullandığı Uzunköprü olarak değiştirilmiştir. İlk yerleşenler Anadolu Türklerindendir. 4 kez işgal görmüştür. En son Kurtuluş savaşından önce ve sonrasında Balkanlar'dan göç almıştır. İlçe, tarihi Efes Yolu üzerindedir. Bereketli topraklarında her türlü tarım ürünü yetişir. En başta buğday, ayçiçeği, çeltik ekilir. Bağcılık, sebzecilik, meyvecilik yapılır. Hayvancılık, sütçülük önem taşır. Hatırı sayılır kömür ocakları sahalarına sahiptir. Sanayi, tarıma dayalıdır. 2000'den önce canlı olan ticari hayat, daha sonra ithalata ağırlık verilmesinden ve küreselleşmeden dolayı hayatiyetini kaybetmiş, esnaf, sanayici ve tüccar ayakta kalma mücadelesi verir hale gelmiştir.

          Uzunköprü ile komşu ilçemiz Keşan arasında her zaman tatlı bir rekabet olmuştur.  Uzunköprü 30-40 sene önce Keşan'dan sosyal ve ekonomik yönden çok önde idi. İlimiz Edirne'yle de yarışır vaziyetteydi. Keşan artık Uzunköprü ile kıyaslanmayacak kadar öne geçti. Bunda Keşan'ın stratejik konumu da önemli rol oynamıştır.  Keşan, Tekirdağ, Çanakkale, Edirne ve Yunanistan'ın kesişme noktasındadır Ayrıca İpsala Sınır Kapısı, mücavir alanı içindeki Saroz körfezi ve Korudağ da ilçeye çok yakındır. Bu durum Keşan'a turizm ve ticaret yapma açısından çok şey kazandırmıştır. Edirne'yi zaten söylemeye gerek yoktur. Ülkemizin önde gelen tarihi bir kentidir. Edirne, sahip olduğu sınır kapılarıyla üniversitesi, hastaneleri, tarihi ve kültür eserleriyle ekonomik ve turistik canlılığa sahiptir. 

        Uzunköprü'nün de komşu ilçe ve ilimize yetişmek, insanlarına ekmek kapısı açmak için bir şeyler yapması gerekir. Ne olabilir? Bunun perspektifi nedir?Bunun için sorumluluk alması gerekenler başta Uzunköprü Belediyesi olmak üzere, Uzunköprü Ticaret ve sanayi Odası, Ticaret Borsası, Ziraat Odası, STK'lar ve siyasilerdir. Uzunköprü tarihi eserlerini tekrar hayata geçirmeye başladı. Tarihi Kilise, Özgürlük Anıtı, İstasyon Gar Binası restore ediliyor. Tarihi Hamam, Tekel Binası, Telli Çeşme, Eski Askerlik Şubesi restore edilmek için sırasını bekliyor. Bunlar hem tarihi eserlere sahip çıkmak, hem de turistik faaliyetler için çok olumlu icraatlar. Tarihi taş köprümüzün de yeni köprü ve çevre yolunun yapılmasıyla, restore edilerek sadece yaya trafiğine açık olması çok uygun olacaktır.
     
         Tüm bunlara ilaveten Uzunköprü'ye Cumhuriyet meydanı genişletilerek daha büyük bir meydan kazandırılmalı, tarihi köprünün her iki tarafındaki tarlalar kamulaştırılarak ağaçlandırılmalı (yürüyüş, bisiklet parkuru, spor alanları, parklardan oluşan) bir dinlenme kompleksi yapılmalıdır. Tabii,1-2 sene içinde Ergene Nehrinin temizlenip içinde yüzülecek, kenarında piknik yapılabilecek duruma geleceğini düşünerek öneriyoruz.Uzunköprü'nün çağdaş bir kent olması için çok hizmete ihtiyacı olduğu açıktır. Bu hizmetlerin başında sinema, tiyatro, toplantı, konferans salonlarına sahip bir kültür sitesinin yapılması gelmektedir. Sonra ki hizmetler de  çağdaş bir pazar yeri ve Uzunköprü'ye yakışan bir şehir terminali olmalıdır.

         Uzunköprü'de hiçbir şey değişmez, sadece mevsimler değişir', anlayışını artık değiştirmek gerekir. Uzunköprü, işyerlerinin kapandığı, fabrikalarının iflas ettiği, gençlerinin işsizlikten başka kentlere göç ettiği, parasızlıktan kahvelerin bile boşaldığı bir yer olmaktan kurtulmak istiyor. Görev, önce sorumluluk yüklenenlerin, sonra da tüm Uzunköprülüler'indir.




Hür Gazete 21.08.2012

GÜÇLÜDEN YANA OLMAK

           
KARABÜRÇEK KÖYÜ-Uzunköprü
                     
            

             
       "Güçlüden yana olmak." Bu cümleyi son zamanlarda çok duyar olduk. Ne amaçla söylendiğini açıklamaya bile gerek yok. Gayet açık. "Güçlüden yana olmak", her zaman en kolay hareket tarzı olmuş, prim yapmış, kazanç ve rant sağlamıştır. Bu mantığa göre güçlüden yana olup, pozisyon kapmak varken, haklı da olsa, doğru da olsa neden zayıf sanılandan yana olunsun? Değil mi ya? Devir ar devri değil, kar devri. Güçlüden yana olmanın dayanılmaz cazibesi vardır. Önce herhangi bir riski yoktur, tam tersine maddi ve manevi çıkarın olur. Sırtını sağlam yere dayamış isen sana kimse ilişemez. Ama güçsüz de olsa haklıdan yana olayım dersen, orada zorluklar başlar.
         
      Halbuki bana göre ilkelerden yana olmak gerekir. Koyarsın ilkeleri ona göre hareket edersin. Ancak ilkeleri ortaya koyarken, bu ilkeler kişiye ve bireysel çıkara endeksli olmamalıdır. Kişiler her zaman yanıltır. Güçlü olan, yarın güçsüz olursa hangi güçlünün yanına sığınacaksın? Ama doğru ve etik olan güçsüz de olsa haklıdan yana olmaktır. Azınlıkta da kalsan gün gelir, haklılığın gün ışığına çıkar, hakkın teslim edilir. Adaletin terazisi kişiye göre değil, doğruya göre tartmalıdır. Toplumun düzeni ancak böyle sağlanır. 

     Güce tapan insanlar her devirde olmuştur. Bu durumdan faydalanmak istemişlerdir. Unutmayalım ki eninde sonunda bu devirler bitmiştir. Güce sığınanlar da açıkta kalmışlardır. Atatürk 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkıp, Kurtuluş Savaşını başlatacağına, o zaman güçlü olan padişahın yanında yer alsaydı, şimdi özgür ve bağımsız bir ülkede yaşıyor olur muyduk? Biz, vatandaşlar olarak niye ülkemiz için fedakarlık yapmayalım? Niye bireysel çıkarlara teslim olalım? "Güçlüden yana olmak", insanı doğru yere götürmez. Herkes güçlüden yana olursa, adalet sağlanmaz. Adaletin olmadığı yerde demokrasi olmaz.
             
                

AKREP

         








      Akrep nehrin kıyısında, karşı tarafa geçmek için dolanıp duruyordu. Kurbağayı gördü. "Kurbağa kardeş, beni karşıya geçirir misin", diye sordu.
        Kurbağa şöyle bir akrebe bakarak, "seni karşıya geçirmek için sırtıma alsam, sen beni sokar, öldürürsün", dedi.
       Bunun üzerine akrep, "iyi, ama ben seni sokup, öldürürsem, ben de ölürüm, hiç bunu yapar mıyım? Bak, karşıda yavrularım beni bekliyor, sen de annesin, ne olur, beni karşıya geçir", diye yalvardı. 
       Kurbağa dayanamadı, "Peki', dedi. 'Bin sırtıma."
      Tam nehrin ortasına gelmişlerdi, akrep, akrepliğini yaptı ve kurbağayı soktu. 
       Kurbağa, "Ne yaptın?"
      "Ne yapayım? Ben, akrepliğimden vazgeçemem." 
       Her ikisi de bir anda nehrin serin sularında kayboldular.


BEKTAŞİ

Bir gün bektaşiye iki şişe şarap getirmişler.
"Erenler, şu iki şişe şarabı iç bakalım, hangisi daha iyi?"
Bektaşi birinci şişeden şöyle bir yudum aldıktan sonra, "diğer şişe iyi"
"İyi ama ikinciyi daha içmedin."
"Gerek yok.Bundan daha kötüsü olamaz."

İDAM MAHKUMU

Temel'i idama mahkum etmişler. İdama götürürken sormuşlar, "son sözlerin nedir?"
"Ha,bu bana ders olsun."


Yukarıda ki fıkraların,yaşadığımız son siyasi olaylarla ve kişilerle yakından uzaktan bir ilişkisi yoktur.  

Hür Gazete 04.04.2012

BİR PAZAR YAZISI






                                       
Prof. Dr. Osman İnci ile.



             Hayatın neler getirip, neler götüreceğini asla bilemeyiz. Tasavvur ederiz, planlarımız ve geleceğe dair düşüncelerimiz vardır ama bunların gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini, hayatın karşımıza hangi sürprizleri çıkaracağını bilemeyiz. Zaten böyle olmasa, hayat çekilmez olurdu. Ne zaman hasta olacağımızı, ne zaman öleceğimizi bilsek hayat çekilir mi? Hayata sıkı sıkıya bağlı olmamızın sebebi de bu olsa gerek pazartesi günü Trakya Üniversitesi Hastanesinde Prof. Dr. OSMAN.Hayat bana da bir sürpriz hazırlamıştı ve ameliyat olmam gerekiyordu. 5 mart 2012 İNCİ ve ekibinin gerçekleştirdiği bir ameliyat geçirdim. Kendisine ve ekibine bir kez daha samimi teşekkürlerimi sunuyor, beni ziyaret eden, geçmiş olsun dileklerini ileten tüm dostlarımı sevgiyle selamlıyorum.
         
         Tabii hayat devam ediyor. Günceli yakalamak için haberleri izliyorum, gazeteleri okuyorum ve içim kararıyor. Kutuplaşma almış başını gitmiş. Uzlaşma, orta yolda buluşma yok olmuş. Halbuki, buna çok ihtiyacımız var. 1980 öncesinde lise ve üniversite öğrencisiydim sonra öğretmen oldum. O yılların çok kişinin hayatını kararttığını ve ülkemizi de geriye götürdüğünü yaşayarak gördüm. Ülkesini seven, gelecek nesilleri düşünen bir yurttaş olarak egemen güçlerce suni olarak yaratılan kutuplaşmadan ve sertleşmeden ötürü üzüntü ve kaygı duyuyorum.
           
              Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu özgür muhalefettir. İktidar her ülkede vardır. Özgür muhalefet ise yalnızca demokratik ülkelerde bulunur. Sadece siyasi partilerin de muhalefet yapması yetmez. Her demokratik ülkede olduğu gibi toplumsal muhalefetin de olması gerekir. Toplumsal muhalefeti de basın, medya, üniversiteler, sendikalar, sivil toplum örgütleri gerçekleştirirler. Zaten iktidarın da yanlışını görmesi için özgür muhalefete ihtiyacı vardır. Toplumsal kültürümüz açısından da muhalefet edilmesini içselleştiremedik. Diğer kuruluşlarımızda ve siyasi partilerinde kendi işlerinde muhalefet yapılması pek hoşgörüyle karşılanmaz. Hemen tahammülsüz bir ortam ve kutuplaşma yaratılır. Muhalefet eden, eleştiren daima ötekidir. Bunun değişip, yerini hoşgörülü bir ortamın alması gerekir.
          
           CHP’sinin son yapılan 16. Olağanüstü tüzük kurultayında uzlaşma ortamını yaratmak,herkesin seçilme hakkını sağlamak ve bir arada ortak çalışma üretebilmek için yönetimlerin çarşaf listeyle seçilmesi öncelikli oldu ancak yapılan ilk ilçe kongrelerinde yine uygulanmadı. Uzlaşma ortamı sağlanmadı. Eğer uzlaşı olmazsa, karpuz gibi ikiye ayrılan, birbirine arkasını dönen, parti büyüklerine saygı göstermeyen yönetimler işbaşına gelseler de başarılı olmaları mümkün değildir.
           
            Son günlerde yaşadıklarım, bana sağlıktan önemli bir şey olmadığını bir kez daha gösterdi. Bunun herkes tarafından anlaşılmasını ve başta siyasiler olmak üzere herkesin uzlaşmacı,hoşgörülü ve tahammüllü olmasını dilerim.


Hür Gazete 11.03.2012

23 Ocak 2016 Cumartesi

CUMHURİYET HALK PARTİSİ'NDE DELEGE SEÇİMLERİ VE 16. OLAĞANÜSTÜ TÜZÜK KURULTAYI

           

         CHP






           Son günlerde, ülkemizde kaygı verici gelişmeler yaşanırken CHP, delege seçimlerine ve tüzük kurultayına odaklandı. Demokrasinin ayrılmaz parçası olan siyasi partilerde delegeler tüzüklerine göre seçimle gelir. Bu,kiminde göstermelik kimindeyse demokratik olur. CHP'sinde kongre, önseçim, il ve kurultay delegelikleri vardır. Kongre ve önseçim delegeleri; ilçe merkezlerinde mahalle, köy ve belde bazında üyeler tarafından seçilir. Tüzüğe göre; kongre ve önseçim delegeleri yapılacak genel ve yerel seçimlerde adayları saptamak için oy kullanırlar", diye yazsa da bu şimdiye kadar bu yapılmadı. Kongre delegeleri sadece ilçe kongrelerinde ilçe yönetimini ve il delegelerini seçmek için oy kullanır, oldu. İl delegeleri ise ilçe kongrelerinde tespit edilir, il yönetimini, il disiplin kurulunu ve kurultay delegelerini seçerler. Kurultay delegeleri de, genel başkan, parti meclisi ve yüksek seçim kurulunu seçmek için oy kullanırlar.
       
          Demokratik silsilenin böyle gerçekleşmesi gerekir ama aslında öyle midir? Yönetimler yerlerinde kalmak, seçilmişler de yeniden seçilebilmek için bu süreçte türlü manipülasyonlar yapar. Bu da demokrasi adı altında gerçekleşir. Seçim yasası gibi siyasi partiler yasası da ne yazık ki 12 Eylül'den beri değiştirilemedi, buyurgan anlayıştan demokratik anlayışa geçirilemedi. Bu durum, genel başkanların ve üst yönetimlerin görmek istemediği bir konu oldu. 1992'de CHP açılmadan önce SHP'de daha demokratik bir tüzük ve düzen vardı. Şimdi tüzük değişikliğiyle getirilmek istenen maddelerin en önemlileri o zaman hayata geçmişti. Ne var ki, partiyi tek adama göre dizayn etme çabaları 2002 den sonra hız kazandı ve bunu yok etti.
      
         Şimdi, "yeni tüzük yapılacak, tabanın sesine kulak verilecek", deniyor. Gerçekleşirse bu önemli bir adım olur. Ancak, demokrasi uygulanması öyle göründüğü gibi kolay bir yol değildir, CHP'sinde de tek adamlık ağır bastıktan sonra hizipleşme arttı, adamcılık had safhaya vardı. "Çamurdan olsun ,benim adamım olsun" ya da" kazanmak için her şey mübahtır", anlayışları hakim oldu. Güçlüler tarafından İş ve mevkii vaat edilerek üyeler kendine basamak olmaya ikna edilmeye çalışıldı. "Al gülüm,ver gülüm" mantığı ağır basmaya başladı. Liyakat, eğitim, temsil niteliği gibi özellikler göz ardı edildi. Delege seçimlerinde görevi olmayanlar bile müdahale etme hakkını kendinde gördüler.
      
         Bu sistem daha fazla yol alamaz. Aydın insanların partisi olan CHP'sinde eninde sonunda demokrasinin dişlileri çalışmaya başlayacaktır. CHP'sinin kırılma tarihlerinden bir tanesi de 2008 de yapılan 32.olağan kurultay ve 14.olağanüstü program ve tüzük kurultayıdır. O tarihlerde her iki kurultayda kurultay delegesi olarak görev yaptım. Olağanüstü kurultayda program komisyonun da Edirne ilini temsil ettim. Bu kurultayda genel başkana MYK'yı Parti Meclisi içinden seçme hakkı verildi. Gerek kurultay öncesi, gerekse kurultayda yaşananlar bizim daha demokrasi konusunda çok yol almamız gerektiğini bana  gösterdi. Partilerin temel unsuru insandır. Genel merkez, önce bu konuya eğilmeli ve parti üyelerinin eğitimine özen göstermelidir. Parti üyelerinin nitelikleri, parti okullarında eğitim verilerek arttırılmalıdır. Üye, girdiği partinin programını, amacını öğrenmeli, partinin verdiği görevleri ve aidat yükümlülüğünü yerine getirmelidir. Tüm bunların sonucunda parti üyesi, üye olmanın bilinciyle hareket ederek delege seçmeye gerek kalmadan doğrudan  kendi temsilcilerini seçmelidir. Böylece delege savaşları ve fason üye yazımı olmadan demokratik işleyiş rayına oturur.

          Nitelikli üye elde etmenin partiler için ne kadar önemli olduğunun altını tekrar çizdikten sonra yeni tüzük taslağındaki bazı önerilen maddelerden söz etmek isterim. En önemlileri şunlar;
  • Seçimlerde aday olabilmek için önseçim öncelikli olacak,
  • Kongrelerde adaylık için gerekli olan imza şartı %20 dan %10 indirilecek. 
  • Kongrelerde, herkesin aday olabilmesi için çarşaf liste uygulaması asıl olacak.
  • Kurultay'da parti meclisi çarşaf listeyle seçilecek.
  • Üyeliklerle ilgili düzenlemeler yapılacak.
  • Gençlik ve kadın kotası sadece yönetimlerde değil diğer seçimlerde de uygulanacak.
  • Genel Merkezde, eski genel başkan ve genel sekreterlerden oluşacak bir Onur Kurulu kurulacak.

       Tüm bunlar bir tasarı, hepsi kurultayda belli olacak. Tüzükler bir partinin anayasasıdır, onun için önem taşırlar. Ancak uygulama ve uygulayıcılar da aynı derecede önem taşır. 26 Şubat 2012 tarihinde yapılacak CHP 16. Olağanüstü Tüzük Kurultayının diğer partilere örnek olacak biçimde gerçekleşmesini diler, Kurultay delegesi arkadaşlarıma bu önemli görevlerinde başarılar dilerim.


Hür Gazete 11/02/2012